ISTIN‘

(الاصطناع)

Allah’ın bir kulu özel dost edinmesi anlamında tasavvuf terimi.

Sözlükte “bir şeyi en iyi şekilde yapmak, bir kimseyi özenle yetiştirmek, ayrıca kendine dost edinmek, Allah rızâsı için yedirip içirmek” gibi anlamlara gelen ıstınâ‘ kelimesini sûfîler, Allah’la onun dostu olma mertebesine yükselen kulları arasındaki ilişkileri anlatmak için kullanmışlardır. Kelime Kur’ân-ı Kerîm’de sadece Allah’ın Hz. Mûsâ’ya hitaben, “Seni kendim için dost seçtim” (Tâhâ 20/41) buyurduğunu bildiren âyette geçer. Kaffâl’e göre bu âyetteki ıstınâ‘ “lutuf ve ihsan” mânasına gelir; çünkü Allah Mûsâ’ya onun mânevî mertebesini yükselten pek çok lutuf ve ihsanda bulunmuştur. Mu‘tezile âlimleri ise kelimenin, “Cenâb-ı Hakk’ın Mûsâ’ya kendine ait hususlarda faaliyette bulunma izni vermesi, onu kendisine elçilik için seçip görevlendirmesi” anlamına geldiğini söylemişlerdir (Fahreddin er-Râzî, XXII, 56).

Sûfîlere göre insanların topraktan kâse, külçe altından yüzük yapmaları gibi Allah da seçtiği bazı kimseleri kötü huy ve sıfatlardan arındırarak kâmil insan mertebesine yükseltir ve kendisi için seçkin birer dost edinir. Bazı sûfîlere göre bu mertebe âyette geçtiği üzere sadece Hz. Mûsâ’ya, bazılarına göre ise bütün peygamberlere mahsustur. Bazı sûfîler ise velîlerin de bu mertebeye erişebileceğini söylemişlerdir. Meselâ Ebû Saîd el-Harrâz’a göre Cenâb-ı Hak, seçtiği bir sâliki bir tecellî ile kendinden geçirip kötü huy ve davranışlarından arındırdıktan sonra kendine dost edinir, böylece sâlik tevhidin tecellîlerine ilk adımını atmış olur (Serrâc, s. 447).

Hücvîrî ıstınâ‘ terimini Hakk’ın kulunu bütün kötü huy, düşünce, duygu ve davranışlardan arındırıp onu köklü bir değişime uğratmak suretiyle terbiye etmesi (Keşfü’l-maĥcûb, s. 505); Rûzbihân-ı Baklî ise Allah’ın kutsî ruhları sıfat tecellîsi ile terbiye etmek ve temaşa mertebesine er-dirmek için yüce katına celbetmesi (Şerĥ-i Şaŧĥiyyât, s. 622, 623) şeklinde açıklamışlardır.

Hz. Mûsâ’nın mânevî hayatını kendilerine örnek alan sûfîler, onun Allah tarafından dost olarak seçilişini ve ilâhî inâyete mazhar kılınışını mânevî hayatın hedefi olarak görmüşlerdir. Çünkü ıstınâ‘ mertebesine erişen kul ilâhî sırlara, dostluğa, vahye, ilhama ve ikrama nâil olmuş demektir (Baklî, Meşrebü’l-ervâĥ, s. 235). İsmâil Hakkı Bursevî de Hz. Mûsâ’nın Allah’ın celâl ve cemâl nurlarını yansıtan bir aynası olduğunu, velîlerin de ona benzediklerini söyler (Rûĥu’l-beyân, II, 575).

BİBLİYOGRAFYA:

Serrâc, el-LümaǾ, s. 447; Hücvîrî, Keşfü’l-maĥcûb (Jukovski), s. 505; Zemahşerî, el-Keşşâf, III, 65; Baklî, Şerĥ-i Şaŧĥiyyât, s. 622, 623; a.mlf., Meşrebü’l-ervâĥ, s. 235; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, XXII, 56; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ķurǿân, III, 153; İsmail Hakkı Bursevî, Rûĥu’l-beyân, İstanbul 1306, II, 575.

Süleyman Uludağ