İSTİRÂK-ı SEM‘

(استراق السمع)

Şeytanlarla cinlerin gökten haber öğrenmek amacıyla kulak kabartmaları anlamında bir tabir.

Sözlükte “gizlice almak, çalmak” mânasındaki serak (serika) kökünden türeyen ve aynı anlamı taşıyan istirâk ile “işitmek, işitme duyusu, kulak” mânasındaki sem‘ kelimelerinden oluşan istirâk-ı sem‘ (istirâku’s-sem‘), “gizli sözlere kulak kabartıp dinlemek” demektir (Lisânü’l-ǾArab, “srķ” md.; Fîrûzâbâdî, el-Ķāmûsü’l-muĥîŧ, “srķ” md.). Şeytanlarla cinlerin semâdan haber


öğrenmek için kulak kabartmaları Kur’ân-ı Kerîm’de bu terkiple ifade edildiği gibi (el-Hicr 15/17-18) sadece sem‘ kökünün türevleriyle de anlatılmıştır (eş-Şuarâ 26/210-212; es-Sâffât 37/7-10; el-Cin 72/8-9). Hadislerde de aynı terkip “şeytanların kulak hırsızlığı yapması” anlamında kullanılmıştır (Müsned, II, 14; Buhârî, “Bedǿü’l-ħalķ”, 6, “Tefsîr”, 15/34, “Cihâd”, 174; İbn Mâce, “Muķaddime”, 13). Kur’an sözü edilen âyetlerde, şeytanların kulak hırsızlığı yaparak bazı sözler kapmak suretiyle elde ettikleri bilgileri kendilerine yakın buldukları kâhin vb. kişilere naklettiklerini, bu şekilde onları etkilemeye çalıştıklarını bildirmekte, ancak üzerlerine parlak ve yakıcı alevler yöneltildiğini, yıldızlar fırlatılarak taşlandıklarını, böylece göğün şeytanlardan korunduğunu, onların yüce sakinler topluluğunu (mele-i a‘lâ) dinleyemediklerini, bu husustaki her teşebbüste oradan atıldıklarını haber vermektedir. Hz. Peygamber de meleklerin göklerde olup bitenleri kendi aralarında konuşurken kulak hırsızlığı yapan şeytanların duydukları haberleri yüzlerce yalan katarak kâhinlere ulaştırdıklarını söylemiştir (Buhârî, “Bedǿü’l-ħalķ”, 6; “Tefsîr”, 15/1; İbn Mâce, “Muķaddime”, 13). Diğer bir rivayete göre de Resûl-i Ekrem’e kâhinlerin gaybdan haber verdiği yolundaki iddianın esası sorulunca, “Kâhinlere ait beyanların hiçbir değeri yoktur” şeklinde cevap vermiş, “Fakat söyledikleri bazan doğru çıkıyor” denmesi üzerine de, “Bunlar kulak hırsızlığı olup cinlerin yüzlerce yalanla beraber kâhin dostlarına fısıldadığı sözlerden ibarettir” buyurmuştur (Buhârî, “Ŧıb”, 46; “Tevĥîd”, 57; Müslim, “Selâm”, 122-123).

İnsanlarca algılanamayan şeytan ve cin türünden varlıkların gayb âleminden haber öğrenmeye çalışmalarının Hz. Peygamber döneminde devam edip etmediği konusunda iki farklı görüş bulunmaktadır. Ebû Abdurrahman el-Herevî ve Mâverdî’nin de içinde yer aldığı bazı âlimlere göre haber hırsızlığı onun devrinde de sürmüş, ancak nübüvvet öncesinde olduğu kadar serbest şekilde yapılamamış, istirâk-ı sem‘a katılan şeytan ve cinler şihâba (bir nevi ışınlanma) mâruz kalmıştır (Mâverdî, s. 101-103; Kurtubî, X, 10; Süyûtî, Laķŧü’l-mercân, s. 171). İslâm bilginlerinin büyük çoğunluğuna göre ise bu hırsızlık Resûl-i Ekrem’in nübüvvetinden itibaren ortadan kalkmıştır. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de, cinlerin kulak hırsızlığı yapmak için daha önce gökte tutunup kalacak yer buldukları halde nübüvvetten sonra alev huzmeleri ve güçlü kuvvetli koruyucularla karşılaştıkları belirtilmiştir (el-Cin 72/8-9). Muteber hadis kitaplarında yer alan rivayetler de bu hususu teyit etmektedir (Buhârî, “Tefsîr”, 72/1; Müslim, “Śalât”, 149; Tirmizî, “Tefsîr”, 72).

