İNTİHAL

(الانتحال)

Başkasına ait bir söz veya şiiri sahiplenmek anlamında edebiyat terimi.

Sözlükte intihâl, “bir kimsenin başkasına ait bir şiir veya sözü kendisine nisbet etmesi” mânasına gelir. Tenahhul kelimesi de bu anlamda kullanılır. Aynı kökten gelen nihle / nuhle (dava, mezhep) ismi de bu anlamla ilgilidir. Arap edebiyatında intihal, genellikle çalınmış şiir ve söz için kullanılan serika kelimesinin eş anlamlısı olup daha çok “es-serikātü’ş-şi‘riyye” adı altında ele alınmıştır. Çağdaş yazarlar arasında, hem şiir hem diğer söz çalıntılarını kapsamak üzere konuyu “es-serikātü’l-edebiyye” adıyla inceleyenler de vardır (krş. Bedevî Tabâne, es-Seriķātü’l-edebiyye, Kahire, ts.; Abdülazîz el-Hinâvî, Dirâse ĥavle’s-seriķāti’l-edebiyye, Kahire 1405/1984). Bazı müellifler de intihal kelimesi yerine daha yumuşak bir tabir olarak ahz (alıntı) terimini kullanmayı tercih etmişlerdir (İbn Kuteybe, I, 308,


328; Ebü’l-Hasan İbn Tabâtabâ, s. 80 vd.; Ebû Hilâl el-Askerî, s. 215 vd.).

Çalınmış şiir meselesi Arap edebiyatının en eski ve önemli konularındandır. Edebî tenkidin temel amaçlarından biri de eserin orijinal veya çalıntı olup olmadığını ortaya koymak olduğundan edebiyat eleştirmenleri İslâm öncesi dönemden beri özellikle İmruülkays - Tarafe, A‘şâ Meymûn b. Kays - Nâbiga ez-Zübyânî, Evs b. Hacer - Züheyr b. Ebû Sülmâ, Cerîr - Ferezdak, Ebû Nüvâs - Hüseyin b. Dahhâk, Ebû Temmâm - Buhtürî arasındaki şiir intihallerini ve ifade benzerliklerini ortaya koymak için yoğun bir çaba harcamışlardır.

Muallaka şairlerinden Tarafe b. Abd, bir beytinde “serika” ve “igāre” kelimelerini kullanarak, “Çalmak için başkalarının şiirlerine igārede bulunmam, çünkü buna ihtiyacım yoktur. İnsanların en kötüsü çalandır” demiştir (Abdüllatîf M. Seyyid el-Hadîdî, s. 16). Hayatının yarısını Câhiliye devrinde geçiren Hassân b. Sâbit de bir beytinde başkasının şiirini çalmanın kötülüğünü ve kendi şiirlerinin orijinalliğini dile getirirken serika tabirini kullanır. Emevî döneminin üç büyük şairinden biri olan Ferezdak, rakibi Cerîr’e hitaben söylediği bir beyitte aynı konuya temas ederken tenahhul kelimesini kullanmış ve, “Babanızın şerefsizliğine karşı benim şerefimi ve eşsiz şiirlerimi zikretmeye kalkarsanız şiir çalmak (tenahhul) zorunda kalacaksınız” demiştir. Ferezdak, şiirini anlamca çalan Baîs el-Mücâşiî için de aynı terime yer vermiştir. Emevîler’in saray şairi Ahtal, “Biz şairler kuyumculardan daha hırsızız” (Merzübânî, s. 225) sözüyle bu dönemde şiir çalmanın şairler arasında yaygın hale geldiğini vurgulamaktadır.

