İBN ABDÜSSELÂM, İzzeddin

(عزّ الدين ابن عبد السلام)

Ebû Muhammed İzzüddîn Abdülazîz b. Abdisselâm b. Ebi’l-Kāsım es-Sülemî ed-Dımaşkī (ö. 660/1262)

Şâfiî fakihi.

577 (1181) veya 578 (1182) yılında Dımaşk’ta doğdu. Benî Süleym kabilesine mensup olup İzzeddin’in kısaltılmış şekliyle el-İzz ve öğrencisi İbn Dakīkul‘îd’in verdiği “sultânülulemâ” ve “şeyhülislâm” lakaplarıyla da anılmaktadır. Tahsil hayatına nisbeten geç bir yaşta Ebû İshak eş-Şîrâzî’nin Şâfiî fıkhına dair et-Tenbîh adlı eserini ezberleyerek başladı. Kādî İbnü’l-Harestânî, Ebû Tâhir Berekât b. İbrâhim el-Huşûî, Ebû Mansûr İbn Asâkir, Ebû Muhammed İbn Asâkir ve Seyfeddin el-Âmidî başta olmak üzere birçok âlimden dinî ilimler okudu. 597 (1201) veya 599 (1203) yılında bazı kaynaklara göre ilim tahsili için, bazılarına göre ise elçilik göreviyle Bağdat’a gitti. Onun Bağdat’a iki defa gitmiş olduğu düşünülebilirse de elçilik göreviyle gidip orada Ebû Ali Hanbel b. Abdullah er-Rusâfî ve Ebû Hafs İbn Taberzed gibi âlimlerle görüşmüş olması ihtimali mevcut rivayetlere daha uygun düşmektedir. Birkaç ay sonra Dımaşk’a geri dönerek öğrenimine devam eden İbn Abdüsselâm özellikle fıkıh, fıkıh usulü, tefsir, kelâm ve bir ölçüde de tasavvuf alanında derinleşti. Dımaşk’ta Azîziyye Medresesi’nde ve 635 (1238) yılından itibaren Emeviyye Camii’nin ez-Zâviyetü’l-Gazzâliyye denilen köşesinde ders okutmaya başladı. Ayrıca 637 (1239-40) yılında bu caminin imam-hatipliğine getirildi. Dımaşk kadılığı yapıp yapmadığı hususunda ise kaynaklar çelişkili bilgiler vermektedir.

İbn Abdüsselâm, Eyyûbîler’in Dımaşk kolu hükümdarlarından el-Melikü’s-Sâlih İmâdüddin İsmâil dönemine kadar Dımaşk’ta kaldı. el-Melikü’s-Sâlih İmâdüddin’in, aralarındaki siyasî çekişme yüzünden Mısır Eyyûbî Sultanı el-Melikü’s-Sâlih Necmeddin Eyyûb’a karşı Haçlılar’dan yardım istemesini, bazı kaleleri onlara bırakmasını, Dımaşk’a girerek silâh satın almalarına imkân tanımasını şiddetle eleştirerek aleyhte fetva vermesi ve cuma hutbelerinde artık ona dua etmemesi gibi sebeplerle önce hapsedildi, ardından Dımaşk’tan sürüldü. Cemâleddin İbnü’l-Hâcib ile birlikte gittiği Kudüs’te el-Melikü’s-Sâlih İmâdüddin tarafından yapılan uzlaşma tekliflerini reddedince yeniden tutuklandı. Mısır’dan gönderilen Eyyûbî kuvvetlerinin el-Melikü’s-Sâlih İmâdüddin ve müttefiklerini yenmesi üzerine 639 (1241) yılında Kahire’ye gitti.

Mısır’da kendisine büyük saygı gösteren el-Melikü’s-Sâlih Necmeddin Eyyûb tarafından aynı yıl Mısır (Kahire değil) kadılığına tayin edilen İbn Abdüsselâm, Amr b. Âs Camii’nin hatipliği ve Sâlihiyye Medresesi’nin müderrisliğiyle de görevlendirildi. Mısır müftüsü Hâfız Münzirî’nin onun gelişinden sonra bir saygı göstergesi olarak fetva vermeyi terkettiği rivayet edilmektedir. Olgunluk devresinde mezhebinin görüşlerine bağlanıp kalmayarak kendi ictihadlarına göre amel eden İbn Abdüsselâm Mısır’da Şâfiî mezhebinin otoritesi haline geldi.

