İBN ÂŞÛR, Muhammed Tâhir

(ابن عاشور، محمد الطاهر)

Muhammed et-Tâhir b. Muhammed b. Muhammed et-Tâhir et-Tûnisî (1879-1973)

Tunuslu ilim ve fikir adamı, müfessir, fakih, Arap dili ve edebiyatı âlimi.

Tunus’ta doğdu. Fas asıllı olup gittikleri Endülüs’ten göç ederek Selâ’ya (Fas), daha sonra bir kolu Tunus’a yerleşen Âşûr ailesine mensup olduğundan dedeleri gibi İbn Âşûr lakabıyla anıldı. Yetişmesinde,


Cem‘iyyetü’l-evkāf reisi olan babası Muhammed b. Muhammed Tâhir ile anne tarafından dedesi olan başbakan Muhammed el-Azîz Bû Attûr’un ayrı bir yeri vardır. İlk öğrenimini Muhammed Bû Attûr’un gözetimi altında tamamladı; 1892’de bir orta ve yüksek öğretim kurumu olan Zeytûne Camii’ne girdi. Zekâsı ve üstün kabiliyetiyle dikkati çektiği için kendisine özel bir program uygulandı. Önce Şeyh Sâlih eş-Şerîf’in derslerine devam etti. Daha sonra Şeyh Sâlim Bû Hâcib’den Kastallânî’nin İrşâdü’s-sârî’sini, İbnü’ş-Şeyh diye bilinen Ömer b. Ahmed’den Beyzâvî’nin Envârü’t-Tenzîl’ini, Muhammed b. Neccâr’dan kelâma dair el-Mevâķıf’ı okudu. İbrâhim el-Mârginî, Muhammed b. Yûsuf, Muhammed en-Nahlî, Mahmûd İbnü’l-Hôca gibi daha pek çok âlimin derslerine devam etti. 1899’da tamamladığı yüksek öğrenimi esnasında Fransızca öğrendi. 1903 yılında Zeytûne Üniversitesi’nde ikinci derece öğretim elemanı kadrosuna tayin edildi. O sırada Tunus’a gelen Muhammed Abduh’un konferans ve sohbetlerine katıldı. Alışverişte muhayyerlik konusunda yaptığı çalışmayı tamamlayarak aynı üniversitede birinci derece kadroda öğretim üyesi oldu (1905). Bundan sonra da önde gelen âlimlerden ders okumayı sürdürdü ve icâzetler aldı. Üniversitede daha çok Arap dili ve edebiyatı, fıkıh usulü, hukuk felsefesi (makāsıdü’ş-şerîa), hadis ve tefsir okuttu. Ayrıca Sâdıkıyye Medresesi’nde 1905-1932 yılları arasında fâsılalı olarak on altı yıl kadar hocalık yaptı. Bu arada oğlu Muhammed Fâzıl ve Cezayirli Abdülhamîd b. Bâdîs gibi pek çok öğrenci yetiştirdi. Zeytûne Üniversitesi öğretim üyeliğine tayin edildikten bir yıl sonra aynı üniversitenin eğitim ve öğretiminden sorumlu heyette hükümet temsilcisi oldu. 1908’de Tunus Millî Eğitim programlarının ıslah edilmesi için kurulan komisyonun üyeliğine, 1911’de Yüksek Vakıflar Meclisi ve Toprak Karma Komisyonu üyeliklerine getirildi. Üniversite reformu için çeşitli tarihlerde (1910, 1924, 1933) kurulan komisyonlarda çalıştı; ıslahatçı fikirleriyle yeni düzenlemelerin yolunu açtı.