İntihal konusunda münekkitlerin üzerinde durduğu en meşhur örneklerden biri İmruülkays’ın “vukūfen bihâ sahbî ...” diye başlayan beytidir. Aynı beyit, son kelimesi farklı olarak Tarafe’nin muallakasında da geçmektedir. Bu tür benzerliklerin çalıntı mı yoksa rastlantı mı olduğunun tesbit edilmesi, dolayısıyla serika ve intihal ile rastlantının (tevârüd) sınırlarının belirlenmesi önemli bir mesele olmuştur. Arap şiirinin en eski münekkitlerinden Ebû Amr b. Alâ’ya göre bunlar rastlantı olabilir. İnsanlar aynı şeyleri düşünüp onları aynı ifade kalıplarıyla dile getirebilirler. Bu meseleyi Mütenebbî, “Şiir, üzerinde sayısız ayak izleri bulunan geniş bir kumsaldır. Sonraki bir ayak izinin önceki bir iz üzerine düşmesi ve bunların çakışması mümkündür” şeklinde ortaya koymuştur. Şiir tenkitçilerinin “tevârüd, müvârede, iltikāü’l-hâtıreyn” dedikleri bu rastlantıya Mütenebbî’nin yorumuna uygun olarak “vukūu’l-hâfir ale’l-hâfir” (ayak izinin ayak izi üzerine rastlaması) adı da verilmiştir. Serika ile tevârüdün sınırlarını belirlemeye çalışan daha sonraki münekkitler, bu benzerlikleri çağdaş ve aynı seviyede şairler arasında ise tevârüd, değilse serika saymış, yeni şairlerin eskilerden aldıklarını da serika kabul etmişlerdir. Bazı eleştirmenler de tevârüdün sınırlarını daha geniş tutarak iki şairin yaşadığı dönemlerle seviyeleri farklı da olsa benzerlik bulunan konuda ve şairlik gücünde aralarında kısmen yakınlık bulunduğu takdirde bu benzerliği tevârüde yormuşlardır (İbn Ebü’l-İsba‘, s. 400).

Edebiyat tenkitçileri, nasların lafzı ve biçiminden çok anlam ve özü üzerinde odaklaşan Mu‘tezile’nin etkisiyle şairler arasındaki ortak anlamları irdelemeye koyularak lafız çalıntıları kadar anlam intihallerinin belirlenmesi konusunda da yoğun çaba sarfetmişlerdir. Hatta bir kısım eleştirmenler, dilde lafızların belirli ve ortak bulunduğunu ileri sürerek asıl çalıntının anlam çalıntısı olduğunu söylemişlerdir. Hasan b. Bişr el-Âmidî, Kādî el-Cürcânî ve Ebû Hilâl el-Askerî gibi mutedil eleştirmenler ise herkesin bilebileceği genel ve ortak anlamları, şiir geleneğinde yaygın olarak işlenmiş tema, teşbih ve mesellerdeki benzerlikleri, farklı amaçlar için söylenmiş benzer ifadeleri intihal olarak görmemişlerdir.

Öte yandan birçok belâgat âlimi, başarılı olsun veya olmasın edebî bir ustalık ve dile hâkimiyet gerektirmesi, farklı bir telif ve kompozisyonu ifade etmesi sebebiyle intihali bir nevi iktibas kabul ederek edebî sanat gibi görmüş ve ona bedî‘ ilminin konuları arasında yer vermiştir. Bazı eleştirmenler de yeryüzünde söylenmemiş anlam ve düşünce bulunmadığını, bu sebeple yenilerin eskilerden alıntı yapmaktan kaçınamayacaklarını, ancak başkasından alınan bir düşüncenin lafız, üslûp, belâgat yönleriyle daha güzel bir ifade içinde sunulmasını, alınan unsura onu tamamlayan ve güzelleştiren yeni bir unsur eklenmesini intihalin ötesinde bir telif ve edebî sanat olarak değerlendirmeye lâyık görmüşlerdir. Bu şartları taşıyan alıntıya “hüsnü’l-ahz”, aksine de “kubhu’l-ahz” adını veren tenkitçiler alıntı yapan şairi, bunun alıntı olduğunun sezilip farkedilmeyecek derecede gizleyebildiği ölçüde başarılı kabul etmişlerdir. Özellikle bu durum, “hallü’l-manzûm” (başkasına ait bir şiiri nesre çevrilmiş olarak ifade etme) ya da “akdü’l-mensûr” (başkasının bir mensur parçasını şiire dökme) olaylarında daha sık görülür. “Kur’an ve hadisten yapılmış alıntı” demek olan iktibasla başkasına ait meşhur bir şiirden yapılmış alıntılar olan tazmin ve onun çeşitleri istiâne ve îdâ‘, kendine mal etme kastı bulunmadığı için serika ve intihal olarak görülmemiştir.