İslâm dünyasının her yanından fetva sormak ve ilim öğrenmek için gelen insanların yoğun ilgisine muhatap olan, ilmî olgunluk döneminden sonra hayatını öğrenci yetiştirmeye ve eser telif etmeye adayan İbn Abdüsselâm’ın kaynaklarda elli civarında öğrencisinin adı zikredilir. Bunlar arasında oğlu Şerefeddin Muhammed Abdüllatîf, İbn Dakīkul‘îd, Ebû Şâme el-Makdisî, Şehâbeddin el-Karâfî, Ebü’l-Hasan Alâeddin Ali b. Muhammed el-Bâcî, Dîrînî, Tâceddin Abdurrahman b. İbrâhim el-Firkâh, Abdülmü’min b. Halef ed-Dimyâtî ve Hibetullah b. Abdullah el-Kıftî gibi âlimler vardır.

İbn Abdüsselâm, oğlu Şerefeddin Muhammed Abdüllatîf’ten nakledilen bilgiye göre (Sübkî, VIII, 245) 9 Cemâziyelevvel 660 (1 Nisan 1262) tarihinde Kahire’de öldü ve Karâfe Kabristanı’na defnedildi. Kaynakların çoğunda vefat günü


10 Cemâziyelevvel (2 Nisan) olarak kaydedilirken M. Mustafa b. Hâc, oğlu Şerefeddin ve talebesi Dimyâtî’den vefat gününün 9 Cemâziyelevvel olduğu ve bir gün sonra defnedildiği yolunda rivayetlerin geldiğini, ancak kaynakların vefat ve defin günlerini birbirine karıştırdığını söyler (Mecâzü’l-Ķurǿân, neşredenin girişi, s. 26). Yûnînî ise bu ayın onunda öldüğünü ve ertesi gün defnedildiğini kaydeder (Źeylü Mirǿâti’z-zamân, II, 176).

İbn Abdüsselâm Mısır ve Suriye bölgesinde karışıklıkların olduğu bir dönemde yaşadı. Bir taraftan Haçlılar, diğer taraftan içteki ayaklanmalar, itikadî-felsefî tartışmalar, tasavvufî cereyanlar bölgeyi etkisi altında bulunduruyordu. Bu gelişmeler onu siyasetle, kelâmî ve felsefî tartışmalarla meşgul olmaya, bid‘atlara ve aşırı görüşlere karşı tavır almaya sevketti; bu fikrî mücadelesi eserlerine de yansıdı.

İtikadda Eş‘arî mezhebini benimseyen İbn Abdüsselâm’ın bazı kelâm tartışmalarına taraf olduğu anlaşılmaktadır. Eyyûbîler’in Dımaşk kolu hükümdarlarından el-Melikü’l-Eşref Mûsâ ile aralarında Allah’ın kelâmının mahiyeti konusunda geçen tartışma meşhur olup oğlu Şerefeddin Muhammed Abdüllatîf bu hususta Îżâĥu’l-kelâm fîmâ cerâ li’l-Ǿİz b. ǾAbdisselâm fî mesǿeleti’l-kelâm adlı bir eser kaleme almıştır (Kahire 1370). İbn Abdüsselâm’ın el-Mülĥa fî iǾtiķādi ehli’l-ĥaķ adıyla bir eser (metni için bk. Sübkî, VIII, 219-234) yazmasına sebep olan bu hadise şu şekilde gelişmiştir: Şâfiîler ile Hanbelîler arasında Allah’ın kelâmının mahiyeti konusundaki tartışma o dönemde hâlâ gündemdeydi ve İbn Abdüsselâm Allah’ın kelâmının kendi zâtıyla kaim, kadîm ve ezelî bir mâna olup harf ve ses olmadığı şeklindeki Eş‘arî görüşünü savunuyordu. İktidara yakın bazı Hanbelîler tarafından, bu görüşün yanlış ve Selefiyye anlayışına aykırı olduğu fikrinin telkin edildiği el-Melikü’l-Eşref el-Mülĥa fî iǾtiķādi ehli’l-ĥaķķ’ı okuyunca İbn Abdüsselâm’ı halktan tecrit için birtakım tedbirlere başvurdu; bu amaçla onun fetva vermesini, hatta evinden çıkıp halkla görüşmesini yasakladı. Fakat Hanefîler’den Mahmûd b. Ahmed el-Hasîrî ve Mâlikîler’den Cemâleddin İbnü’l-Hâcib gibi âlimlerin ara buluculuğuyla mesele kısa sürede çözüldü, hatta yanıldığını kabul eden el-Melikü’l-Eşref Mûsâ, İbn Abdüsselâm ile helâlleşti. Onun bu hususta gerek Hanbelîler’e gerekse öteki uçta yer alan görüş sahiplerine karşı peşin fikirle hareket etmediği bilinmektedir. Nitekim Kur’an’ın mahlûk, harf ve ses olduğunu iddia edenlerin selâmını almanın hükmü sorulduğunda, “Müslüman oldukları için vâciptir” şeklinde fetva vermiştir (Kitâbü’l-Fetâvâ, s. 54). Öte yandan bir fetvasının yanlışlığını anladıktan sonra dellâl çağırtarak söz konusu fetva ile amel edilemeyeceğini ilân ettirdiğine dair rivayetten, kendi görüşlerine dahi taassupla sarılmasını engelleyecek bir ahlâka ve ilmî sorumluluğa sahip olduğu anlaşılmaktadır.

