İVAZ

(العوض)

Dünyada yaşanan üzüntü ve acılara karşılık âhirette bedel ödeneceğini ifade eden kelâm terimi.

Sözlükte “bir iş veya nesneye karşılık bedel ödemek” anlamındaki avz kökünden türemiş bir isim olan ivaz “bedel, karşılık” demektir. Türkçe’de kullanılan tâviz de (ta‘vîz) aynı mânayı ifade eder. İvaz kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de yer almamaktadır. Hadislerde ise “mal karşılığında


ödenen bedel; dünyadaki hastalık veya musibetler karşılığında âhirette müminlere verilecek mükâfat” anlamında kullanılmıştır. Hadis rivayetlerinde belirtildiğine göre Hz. Peygamber, felâkete uğrayan müminlerin buna rızâ gösterip Allah’tan mükâfat istemeleri halinde bunun âhirette kendilerine verileceğini açıklamış, kocası ölen Ümmü Seleme sabrederek Allah’tan hayırlı bir karşılık vermesini dilemiş, duası kabul edilip Resûl-i Ekrem’in eşi olmuştur (Müsned, II, 292; III, 144, 156; VI, 360; Buhârî, “Ĥiyel”, 14, “Ŧalâķ”, 20; İbn Mâce, “Cenâǿiz”, 55; Tirmizî, “Menâķıb”, 74). Bir kutsî hadiste, “En sevdiği organına, gözlerine hastalık verdiğim kuluma sabretmesi halinde gözlerine bedel cenneti veririm” buyurulmuştur (Buhârî, “Merđâ”, 7).

İvaz, Mu‘tezile’nin beş temel esasından biri olan adalet ilkesiyle ilgili bir kavramdır ve Kādî Abdülcebbâr’a göre “övgüye lâyık olmayan, ancak hak edilen menfaat” diye tanımlanır. Tanımdaki “övgüye lâyık olmayan” kaydı ivazı sevaptan, “hak edilen menfaat” ifadesi de lutuftan ayırır. Çünkü sevap insanın arzu ederek yaptığı güzel işlerin karşılığıdır, ivaz ise onun arzusu hilâfına gerçekleşir. Ayrıca ilâhî adaletin yerini bulması için verilen menfaat çekilen elemin tam karşılığı olmalıdır (Şerĥu’l-Uśûli’l-ħamse, s. 494; a.mlf., el-Muġnî, XIII, 505-507). Mu‘tezile âlimleri, Allah’ın yarattığı her şeyin kulun yararına olduğu (aslah) düşüncesinden hareketle dünyada iradesi dışında çektiği elemlere karşılık kula âhirette mükâfat verilmesi gerektiği görüşündedir. Aksi takdirde kulun çektiği elemi açıklamak imkânsız olur. Aslında insan çektiği elemi ya hak etmiştir veya elem ona ibret için verilmiştir. Kişinin kendisinin ibret alması için çektiği eleme karşılık verilmesi gerekli değilse de başkalarına ibret olsun diye çektiği eleme bir bedel ödenmelidir. Kādî Abdülcebbâr’a göre ivazda aslolan insanın iradesi dışında elem çekmesidir. Bu tür elemlere karşılık vermek adaletin gereğidir, aksi zulüm olur, Allah ise kullarına zulmetmekten münezzehtir (Şerĥu’l-Uśûli’l-ħamse, s. 497). Kulun hangi eleme karşılık kendisine hangi ivazın verileceğini bilmesi gerekmez; bu konuda Allah’ın alîm, hakîm, âdil ve kullarına asla zulmetmeyen yüce bir varlık olduğuna inanması yeterlidir. Mu‘tezile âlimlerine göre ivaz, dünyada kötülüğün mevcudiyetine dayanarak Tanrı’nın varlığını inkâr eden maddecilere ait görüşün geçersizliğini de gösterir. İvaz bu dünyada verilebileceği gibi öbür dünyada da verilebilir. Bununla birlikte itikadî anlamdaki ivaz daha çok âhirete mahsustur, dünyada verilen ivaz fıkhî bir anlam taşır.

Mu‘tezile âlimleri, ergenlik çağına henüz girmiş çocuklara verilecek ivaz konusunda farklı görüşler benimsemiştir. Bir grup, çocukların sorumlu olmadığını göz önünde bulundurarak onlara elem ve ivaz verilemeyeceğini ileri sürer. Çoğunluğu teşkil eden ikinci grup, başkalarına ibret olması için çocuklara da elem ve ivaz verileceğini söyler. Ashâb-ı lutuf olarak bilinen üçüncü grup ise Allah’ın çocuklara elem çektirmeden ivaz vermesinin daha uygun (aslah) olduğunu, fakat aslah olanı yapmanın O’na vâcip bulunmadığını kabul eder (Eş‘arî, Maķālât, I, 318-319). Bazı Mu‘tezile âlimleri elem gören hayvanlara da ivaz verileceğini söyler, çünkü hadislerde âhirette hayvanlar arasında kısas yapılacağı belirtilir (Müsned, I, 72; II, 235). Hayvanların yaralanmasından ötürü bir tazminatın ödenmeyeceğine ilişkin hadisi (Buhârî, “Diyât”, 28; Müslim, “Ĥudûd”, 45, 46) dikkate alan diğer bir grup Mu‘tezile âlimi ise çektikleri elem karşılığında hayvanlara ivaz verilmeyeceğini belirtir (Kādî Abdülcebbâr, el-Muġnî, XIII, 475-482).