İbn Âşûr, üniversitedeki görevi ve akademik faaliyetleri yanında 1913’ten itibaren on yıl Mâlikî kadılığı yaptı. 1924’te Meclis-i Şer‘î’de Mâlikî müftüsü ve başmüftü vekili, üç yıl sonra da başmüftü oldu; aynı zamanda Zeytûne Üniversitesi’nin eğitim ve öğretiminden sorumlu dört kişiden oluşan ilmî kurulun da üyeliğine getirildi. Osmanlılar’ın Tunus’u fethinden itibaren şeyhülislâmlık makamına Hanefî başmüftü tayin etme geleneğine 1932’de son verilmesi üzerine ilk Mâlikî şeyhülislâmı oldu. Aynı yıl Zeytûne Üniversitesi’ne rektör tayin edildi. Üniversitede yapmak istediği yeniliklere karşı çıkanların başlattığı öğrenci hareketleri yüzünden bir yıl sonra rektörlükten alındıysa da 1945’te aynı göreve yeniden getirildi ve 1952’ye kadar bu görevde kaldı. Ülkede cereyan eden siyasî olaylar ve bunların üniversite çevresindeki etkileriyle baş gösteren kargaşa ve huzursuzluğa rağmen reform faaliyetlerinden tâviz vermediği için ikinci defa rektörlük görevine son verildiyse de 1956’da üçüncü defa rektörlüğe getirildi. Aynı projeyi uygulamaya devam ederek 1960 yılına kadar görevini sürdürdü.

1950’de Kahire Mecmau’l-lugati’l-Arabiyye’ye, 1955’te Şam el-Mecmau’l-ilmiyyü’l-Arabî’ye üye seçilen İbn Âşûr, Küveyt Vezâretü’ş-şuûni’l-İslâmiyye tarafından hazırlanan el-MevsûǾatü’l-fıķhiyye’nin telif çalışmalarına katıldı. 1951’de İstanbul’da yapılan milletlerarası müsteşrikler kongresinde bulundu. Hac farîzasını ifa ettikten sonra çeşitli İslâm ülkelerine ve Avrupa’ya seyahatler yaptı. 1968’de arkadaşı Hasan Hüsnî Abdülvehhâb ile birlikte en yüksek seviyede kültür liyakat nişanı aldı. İslâmî konulardaki başarılarından dolayı 1972 ve 1973 yıllarında Tunus cumhurbaşkanlığı tarafından ödüllendirildi. Hayatı boyunca ilmî çalışmalarını, fikrî mücadeleleri ve faaliyetlerini aralıksız sürdüren İbn Âşûr 12 Ağustos 1973’te başşehir Tunus’ta vefat etti ve Zellâc Mezarlığı’na defnedildi.

İbn Âşûr, ilmî ehliyeti yanında düşünceleriyle de dikkat çekmiş, çalışmalarını Kur’an ve Sünnet’in anlaşılması ve müslümanların çeşitli meselelerinin çözümü üzerinde yoğunlaştırmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’in ilmî tefsirini benimseyenler arasında yer almış, Kur’an’ın her çağda muhataplarının kültür ve anlayış seviyelerine uygun düşen bir üslûba sahip olduğuna inanmıştı (Tefsîrü’t-taĥrîr ve’t-tenvîr, I, 44-45). Kur’ân-ı Kerîm’in, hitaplarında çoğunluğu ümmî olan Araplar’ı ve onların anlayış seviyelerini esas aldığını, dolayısıyla sonradan ortaya çıkan ilimleri ona izâfe etmenin yanlış olacağını iddia eden Şâtıbî’yi (ö. 790/1388) eleştirmiştir. İbn Âşûr’a göre Kur’an, Araplar’ın ümmîliğini onaylamak için değil onların seviyelerini yükseltmek için gelmiş sonsuz bir mûcizedir; onda, her çağdaki ilmî inkişafların kazandırdığı anlayışlara uygun bilgilerin bulunması tabiidir. Her devrin ve her toplumun insanları ondan nasibini almalıdır. Engin ve derin mânaları çok özlü olarak ifade etmesi ve günü gelince bunların daha iyi anlaşılır olması Kur’an’ın bir başka mûcizevî yönünü teşkil eder (a.g.e., a.y.).