Kaynaklarda, dinin emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker ilkesini yerine getirmeye son derece önem veren zâhid bir âlim olduğu ve bu hususta yöneticilerden dahi çekinmediği belirtilen İbn Abdüsselâm, Regaib ve Berat gecelerinde sünnet telakkisiyle kılınan namazlar gibi bazı yaygın uygulamalara da şiddetle karşı çıkmıştır. Ayrıca el-Melikü’s-Sâlih Necmeddin Eyyûb’un veziri Fahreddin Osman b. İbrâhim en-Nablusî’nin bir caminin sahasına eğlence yeri inşa edilmesi emrini verdiğini duyunca oğullarıyla birlikte gidip inşaatı yıkmış, vezirin adalet sıfatının kalktığını ilân ederek kadılıktan da istifa etmiştir. Vezirin adalet sıfatının ilgası İslâm dünyasında yankı uyandırmış, el-Melikü’s-Sâlih Necmeddin Eyyûb’un Abbâsî Halifesi Müsta‘sım-Billâh’a Fahreddin Osman’ın kaleminden gönderdiği mesaj, doğruluğu bizzat el-Melikü’s-Sâlih tarafından onaylanmadan halifece kabul edilmemiştir. İbn Abdüsselâm’ın daha önce Dımaşk’ta el-Melikü’s-Sâlih İmâdüddin İsmail’e karşı tavrını göz önüne alan el-Melikü’s-Sâlih Necmeddin Eyyûb, bu hadiseden sonra iktidarını sarsacak hutbeler irat etmesinden korktuğu için onu hatiplikten azletmiştir. Geniş halk kitleleri üzerindeki etkisi sebebiyle kendisinden çekinen sultanlar onun görüşlerini dikkate alma gereğini hissetmişlerdir. Bu mücadeleci tavrı İbn Abdüsselâm’ın, zaman zaman yöneticilerin öfkesine mâruz kalıp içtimaî ve siyasî hayattan koparılarak vaktini Sâlihiyye Medresesi’nde verdiği derslerle, ayrıca evinde sürdürdüğü telif, öğretim ve fetva faaliyetleriyle geçirmesine yol açmıştır.

İktidarı Eyyûbîler’den devralan Bahrî Memlükler devrinde de eski faaliyetlerini sürdürdüğü anlaşılan İbn Abdüsselâm, el-Melikü’z-Zâhir I. Baybars’a biat merasimi esnasında onun Emîr Alâeddin Aytekin el-Bundukdârî’nin kölesi olması dolayısıyla sultan olamayacağını ileri sürerek biat etmekten kaçınması üzerine, Baybars’ın el-Melikü’s-Sâlih Necmeddin Eyyûb tarafından satın alınarak âzat edildiğine dair şahitler bulunarak ikna edilebilmiştir. Ancak diğer Memlük emîrlerinin hür oldukları ispat edilemediği için pazarda satılarak âzat edilmeleri ve bedellerinin de Allah yolunda harcanması gerektiğine dair bir fetva verince sultanla arası açılmış ve Dımaşk’a geri dönmek üzere yola çıkmıştır. Ancak sultan, onun gidişiyle saltanatının tehlikeye düşeceği uyarısı üzerine ardından gidip gönlünü alarak geri dönmesini ve fetvasının gereğinin yapılmasını sağlamıştır. Tarihte bir başka örneğine rastlanmayan bu olaydan sonra kendisine “bâyiu’l-mülûk, bâyiu’l-ümerâ” lakabı verilmiştir.