Başta Ebû Ali el-Hâtimî, Kādî el-Cürcânî, İbn Reşîķ el-Kayrevânî ve Ziyâeddin İbnü’l-Esîr olmak üzere edebiyat eleştirmenleriyle belâgat âlimleri çoğu birbirine benzeyen, bundan dolayı aralarının kesin çizgilerle ayrılması mümkün olmayan serika ve intihalle ilgili birçok terim ve türden söz etmişlerdir. Bunların en yaygını “nesh”tir (lafzı ve mânayı değiştirmeden bütünüyle almak). Bazı tenkitçiler neshi intihalle eş anlamlı kabul etmişlerdir. Sadece mânayı almaya “selh” denir. Selhin de benzerini ortaya koymak, mânayı kısmen almak, mânayı alıp başka bir anlam eklemek gibi şekilleri vardır. Alınan lafzı veya mânayı daha kötüye çevirmeye “mesh”, mânayı zıddına çevirmeye “aks” (kalb), nesîbi (gazel) methe çevirmeye “nakil” denir. Aşağı seviyedeki bir şairden alıntı yapmaya “igāre / gasb”, birden fazla beyit iktibas etmeye “ıstırâf”, bir beyitten az miktarda alıntıya “ihtidâm”, rakibine yergide galip gelmek için başkasının şiirini kullanmaya “mürâfede” adı verilir. Bunlardan başka “ihtilâs, ictilâb, istilhâk, müvâzene, iştirâk, ilmâm, ittibâ, sû-i ittibâ, aks, ahz, meâhız, iddiâ, iltikāt ve telfîk, ictilâb ve terkīb, nazar ve mülâhaza, müsâlete” gibi birçok terim ve türden söz edilmiştir.

İntihal meselesi, III. (IX.) yüzyıldan itibaren edebî tenkidin ana konusu olmaya başlamıştır. Bu hususta kaynakların kaydettiği ilk eser, İbrâhim b. Edhem’in kız kardeşinin oğlu İbn Künâse’nin (ö. 207/823) Seriķātü’l-Kümeyt mine’l-Ķurǿân ve ġayrih adlı kitabıdır. İntihal meselesine ilk temas edenlerden İbn Sellâm el-Cumahî hocası Yûnus b. Habîb’den naklen istizâde, serika, ictilâb tabirlerini kullanmış, intihalin ortak ve yaygın anlam ve temalarda değil orijinal fikirlerde söz konusu olduğunu ileri sürmüştür (Fuĥûlü’ş-şuǾarâǿ, I, 58-59). Daha sonra İbnü’s-Sikkît, Seriķātü’ş-şuǾarâǿ ve me’ttefeķū (tevâredû) Ǿaleyhi adlı eserinde serika ve tevârüd olaylarını karşılaştırmalı olarak ele almıştır. Câhiz, mânayı bütün lafzıyla almaya iddiâ (intihal), kısmen lafzıyla


almaya serika dediği gibi bu konuyla ilgili istiâne ve iştirak terimlerine de yer vermiş, şiirlerdeki benzerliklerde tevârüdün mümkün görüldüğünü söylemiş, Cumahî’ye uyarak şairler arasında ortak olan anlamlarda serikanın söz konusu olmadığını ileri sürmüştür. Daha sonra Zübeyr b. Bekkâr, İġāretü Küŝeyyir Ǿale’ş-şuǾarâǿ adlı eseriyle ilk defa intihal yerine igāre terimini kullanmıştır. Merzübânî, Zübeyr b. Bekkâr’ın tenkitlerini, Küseyyir’in Abdullah b. Zübeyr evlâdını ve onların Ehl-i beyt’ten ayrılışını hicvetmesi sebebiyle duyduğu husumetten kaynaklanan haksız eleştiriler olarak değerlendirmektedir (el-Müveşşaĥ, s. 245). Şairler arasında ortak olan mânalarda intihalin söz konusu olmadığı hususunda Cumahî’ye uyan İbn Kuteybe, Hutay’e, Hassân b. Sâbit ve Râilibil’den yapılmış intihallere örnek verdiği gibi (eş-ŞiǾr ve’ş-şuǾarâǿ, I, 308, 328, 415-418) ilk defa selh terimine de yer vermiştir (a.g.e., I, 73). Müberred, sadece şiirden değil nesirden yapılmış intihallere de temas etmiştir. Kaynaklar İbnü’l-Mu‘tezz’in de Seriķātü’ş-şuǾarâǿ adlı bir eserinden söz eder. Ayrıca onun şiirlerinden İbnü’l-Mu‘tez el-Endelüs Mervân b. Hakem, Temîm b. Muiz, Küşâcim, Mütenebbî, İbn Vekî‘, Va’vâ’, İbn Hafâce, Ebû Firâs el-Hamdânî ve İbn Senâülmülk intihalde bulunmuştur.