Onun ısrarla üzerinde durduğu hususlardan biri de dinin hükümlerinde gözetilen ana gayeler ve hikmetler şeklinde özetlenebilecek olan makāsıdü’ş-şerîa konusudur. Maķāśıdü’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye adlı eseriyle Şâtıbî’den yaklaşık altı asır sonra bu konuya tekrar dikkat çeken İbn Âşûr, gerek Kur’an ve Sünnet lafızlarının (nas) anlaşılmasında ve olaylara uygulanmasında gerekse hakkında nas bulunmayan durumlarla ilgili hükümlere ulaşmada makāsıd ilmine ayrı bir önem atfeder. Şâriin hükümleri sevkederken gözettiği ana gayeler ve hikmetler bilinmediği takdirde nasları anlama, yorumlama ve ictihad faaliyetinin eksik olacağını belirtir. Onun anılan eseri bu önemi vurgulamayı, Uśûlü’n-nižâmi’l-ictimâǾî fi’l-İslâm adlı eseri de aynı bakış açısını içtimaî hayatı düzenleme ve ıslah etme projesinde bir metot olarak uygulamayı amaçlar. İbn Âşûr, şâriin hükümleri koyarken belli amaçlar gözettiği noktasından hareketle Hz. Peygamber’in söz ve uygulamalarının da hukukî gayeleri açısından bazı ayırımlara tâbi tutulması gereğinden söz eder; dinin taabbüdî nitelikteki hükümlerinin öylece korunması, muâmelât alanında taabbüdîlik sınırının en aza indirilmesi gerektiği üzerinde durur. Muâmelâtla ilgili hükümlerde ta‘lîlin yapılmayışının ve hukukun ana gayesinin göz ardı edilmesinin içtimaî hayatı sıkıntıya düşüreceğine inanır (Maķāśıdü’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye, s. 13-14, 22-23, 44-47).

İbn Âşûr’a göre fıkıh usulü, kendisinden yaklaşık iki yüzyıl önce tedvin edilen fürûa ait hükümleri teyit ve temellendirmeyi, şâriin lafızlarını ve bu lafızların niteliklerini dil ve mantık kurallarına ağırlık


vererek açıklamayı konu edindiğinden şer‘î hükümlerin hikmetlerini ve hukukun ana gayelerini izah etmeyi amaçlayan makāsıd ilmine ayrıca ihtiyaç vardır. Klasik fıkıh usulü kitapları makāsıd ilmine çok az yer verir ve hukukun hikmet ve gayesini anlamada yetersiz kalır. Öte yandan fakihlerin istidlâl ve ta‘lîlleri usul kaidelerini örneklendirmede, hukuk mantığını ve cedel tekniğini geliştirmede yardımcı olabilirse de özellikle muâmelât alanında hukukun amaçlarını araştıranlar ve içtimaî ıslahat projeleri üretenler açısından yararlı olmayabilir (a.g.e., s. 5-9).