Başta Zehebî, Sübkî, İbn Kesîr, Yâfiî, İbnü’l-İmâd gibi çeşitli mezheplere mensup şahsiyetler olmak üzere daha sonraki âlimlerin İbn Abdüsselâm’ın ilmini ve ahlâkını övmeleri onun bu âlimler nazarındaki mertebesini göstermektedir. Cemâleddin İbnü’l-Hâcib’in, İbn Abdüsselâm’ın Gazzâlî’den daha fakih olduğu şeklindeki değerlendirmesi (Sübkî, VIII, 214) biraz mübalağalı görünse de onun ulaştığı ilmî dereceyi göstermesi açısından önemlidir.

İbn Abdüsselâm’ın tasavvufî yönü hakkında kaynaklarda oldukça az bilgi bulunmaktadır. Sûfî tabakatıyla ilgili bazı kitaplarda biyografisine yer verilir, kendisine çeşitli kerâmetler nisbet edilir ve hakkında menkıbeler anlatılır. Şüphesiz bu şekilde tanıtılması, onun bir sûfî olmasından değil ilk dönem hadisçileri gibi dinî hükümlerin korunması ve bid‘atlardan sakınılması konusundaki hassasiyeti, hak bildiği yolda mücadele etmesi, ayrıca eserlerinde dinî hayatın ahlâkî ve derunî cephesine özel bir önem vermiş olması sebebiyledir. Sübkî, İbn Abdüsselâm’ın tasavvuf hırkasını Şehâbeddin es-Sühreverdî’den giydiğini ve Ebü’l-Abbas el-Mürsî ile birkaç defa buluştuğunu bildirmektedir (Ŧabaķāt, VIII, 214-215). VIII. (XIV.) yüzyıl başlarında Dımaşk’a gelen Muhyiddin İbnü’l-Arabî ile tanışıp tanışmadığı bilinmemekteyse de dönemine yakın kaynaklar onun İbnü’l-Arabî’yi bazı görüşlerinden dolayı ağır bir şekilde tenkit ettiğini belirtmektedir (İbn Teymiyye, IV, 75; Safedî, IV, 174; ayrıca bk. Sayyid Rizwan Ali, XLV/3 [1971], s. 193-201). İbn Abdüsselâm’ın, kendi tasavvuf anlayışından oldukça farklı bir görüşe sahip olan İbnü’l-Arabî ile uyum içinde olacağına ihtimal vermek zordur. Onun semâ meclislerine katıldığı ve bizzat raksettiği bazı kaynaklarda belirtilmekteyse de (İbnü’l-İmâd, V, 302), raksın ancak aklı kıt olanların itibar edeceği bir bid‘at olduğuna dair fetvası (Kitâbü’l-Fetâvâ, s. 163) bu bilgiyle çelişmektedir.