Emevîler devrinin ünlü şairleri Cerîr ile Ferezdak’ın birbirlerinden yaptıkları nakilleri eski şiir eleştirmenlerinin birçoğu intihal olarak kabul etmiştir. Nitekim Asmaî, mensup olduğu Bâhile kabilesini hicvetmesinden dolayı Ferezdak’a karşı intihalini bir intikam silâhı gibi kullanarak onun şiirlerinin onda dokuzunun çalıntı olduğunu, buna karşılık Cerîr’in şiirleri içinde sadece yarım beyitlik bir intihalin bulunduğunu söyleyerek sübjektif bir tenkit örneği ortaya koymuştur (Merzübânî, s. 167-168). Ferezdak’a nisbet edilen, “Ben sahipsiz şiirleri yitik develerden daha çok severim. En iyi hırsızlık kendisi için el kesilmeyen şiir hırsızlığıdır” (a.g.e., s. 168) sözü uydurma gibi görünmektedir. Bazı çağdaş eleştirmenler, Cerîr ile Ferezdak’ın birbirinden çalmak amacıyla değil hiciv ve güldürü kastıyla yaptıkları alıntıların birçoğunu Batı edebiyatlarında “parodie”, Arap edebiyatında “kalb” adı verilen bir edebî sanata dahil etmektedir.

Abbâsîler devrinin ilk zamanlarından itibaren edebiyat eleştirmenleri arasında intihal ve serikāta dair eser yazma geleneği oluşmuş, bu dönemde özellikle Ebû Nüvâs, Ebû Temmâm, Buhtürî ve Mütenebbî’nin intihal ve serikātına dair birçok eser kaleme alınmıştır. Âmidî, Kādî el-Cürcânî, Ebû Hilâl el-Askerî, Abdülkāhir el-Cürcânî bu dönemde yetişen eleştirmenlerin en ünlüleridir. Bunların dışında Ebû Nüvâs, Ebû Temmâm, Buhtürî ve Mütenebbî’nin intihallerine dair eser yazan İbn Ebû Tâhir, Mühelhil b. Yemût, Ebü’z-Ziyâ Bişr b. Yahyâ en-Nasîbî, İbn Ammâr es-Sekafî, İbn Vekî‘ gibi eleştirmenler, serika ve intihal konusunda ifrata kaçarak şairler arasında ortak mânaları ve şiir geleneğinde yaygın temaları bile çalıntı olarak değerlendirmişler, bu sebeple Âmidî ve Cürcânî gibi mutedil eleştirmenlerin eleştirilerine mâruz kalmışlardır. Esasen serika gibi ağır bir tabir de muhdes şairler konusunda müfrit ve mutaassıp eleştirmenler arasında süregelen anlaşmazlık neticesinde ortaya çıkmıştır.

Ebû Nüvâs’ın intihallerine dair yazılmış eserler arasında Mühelhil b. Yemût’un Seriķātü Ebî Nüvâs’ı ile (Kahire 1957) İbn Ammâr es-Sekafî’nin Meŝâlibü Ebî Nüvâs’ı (Risâle fî mesâviǿi ve seriķāti Ebî Nüvâs) önemlidir. Ebû Temmâm’ın intihalleriyle Buhtürî’nin Ebû Temmâm ve diğer şairlerden yaptığı serikāta dair kaleme alınmış eserler içinde İbn Ebû Tâhir’in Seriķātü’l-Buĥtürî, Ebü’z-Ziyâ Bişr b. Yahyâ en-Nasîbî’nin Seriķātü’l-Buĥtürî min Ebî Temmâm, Hasan b. Bişr el-Âmidî’nin el-Muvâzene beyne Ebî Temmâm ve’l-Buĥtürî, Muhammed b. Alâ es-Sicistânî’nin Seriķātü Ebî Temmâm ve Ali b. Muhammed eş-Şimşâtî’nin Risâle fî tafżîli Ebî Nüvâs Ǿalâ Ebî Temmâm adlı eserleri sayılabilir. Bu eleştirmenlerden Âmidî dışındakiler, eleştirilerinde ifrata kaçarak en küçük benzerlikleri bile intihal saymışlardır.

