ISTILÂHÂT-ı İLMİYYE ENCÜMENİ

Batı kaynaklı terimlere Türkçe karşılıklar bulmak üzere 1913 yılında İstanbul’da kurulan cemiyet.

İslâm dünyasında ilim dili başlangıcından itibaren Arapça olduğundan bu kültür dairesi içinde yüzyıllar boyunca ortaya konulan ilmî eserler genellikle bu dille kaleme alınmış, böylece ilim terimleri de Arapça olarak belirlenmiştir. Ancak Osmanlı Devleti’nin Tanzimat’tan sonra Batı dünyası ile daha ciddi şekilde gelişmeye başlayan temasları çerçevesinde başta Fransızca’dan olmak üzere diğer Batı dillerinden birtakım kelime, kavram ve terimler zamanla Türk diline girmeye başlamıştır.

Nâmık Kemal’in 1866 yılında Tasvîr-i Efkâr gazetesinde yayımlanan “Lisân-ı Osmânî’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şâmildir” adlı makalesinde, Türk edebiyatının yenileşmesi konusunda ileri sürdüğü fikirlerden biri de Türk dilinin bir sözlüğünün yapılması ve bu sözlükte özellikle Batı dillerinden Türkçe’ye giren ilmî ve teknik terimlerin gösterilmesi gerektiği hususudur. Aynı yıllarda Ali Suâvi’nin de bu konuda yazdığı makalelerde ve Kāmûsü’l-ulûm ve’l-maârif adıyla yayımlamaya başladığı ansiklopedide milletlerarası ilim terimlerinin Batı dillerinden aynen alınması taraftarı olduğu dikkati çekmektedir. Kamuoyunda bu görüşler tartışılırken 1900’de Dârülfünun’un dördüncü defa açılıp öğretime başlamasıyla birlikte özellikle müfredata “felsefe takımı” adı altında konulan dersler dolayısıyla, bu derslerde karşılaşılan Fransızca terimlere Türkçe karşılıklar araştırılıp bulunması konusu yeniden gündeme gelir. Bu mesele başta Rıza Tevfik, Abdullah Cevdet ve Felsefe Mecmuası ile Teceddüd-i İlmî ve Felsefî Kütüphanesi’nin kurucusu Bahâ Tevfik olmak üzere Ziya Gökalp ve Subhi Edhem gibi devrin bir kısım aydınlarını da ciddi biçimde meşgul eder. Rıza Tevfik’in 1896 yılından başlayarak çeşitli makalelerinde kullandığı Fransızca terimlerin parantez içinde Türkçe karşılıklarını da göstermesi, Bahâ Tevfik’in Felsefe Mecmuası’nda “Felsefe Kamusu” adı altında doğrudan doğruya felsefe terimleri için bazı karşılıklar bulup teklif etmesi, ve Abdullah Cevdet’in terimler konusunda İctihad dergisinde yaptığı bir anket bu yoldaki çabaların ifadesidir.


II. Meşrutiyet’in ilânından sonra devrin Maarif Nâzırı Emrullah Efendi’nin teşebbüsüyle tekrar ele alınan bu konu bir süre sonra, İttihat ve Terakkî kabinelerinde 1913’ten 1917’ye kadar Maarif nâzırlığı görevinde bulunan Şükrü Bey tarafından ciddi şekilde yeniden gündeme getirilir. Bazı çalışmalara rağmen öteden beri böyle bir ihtiyaca henüz tam olarak karşılık verilemediği düşüncesinden hareketle ve büyük bir ihtimalle Ziya Gökalp’in teşvik ve tavsiyeleriyle 1913 yılında Maarif Nezâreti tarafından, devrin tanınmış şahsiyetlerinden oluşacak Istılâhât-ı İlmiyye Encümeni adıyla ilmî bir cemiyet kurulmasına karar verilir. Encümen üyelerinden olan Rıza Tevfik’in ifadesiyle Istılâhât-ı İlmiyye Encümeni’nin amacı, “elsine-i müterakkiyyede cârî ve müsta‘mel olan birçok ta‘bîrât-ı ilmiyye ve kelimât-ı ıstılâhiyyenin kendi lisanımızda mukabillerini bulup tayin etmek ve binaenaleyh mazbut ve müdevven bir kāmûs-ı ıstılâhât vücuda getirmektir” (Mufassal Kāmûs-ı Felsefe, I, 3).