İbn Âşûr makāsıd konusuna, İzzeddin İbn Abdüsselâm ve Şehâbeddin el-Karâfî gibi az sayıda ilim adamının eğildiğini hatırlattıktan sonra bu konuda sadece Şâtıbî’nin müstakil bir eser ortaya koyduğunu, onun da gereksiz açıklamalarla sözü uzatıp bazı meseleleri birbirine karıştırdığını ve bir kısım mühim gayeleri dikkatten kaçırdığını, bu yüzden hedeflenen amacın gerçekleşmemiş olduğunu söyler. Şâtıbî’nin bu konudaki ciddi katkılarını ve kendisinin onu izlediğini inkâr etmemekle beraber onun yaptıklarını nakletme veya özetleme gibi bir yol da tutmayacağına dikkat çekerek kendi çalışmasının bu alanda yenilik getirme hedefini vurgular. Gerçekten de İbn Âşûr’un Maķāśıdü’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye’yi üç bölüme ayırıp ilk bölümde hukukta gaye probleminin önemine ve hükümlerin gayelerini belirleme çalışmalarının metodolojisiyle ilgili bazı temel meselelere dikkat çekmesi, ikinci bölümde hukukî düzenlemelerin tamamına veya büyük çoğunluğuna hâkim olan amaçları, üçüncü bölümde de belli başlı hukuk dallarında ön plana çıkan hedefleri ayrı ayrı ele alması, bu alanda sistematik çalışma yapmak isteyenler için ufuk açıcı bir plan sağlamıştır. Ancak bu alandaki çalışmaların can damarı sayılabilecek olan “hükümlerin gayelerini belirleme metotları”nı özel bir başlık altında incelemesine rağmen (a.g.e., s. 19-23) bu konuda sağlam kriterler geliştirebildiğini söylemek kolay olmadığı gibi faydalandığı birçok örneğin hararetle savunduğu kesin veya kesine yakın ilkeler ortaya konulması çabalarının karakteriyle bağdaştırılamaz nitelikte olduğu görülür. İbn Âşûr’un da konuyu selefleri olan Şâtıbî, Necmeddin et-Tûfî, İbn Abdüsselâm gibi ilke bazında ele aldığı ve lafızcı yoruma bu üslûpta bir eleştiri getirdiği, makāsıd konusunda genel tesbit ve kategorik ifadelerle yetindiği, ayrıntıya inip ilkelerin örneklendirilmesine geçtiğinde de (a.g.e., s. 143-207) fıkhın klasik doktrin ve kurumlarını merkeze alıp bunlara makāsıd ve hikmet açısından bazı açıklamalar getirmekle yetindiği görülür (geniş bilgi ve değerlendirme için bk. İsmâil el-Hasenî, s. 129-225, 439-442).

Gerek eserlerinde gerekse çeşitli vesilelerle yaptığı ilmî ve fikrî mahiyetteki konuşmalarında İslâm’ın insan fıtratına en uygun din olduğunu, getirdiği tevhid akîdesi, toplum düzeni ve yüce ahlâk kurallarıyla kıyamete kadar ideal din olma özelliğini devam ettireceğini anlatan İbn Âşûr, gerçek bir İslâm toplumunun ahlâkî temellere dayandığından söz ederek ferdin yetişmesi, ahlâkî üstünlükleri, hak ve sorumlulukları üzerinde durmuş ve ancak böyle fertlerden meydana gelen bir toplumun devlet olma liyakatini kazanacağını ifade etmiştir. Ona göre müslüman olmak için Allah’ın birliğine ve sıfatlarına iman etmek ve O’na karşı gelmekten sakınmak (takvâ) yeterlidir. Bu çerçeveyi korumak kaydıyla müslümanlar inançlarında hürdür. Selefî, Eş‘arî, Mâtürîdî, Mu‘tezilî, Hâricî, Zeydî, İmâmî... hepsi -bazıları hatalı da olsa- müslümandır. İslâm birliğini de bu anlayış temin eder (Uśûlü’n-nižâmi’l-ictimâǾî fi’l-İslâm, s. 172). Öte yandan İbn Âşûr, İslâm’ın yönetim biçiminin kendi kurallarına göre oluşan bir demokrasi, yani demokrasinin özel bir şekli olduğunu öne sürer (a.g.e., s. 213).