Eserleri. Fıkıh, usûl-i fıkıh, tefsir, hadis, kelâm, siyer, tasavvuf gibi alanlarda kırk civarında eser veren İbn Abdüsselâm genelde sade ve kolay anlaşılır bir dil kullanmış, bu şekilde ilme dayalı kültürü halk arasında yaymada büyük başarı elde etmiştir. Önemli eserleri şunlardır: 1. ĶavâǾidü’l-aĥkâm fî meśâliĥi’l-enâm (el-ĶavâǾidü’l-kübrâ). Kavaid literatürünün günümüze ulaşan ilk örneklerinden biridir. Ancak eserde İslâm hukukunun o döneme kadar belirginleşen küllî kaideleri bir araya getirilmemiş, müellifin de belirttiği gibi İslâm dininin, bütün hükümlerin odağında yer alan insanların özel ve genel yararını sağlama ve koruma (celb-i mesâlih), onlara gelebilecek zarar ve kötülükleri önleme (def‘-i mefâsid) ilkesinin fıkhın çeşitli alanlarına uygulanması ve bu ana ilkenin tamamlayıcısı konumundaki kurallar ele alınmıştır. Müellif, dinî hükümlerin bütünüyle mesâlih olduğunu ifade ettikten sonra fıkhın değişik alanlarındaki mesâlih ve mefâsidi ve bunlar arasındaki ilişkileri açıklayacağını belirtir. Tâceddin es-Sübkî’nin, eseri İbn Abdüsselâm’ın dinî ilimlerdeki yüksek derecesini gösteren bir belge olarak nitelendirmesi (Ŧabaķāt, VIII, 247) bu özelliği sebebiyle olmalıdır. Kâtib Çelebi de bu kitabın benzerinin yazılmadığını söyler (Keşfü’ž-žunûn, II, 1360). Eserde seksen civarında başlık (fasıl) altında mesâlih ve mefâsid kavramının mahiyeti, dereceleri, çeşitli fıkıh kavramlarıyla ilişkisi açıklanmış, bu bağlamda yapılan her ayırım ve tesbitin fürû-i fıkıhtan örnekleri verilerek âdeta fürû-i fıkhın söz konusu ilke açısından genel bir tanıtımı yapılmıştır. Süyûtî’nin bu esere atıfla İbn Abdüsselâm’ın bütün fıkhı mesâlihin gözetilmesine, mefsedetin önlenmesi ilkesine râci kıldığını söylemesi de bundan dolayıdır (el-Eşbâh ve’n-nežâǿir, s. 8). Kitap bu özelliğiyle bir yönden müellifin öğrencisi Şehâbeddin el-Karâfî’nin el-Furûķ’unun, diğer yönden Şâtıbî’nin el-Muvâfaķāt’ının habercisi sayılır. Eser birçok defa basılmıştır (Kahire, I-II, 1934, 1968; Beyrut, ts.). 2. el-ĶavâǾidü’ś-śuġrâ. Bir önceki eserin muhtasarı olup el-Fevâǿid fi’ħtiśâri’l-ĶavâǾid (nşr. Celâleddin Abdurrahman, Kahire 1409/1988) ve Muħtaśarü’l-fevâǿid fî aĥkâmi’l-maķāśıd (nşr. Sâlih b. Abdülazîz Âl Mansûr, Riyad 1417/1997) adlarıyla yayımlanmıştır. 3. el-İmâm fî beyâni edilleti’l-aĥkâm. Fıkıh usulüne dair olan eseri Rıdvân Muhtâr neşretmiştir (Mekke 1404/1984; Beyrut 1987). 4. et-Terġīb Ǿan śalâti’r-Reġāǿibi’l-mevżûǾa ve beyânü mâ fîhâ min muħâlefeti’s-süneni’l-meşrûǾa. Regaib namazının bid‘at olduğunu ispat için kaleme aldığı bir risâle olup Nâsırüddin el-Elbânî ve M. Züheyr eş-Şâvîş tarafından Müsâcele Ǿilmiyye beyne’l-Ǿİz b. ǾAbdisselâm ve İbni’ś-Śalâĥ adıyla yayımlanmıştır (Dımaşk 1380). 5. Aĥkâmü’l-cihâd ve feżâǿilüh (Cidde 1986). 6. el-Fetâva’l-Mıśriyye. Mısır’da yaşadığı süre içinde kendisine yöneltilen bazı sorulara verdiği cevapları ihtiva eden bir eser olup Abdurrahman b. Abdülfettâh tarafından Kitâbü’l-Fetâvâ (Beyrut 1406/1986), Mustafa Âşûr tarafından Fetâvâ sulŧâni’l-Ǿulemâǿ el-Ǿİz b. ǾAbdisselâm (Kahire 1987) adlarıyla neşredilmiştir. 