HÜSN ü AŞK

(حسن وعشق)

Şeyh Galib’in (ö. 1213/1799) kaleme aldığı divan edebiyatının son büyük tasavvufî mesnevisi.

Şeyh Galib eserin “sebeb-i te’lîf” bölümünde, kendisinin de bulunduğu bir mecliste Nâbî’nin Hayrâbâd adlı eserinin methedildiğini, bir benzerinin yazılamayacağı ileri sürülünce Hayrâbâd’ın bazı kusurları olduğunu söyleyerek bu görüşe karşı çıktığını, meclistekilerin daha iyisini yazmak mümkünse bunu kendisinin yapmasını istediklerini anlatır. İki yıl önce divanını tertip eden ve o sırada yirmi altı yaşında bulunan Şeyh Galib Hüsn ü Aşk’ı bu olay üzerine yazmaya başlamış ve altı ay gibi kısa bir sürede tamamlamıştır.

Mesnevi kısmı 2041 beyitten meydana gelen Hüsn ü Aşk’ın beyit sayısı, aralara serpiştirilen ve her biri altı kıtadan oluşan dört tardiyye ile beraber 2101’e ulaşmaktadır. Şair klasik tarza uyup tahmîd, na‘t, mi‘râciyye, iki ayrı başlık altında Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve kendi babası Mustafa Reşid Efendi hakkındaki on sekizer beyitlik methiye bölümlerinden sonra telif sebebini anlatıp esere başlar.

Eserin konusu kısaca şöyledir: Araplar’ın içinde Benî Mahabbet adlı bir kabile vardır. Bir gece bu kabilede, biri kız, diğeri erkek iki çocuk dünyaya gelir. Kıza Hüsn, erkeğe Aşk adı verilir ve kabilenin ileri gelenleri tarafından birbiriyle nişanlanırlar. Aşk ile Hüsn tahsil çağına gelince Mekteb-i Edeb adı verilen bir okula gidip Molla-yı Cünûn adlı bir hocadan ders okumaya başlarlar. Mektepteyken aralarında aşk başlayan Hüsn ile Aşk, zaman zaman buluşup beraberce “nüzhetgeh-i ma‘nâ” denilen bahçede dolaşır, burada yer alan “havz-ı feyz” kenarında sohbet ederler. Bahçenin sahibi, her şeyi bilen ve istediği zaman her kılığa girebilen Sühan adlı bir ihtiyardır. Sühan bunların dertlerini anlar. Fakat kabileden Hayret adlı bir kişi, Hüsn ile Aşk’ın bir arada bulunmalarına ve birbirleriyle görüşmelerine engel olur. Birbirinden ayrılan Aşk ve Hüsn Sühan vasıtasıyla mektuplaşırlar. Aşk’ın Gayret adlı bir lalası, Hüsn’ün de İsmet adlı bir dadısı vardır. İsmet Hüsn’e sabır tavsiye eder. Öte yandan Aşk’a da lalası Gayret yardım sözü verir. Bunun üzerine Aşk kabile reislerine başvurarak onlardan Hüsn’ü ister. Kabile reisleri bu isteği alayla karşılarlar ve “Kalp diyarı”na


gidip oradaki kimyayı bulup getirirse ancak o zaman Hüsn’ü kendisine verebileceklerini söylerler. Aşk Gayret’le birlikte yola çıkar. Fakat daha ilk adımda içinde korkunç bir dev bulunan derin bir kuyuya düşerler. Dev bunları hapseder. Bu arada Sühan yetişerek onları kurtarır. Aşk ile Gayret dondurucu soğuklar içinde “harâbe-i gam”da yürürken ihtiyar bir cadıya rastlarlar. Cadı Aşk’a gönül verir ve onu sultan yapacağını söyler, fakat bir karşılık görmeyince onu çarmıha gerer. Sühan imdada yetişir, sihri bozarak Aşk’ı kurtarır ve cadıyı öldürür. Hüsn, Aşk’a Sühan vasıtasıyla “tîğ-i âh” isimli kılıçla Eşkar adlı bir at, Gayret’e de iki kanat gönderir. Aşk bu ata binerek yoluna devam eder. Birçok macera atlatarak kıyısında mumdan yapılmış gemiler bulunan “deryâ-yı âteş”e ulaşırlar. Cinler onlara bu gemilere binmelerini teklif ederlerse de binmezler. At semender gibi süzülerek, Gayret de uçarak denizi geçer, Çin ülkesinin sahiline ulaşırlar. Bir papağan şekline giren Sühan gelip Aşk’a, Çin padişahının Hûşrübâ adlı kızına gönlünü kaptırırsa onu Zâtüssuver Kalesi’ne hapsedeceğini haber verir. Fakat Aşk Hûşrübâ’yı görünce onu Hüsn zanneder. Kızın daveti üzerine içip eğlenirler. Bu arada kız Aşk’ın elinden “tîğ-i âh”ı alıp kaybolur. Ertesi sabah Hûşrübâ yine görünür. Aşk’ı Zâtüssuver Kalesi’ne götürüp hapseder. Kaleye girdikleri kapı silinip yok olur. Gayret’le orada mahpus kalırlar. Burası da binbir tehlikeyle dolu bir yerdir. Aşk Gayret’in nasihatiyle Eşkar’a binerek kaleden kurtulmak ister, yine cadılarla, gulyabanilerle savaşır. Ancak çıkacak yol bulamaz; artık perişan haldedir. Nihayet Sühan imdadına yetişir ve kaleyi ateşe verip kurtulurlar. Hûşrübâ ile birlikte kale yanar. Aşk perişan bir vaziyette yoluna devam eder. Daha sonra Sühan bir hekim kılığında gelir. Bu arada Gayret kaybolur. Sühan Aşk’ı alıp Kalp Kalesi’ne götürür; burası Hüsn adlı sultana tâbi olan melekler ve perilerle doludur. Aşk sevgi ve hürmetle karşılanır. Sühan Aşk’a yanlış bir yol tuttuğunu, cadıyı öldürenin, öğüt verenin, hekim kılığında gelenin hep kendisi olduğunu söyler. “Aşk Hüsn’dür, Hüsn de Aşk, birliğe ikilik sığmaz, bu dertlere yanlış düşüncen yüzünden uğradın” der. Artık başına gelenlerin hepsi geride kalmıştır. Hayret Aşk’ı alıp Hüsn’e götürür. Nihayet gayb perdeleri açılmış, Aşk bütün engelleri aşmış, olgunluğa ulaşmış ve gerçeği anlamıştır.