Genç yaşından itibaren Tunus’un meseleleriyle ilgilenmeye başlayan İbn Âşûr öncelikle eğitim ve öğretimin ıslah edilmesi, adalet ve yargı işlerinin yeniden düzenlenmesi gerektiğini düşünmüş, Zeytûne Üniversitesi’nin eğitim öğretim işlerinden sorumlu heyetinde görevlendirildiğinde ilk işi bu alandaki düşüncelerini bir rapor halinde hükümete sunmak olmuştur. Bu raporda yer alan tekliflerin bir kısmı hemen uygulamaya konuldu. Daha sonra eğitim öğretim programlarının ıslahı için kurulan komisyonda üye iken de ikinci bir rapor hazırlayarak önce ilk öğretimin ıslah edilmesini ve bu maksatla Kayrevan, Sûse, Sefâkus, Tevzer, Kafsa gibi beş ayrı şehirde İslâmî eğitim veren ilköğretim okulları açılmasını önerdi. Ayrıca Zeytûne Üniversitesi’nin klasik ilimlerini de yeni bir anlayışla ele aldı; ders programlarına Arapça dil bilgisi, fizik, kimya ve cebir derslerini ilâve etti. Tunus’un dış dünya ile irtibatını sağlayarak millî ve mânevî değerleri korumak şartıyla eğitimi modern bir yapıya kavuşturmak istedi. Tunus bağımsızlığına kavuştuktan sonra (1956) üçüncü defa Zeytûne’nin rektörü olduğunda da üniversite eğitiminin iyileştirilmesi yönünde çabalarını sürdürdü; ülkenin yargı ve adalet işlerinin ıslahında önemli katkıları oldu.

Mücadeleci bir kişiliğe sahip olan İbn Âşûr, ülkenin bağımsızlığa kavuşması ve kalkınması yönünde önemli gayretler gösterdi. Tunus’un ve diğer birçok İslâm ülkesinin yıllarca Batılı devletlerin işgali altında kalması ve işgalci güçlerin bu ülkelerde yaptığı tahribat onu derinden etkilemişti. Emperyalizmin her çeşidine karşı amansız bir mücadeleye girerek kendisi gibi düşünen diğer vatanperverlerle birlikte ön saflarda yer aldı; ülkede ve ülke dışında çeşitli faaliyetlerde bulundu. İbn Âşûr ilim, fikir, hareket ve mücadele adamı; mücahid ve müceddid bir âlim olmanın yanında tevazu, sabır, metanet, himmet, zühd ve takvâ gibi ahlâkî güzellikleri de nefsinde taşıyan bir şahsiyete sahipti.

Eserleri. İbn Âşûr’un tefsir, hadis, fıkıh, fıkıh usulü, Arap dili ve edebiyatına dair telif, şerh ve hâşiye türünde kırka yakın eseri olup yayımlanmış eserlerinin başlıcaları şunlardır: 1. et-Taĥrîr ve’t-tenvîr*. Otuz cilt halinde yayımlanan eserde (Tunus 1978, 1984), çeşitli tefsir meselelerinin ele alındığı 130 sayfalık bir mukaddimeden sonra mushaftaki sıraya göre âyetler tefsir edilmiş, belâgat nükteleri açıklanmış, önceki müfessirlerin işaret etmedikleri bazı hususlara yer verilerek hem klasik hem de çağdaş anlayış ortaya konulmaya çalışılmıştır. 2. Keşfü’l-muġaŧŧâ fi’l-meǾânî ve’l-elfâžı’l-vâķıǾati fi’l-Muvaŧŧaǿ (Tunus 1975; Cezayir 1975). İmam Mâlik’in el-Muvaŧŧaǿ adlı eserinin şerhidir. 3. en-Nažarü’l-fesîĥ Ǿinde mađâǿiķı’l-enžâri fi’l-CâmiǾi’ś-śaĥîĥ (Tunus 1979; Libya 1979). Śaĥîĥ-i Buħârî’de izaha muhtaç gördüğü bazı konu ve kavramları açıkladığı bir eserdir. 4. Uśûlü’n-nižâmi’l-ictimâǾî fi’l-İslâm (Tunus 1964, 1977, 1985, 1989; Cezayir 1977). İki bölümden meydana gelen eserde telif sebebinin anlatıldığı uzun bir girişten sonra birinci bölümde fertlerin ıslahı konusu ele alınmış; inancın, düşüncenin ve amellerin düzeltilmesi, ilmî çalışma, kadınların toplumdaki yeri gibi konular işlenmiştir. İkinci bölümde toplumun ıslahı, İslâm birliği ve kardeşliği, siyasî sistem gibi konular üzerinde durulmuştur. 5. Maķāśıdü’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye (Tunus 1945-1946, 1978; Cezayir 1985). İlim âleminde büyük ilgi uyandıran ve üç bölümden meydana gelen eserde İslâm