7. el-İşâre ile’l-Îcâz fî baǾżı envâǾi’l-mecâz (el-Mecâz, Mecâzü’l-Ķurǿân). Kur’an’ın i‘câzıyla ilgili olan bu eseri Tâceddin es-Sübkî ĶavâǾidü’l-aĥkâm’la birlikte İbn Abdüsselâm’ın dinî ilimlerdeki üstün mertebesinin önemli belgesi kabul eder (Ŧabaķāt, VIII, 247). Çağdaş araştırmacılar da eseri Kur’an nazmının fıkhî bir yaklaşımla ele alınmasının güzel bir örneği olarak gösterirler (Münîr Sultân, s. 125-157). Birkaç baskısı yapılan eserin (İstanbul 1313; Beyrut 1987) sûre tertibine göre hazif örnekleri ve makāsıd kısmı hariç tutularak hazif, mecaz ve mecaz türlerini ele alan kısmı Mecâzü’l-Ķurǿân adıyla Muhammed Mustafa b. Hâc tarafından yayımlanmıştır (Trablus 1413/1992). Süyûtî’nin bu eseri Mecâzü’l-fürsân ilâ Mecâzi’l-Ķurǿân adıyla ihtisar ettiği, İbn Kayyim’in de benzeri bir eserinin bulunduğu kaynaklarda belirtilir. 8. Fevâǿid fî müşkili’l-Ķurǿân. Rıdvân Ali en-Nedevî’nin neşrettiği eser (Küveyt 1967; Kahire 1982), aslında müellifin kaynaklarda el-Emâlî, el-Fevâǿid fî Ǿulûmi’l-Ķurǿân, Mesâǿil ve Ecvibe gibi adlarla anılan eserinin ilk kısmıdır. 9. İħtiśâru tefsîri’n-Nüket ve’l-Ǿuyûn. Mâverdî’ye ait tefsirin ihtisarıdır (nşr. Abdullah el-Vehîbî, Riyad 1982). 10. Bidâyetü’s-sûl fî tafżîli’r-Resûl. Selâhaddin el-Müneccid’in Münyetü’s-sûl fî tafżîli’r-Resûl adıyla neşrettiği bu risâle (Beyrut 1401/1981) daha sonra Muhammed Nâsırüddin el-Elbânî tarafından yeniden yayımlanmıştır (Beyrut 1986). 11. Aĥvâlü’n-nâs. Dinin temel öğretisi açısından insanların dünya ve âhiretteki durum ve derecelerine temas eden bir risâle olup adı bazı kaynaklarda Aĥvâlü’n-nâs yevme’l-ķıyâme, Abdürrahîm Ahmed Kamhiyye’nin neşrinde ise (Humus 1413) Aĥvâlü’n-nâs ve źikrü’l-ħâsirin ve’r-râbihîn minhüm şeklinde kaydedilmiştir. Abdürrahîm Ahmed, bu eserle birlikte İbn Abdüsselâm’ın el-Farķ beyne’l-îmân ve’l-İslâm ile Fevâǿidü’l-belvâ ve’l-miĥan adlı risâlelerini de yayımlamıştır. 12. el-Mülĥa fî iǾtiķādi ehli’l-ĥaķ. İbn Abdüsselâm’ın, Allah’ın kelâmının mahiyeti konusunda görüşlerini ve dönemindeki bazı Hanbelî âlimlerine cevaplarını ihtiva eden bir risâle olup müellifin Sübkî’nin Ŧabaķātü’ş-ŞâfiǾiyyeti’l-kübrâ’sında yer alan biyografisinde nakledilmektedir (VIII, 219-234). Kâtib Çelebi, ilk ikisinin baş tarafından yaptığı nakiller aynı olmasına rağmen İbn Abdüsselâm’a Mülĥatü’l-iǾtiķād, ǾAķīdetü’ş-Şeyħ Ǿİzziddîn ve ǾAķāǿidü’ş-Şeyħ Ǿİzziddîn adlı üç ayrı eser nisbet etmektedir (Keşfü’ž-žunûn, II, 1143, 1158, 1817). el-Mülĥa’yı müellifin oğlu Abdüllatîf rivayet ettiğinden eser ona nisbetle basılmış olup (Kahire 1370) bu risâleyi rivayet eden kişinin diğer oğlu Şerefeddin olduğu da kaydedilmektedir (Mecâzü’l-Ķurǿân, neşredenin girişi, s. 28). 13. Terġībü ehli’l-İslâm fî sükne’ş-Şâm. Müellif, Suriye’nin ve Suriye halkının faziletiyle ilgili bazı hadisler zikredip müslümanları orada yerleşmeye teşvik ettiği bu risâlesini muhtemelen Dımaşk’ta yaşadığı sıralarda kaleme almıştır. Eserin çeşitli neşirleri yapılmıştır (Kudüs 1359/1940, nşr. Muhammed Şekkûr, Zerkā-Ürdün 1987; nşr. İyâd Hâlid et-Tabbâ‘, Dımaşk 1992). 14. Risâle fî şerĥi ĥadîŝi Ümmi ZerǾ. Hz. Âişe’den rivayet edilen hadisin şerhidir (Kahire 1906). 15. Şeceretü’l-maǾârif ve’l-aĥvâl ve śâliĥu’l-aķvâl ve’l-aǾmâl. İbn Abdüsselâm bu eserinde kişinin Allah’ı tanımasını (mârifetullah) bir ağacın gövdesine, Allah’ın sıfatlarını bilip onlarla ve Kur’an ahlâkıyla ahlâklanmasını da bu ağacın dallarına ve meyvelerine benzetir. İbadet hayatından ailevî ve beşerî ilişkilere kadar bir müslümanın uyması gereken âdâb ve ahlâkı tasavvufî bir üslûpla ele alır. Eseri İyâd Hâlid et-Tabbâ‘ yayımlamıştır (Dımaşk 1410/1989).