Aruzun “mef‘ûlü mefâilün feûlün” kalıbıyla yazılan eser, sonunda yer alan, “Gālib bu cerîde-i cefânın / Târîhi olur hitâmühü’l-misk” müfredindeki “hitâmühü’l-misk” ifadesinden anlaşıldığına göre 1197 (1783) yılında tamamlanmıştır.

Zengin bir duyuş ve düşünüşle söylenmiş tasavvufî bir mesnevi olan Hüsn ü Aşk’ın kahramanları, ne Leylâ ile Şîrin gibi aşk tarihinin birer maddî-gerçek güzelleri ne de Mecnun ile Ferhad gibi bu güzellere vurulmuş, tarihî-menkıbevî aşk kahramanlarıdır. Eserin kahramanları doğrudan doğruya Hüsn yani güzellikle bu güzelliğe ezelî yönelişin ifadesi olan Aşk’ın kendisidir.

Seyrü sülûkü anlatan Hüsn ü Aşk’ta bütün kişi ve yer adları tasavvufî birer semboldür. Hüsn hüsn-i mutlak (Allah), Aşk sâlik, derviş, Benî Mahabbet tarikat, Mekteb-i Edeb dergâh, Molla-yı Cünûn mürşid, Sühan kâmil mürşid, Gayret mücâhede, İsmet ihlâs, Kalp Kalesi gönül, Hûşrübâ nefistir. Ayrıca eserde yer alan kuyu, cadı, gulyabani, harâbe-i gam, deryâ-yı âteş ile diğer kişi ve yerler sâlikin aşmak zorunda olduğu engelleri temsil etmektedir. Eser ilâhî aşka erişebilmenin, Aşk’ın Hüsn’e kavuşmasının güçlüğünü belirtmek amacıyla kaleme alınmıştır.

Aşk Hüsn’ü kendisinden ayrı sanmaktadır. Ona kavuşmak için Kalp Kalesi’ndeki kimyayı getirmesi gerekir. Edep Mektebi’ndeki Molla-yı Cünûn sayesinde cezbeye erişmiştir. Sühan ona her an yardım etmektedir. Sülûkünde aşılmaz yollara düşen, nefis vadilerinde kuyulara hapsolan, çeşitli belâlara uğrayan, şehvet ateşinden süzülüp geçen Aşk’a Gayret yani kıskançlık arkadaşlık etmiştir. Sûretlerle bezenmiş bulunan, girilince kapısı sır olan şehir varlık şehridir, dünyadır. Hûşrübâ da nefistir. Nefis âleminde kendi hayallerine kapılan Aşk cezbe ateşiyle bu şehri yakmış, sûret ve hayallerden kurtulup seyrü sülûke başladığı yere dönmüş, Aşk’ın Hüsn’den, Hüsn’ün de Aşk’tan başka bir şey olmadığını anlamış, vahdet sırrına ermiştir. Şeyh Galib, bu eserinde visâlin çok çetin mücâhedelerle mümkün olabileceğini, seyrü sülûkün bir mürşidin denetiminde gerçekleştirilmesi gerektiğini, Hüsn’ün Aşk’tan başka bir şey olmadığının ancak seyrü sülûkün tamamlanmasından sonra anlaşılabileceğini ifade etmek istemiştir.

