İSTİF

Hat sanatında harf ve kelimelerin üst üste getirilerek âhenkli ve göze hoş gelecek bir şekilde yerleştirilmesi.

Hat sanatında hattatların, yazacakları ibareyi uzun denemelerden sonra uygun yazı çeşitleriyle en güzel terkip haline getirmesine istif adı verilir. Bu sanatta harf ve kelimelerin satır nizamında sıralanması esastır. Harflerin baş, gövde veya uzantılarının satır çizgisi üstünde yahut altında yer alması kaidelerle belirlenmiştir. Yazı cinsine göre satır nizamının usul ve kaideleri uzun bir tarihî tecrübeden sonra teşekkül etmiştir. Aklâm-ı sittenin ince kalemle yazılan nesih, reyhânî, rikā‘ nevileri bu nizama uyularak satır halinde yazılır. Buna “hattın satıra oturtulması” denilir. Satır nizamında zaruret dolayısıyla harflerin birkaçı esas yerine göre daha üste veya alta alınırsa bu uygulama istif niteliğiyle değerlendirilemez. Ağzı daha geniş kalemle yazılan muhakkak ve tevkī‘ hatları da harflerinin bünyesi gereği satır nizamına uygunluk gösterir. Sülüs hattı yapı olarak hem satır nizamına hem de istife uyumlu olduğundan yeni terkiplerin geliştirilmesine daha da müsaittir.

İstifin en güzel örneklerinin verildiği sülüs veya celî sülüsle istif hazırlanırken


bina inşaatında temelden yukarıya doğru katların yükselişi gibi harf ve harf gruplarının da âdeta kat üstüne kat bindirilerek tertiplenmesine dikkat edilir. Her harf imkân nisbetinde okunuş sırasına uyularak yerleştirilir. Harf ve harf grupları sağdan sola doğru sıralanır. Sahası dolunca bir kat daha üstünden yine aynı istikamette yazmaya devam edilir. Buna yazının teşrifatı veya harflerin takdim ve tehirine riayet adı verilir. Böyle yazılara teşrifatlı veya teşrifatı yerinde, harf ve kelimelerin sanat gayretiyle okunuş sırası değişmişse teşrifatı bozuk veya teşrifatsız denir. Osmanlı Türk hattatları, elif ve lâm gibi dik harflerin aşırı derecede uzaması gibi estetik mahzurların yanı sıra okumada artan güçlükten çekindikleri için istifte üç katın fazlasına pek iltifat etmeyip yazı teşrifatına uymaya özen göstermişlerdir. Ana dili Arapça olan hattatlar okumada güçlük çekmediklerinden teşrifatı ihmal ederken Türk hattatları bilhassa âyet ve hadislerin okunuşunda hatalı okumayı önlemek ve kolaylık sağlamak için teşrifata büyük bir hassasiyetle uymuşlardır. Yazılan âyetin başında Allah kelimesi varsa istifi hürmeten aşağıdan yukarıya doğru değil yukarıdan başlayarak Allah kelimesi üstte bulunacak şekilde tertip etmişlerdir.

Sülüs ve celîsinde istif yapabilme melekesini kazanmak ayrı bir kabiliyet gerektirir. Bu sebeple sülüs ve bilhassa celî sülüsle uğraşanlar için ayrı bir ihtisas konusu olan istif celî sülüsün tamamlayıcısı olarak bu sanatın öğreniminde son merhaledir. İstif tatbikatına celî yazının iptidaî şekli olan “kalemü’l-celîl” ile başlandığı akla yakın gelmekteyse de o devirlerden zamanımıza bir örnek intikal etmediği için bu hususta kesin bir kanaate varmak mümkün değildir. Ancak taş veya mermer üstünde yazılmış ilk celî sülüs uygulamalarında istifin başarılı veya başarısız birçok örneğine rastlanmaktadır. Aynı ibare değişik istifler ve farklı görünüşlerle aynı hattat tarafından yazılabilir. Diğer bir hattat bu istifi örnek alıp bir değişiklik yapmadan tekrar yazdığında ilk defa kimin tertiplediğinin belirtilmesi gibi bir gelenek yerleşmediği için istifi terkip eden hattatın hakkının yendiği de bir gerçektir. Bazı hattatlar, büyük kabiliyetlerine rağmen yeni istifler geliştirmekte verimli olamayıp eski tertipleri tekrarlamışlardır. Bu da istifi gerçekleştirmenin ayrı bir kabiliyet istediğini göstermektedir. Ressamlıkla da uğraşmış bulunan Mustafa Râkım Efendi, Abdullah Zühdi Efendi, Mehmed Fehmi, İsmail Hakkı Altunbezer gibi hattatlar celî sülüs istiflerinde başarılı olan isimlerdir.