İbn Abdüsselâm’ın bunlardan başka el-Fetâva’l-Mevśıliyye (Musul hatibi Şemseddin Abdürrahîm et-Tûsî’nin sorduğu doksan soruya verdiği cevaplar), el-Ġāye fi’ħtiśâri’n-Nihâye (İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî’nin Nihâyetü’l-maŧlab adlı eserinin muhtasarı), Maķāśıdü’ś-śalât, Ķıśśatü vefâti’n-nebî ve Menâsikü’l-ĥac gibi eserleri de vardır. İsim benzerliğinden dolayı İbn Gānim el-Makdisî’nin (İzzeddin Abdüsselâm b. Ahmed) Ĥallü’r-rumûz ve mefâtîĥu’l-künûz ile Keşfü’l-esrâr min ĥikemi’ŧ-ŧuyûr ve’l-ezhâr adlı kitapları başta olmak üzere diğer bazı eserler de İbn Abdüsselâm’a nisbet edilmiştir (müellifin eserleri hakkında geniş bilgi için bk. el-İmâm fî beyâni edilleti’l-aĥkâm, neşredenin girişi, s. 41-52; a.mlf., Mecâzü’l-Ķurǿân, neşredenin girişi, s. 26-37;


a.mlf., Şeceretü’l-maǾârif, neşredenin girişi, s. 20-31; Brockelmann, GAL, I, 554-555; Suppl., I, 766-768).