Abbâd b. Süleyman es-Saymerî, fert veya topluma ait bir yararın gözetilmesi dışında Allah’ın çektirdiği elem sebebiyle kullarına ivaz vermesinin gerekli olmadığını savunmuştur. Ona göre ivaz ve sevap kulun fiillerine karşılıktır, elem ise ilâhî fiillerin kapsamına girer ve bu sebeple de ivazı gerektirmez. Eğer ivaz vermek suretiyle elem çektirmek iyi bir şey olsaydı insan da bedel ödeyerek başkalarına elem çektirebilirdi. Başta Kādî Abdülcebbâr olmak üzere Mu‘tezile âlimlerinin büyük çoğunluğu Abbâd b. Süleyman’ın bu görüşünü reddetmiştir. Buna göre Allah’ın ivaz vermeden kuluna elem çektirmesi her şartta zulüm kapsamına girer, bunun ise Allah’a nisbet edilmesi mümkün değildir (Şerĥu’l-Uśûli’l-ħamse, s. 485-493). Ebû Ali el-Cübbâî, sırf ivazı hak edebilmesi için Allah’ın kuluna elem vermesini bile câiz görür. Buna karşılık Ebû Hâşim el-Cübbâî ile Kādî Abdülcebbâr, elemin sadece kulun ivazı hak etmesi amacını değil aynı zamanda onu uyarıp ibret almasını sağlamak amacı taşıdığını da kabul eder.

İvaza konu teşkil eden elem ilâhî veya beşerî bir fiilin sonucu olabilir. Elem ilâhî fiilin sonucu olarak vuku bulmuşsa Allah tarafından karşılığı verilir; kulun kendi kötü fiilinin sonucu olması halinde ivaz verilmezse de iyi fiilinin sonucunda ivaz verilebilir. Eğer elem birine ait kötü bir fiilden doğmuşsa mutlaka bedeli ödenir; iyi fiilin sonucu ise karşılık verilip verilmemesi mümkündür. Verildiği takdirde eleme sebep olan fiilin fâiline ait sevaplardan alınır ve elem sahibine verilir. Ebû Ali el-Cübbâî’ye göre azap ehlinden olanlara ivaz verilmez (Kādî Abdülcebbâr, el-Muġnî, XIII, 448-454, 520-523).

Mu‘tezile âlimleri ivazın süresi konusunda da farklı görüşler ileri sürerler. Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf, Ebû Ali el-Cübbâî ve Bağdat ekolüne mensup bir grup âlime göre âhiretteki mükâfat ve ceza devamlı olduğundan ivaz da devamlıdır. Ebû Hâşim el-Cübbâî ile Kādî Abdülcebbâr ise ivazın bir defaya mahsus olduğu kanaatindedir; zira dünyada diyet ödenmesi bir defa olur, âhirette de durum değişmez (Şerĥu’l-Uśûli’l-ħamse, s. 495; a.mlf., el-Muġnî, XIII, 508-519).

Şiî kelâmcıları ivaz konusunda genellikle Mu‘tezile’nin görüşlerine katılmıştır. Şeyh Müfîd ve İbnü’l-Mutahhar el-Hillî gibi âlimlere göre beşerî fiil sonucu doğan elemlere karşılık o kimsenin sevaplarından alınıp elem sahibine verilir. İlâhî fiil neticesinde doğan elemler, işlenen günahların dünyada verilmiş cezası diye düşünülebileceği gibi herhangi bir yarara bağlı olarak da telakki edilebilir. Birinci durumda ivaz kullara ait fiillerin bir karşılığı olur, ikinci durumda ise ivaz verme amacı taşıyabilir (el-ǾAķl fî uśûli’d-dîn, s. 367; Nehcü’l-ĥaķ, s. 137-138).

