İSTİMNÂ

(الاستمناء)

Cinsel ilişki dışında bir yolla tatmin olmayı ifade eden terim.

Sözlükte “meniyi dışarı çıkarmayı istemek” mânasına gelen istimnâ kelimesi, terim olarak cinsel ilişkide bulunmaksızın meniyi dışarı çıkarmayı ve cinsel doyuma (orgazm) ulaşmayı anlatır. İstimnâ, genel anlamda kişinin eliyle cinsel doyuma ulaşmasını yahut bakmak, düşünmek, sürtünmek gibi bunu sağlayan her türlü davranışı kapsamakla birlikte daha çok el ile tatmin (mastürbasyon) karşılığında kullanılır.

İstimnânın fıkhî hükmü, eylemin bizzat kendisi ve ibadetlere etkisi olmak üzere iki açıdan ele alınmaktadır. Başta İmam Mâlik ve Şâfiî olmak üzere fukahanın çoğunluğu, eşlerin dışında herhangi bir cinsel tatmin yolu arayanları haddi aşan kimseler olarak niteleyen âyete (el-Mü’minûn 23/5-7) ve, “Sizden evlenme çağına gelip de buna güç yetirenler evlensin, evlenmeye imkân bulamayanlar ise oruç tutsun” (Buhârî, “Nikâĥ”, 2) hadisine dayanarak istimnâyı haram saymışlardır. Bu âlimler ayrıca, tövbe etmedikçe kıyamet günü Allah’ın yüzüne bakmayacağı ve temize çıkarmayacağı bildirilen yedi zümreden birinin de “eliyle evlenenler” (istimnâ yapanlar) olduğunu bildiren hadisle (İbn Kesîr, III, 239; Müttakī el-Hindî, XVI, 90-91), “Eliyle evlenen lânet olunmuştur” hadisini delil gösterirler. Fakat bu hadislerden ilkinin bir anlamda zayıf (garîb), ikinci rivayetin ise asılsız olduğu belirtilmektedir (Ali el-Kārî, s. 376; Aclûnî, II, 449). Çoğunluğun bu görüşüne karşılık kendisinden nakledilen bir rivayette Ahmed b. Hanbel, istimnâyı hacamatta olduğu gibi vücuttaki bir fazlalığı atmak şeklinde değerlendirerek câiz görmüş, İbn Hazm ise kişinin cinsel organına dokunmasının mubah olduğunu, buna cinsel tatmin niyetinin eklenmesinin de harama yol açmayacağını ifade etmiştir. Ancak bu âlimler de istimnâyı edep ve nezâhete aykırı görerek mekruh saymışlardır.

Özellikle Hanefîler ve Hanbelîler, kişinin kendi kendisini uyarıp cinsel tatmine ulaşmasını haram sayarken normal olarak cinsel duygusu baskın gelen ve bundan dolayı sıkıntıya düşecek veya sağlığı etkilenecek olan bekârla eşiyle ilişki kurma imkânı bulamayan evlilerin istimnâ yapmalarında sakınca görmemişlerdir. Hatta zinaya sapma korkusunun bulunması durumunda daha hafif bir günah olması sebebiyle bunun gerekli olduğu belirtilmiştir (Kādîhân, I, 46; Takıyyüddin İbn Teymiyye, I, 73; Buhûtî, VI, 125; İbn Âbidîn, II, 399; IV, 27). Nitekim bazı sahâbî ve tâbiîlerin istimnâyı câiz gördükleri, savaşa çıkıldığında buna başvurulduğu ve zinadan korunmaları için gençlere tavsiye edildiği nakledilmekte (İbn Hazm, XI, 392-393; M. Ravvâs Kal‘acî, bk. bibl.), fakat buna zaruret durumunda başvurulması ve alışkanlık haline getirilmemesi gerektiği de belirtilmektedir.