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Abdüsselâm, el-İmâm fî beyâni edilleti’l-aĥkâm (nşr. Rıdvân Muhtâr), Beyrut 1407/1987, neşredenin girişi, s. 13-52; a.mlf., Kitâbü’l-Fetâvâ (nşr. Abdurrahman b. Abdülfettâh), Beyrut 1406/1986, s. 54, 163; ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 14-28; a.mlf, ĶavâǾidü’l-aĥkâm, Kahire 1968, I, 9; a.mlf., Mecâzü’l-Ķurǿân (nşr. M. Mustafa b. el-Hâc), Trablus 1413/1992, neşredenin girişi, s. 11-78; a.mlf., Şeceretü’l-maǾârif (nşr. İyâd Hâlid et-Tabbâ‘), Dımaşk 1410/1989, neşredenin girişi, s. 7-43; Ebû Şâme, eź-Źeyl Ǿale’r-Ravżateyn, s. 216; Ahmed b. Yûsuf el-Leblî, Fihristü’l-Leblî (nşr. Yâsîn Yûsuf Ayyâş - Avvâd Abdürabbih Ebû Zîne), Beyrut 1408/1988, s. 131-133; Abdüllatîf b. Abdülazîz, Îżâĥu’l-kelâm fîmâ cerâ li’l-Ǿİz b. ǾAbdisselâm fî mesǿeleti’l-kelâm, Kahire 1370, s. 1-16; Yûnînî, Źeylü Mirǿâti’z-zamân, Haydarâbâd 1375/1955, II, 172-176; İbn Teymiyye, MecmûǾatü’r-resâǿil, IV, 75; Zehebî, el-Ǿİber, III, 299; İbn Fazlullah el-Ömerî, Mesâlik, VI, 192-194; Safedî, el-Vâfî, IV, 174; Kütübî, Fevâtü’l-Vefeyât, II, 350-352; Yâfiî, Mirǿâtü’l-cenân (Cübûrî), IV, 153-158; Sübkî, Ŧabaķāt, VIII, 209-255; İsnevî, Ŧabaķātü’ş-ŞâfiǾiyye, II, 197-199; İbn Kesîr, el-Bidâye, XIII, 235-236; İbn Kādî Şühbe, Ŧabaķātü’ş-ŞâfiǾiyye, II, 109-111; İbn Kunfüz, el-Vefeyât (nşr. Âdil Nüveyhiz), Beyrut 1971, s. 327-328; İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü’z-zâhire, VII, 208; Süyûtî, Ĥüsnü’l-muĥâđara, I, 314-316; II, 161-163; a.mlf., el-Eşbâh ve’n-nežâǿir, Kahire 1959, s. 8; Nuaymî, ed-Dâris fî târîħi’l-medâris (nşr. Ca‘fer el-Hasenî), Kahire 1988, I, 413, 532; II, 3-4; İbn İyâs, BedâǿiǾu’z-zühûr, I/1, s. 317-318; Dâvûdî, Ŧabaķātü’l-müfessirîn (Ömer), I, 308-323; Taşköprizâde, Miftâhu’s-saǾâde, II, 353-354; Hüseynî, Ŧabaķātü’ş-ŞâfiǾiyye, s. 222-223; Münâvî, el-Kevâkib, II, 110-115; Keşfü’ž-žunûn, I, 92, 116, 220, 260, 399, 438, 453, 883; II, 1027, 1081, 1143, 1158, 1219, 1359, 1360, 1590, 1780, 1817, 1855, 1985; İbnü’l-İmâd, Şeźerât, V, 301-302; İbnü’l-Gazzî, Dîvânü’l-İslâm (nşr. Seyyid Kesrevî Hasan), Beyrut 1411/1990, III, 289-290; Serkîs, MuǾcem, I, 164-165; Brockelmann, GAL, I, 554-555; Suppl., I, 766-768; Îżâĥu’l-meknûn, I, 84, 167, 631; Karatay, Arapça Yazmalar, I, 22; Nebhânî, Kerâmâtü’l-evliyâǿ, II, 171-173; Tebrîzî, Reyĥânetü’l-edeb, III, 57-58; Müneccid, MuǾcem, II, 97; III, 29-30; Âyide İbrâhim Nusayr, el-Kütübü’l-ǾArabiyye elletî nüşiret fî Mıśr beyne Ǿâmey 1926-1940, Kahire 1980, s. 45; Nüveyhiz, MuǾcemü’l-müfessirîn, I, 287-288; Mahmûd el-Hâlidî, el-Uśûlü’l-fikriyye li’ŝ-ŝeķāfeti’l-İslâmiyye, Amman 1983, s. 663-667; Abdülkerîm Osman, MeǾâlimü’ŝ-ŝeķāfeti’l-İslâmiyye, Beyrut 1984, s. 394-398; Münîr Sultân, Menâhic fî taĥlîli’n-nažmi’l-Ķurǿânî, İskenderiye 1990, s. 125-157; Muhammed ez-Zühaylî, el-Ǿİz b. ǾAbdisselâm, Dımaşk 1992; Mahmûd Şelebî, Ĥayâtü Sulŧâni’l-Ǿulemâǿ el-Ǿİz b. ǾAbdisselâm, Beyrut 1992; Abdülmün‘im el-Hâşimî, el-Ǿİz b. ǾAbdisselâm sulŧânü’l-Ǿulemâǿ, Beyrut 1993; Sayyid Rizwan Ali, “Two Great Contemporaries of Thirteenth Century A.D.: Sultān al-‘Ulama al-‘Izz Ibn al-Salām and Ibn ‘Arabī”, IC, XLV/3 (1971), s. 193-201; E. Chaumont, “al-Sulamī”, EI² (İng.), IX, 812-813; Nâsır Güzeşte, “İbn ǾAbdisselâm”, DMBİ, IV, 194-195.

H. Yunus Apaydın