Istılâhât-ı İlmiyye Encümeni şu kişilerden meydana gelir: Mahmud Esad (başkan, Şûrâ-yı Devlet Tanzimat Dairesi reisi), İbrahim Aşkî ([Tanık] Bahriye emeklilerinden), Ahmed Naim (Maarif Nezâreti Telif ve Tercüme Dairesi üyelerinden), Esad Şerefeddin (Dârülfünun muallimlerinden), Ağaoğlu Ahmet (Dârülfünun muallimlerinden), Besim Ömer Paşa ([Akalın] Hilâl-i Ahmer Cemiyeti ikinci başkanı), Celâl Esat ([Arseven] Kadıköy Belediye Dairesi müdürü), Celâl Sâhir ([Erozan] Türk Bilgi Derneği başkanı), Hasib (Ticaret ve Ziraat Nezâreti ziraat umumi müfettişi), Hulûsi (Dârülfünun muallimlerinden), Hâlid Ziya ([Uşaklıgil] Dârülfünun muallimlerinden), Rıza Tevfik ([Bölükbaşı] Karantina Meclisi üyelerinden, filozof), Rauf Yektâ Bey (Bâbıâli Dîvân-ı Hümâyun Kalemi Tesvîd ve Tebyîz Şubesi müdür yardımcısı), Sâlih Zeki (Dârülfünun umum müdürü), Sabri (Mülkiye Baytar Mekteb-i Âlîsi muallimlerinden), Âlî (Ticaret ve Ziraat Nezâreti Ticaret umum müdürü), Ziya ([Gökalp] Dârülfünun muallimlerinden), Kemal Cenab ([Berksoy] Dârülfünun muallimlerinden), Mehmed Cemil (Erkân-ı Harbiyye-i Umûmiyye Merkez Şubesi müdür vekili, binbaşı), Muhammed Hamdi ([Yazır] Medresetü’l-kudât ve Medresetü’l-vâizîn müderrislerinden), Mehmet Ali Ayni (Dârülfünun muallimlerinden), Mehmet Fatin ([Gökmen] Rasadhâne-i Âmire müdürü), Mehmed Fuad ([Köprülüzâde], Dârülfünun muallimlerinden), Mazhar Hüsnü (Dârülfünun Ulûm-ı Tabîiyye ve Riyâziyye şubeleri müdürü), Mahmud (Maarif Nezâreti Tedrîsât-ı Âliye İkinci Şube müdürü), [Süleyman] Nutkî (Bahriye emeklilerinden, Osmanlı Kaptan ve Makinistler Cemiyeti reisi).

Faaliyetlerini Dârülfünun Kütüphanesi’nde sürdüren encümenin çalışmaları düzenli olarak bir yıl kadar devam edebilmiş ve bu süre içinde çalışma usullerini gösteren bir tâlimatnâme ile fihrist mahiyetinde Fransızca’dan Türkçe’ye şu terim mecmuaları yayımlanmıştır: Istılâhât-ı İlmiyye Encümeni Tarafından Kāmûs-ı Felsefede Münderic Kelimat ve Ta‘birat İçin Vaz‘ ve Tedvîni Tensîb Olunan Istılâhat Mecmuasıdır (İstanbul 1330); Istılâhât-ı İlmiyye Encümeni Tarafından Sanâyî-i Nefîsede Mevcud Kelimat ve Ta’birat İçin Vaz’ ve Tedvîni Tensîb Olunan Istılâhat Mecmuasıdır (İstanbul 1330); Kāmûs-ı Istılâhât-ı İlmiyye (İstanbul 1333).

Latin harflerine göre alfabetik olarak düzenlenen bu mecmuaların ilkinde toplam 1132 Fransızca felsefî terimin Türkçe karşılığı yer alırken encümen üyelerinden Celâl Esat tarafından düzenlenen ikinci mecmuada tamamı plastik sanatlara ait olmak üzere toplam 1004 terimin Türkçe karşılığına yer verilmiştir. Hemen bütün ilim alanlarını kapsayacak şekilde düşünülmüş olan üçüncü kitap ise sadece “A” harfine ait terimler ve karşılıklarından ibaret orta boyda 210 sayfalık bir mecmuadır. Bu sonuncu kitabın baş tarafındaki “ihtar”da eserde birtakım yanlışlıkların bulunduğu, buna rağmen duyulan ihtiyaç karşısında bir an evvel yayımlanması arzusu ile bunlara göz yumularak ileride bir doğruyanlış cetveli ilâve edileceği belirtilmekte ve bundan, o yıllarda en azından bazı çevrelerde bu gibi terim çalışmalarının beklendiği anlaşılmaktadır. Bir nevi fihrist niteliğindeki bu çalışmalar özellikle felsefe terimlerinin tesbitinde, 1902’den beri fasiküller halinde yayımlanan Bulletin de la Société Française de Philosophie adlı süreli yayının esas alınarak daha çok bunlara Türkçe karşılıklar bulunduğunu göstermektedir.