İstimnânın kendisinde olduğu gibi ibadetlere etkisi konusunda da erkek ve kadın aynı hükümlere tâbidir. Ancak kadınlarda meni bulunmadığından cinsel doyuma ulaşılmasıyla istimnâ hükmü sabit olur. İstimnâ erkekte meninin akması, kadında orgazmın gerçekleşmesi halinde gusül yapmayı gerektirir. Aksi takdirde gusül gerekmez ve bunun ibadetlere de bir etkisi yoktur. Cinsel ilişkide olduğu gibi istimnâ da belirli bir süre bazı arzu ve isteklerden uzak kalmayı gerektiren oruç, itikâf, hac ve umre gibi ibadetlerin geçerliliğine engel teşkil eder. İstimnânın gerek bu ibadetleri iptali gerekse bunun sonuçlarıyla ilgili olarak fukahanın ortaya koyduğu görüş ve değerlendirmeler temelde istimnânın cimâ sayılıp sayılmayacağı veya ne ölçüde sayılacağı hususuna dayanmaktadır. Elle yapılan istimnâ Mâlikî, Şâfiî, Hanefî ve Hanbelî fakihlerinin oluşturduğu çoğunluğa göre orucu bozar. Bazı Hanefî fakihleri ise cinsel ilişki sayılmayacağı için bunun orucu bozmayacağını söylemişlerdir. Öte yandan fakihlerin çoğunluğu, bu durumda yalnızca o günün orucunun kazâ edileceğini belirtirken Ahmed b. Hanbel’den bir rivayete ve Mâlikî mezhebindeki kuvvetli görüşe göre kefâret gerekir. Bütün mezheplere göre istimnâ itikâfı bozar. Mâlikîler istimnânın hac ve umreyi bozduğunu, kazâ ve kefâret gerektirdiğini söylerken diğer mezhepler bunu bir ihram suçu sayar ve sadece ceza kurbanı kesilmesini zaruri görür.

Bakmak suretiyle meni gelmesi Mâlikî, Hanbelî mezhepleriyle Şâfiî mezhebinde zayıf bir görüşe göre orucu bozar ve diğerlerinin aksine Mâlikîler’e göre kazâ değil kefâret gerektirir. Hanefî fakihlerine ve Şâfiî mezhebindeki kuvvetli görüşe göre ise orucu bozmaz. Düşünmek suretiyle meni gelmesinin hükmü Hanbelîler’in dışındaki mezheplerde bakmanın hükmü


gibidir. Hanbelîler ise düşünme sonucu meni gelmesinden dolayı orucun bozulmayacağını belirtmişlerdir. Bakmak ve düşünmek sonucu meni gelmesi Hanefî ve Şâfiî fakihlerine göre itikâfı bozmazken Mâlikî ve Hanbelîler’e göre bozar. Kasten ve devamlı olarak bakma ve düşünme neticesinde meni gelmesi Mâlikî fakihlerine göre haccı bozar, diğer mezheplere göre ise bozmaz. Yalnız Hanbelîler bakmak suretiyle meni gelmesinde fidye vermeyi vâcip görmüşlerdir.

BİBLİYOGRAFYA:

Buhârî, “Nikâĥ”, 2; İbn Hazm, el-Muĥallâ, XI, 392-393; Kādîhân, el-Fetâvâ, I, 46; İbn Kudâme, el-Muġnî (Herrâs), III, 113; Kurtubî, el-CâmiǾ, XII, 105-106; Nevevî, el-MecmûǾ, II, 139; VI, 322; Takıyyüddin İbn Teymiyye, el-Fetâva’l-kübrâ, Kahire 1385/1965, I, 73; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ķurǿân, III, 239; Muttakī el-Hindî, Kenzü’l-Ǿummâl, XVI, 90-91; Şirbînî, Muġni’l-muĥtâc, I, 430-431, 452, 522; IV, 144; Ali el-Kārî, el-Esrârü’l-merfûǾa fi’l-aħbâri’l-mevżûǾa (nşr. Muhammed es-Sabbâğ), Beyrut 1391/1971, s. 376; Buhûtî, Keşşâfü’l-ķınâǾ, V, 188; VI, 125; el-Fetâva’l-Hindiyye, I, 14, 204-205, 213, 244; Aclûnî, Keşfü’l-ħafâǿ, II, 449; Muhammed b. Ahmed ed-Desûkī, Ĥâşiye Ǿale’ş-Şerĥi’l-kebîr, Kahire 1328, I, 529; II, 68; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr (Kahire), II, 399; IV, 27; Abdülkerîm Zeydân, el-Mufaśśal fî aĥkâmi’l-merǿe, Beyrut 1413/1993, V, 49-53; M. Ravvâs Kal‘acî, MevsûǾatü fıķhi ǾAbdillâh b. ǾÖmer, Beyrut 1406/1986, s. 115; a.mlf., MevsûǾatü fıķhi ǾAbdillâh b. ǾAbbâs, Mekke, ts., I, 170-171; “İstimnâ”, Mv.F, IV, 97-102; “İstimnâǿ”, Mv.Fİ, VIII, 77-91.

Salim Öğüt