Peygamberlere melekler vasıtasıyla gönderilen vahyin, melekler gibi gayb âlemine mensup olup onların bazı yeteneklerini taşıyan şeytan ve cin türünden varlıklar tarafından tahrif edilmesi, istikametinden saptırılması (krş. el-Hac 22/52-53) veya kâhinlerin şahsında vahyin alternatiflerinin üretilmesi mânasına gelen istirâk-ı sem‘ bütün vahiyler için söz konusudur. Bu hususa yer veren beş âyetin dördünde şeytanların, yüksek topluluğun kendi arasındaki konuşmalarına vâkıf olamadıkları, kulak hırsızlığı yapmak isteyenlere de delip geçen parlak bir ışığın (şihâb) engel olduğu haber verilmektedir. Cin sûresindeki âyetlerde ise (72/8-9) Hz. Muhammed’in nübüvvetle görevlendirilmesinden sonra daha önce kulak hırsızlığı yapabilen cinlerin artık bundan tamamen menedildiği belirtilmekte, bu husus hadislerde de yer almaktadır (Buhârî, “Tefsîr”, 72/1; Müslim, “Śalât”, 149). İstirâk-ı sem‘a dair âyetlerin üçünde konu kozmolojik oluşum ve düzen içinde zikredildiği halde (el-Hicr 15/16-18; es-Sâffât 37/6-10; el-Mülk 67/3-5) bazı müfessir ve hadis şârihlerinin olayın Hz. Peygamber’den önce vuku bulmadığını söylemeleri, istirâk-ı sem‘ tabirinin Câhiliye şiirinde bulunmadığı iddiasını bunun delilleri arasında zikretmeleri, hem ilgili âyetlerin örgüsü hem de Arap edebiyatı tarihi açısından isabetli bulunmamıştır (Taberî, XXIII, 26; Kurtubî, X, 10-12; XV, 66; XIX, 12; Süyûtî, el-Ħaśâǿiśü’l-kübrâ, I, 278; krş. Müslim, “Selâm”, 124; Tirmizî, “Tefsîr”, 34).

İstirâk-ı sem‘a dair âyetlerde yer alan şeytan ve cin ile şihâb ve mesâbîh kavramlarının mahiyeti hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Fahreddin er-Râzî ile Kādî Beyzâvî, Mülk sûresindeki âyette yer alan “şeyâtîn” kelimesinin “kâhinler ve müneccimler” mânasına da gelebileceğini ifade etmiş, bu durumda aynı âyetteki “rücûm” kelimesinin “onların zan ve kuruntuları” anlamında kullanıldığını söylemişlerdir (Mefâtîĥu’l-ġayb, XXIX, 60; Envârü’t-tenzîl, IV, 298). Elmalılı Muhammed Hamdi bu telakkiyi biraz daha destekleyerek nakletmiş, müneccim ve kâhinlerin telkinlerini parlak bir ışık gibi etkisiz hale getiren şihâbların Resûl-i Ekrem ile ashabının yolundan giden âlimlerin olabileceğini belirtmiştir (Hak Dini, VII, 5202-5206). Ömer Rıza Doğrul (Tanrı Buyruğu, II, 421, 699, 869) ve Muhammed Esed (Kur’an Mesajı, II, 516-517) şeytanların gaybdan haber verme iddiasında bulunan astrologlardan, şihâbların da bunların başarısızlığı ve hayal kırıklığından ibaret olduğunu ifade etmiştir. Ömer Rıza Doğrul, istirâk-ı sem‘ konusuna açık şekilde yer veren ve bunun için cin kavramını kullanan Cin sûresindeki âyetlere (72/8-9) yeni bir açıklama getirmezken Muhammed Esed cinlerin, küstah ve kibirli yahudilerin kendilerini Allah’ın seçilmiş toplumu olarak görmelerine bir atıf olabileceğini ve astrolojiyi araç olarak kullanmalarına işaret sayılacağını söylemiştir (a.g.e., III, 1196).