IV. (X.) yüzyılın en büyük Arap şairi Mütenebbî’nin mağrur tabiatı, yaygın şöhreti, birçok devlet adamının kendileri için methiye nazmetme talebini reddetmesi gibi faktörlerin sebep olduğu çekememezlik ve husumet, şiirlerinin eleştiri oklarına hedef olmasına yol açmıştır. Mütenebbî’ye yöneltilen eleştirilerin temel konusunu intihal ve serika meselesi teşkil etmektedir. Bu hususta kitap yazanlardan İbn Vekî‘, eserine el-Münśıf fî seriķāti’l-Mütenebbî adını vermesine rağmen eleştirileri insaf ölçülerini aşmıştır. Bundan dolayı Mütenebbî’nin dostu İbn Cinnî eser hakkında Naķżü’l-Münśıf (en-Naķż Ǿalâ İbn VekîǾ fî şiǾri’l-Mütenebbî) adıyla bir reddiye kaleme almıştır. Büveyhî veziri ve edip Sâhib b. Abbâd, el-Keşf Ǿan mesâviǿi şiǾri’l-Mütenebbî adlı eserini Mütenebbî’ye karşı duyduğu düşmanlık sebebiyle yazmıştır. Bununla birlikte İbn Abbâd, nesirlerinde Mütenebbî’nin şiirlerinden intihal yapmaktan kendini alamamıştır. Zamanın ediplerinden Ebû Ali el-Hâtimî’nin, er-Risâletü’l-Mûđıĥa fî źikri seriķāti Ebi’ŧ-Ŧayyib el-Mütenebbî ve sâķıŧı şiǾrih’i de aynı duygularla yazılmıştır. Ayrıca Hâtimî, Mütenebbî’nin Aristo’nun hikmetli sözlerinden intihaller yaptığı iddiasıyla kaleme aldığı Muđâhâtü şiǾri’l-Mütenebbî li-kelâmi Arisŧo (Seriķātü’l-Mütenebbî min ĥikemiyyâtı Arisŧo) adlı eserinin girişinde önceki haksız eleştirilerini telâfi edip Mütenebbî’nin gerçek değerini ortaya koymak için insaf ölçüleri içinde eleştirilerde bulunacağını kaydetmesine rağmen bunun aksini yapmış, böylece eleştirilerine alay unsuru da ilâve etmiştir. Ebû Sa‘d (Saîd) Muhammed b. Ahmed el-Amîdî, el-İbâne Ǿan seriķāti’l-Mütenebbî adlı eserinde raslantılarla şiir geleneğinde yaygın olarak kullanılan ortak anlamları bile intihal saymıştır. Eleştirilerinde Amîdî’den etkilenmiş olan Kādî el-Cürcânî, el-Vesâŧa beyne’l-Mütenebbî ve ħuśûmih adlı kitabında tarafsız olabilmiştir. İbnü’d-Dehhân da Mütenebbî’nin Ebû Temmâm ve Buhtürî’den yaptığı intihallere dair kaleme aldığı el-Meǿâħiźü’l-Kindiyye mine’l-meǾâni’ŧ-Ŧâǿiyye’sinde tarafsız bir münekkit görüntüsü vermektedir. Ziyâeddin İbnü’l-Esîr, bu esere bir zeyil ve eleştiri olarak el-İstidrâk (fi’r-red Ǿalâ risâleti İbni’d-Dehhân el-müsemmâ bi-) el-Meǿâħiźi’l-Kindiyye mine’l-meǾâni’ŧ-Ŧâǿiyye’yi kaleme almıştır. Bunların yanında Ebü’l-Abbas en-Nâmî’nin Risâle fî Ǿuyûbi’l-Mütenebbî adlı bir eser yazdığı belirtilir.