Celî sülüste en yaygın istif sahası olarak dikdörtgen, kare, daire ve beyzî, daha az nisbette de üçgen ve yarım beyzî şekiller kullanılmıştır. Camilerde kuşak yazılardan başka, kubbedeki dairevî sahayı dönerek sûre veya âyetin başladığı harf ile bitiş harfinin birbirine kavuşturulduğu istifler bu hususta ilk hatırlanacak çeşitlemelerdendir. Ayrıca papağan, leylek ve arslan gibi hayvan; lâle, kasımpatı ve armut gibi çiçek ve meyve şekilleri de hendesî biçimler dışında farklı istif sahası olarak ele alınmıştır. Bu gibi uygulamalar için tarikat tacı veya sikkesiyle cami, kalyon gibi şekillerin yanında zaman zaman birtakım soyut alanlara da ilgi duyulduğu görülmektedir.

İstifli celî yazılar bir kalemde tam mânasıyla ortaya çıkmaz; birçok tasarımdan sonra nihaî şeklini alır. Hattat, bazı kalem eksiklikleri ve kusurlarını dikkatli bir tashihle giderdikten sonra harfleri iğneleyerek kalıp hazırlar veya günümüzde olduğu gibi ışıklı masadan faydalanarak istifin içinde sağa-sola veya yukarı-aşağı çekme yoluyla istifi yerine oturtabilir. Sülüs ve celîsinde istif boşluklarını doldurmakta hareke ve diğer işaretler kullanılır. Ancak aslolan, harflerin uyumlu ve âhenkli bir şekilde istif sahasına yayılmasıdır. Bunun için istif sadece harflerin dağılışı göz önünde bulundurularak tertiplenmelidir. İstife okutma, tezyin ve mühmel işaretlerinin seyrek olarak yerleştirilmesi celî sülüsün ünlü hattatı Mustafa Râkım Efendi tarafından başlatılmış, zamanla sıkışık hale getirilen bu uygulamayı daha sonraki hattatlardan bilhassa Sâmi Efendi ve ona tâbi olan istif üstatları daha da yaygınlaştırmışlardır. İstifi sıkışık, harfleri birbirine aşırı derecede geçmiş ve bindirilmiş olan istiflere “girift istif” denilmiştir. Celî sülüs istifler, harekeler ve noktasız harflerin altına yahut üstüne konulan hurûf-ı mühmele rumuzları ile doldurulup bezenir. İşaretlerin konulmasında asıl hattın yazıldığı kalemin üçte biri veya en fazla dörtte biri kadar kalınlıkta ve hareke kalemi denilen bir başka kamış kalemin kullanılması uygundur.


Sadece uzatılmaya müsait görülen fetha işareti gerektiğinde yer doldurmak üzere yazının kendi kalemiyle konulur. Bazan cezim, zamme, tırnak veya tenvin işaretleri de boşluğu kapatmak için hattın yazıldığı kalemle konulabilir.

Sülüs veya celîsinde harfi oluşturan çizgiler bir başka harfin başka bölümüne şekil itibariyle aynen uyar; yani bir harfteki belirli bir parça farklı bir harfte de aynen yer alabilir. Bu sebeple istiflerde imkân bulunursa bir harfin sanki yanındaki harfte aradaki boşluğa rağmen devam ettiği intibaı uyandırılmak istenir. Mevcut harf aralıkları ve gerektiğinde uzatılma imkânı olan harflerle ma‘kûs yâ harfi gibi ters yönlü şekiller istifin muvazenesini âhenkli bir sûrette sağlar. Yazı istiflerinin baştan sona daima aynı kalınlıktaki kalemle tertiplenmesi usulden ise de yazılanın âyet veya hadis olduğunu belirten Arapça ifadelerin istifin sonunda yahut orta üst kısmında daha ince kalemle yazıldığı da görülmektedir. İlk defa Mustafa Râkım Efendi’nin uyguladığı istifli hattat imzaları istifin alt sınırında, bazan da yazının bittiği yerde bulunur. Hattın yazılış tarihi ise ekseriya istifin alt boşluklarına, bir arada veya serpiştirilerek yerleştirilir.