İstirâk-ı sem‘ âyetlerinin -biri hariç- kâinatın yaratılışını konu edinen âyetler arasında zikredilmesi göz önünde bulundurulduğu takdirde, “yanan ateşten yükselen güçlü ve parlak alev, uzayda oluşan ateş” (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “Şihâb” md.) anlamına gelen şihâb kelimesine “gerçeği temsil eden peygamber ve onun yolundan giden âlimler” veya “astrologların başarısızlığı” mânası vermek isabetli görünmemektedir. Buna bağlı olarak Mülk sûresinde “bir nevi taş” anlamına gelen recm (rücûm) kelimesini “zan ve tahmin” şeklinde yorumlamak da zayıf bir ihtimal derecesinde kalır. İstirâk-ı sem‘ âyetlerinde geçen şeytanlarla kâhin, müneccim ve medyum arasında münasebet kurulması konunun temel esprisiyle uyum halindedir. Zira şeytanlar ve cinler, Hz. Peygamber’den önce kulak hırsızlığıyla elde ettikleri bilgi kırıntılarını kâhin ve müneccimlere telkin ediyorlardı. Âyetlerin dördünde kulak hırsızlığı şeytana nisbet edilirken Cin sûresinde ona atıf yapılmamakta ve semâ haberlerini dinleme olayı cinlerin ifadesi olarak nakledilmektedir. Bunu, şeytanın kulak hırsızlığı yoluyla elde ettiği bilgileri insan türüne, cinlerin de kendi türlerine telkin ettikleri şeklinde açıklamak mümkündür (bk. KARÎN).

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “Şihâb” md.; Lisânü’l-ǾArab, “srķ”, “smǾ” md.leri; Fîrûzâbâdî, el-Ķāmûsü’l-muĥîŧ, “srķ”, md.; Müsned, I, 218; II, 14, 15; VI, 87; Buhârî, “Bedǿü’l-ħalķ”, 6, “Tefsîr”, 15/1, 31, 34, 72/1, “Ŧıb”, 46, “Tevĥîd”, 57, “Cihâd”, 174; Müslim, “Selâm”, 35, 122-124, “Śalât”, 149; İbn Mâce, “Muķaddime”, 13; Tirmizî, “Tefsîr”, 34, 36, 72; Taberî, CâmiǾu’l-beyân (Bulak), XXIII, 26; Mâverdî, AǾlâmü’n-nübüvve, Bağdad 1319, s. 101-107; Beyhakī,


Delâǿilü’n-nübüvve (nşr. Abdülmu‘tî Kal‘acî), Beyrut 1405/1985, II, 237-242; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, Beyrut 1411/1990, XXIX, 60; Kurtubî, el-CâmiǾ, X, 10-12; XV, 66-67; XIX, 12; Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl, Beyrut 1410/1990, IV, 298; Bedreddin eş-Şiblî, Âkâmü’l-mercân fî aĥkâmi’l-cân, Beyrut 1408/1988, s. 121; Süyûtî, el-Ħaśâǿiśü’l-kübrâ (nşr. M. Halîl Herrâs), Kahire 1386-87/1967, I, 278; a.mlf., Laķŧü’l-mercân fî aĥkâmi’l-cân (nşr. Mustafa Abdülkādir Atâ), Beyrut 1406/1986, s. 170-172; Elmalılı, Hak Dini, VII, 5202-5206; Cevâd Ali, el-Mufaśśal, VI, 734-735; Ömer Rıza Doğrul, Tanrı Buyruğu, İstanbul 1955, II, 421, 699, 869; Muhammed Ali Hamed Seyyidâbî, Ĥaķīķatü’l-cin ve’ş-şeyâŧîn mine’l-kitâb ve’s-sünne, Kahire 1989, s. 22-25; Hamdi ed-Demirdâş, ǾÂlemü’l-cin ve’l-melâǿike beyne’l-ĥaķīķa ve’l-ħayâl, Kahire 1413/1992, s. 64-65; Ukkâşe Abdülmennân et-Tayyibî, eş-Şeyŧân fî Žılâli’l-Ķurǿân li’ş-Şeyħ Seyyid Ķuŧub, Kahire 1992, s. 147-149; Muhammed Esed, Kur’an Mesajı: Meal-Tefsir (trc. Cahit Koytak - Ahmet Ertürk), İstanbul 1420/1999, II, 516-517; III, 1196.

İlyas Çelebi