Şiir intihallerini genel olarak ele alan kitaplar arasında İbnü’s-Sikkît ve İbnü’l-Mu‘tezz’in Seriķātü’ş-şuǾarâǿları dışında Ca‘fer b. Muhammed b. Hemdân el-Mevsılî’nin Kitâb Ǿâm fi’s-seriķāt, Ebü’z-Ziyâ en-Nasîbî’nin es-Seriķātü’l-kebîr ve Hasan b. Ahmed el-Gandecânî’nin es-Sel ve’s-seriķa’larını zikretmek gerekir.

Ǿİyârü’ş-şiǾr’inde (s. 79-85) intihal ve serika meselesine yer veren Ebü’l-Hasan İbn Tabâtabâ, başkasından bir anlamı alıp farkedilmeyecek derecede güzel bir ifade içinde sunmayı veya onu başka bir amaçla kullanmayı serikanın ötesinde bir edebî sanat kabul eden ilk münekkittir. Ebû Hilâl el-Askerî de alınan mânayı güzel bir ifade ve lafız kalıbı içinde sunmayı “hüsnü’l-ahz”, aksini de “kubhu’l-ahz” olarak


nitelemektedir (Kitâbü’ś-ŚınâǾateyn, s. 215-258). Seâlibî, Yetîmetü’d-dehr’inde Mütenebbî’nin şiirlerinden yapılan intihallere ve Sâhib b. Abbâd, Ebû İshak es-Sâbî ve Büveyhî Veziri Ahmed b. İbrâhim ed-Dabbî gibi ediplerin nesirlerinde Mütenebbî’nin şiirlerinden yaptıkları serikāta misaller vermiştir. Hiçbir şairin serika ve intihalden müstağni kalamayacağını söyleyen İbn Reşîķ el-Kayrevânî, gerek el-ǾUmde’sinde (II, 280 vd.) gerekse Ķurâđatü’ź-źeheb’inde birçok serika türünü örnekleriyle açıklamıştır.

Belâgat âlimleri içinde konuya ilk temas eden Abdülkāhir el-Cürcânî Esrârü’l-belâġa’sında (s. 313 vd.), akıl sahipleri arasında müşterek olması sebebiyle intihalin aklî mânalarda değil hayalî mânalarda gerçekleşeceğini, ayrıca lafız ya da mânanın yanı sıra dizim, tasvir ve ifade tarzında da intihal olabileceğini söyler. Minhâcü’l-büleġāǿ adlı eserin müellifi Hâzim el-Kartâcennî ise şiirleri bu bağlamda değerlendirerek dörde ayırmıştır. Şairin kendi icadı olan mâna ve düşünceye “ihtirâ‘”, başkasından aldığı, ancak daha güzel bir ifadeye büründürerek kendisine mal ettiği türe “istihkak”, gerek kendisinden alıntı yapılan gerekse alıntı yapan şairin şiirlerinin edebî açıdan denk olduğu, dolayısıyla ikisinin de sahiplik iddiasında ortak olduğu türe “şerike”, alıntı yapılan şiirden daha düşük seviyedeki şiire “serika” adını vermiştir. Ziyâeddin İbnü’l-Esîr, el-Meŝelü’s-sâǿir fî edebi’l-kâtib ve’ş-şâǾir adlı eserinde şiir çalıntıları üzerinde ayrıntılı olarak durmuş (III, 218-292), bâkir ve orijinal mânaların kalmadığı gerekçesiyle serika ve intihale cevaz verilemeyeceğini, bâkir mâna kapısının her zaman açık olduğunu, bu yüzden bir kelimenin bile bazan serika sayılabileceğini ileri sürmüştür. Ayrıca bir şiirde intihal bulunup bulunmadığını tesbit etmenin büyük ediplerin, usta eleştirmenlerin işi olduğunu, bunun için geniş şiir kültürüne ihtiyaç bulunduğunu söyler. Telħîśü’l-Miftâĥ ve el-Îżâĥ sahibi Hatîb el-Kazvînî ile birlikte “serikāt şi‘riyye” konusu belâgat kitaplarına girmiş ve bedî‘ ilminin ihmal edilmemesi gereken konuları arasında yerini almıştır. Kazvînî’yi takip eden Telħîś şârihleri de aynı geleneği sürdürmüştür.