Sülüs veya celî sülüste harflerin yahut harfleri teşkil eden kısımların oluşturduğu çizgiler istif sahasına mütecânis nisbet ve biçimde yayılmalıdır. İstif örgüsünün her tarafa aynı yoğunlukta dağılması, harflerin duruşunda uzvî bütünlüğün sağlanması, çizgileri arasında denge ve âhengin var olması mükemmel bir istifin aslî unsurlarıdır. Bunun temini için harflerin birbiriyle kesiştiği yerlerde istifin denge ve uyumunu aksatacak şekilde ağır ve kesif bir kütlenin oluşturulmaması şarttır. Ayrıca harfin hüviyetini gizleyip bozacak mahiyetteki kesişmelerin bulunmaması, istifte bir boşluk veya gevşekliğin varlığı kaçınılmaz ise bunun üst tarafa getirilmesi, elif-lâm gibi dikine yükselen harflerin dengeli olarak dağıtılması ve bu harflerin istifte üst sınıra kadar dayanması gerekir. Genişlik farkından dolayı kāf ve yâ harflerinde “çanak”, râ, nûn ve “vâv”da “kâse” olarak adlandırılan gövde kısımlarının bitiş uçları, hemen yanındaki harfe mutlaka değdirilerek bunların boşlukta kalması önlenir. Harflerin kesişmesindeki temel kaide bunun ancak yani harfi oluşturan kısımların keskin dönemeçli dirsekleri arasındaki düzlüklerde meydana gelmesi ve fâ, kāf, mîm, vâv, hâ gibi gözlü harflerin baş yahut dirsek bölümlerinde olmamasıdır. Cîm, çe, ĥâ, ħa, ayn, gayn harflerinin “küp” denilen gövdeleri istife nefes aldıran ve bu sebeple rağbet edilen unsurlardır, ancak bunların sahaya dengeli olarak dağıtılması gerekir. Ayrıca imlâ kaidelerine göre bir harfin diğerine bağlanması gereken yerinin dışına çıkılarak okuma güçlüğü doğurmadan yeni şekiller yakalanması istifte sıkça rastlanan hususlardandır. İstifin herhangi bir bölümü diğer kısımlardan ayrı veya kopuk görünmemeli, tamamında uzvî birlik sağlanmalıdır. Boşlukları doldurmada kullanılan hareke ve diğer işaretlerin yerleştirilmesi de rastgele yapılmayıp istif gibi mütecânis olarak dağıtılmalıdır. Bazan istiflenecek ibare, harf yahut kelime uyumsuzluğu veya yetersizliği yüzünden istife elverişli olmayabilir. Hattatın bu şartlarda harfleri mükemmel yazmak dışında başarabileceği şey yoktur. Bu sebeple eski hat üstatları kendilerine özel bir siparişte bulunulmadıkça ancak istife uygun gelen âyet, hadis ve güzel sözleri seçip yazmayı tercih etmişlerdir. İstifte, kesişen harflerden birinin diğerini delerek geçişi, delen harfin kıyısında çok ince bir açıklıkta belirtilmiş olur. Celî sülüsün geliştiği XIX. yüzyılda bu uygulama Kazasker Mustafa İzzet Efendi mektebine bağlı bulunan Şefik Bey, Abdullah Zühdü Efendi, Muhsinzâde Abdullah Hamdi Bey, Çırçırlı Ali Efendi, Alâeddin Bey gibi hattatlarda gelenek halini almış, Râkım Efendi mektebine mensup olanlarda ise ancak zaruret halinde nâdiren kullanılmıştır.

Osmanlı resmî yazışmalarında kullanılan celî divanî hattı da sonu yukarıya yükselen kanal şeklinde farklı bir satır uygulamasıyla yazıldığından bu kanalın içinde mecburen istif uygulamasına gidilir. Bunun, Bursa Ulucamii’nde Mehmed Şefik Bey’in celî divanî büyük levhası gibi nâdir görülen resmiyet dışı örneklerinde de aynı teamül geçerlidir.

Satır nizamına göre yazılan ta‘lik hattı ile celî istifler tertiplenmesi de çok az görülmektedir. Çünkü bu yazı nevi hareke ve zemini dolduran diğer işaretler kullanılmadan yazıldığı için aslı itibariyle istifin gereğine uymaz ve ister istemez arada aşırı boşluklar kalır. Ayrıca harflerin birbirini keserek istiflenmesi de ta‘lik harflerinin yapısına yakışmaz; bununla birlikte bazı sınırlı örnekleri bulunmaktadır. Klasik yazı çeşitleri arasında sayılan satrançlı veya hendesî kûfî yazısı da istiflenerek ortaya çıkarılır. Ancak bu yazı kalemle yazılmayıp hendesî bir uygulamayla hazırlanır.

Mustafa Râkım, Kazasker Mustafa İzzet, Abdullah Zühdü, Mehmed Hâşim,


Mehmed Şâkir Recâi, Abdülfettah, Çırçırlı Ali, Ömer Vasfi efendilerle Mehmed Şefik, Sâmi, Çarşambalı Ârif, Muhsinzâde Abdullah Hamdi, Hacı Nazif beyler celî sülüs istiflerinde ilk hatırlanacak isimlerdir. Cumhuriyet devrinde İsmail Hakkı Altunbezer, Şeyh Aziz Efendi, Mehmed Emin Yazıcı, Macit Ayral, Hamit Aytaç ve Mustafa Halim Özyazıcı mükemmel celî sülüs örnekleri bırakmışlardır.

BİBLİYOGRAFYA:

İsmayil Hakkı Baltacıoğlu, Türklerde Yazı Sanatı, Ankara 1958, s. 52, 54; Mahmut Bedrettin Yazır, Kalem Güzeli, Ankara 1974, II, 224; İslâm Kültür Mirâsında Hat San’atı (haz. M. Uğur Derman), İstanbul 1992, s. 35-36; Muhittin Serin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, İstanbul 1999, s. 33.

M. Uğur Derman