HÜVE HÜVE

(هو هو)

Varlık anlamında kullanılan bir felsefe terimi.

Arapça’da “O odur, o kendisidir” anlamına gelen bu ibareyi ilk İslâm filozofu Kindî, bir cinse dahil olan türlerin kapsamındaki her şahıs için kullanmıştır. Bundan dolayı her bir şahıs veya fert kendisiyle özdeştir; başkası değildir. Şu halde hüve hüve mutlak bir kavram olarak ele alındığında onun karşıtı gayr (başkası) terimidir. Bu durumda bir şeyin hüve hüve (kendi kendisi) olması başkası olmaması demektir. Ebû Rîde, Kindî’nin bu kavramı “kendi başına var olan şey” anlamındaki hüviyetle aynı anlamda kullanmış olabileceğini belirtir (Resâǿil, s. 129, dipnot 4). Nitekim Kindî de Ebû Rîde’nin görüşünü doğrulayacak biçimde hareket çeşitlerinden olan dönüşümü (istihâle) açıklarken, “Bir şey, hüve hüve olarak kalırken niteliklerinin değişmesidir” demektedir. Bu da her şahsın bir cevher olduğu gerçeğini dile getirmektedir. Çünkü felsefî bir kavram olarak cevherin temel özelliği, değişen arazları taşımakla birlikte kendisinin değişmeden kalmasıdır. Nitekim Arapça felsefî metinlerde Tanrı (bâri’) “hüve hüve” olarak nitelenmekte ve böylece onun tarifinin yapılamayacağı ifade edilmektedir. Aynı şekilde Fârâbî de hüve hüvenin “birlik ve varlık” (vahdet ve vücûd) anlamına geldiğini ve, “Zeydün hüve kâtibün” ile “Zeydün mevcûdün kâtibün” önermelerinin aynı gerçekliği belirttiğini söyler.

Hüve hüve ifadesinin en açık biçimde İbn Sînâ metafiziğinde “varlık” anlamında kullanıldığı görülür. Bu sebeple kâmil mânada hüve hüve yalnızca Tanrı için kullanılır. Çünkü İbn Sînâ’ya göre Tanrı’dan başka her şeyin hüve hüve oluşu kendisinden (li-zâtihî) değil başkasındandır (li-gayrihî). Tanrı’nın li-zâtihî hüve hüve olması O’nun varlığı ile mahiyetinin bir ve aynı olması demektir. Şu halde varlığı kendinden olan, yâni li-zâtihî hüve hüve olan şey vâciübü’l-vücûddur. Li-zâtihî hüve hüve olanın varlığı ve mahiyeti aynı olduğu için mantıkî bir tanımı yapılamaz. Akıl, böyle bir varlık hakkında “O vardır” anlamında “O O’dur” (hüve hüve) yahut “O kendi kendisidir” diyebilir. Bu durumda varlığını başkasından alan yani sebebi olan her varlık li-zâtihî hüve hüve olan Tanrı dikkate alınmaksızın hüve hüve olamaz. Diğer bir ifadeyle Tanrı’dan başkasına ancak mecazi olarak hüve hüve denilebilir. Fakat başkası dikkate alınsın veya alınmasın varlığı kendinden olan bir şey gerçek anlamda hüve hüvedir. İbn Sînâ da hüve hüveyi Fârâbî’de olduğu gibi varlık anlamında kullanmaktadır. Ancak İbn Sînâ, varlığı vâcip ve mümkin olarak ikiye ayırdığı gibi hüve hüveyi de “li-zâtihî hüve hüve” ve “li-gayrihî hüve hüve” olmak üzere ikiye ayırmakta ve birincisini Tanrı, ikincisini Tanrı’nın dışındaki varlıklar için kullanmaktadır. Tevrat’ta Tanrı için kullanılan Yahve kavramının da “ey O” anlamına geldiği ve Kur’an’da Tanrı için kullanılan “hüve” (O) zamirine benzediği söylenmektedir. İbn Sînâ’ya göre hüve hüve, mantık bakımından bir şeyin en derin temelinde (künhünde) aklın idrakine konu olan kısmıdır. Şeyi hüve hüve olarak idrak etmek, onu bütün arazlarından arındırılmış biçimde en temelinde idrak etmektir. Bu seviyedeki bir idrakte bir bakıma akıl onunla birleşir (ittihad) ve bu idrakin sonunda büyük bir haz duyar. İbn Sînâ’ya göre Tanrı’nın dışındaki şeyler çeşitli açılardan birbirinin aynı (hüve hüve) olur. Bu sebeple nitelik bakımından birbirine benzeyenlere “şebîh”, nicelik yönünden benzeyenlere “müsâvî”, izâfet açısından benzeyenlere “münâsib”, cins itibariyle birbirinin aynı olanlara “mücânis”, tür bakımından birbirinin aynı olanlara “mümâsil”, duyuların idrak ettiği özelliklerinde birbirine benzeyenlere “müşâkil” denir.

BİBLİYOGRAFYA:

Kindî, Resâǿil, s. 124, 129, 217, 219; Fârâbî, et-TaǾliķāt (nşr. Câ‘fer Âl-i Yâsîn), Beyrut 1408/1988, s. 61; İbn Sînâ, eş-Şifâǿ el-İlâhiyyât(1), I, 27, 97, 120, 198, 200-201; II, 304, 339, 349-350, 369, 425-426; Abdurrahman Bedevî, Eflâŧûn fi’l-İslâm, Beyrut 1402/1982, s. 268, 315; Raymond Bowman, “Yahweh the Speaker”, I (1944), s. 2-3.

Ali Durusoy