hukukunda hükümlerin ana gayeleri konusu çeşitli açılardan ele alınarak tahlil edilmiş, fıkıh kültüründeki temel kavramlarla ilişkilendirilmiş, son bölümde hukukun ana gayeleri konusundaki genel teori ve kuralların muâmelât hukukunun bazı dallarına tatbiki yapılmıştır. Eser Mehmet Erdoğan ve Vecdi Akyüz tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir (İstanbul 1988, 1996). 6. Eleyse’ś-śubĥu bi-ķarîb (Tunus 1967, 1988). Müellifin yirmi yedi yaşında iken kaleme aldığı eserde İslâmî eğitim meseleleriyle ilgili görüşler ele alınmıştır. 7. Taĥķīķāt ve enžâr fi’l-Ķurǿân ve’s-Sünne (Tunus 1985). İbn Âşûr’a sorulan bazı sorularla bunların cevaplarını ihtiva eden eser oğlu Abdülmelik tarafından derlenmiştir. 8. Dîvânü’n-Nâbiġa ez-Zübyânî (Tunus 1976). İbn Âşûr’un derlemesi ve tahkikidir.

Müellifin yayımlanmış diğer bazı önemli eserleri de şunlardır: Uśûlü’l-inşâǿ ve’l-ħiŧâbe (Tunus 1339); Ĥâşiyetü’t-tavżîĥ ve’t-taśĥîĥ li-müşkilâti Kitâbi’t-Tenķīĥ Ǿalâ Şerĥi Tenķīĥi’l-fuśûl fi’l-uśûl li-Şihâbiddîn el-Ķarâfî (Tunus 1341); Naķdün Ǿilmiyyün li-Kitâbi’l-İslâm ve uśûlü’l-ĥüküm (Kahire 1344); Şerĥu Ķaśîdeti’l-AǾşâ el-Ekber (Tunus 1929); Mûcezü’l-belâġa (Tunus 1932); el-Vaķf ve âŝâruhû fi’l-İslâm (Kahire 1937); Şerĥu’l-muķaddime fi’l-edebiyye li-şerĥi’l-İmâm el-Merzûķī Ǿalâ dîvâni’l-Ĥamâse li-Ebî Temmâm (Tunus 1958, 1978; Libya 1978; Beyrut, ts.); Ķıśśatü’l-mevlid (Tunus 1392/1972).

İbn Âşûr’un sayısı yirmiyi bulan yayımlanmamış veya yayım aşamasındaki eserlerinden bazıları da şunlardır: MecmûǾa fetâvâ, MecmûǾa mükâtebe fi’n-nevâzili’ş-şerǾiyye, Emâlî Ǿalâ Muħtaśarı Ħalîl, Ârâǿ ictihâdiyye, Emâlî Ǿalâ Delâǿili’l-iǾcâz li’l-Cürcânî, Ġarâǿibü’l-istiǾmâl, Uśûlü’t-teķaddüm fi’l-İslâm, Târîħu’l-ǾArab (diğerleri için bk. Muhammed Azîz b. Âşûr, I [1990], s. 45-46). Tunus, Kahire ve Dımaşk’ta çıkan çeşitli dergilerde çok sayıda ilmî araştırma ve makalesi yayımlanmış olan İbn Âşûr, ayrıca Ebü’l-Kāsım el-İsfahânî’nin el-Vâżıĥ fî müşkilâti şiǾri’l-Mütenebbî (Tunus 1968) ve Beşşâr b. Bürd’ün 7600 beyit ihtiva eden Dîvânü Beşşâr b. Bürd (I-III, Kahire 1369-1376/1950-1957, IV, Kahire 1966, ayrıca tamamı, Kahire 1967; Tunus 1976) adlı eserlerini neşretmiştir. İbn Âşûr, Kitâbü Seriķāti’l-Mütenebbî ve müşkili meǾânîh (Tunus 1970) adlı eseri İbn Bessâm eş-Şenterînî’ye nisbet ederek yayımlamışsa da M. Rıdvân ed-Dâye bunun İbnü’s-Serrâc eş-Şenterînî’nin Cevâhirü’l-âdâb ve źeħâǿirü’ş-şuǾarâǿ ve’l-küttâb adlı eserinin dördüncü bölümü olduğunu tesbit etmiştir (bk. bibl.).