Ehl-i sünnet âlimleri, birbirlerine çektirdikleri eziyetler sebebiyle hayvanlar arasında bir tür ivazın uygulanacağını kabul etmekle birlikte (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, XXXI, 26; İbn Kesîr, IV, 466) mükellef insanlara ilâhî fiiller sonunda çektikleri elemlere mukabil ivaz verilmesinin Allah’a vâcip olmadığını söylemişlerdir. Zira Allah kâinatın ve içindeki bütün varlıkların yegâne sahibi olup mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunur. Çektirdiği acılara ve ıstıraplara karşılık ivaz vermeye mecbur olduğunu söylemek ilâhî irade ve kudretini sınırlandırıp O’nu âciz bir varlık haline getirmek anlamına gelir (Gazzâlî, s. 90; Şehristânî, s. 411). Fahreddin er-Râzî’ye göre elemlere mukabil kula ivaz vermek Allah’a vâcip olsaydı kula elem çektirmemek onu âhirette büyük bir menfaatten mahrum etmek olurdu (Kelâm’a Giriş, s. 201). Bazı Sünnî


âlimleri, ivaz meselesine ilişkin görüşlerinden ötürü Mu‘tezile ulemâsını eleştirmekte aşırı gitmiş ve bunun, dünyada çocuklarla hayvanların çektikleri elemlerin daha önce yaşadıkları hayattaki fiillerinin bir karşılığı olduğunu söylemeyi gerektirdiğini ileri sürüp onları tenâsüh fikrini benimsemekle itham etmişlerdir.

Mu‘tezile âlimlerinin, kullarına çektirdiği elemlere karşılık kendilerine âhirette ivaz vermesini Allah için vâcip görmeleri isabetli olmamakla birlikte Sünnî âlimlerin ilâhî irade ve kudreti sınırlandıracağı düşüncesiyle ivaz nazariyesini bütünüyle reddetmeleri de doğru değildir. Zira bazı insanların iradeleri dışında ve herhangi bir günaha karşılık olmaksızın eleme mâruz kaldığı bir gerçektir. Muhtelif âyetlerde ilâhî musibetlere sabredenlerin cennetle müjdelenmesi (meselâ bk. el-Bakara 2/155-157; er-Ra‘d 13/22-24; ez-Zümer 39/10), birçok hadiste hastalıkların müminlerin günahlarını sileceğinin açıklanması (Buhârî, “Merđâ”, 7; bk. Miftâĥu künûzi’s-sünne, “Maraż” md.) dikkate alındığı takdirde ilâhî iradeyi sınırlayan vücûb fikrini reddedip hikmete uygun bir ivaz nazariyesinin benimsenmesi Allah’ın adalet ve rahmet sıfatlarının gereği olarak görünür.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “Ǿavż” md.; Miftâĥu künûzi’s-sünne, “Maraż” md.; el-Müsned, I, 72; II, 235, 292, 323, 363; III, 144, 156; VI, 360; Buhârî, “Ĥiyel”, 14, “Ŧalâķ”, 20, “Merđâ”, 7, “Diyât”, 28; Müslim, “Ĥudûd”, 45, 46; Ebû Dâvûd, “ǾItķ”, 8; İbn Mâce, “Cenâǿiz”, 55; Tirmizî, “Menâķıb”, 74; Hayyât, el-İntiśâr, s. 21-22, 25-28, 38-39, 42-43; Eş‘arî, Maķālât (Abdülhamîd), I, 314-321; a.mlf., el-LümaǾ, s. 149; Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevĥîd, s. 216-217; Şeyh Müfîd, el-ǾAķl fî uśûli’d-dîn, Beyrut 1412/1992, s. 367; Kādî Abdülcebbâr, Şerĥu’l-Uśûli’l-ħamse, s. 483-507; a.mlf., el-Muĥîŧ, s. 348-349; a.mlf., el-Muġnî, XIII, 448-580; Abdülkāhir el-Bağdâdî, Uśûlü’d-dîn, Beyrut 1401/1981, s. 240-241; Gazzâlî, el-İķtiśâd fi’l-iǾtiķād, Kahire 1385/1966, s. 90; Şehristânî, Nihâyetü’l-iķdâm fî Ǿilmi’l-kelâm (nşr. A. Guillaume), London 1934, s. 410-412; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, XI, 219; XXXI, 26; a.mlf., Kelâm’a Giriş [el-Muhassal] (trc. Hüseyin Atay), Ankara 1978, s. 201; İbnü’l-Mutahhar el-Hillî, Nehcü’l-ĥaķ ve keşfü’ś-śıdķ (nşr. Aynullah el-Hasenî el-Urmevî), Kum 1986, s. 137-138; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ķurǿâni’l-Ǿažîm, Kahire, ts. (Dâru ihyâi’l-kütübi’l-Arabiyye), IV, 466; Teftâzânî, Şerĥu’l-Maķāśıd, Beyrut 1989, IV, 323-328; Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Şerĥu’l-Mevâķıf, Kahire 1907, VII, 198-200; Süyûrî, İrşâdü’ŧ-ŧâlibîn ilâ Nehci’l-müsterşidîn (nşr. Mehdî er-Recâî), Kum 1405/1984, s. 281-285; İbnü’l-Murtazâ, el-Ķalâǿid fî taśĥîĥi’l-Ǿaķāǿid (nşr. Albert Nasrî Nâdir), Beyrut 1985, s. 104-106.

İlyas Çelebi