Encümenin üyeleri arasında Ağaoğlu Ahmet, Ziya Gökalp, M. Fuad Köprülü gibi Türkçüler ve “yeni lisan”cılar da bulunmakla beraber terimlerin Arapça asıllı köklerden türetilmesini savunanların çoğunlukta olduğu ve teklif edilen terimlerin hemen tamamının Arapça kelimelerden türetildiği dikkati çekmektedir. Hatta Kāmûs-ı Istılâhât-ı İlmiyye’de yer alan maddelere bakıldığında sadece terimlerde değil tanım ve açıklamalarda bile devri için dahi oldukça ağır bir dil kullanılmış olduğu görülür. Buna karşılık güzel sanatlar için hazırlanmış olan mecmuada pek çok terim için Türkçe karşılıklar verilmiştir.

Faaliyete geçmesinden yaklaşık bir yıl sonra I. Dünya Savaşı’nın çıkması, ülkedeki siyasî ve iktisadî dengelerin bozulması, encümenin dil ve özellikle terim konularının tamamen dışında bulunan bir kısım üyeleri arasındaki ciddi görüş ayrılıkları gibi sebeplerle encümen kendiliğinden dağılmıştır. Ancak daha sonra ferdî planda da olsa bu doğrultuda dikkate değer mahiyette şu çalışmaların yapıldığı görülmektedir: Rıza Tevfik’in Mufassal Kāmûs-ı Felsefe’si (“Classifications des sciences” maddesine kadar, I-II,


İstanbul 1330, 1332); Vâhid’in Bazı Istılâhât-ı Mühimme-i Sınâiyye Hakkında Mütâlaât’ı (İstanbul 1331); Ahmed Naim’in Fonsgrive’den çevirdiği Mebâdî-i Felsefeden İlmü’n-nefs Tercümesi’nin sonunda 1900 terime bulduğu karşılıklar (İstanbul 1331); Subhi Edhem’in Ulûm-ı Tabîiyye Lugatı (İstanbul 1333); İsmail Fennî’nin (Ertuğrul) Lugatçe-i Felsefe’si (İstanbul 1341); Celâl Esat’ın Fransızca’dan Türkçe’ye ve Türkçe’den Fransızca’ya Sanat Kamusu (İstanbul 1340/1926).

BİBLİYOGRAFYA:

Istılâhât-ı İlmiyye Encümeni Tâlimatnâmesi, İstanbul 1333; Rıza Tevfik, “Bazı İzahat”, Mufassal Kāmûs-ı Felsefe, İstanbul 1330, I, 3-26; a.mlf., Biraz da Ben Konuşayım (haz. Abdullah Uçman), İstanbul 1993, s. 145-147; Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Ankara 1339, s. 102-104; Agâh Sırrı Levend, Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Safhaları, İstanbul 1949, s. 351-355; Türkiye Maarif Tarihi, III-IV, 1370; İsmail Kara, Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi, İstanbul 1986, I, 275-282; Kâzım Yetiş, Nâmık Kemal’in Türk Dili ve Edebiyatı Üzerinde Görüşleri ve Yazıları, İstanbul 1989, s. 12-13, 16; H. Hüsrev Hatemi - Yeşim Işıl, Bir Bilim Dili Mücadelesi ve Tanzimat, İstanbul 1989, s. 9-39; Hamza Zülfikar, Terim Sorunları ve Terim Yapma Yolları, Ankara 1991, s. 4-5; Tasvîr-i Efkâr, sy. 416, İstanbul 16 Rebîülâhir 1283/28 Ağustos 1866; sy. 417 (19 Rebîülâhir 1283/31 Ağustos 1866); Hilmi Ziya Ülken, “Türk Felsefe Dilinin Gelişmesi”, Felsefe Tercümeleri Dergisi, I/1, İstanbul 1947, s. 139-142; Rıza Kardaş, “II. Meşrutiyet Devrinde Felsefe Istılahları ile İlgili Kaynaklar Hakkında Bir Deneme”, TK, XXI/234 (1982), s. 769-779; Abdullah Uçman, “Mufassal Kamus-ı Felsefe’nin ‘Kader’ Maddesi”, TT, sy. 133 (1995), s. 5-7; a.mlf., “II. Meşrutiyet’ten Sonra İlmî Terimlerin Tesbitinde Önemli Bir Teşebbüs: Istılahat-ı İlmiyye Encümeni”, TDl., sy. 536 (1996), s. 199-205.

Abdullah Uçman