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Âşûr, Tefsîrü’t-taĥrîr ve’t-tenvîr, Tunus 1984, I, 44-45; a.mlf., Maķāśıdü’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye, Tunus 1985, tür.yer.; a.mlf., Uśûlü’n-nižâmi’l-ictimâǾî fi’l-İslâm, Tunus 1985, s. 172, 213; Muhammed el-Hıdır Hüseyin, Tûnis ve CâmiǾu’z-Zeytûne (nşr. Ali Rızâ et-Tûnisî), Dımaşk 1391/1971, s. 123-126; Arnold H. Green, The Tunisian Ulama 1873-1915, Leiden 1978, s. 89, 183-185, 206-207, 212-219, 249-250; Ammâr et-Tâlibî, Âŝâru İbn Bâdîs, Beyrut 1403/1983, III, 74-75, 95, 126; Mahfûz, Terâcimü’l-müǿellifîn, III, 304-309; Hind Şelebî, et-Tefsîrü’l-Ǿilmî li’l-Ķurǿâni’l-Kerîm beyne’n-nažariyyât ve’t-taŧbîķ, Tunus 1985, s. 22-23; Sâdık ez-Zemerlî, AǾlâm Tûnisiyyûn (trc. Hammâdî es-Sâhilî), Beyrut 1986, s. 361-367; Muhammed Sâlih el-Câbirî, et-Tevâśulü’ŝ-ŝeķāfî beyne’l-Cezâǿir ve Tûnis, Beyrut 1990, s. 38-42, 46, 55; Ahmed Ömer Ebû Hacer, et-Tefsîrü’l-Ǿilmî li’l-Ķurǿân fi’l-mîzân, Dımaşk 1411/1991, s. 263-267; Muhammed Reşâd el-Hamzâvî, el-MuǾcemü’l-ǾArabî: İşkâlât ve muķārebât, Beytülhikme 1991, s. 85-94; Abdülmecid Ömer en-Neccâr, Fuśûl fi’l-fikri’l-İslâmî bi’l-Maġrib, Beyrut 1992, s. 139-162; İsmâil el-Hasenî, Nažariyyetü’l-maķāśıd Ǿinde’l-İmâm Muĥammed eŧ-Ŧâhir b. ǾÂşûr, Maryland 1416/1995, tür.yer.; Belkāsım el-Gālî, Şeyħü’l-CâmiǾi’l-aǾžam Muĥammed eŧ-Ŧâhir İbn ǾÂşûr: ĥayâtühû ve âŝâruh, Beyrut 1417/1996; Ali eş-Şennûfî, Ĥavliyyetü’l-CâmiǾati’t-Tûnisiyye, sy. 10 (1973), s. 5-9; M. Rıdvân ed-Dâye, “Kitâbü Seriķāti’l-Mütenebbî ve müşkili meǾânîh li’bn Bessâm en-Naĥvî”, MMLADm., LXX/4 (1416/1995), s. 611-622; M. Talbi, “Ibn ǾĀşūr”, EI² [İng.], III, 720; Muhammed Azîz b. Âşûr, “eş-Şeyħ Muĥammed eŧ-Ŧâhir İbn ǾÂşûr”, Dâǿiretü’l-maǾârifi’t-Tûnisiyye, Kartâc 1990, I, 40-46.

Ahmet Coşkun