TÜRK EDEBİYATI. Türk edebiyatında intihalden eski kitaplarda “şair geçinenlerin tutulduğu bir hastalık” olarak söz edilir. Bu şairlere “düzd-i sühan” (söz hırsızı), yaptıkları işe de “sirkat-i şi‘r” denir. Bu ağır suçun cezası da dil kesmektir: “Sirkat-i şi‘r edene kat‘-i zeban lâzımdır / Böyledir şer‘-i belâgatta fetâvâ-yı sühan” (Sünbülzâde Vehbî).

Kaynaklarda birçok çeşidinden söz edilen intihalin başlıcaları şunlardır: Sirkat. Divan şairleri arasında sık sık kullanılan bu terimin üzerinde eskiden beri çokça durulmuştur. Başkasına ait bir fikri veya hayali kullanmaya ahz ü sirkat, bunun belli olanına zâhir sirkat, belli olmayanına gayr-i zâhir sirkat adı verilir. Gayr-i zâhir sirkatler daha çok başkasına ait bir düşünce veya sözü değiştirmek suretiyle yapılır.

Divan şairleri arasında görülen intihallerin çoğu, aslında Arapça ve Farsça mısra ve mefhumların Türkçe’ye çevrilerek sahiplenilmesi şeklindedir. Büyük şairler için mazmun iktibası kabul edilen bu tarz intihallerin çeşitleri şöylece sıralanabilir: İgāre. “Bir şairin manzumesini benimsemek” anlamında kullanılan bu terimle ifade edilen intihal örneği azdır. Mesh adı da verilen bu intihal, başkasına ait olan bir manzumedeki sözlerin yerini değiştirmek yahut bu manzumeden bazı sözleri almak suretiyle yapılır. İlmâm veya selh ise bir manzumenin yalnız mânasını almak yoluyla yapılan intihaldir. Selhe yakın bir intihal çeşidi de başka bir şairin şiirinden ilham alarak ondaki fikirleri kullanmak olan hâyîdedir. Bir eserden etkilenmekle intihali birbirinden ayırmak gerekir. Zira etkilenme her sanat dalında görülen ve tabii karşılanan bir durumdur.

İntihalle yakın münasebeti olduğu kabul edilen diğer bir çeşit tevârüddür. Daha çok tarih düşürmede görülen tevârüd, iki şairin birbirinden habersiz olarak bir mısra veya beyti aynı şekilde söylemeleridir. 1030 (1620) yılında şiddetli soğuktan İstanbul Boğazı’nın donması üzerine birkaç şair, “Yol oldu Üsküdar’a bin otuzda Akdeniz dondu” mısraını söylemiş ve ebced hesabıyla bu olaya tarih düşürmüştür. Ancak bir benzerliğin tevârüdden kaynaklanıp kaynaklanmadığının belirlenmesi çok zor olduğundan tevârüd genellikle şüpheyle karşılanır. Bütün bu intihal türleri hakkında şöyle bir değerlendirme yapılmıştır: “Kudemânın bulup âsârını gencîne-misâl / Ettiler cümle harâmî gibi yağmâ-yı sühan / Selh ü ilmâm ü tevârüd diye sonra çalışır / Aybını setre nice düzd-i tüvânâ-yı sühan” (Sünbülzâde Vehbî).

Sözlü bir geleneğe sahip olan halk edebiyatında şiirler, halk edebiyatı meraklılarının “cönk” adı verilen derlemelerinde gelişigüzel yazıya geçirdikleri metinlere dayanır. Bu durumda intihal, daha çok bunları tertip edenin yaptığı yanlışlıktan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla aynı yüzyılda yaşamış halk şairlerinin eserlerinde görülen intihallerin kaynaklarını tesbit etmek çok zordur.

BİBLİYOGRAFYA:

Cumahî, Fuĥûlü’ş-şuǾarâǿ, I, 58-59; İbn Kuteybe, eş-ŞiǾr ve’ş-şuǾarâǿ, I, 73, 308, 328, 415-418; Mühelhil b. Yemût, Seriķātü Ebî Nüvâs (nşr. M. Mustafa Heddâre), Kahire, ts. (Dârü’l-fikri’l-Arabî), tür.yer.; ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 3-28; Ebü’l-Hasan İbn Tabâtabâ, Ǿİyârü’ş-şiǾr (nşr. Abbas Abdüssâtir), Beyrut 1402/1982, s. 79-85; Âmidî, el-Muvâzene (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1363/1944, tür.yer.; Merzübânî, el-Müveşşaĥ (nşr. Ali M. el-Bicâvî), Kahire 1385/1965, s. 167-168, 172-176, 221-225, 245 vd.; Ebü’l-Hasan el-Cürcânî, el-Vesâŧa beyne’l-Mütenebbî ve ħuśûmih (nşr. M. Ebü’l-Fazl İbrâhim - Ali M. el-Bicâvî), Beyrut, ts. (el-Mektebetü’l-asriyye), s. 183-412; İbn Vekî‘, el-Münśıf (nşr. M. Yûsuf Necm), Beyrut 1412/1992, s. 10-30 ve tür.yer.; ayrıca bk. neşredenin girişi, s. e-s; a.e. (nşr. Hammûdî Zeynüddin Abdülmeşhedânî), Beyrut 1414/1993, tür.yer.; ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 15-51; Ebû Hilâl el-Askerî, Kitâbü’ś-ŚınâǾateyn (nşr. Müfîd M. Kumeyha), Beyrut 1404/1984, s. 215-258; Ebû Sa‘d el-Amîdî, el-İbâne Ǿan seriķāti’l-Mütenebbî (nşr. İbrâhim ed-Desûkī el-Bisâtî), Kahire 1961, tür.yer.; ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 11-16; Abdülkāhir el-Cürcânî, Esrârü’l-belâġa (nşr. H. Ritter), Beyrut 1403/1983, s. 241-251, 313-315; Ziyâeddin İbnü’l-Esîr, el-Meŝelü’s-sâǿir (nşr. Ahmed el-Hûfî - Bedevî Tabâne), Kahire, ts. (Dâru nehdati Mısr), III, 218-292; İbn Ebü’l-İsba‘, Taĥrîrü’t-Taĥbîr (nşr. Hifnî M. Şeref), Kahire 1383, s. 400; Tîbî, et-Tibyân fî Ǿilmi’l-meǾânî ve’l-bedîǾ ve’l-beyân (nşr. Hâdî Atıyye Matar el-Hilâlî), Beyrut 1407/1987, s. 437-445; Yahyâ b. Hamza el-Alevî, eŧ-Ŧırâžü’l-müteżammin li-esrâri’l-belâġa (nşr. M. Abdüsselâm Şâhîn), Beyrut 1415/1995, s. 487-495; Muhammed Mendûr, en-Naķdü’l-menhecî Ǿinde’l-ǾArab, Kahire 1948, tür.yer.; Tâhirülmevlevî, Edebiyat Lügatı (haz. Kemal Edib Kürkçüoğlu), İstanbul 1973, s. 67-70, 98-99, 172-173; Ahmed Matlûb, MuǾcemü’l-muśŧalaĥâti’l-belâġıyye ve teŧavvürüh, Bağdad 1403/1983, III, 38-42; ayrıca bk. tür.yer.; İhsan Abbas, Târîħu’n-naķdi’l-edebî Ǿinde’l-ǾArab, Beyrut 1404/1983, tür.yer; Abdülazîz el-Hinâvî, Dirâse ĥavle’s-seriķāti’l-edebiyye, Kahire 1405/1984, tür.yer.; Bedevî Tabâne, es-Seriķātü’l-edebiyye, Kahire, ts. (Nehdatü Mısr), tür.yer.; İskender Pala, Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, Ankara 1989, II, 440; Celâleddin Hümâî, Fünûn-ı Belâġat u ŚınâǾât-ı Edebî, Tahran 1368 hş., s. 357-394; Abdülhüseyn Zerrînkûb, Naķd-i Edebî, Tahran 1369 hş., I, 97-112, 168-169; Abdüllatîf M. Seyyid el-Hadîdî, es-Seriķātü’ş-şiǾriyye beyne’l-Âmidî ve’l-Cürcânî, Kahire 1416/1995, tür.yer.; M. Rızâ Şefîî Kedkenî, Śuver-i Ħiyâl der ŞiǾr-i Fârsî, Tahran 1372 hş., s. 202-220; M. Rızâ Rebîiyyân, Seriķāt-ı Edebî, Tahran 1375 hş., I, 479-480; Yusuf Çotuksöken, “İntihâl”, TDEA, IV, 399-400.

İsmail Durmuş