Hüsn ü Aşk, eski Şark hikâyelerinden birtakım izler ve onlarla benzerlikler taşır. Hammer, Şeyh Galib’in İranlı şair Fettâhî’ye ait Hüsn ü Dil hikâyesini örnek aldığını ileri sürmüş, Gibb ise kadın kahramanın adıyla alegorik olma dışında iki metnin benzerliğinin söz konusu olamayacağını belirtmiştir (HOP, IV,181). Abdülbaki Gölpınarlı İbn Sînâ’nın Risâletü’ŧ-ŧayr’ı, Sühreverdî’nin Mûnisü’l-Ǿuşşâķ’ı, Attâr’ın Manŧıķu’ŧ-ŧayr’ı, Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn’u ve Sıhhat ü Maraz’ı ile bazı benzerliklere, yer yer ortak motiflere dikkat çekmiş, ancak bu benzerliklerin taklit veya kopya mânasına gelmediğini, Galib’in eserinin zengin bir muhayyile ve üstün bir sanat gücünün mahsulü olduğunu vurgulamıştır (Hüsn ü Aşk, hazırlayanın önsözü, s. 34-37). Eserdeki bazı motiflerin kaynağı Mevlânâ’nın Meŝnevî’sidir. Nitekim Galib eserin sonunda yer alan “Fahriyye-i Şâirâne” bölümünde, “Esrârını Meŝnevî’den aldım / Çaldım velî mîrî malı çaldım” diyerek bunu açıkça belirtmiştir.

Türk edebiyatında Kutadgu Bilig’den sonra mücerret kavramların teşhisine dayanılarak yazılmış nâdir mesnevilerden biri olan Hüsn ü Aşk’ın edebî açıdan en önemli özelliği, o zamana kadar yazılmış mesnevi tarzındaki hikâyeleri şiir yönünden aşma gayretidir. Her bölümü ayrı başlıklar taşıyan esere şair yer yer “tardiyye” başlıklı muhammesler yerleştirerek hikâyenin monotonluğunu önlemeye çalışmıştır. Yepyeni, zarif ve orijinal hayallerin yanında olağan üstü teşbihler ve âhenkli söyleyişlerle bezenmiş olan eserde konuşma dilinden alınmış sade ifadelere, mahallî deyimlere, hatta başka mesnevilerde nâdir rastlanan Boğaziçi, Divanyolu, Modaburnu, Gümüşsuyu, Sütlüce gibi yer adlarına ve tevriyeli nüktelere rastlanır. Hüsn ü Aşk, divan edebiyatı estetiğinden ayrılmadan yine o edebiyatın kalıpları içinde, sebk-i Hindî’nin yeni buluşlarıyla eski mazmunları yenilemek isteyen ve bunu mükemmel bir şekilde gerçekleştiren şairin âbidevî eseridir. Yazıldığı tarihten günümüze kadar önemini korumuş, yerli ve yabancı hemen bütün tenkitçiler tarafından olağan üstü bir eser olarak değerlendirilmiştir. Bunda, divan şiirinin düşüş gösterdiği bir dönemde birden bire bir deha mahsulü olarak ortaya çıkmasının ve takipçilerinin onun seviyesine yaklaşamamış olmalarının da rolü vardır. Hüsn ü Aşk’ın dikkat çeken önemli bir yanı da değişik bölümlerinde (173-234, 675-685, 708-800, 2009-2022. beyitler) Galib’in şiir ve şairlerden bahsederken aynı zamanda poetikasını da ortaya koymuş olmasıdır (M. Kaya Bilgegil bu beyitleri ayrıntılarıyla tahlil eder, bk. Hüsn ü Aşk, s. VIII-XVI).

Hüsn ü Aşk daha sonraki şairler tarafından örnek alınmıştır. Keçecizâde İzzet Molla’nın


Gülşen-i Aşk mesnevisiyle Yenişehirli Avni’nin Âteşgede adlı tamamlanmamış mesnevisi Hüsn ü Aşk’a yazılmış nazîreler gibidir. Yenileşme döneminde Abdülhak Hâmid’in Makber ve Eşber’iyle Ahmed Hâşim’in bazı şiirlerinde de tesirleri görülür (Şeyh Galib’in başka şiirleriyle beraber Hüsn ü Aşk’ın XX. yüzyıl Türk şiirine yansımaları hakkında bk. Beşir Ayvazoğlu, “Yaşayan Şeyh Galib”, Şeyh Galib Kitabı, İstanbul 1995, s. 143-149). Orhan Pamuk’un Kara Kitap (İstanbul 1990) adlı romanında Hüsn ü Aşk’taki bazı kişi ve mekân adları alegorik değerler olarak kullanılmıştır. Şerif Aktaş ve Necmettin Türinay Hüsn ü Aşk’a hikâye / roman anlayışına dayanan bir metin olarak yaklaşmış ve eseri bu anlayışla yorumlamaya çalışmışlardır (bk. bibl.).

Hüsn ü Aşk’ın bir kısmı şairin divanının sonunda, bir kısmı da ayrı olarak istinsah edilmiş birçok yazma nüshası vardır. Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki nüsha (Hâlet Efendi, nr. 171) Şeyh Galib’in kendi hattıyladır. Eserin aynı bölümde mevcut iki nüshası yanında (nr. 679-680) yine bu kütüphanede dört nüshası daha bulunmaktadır (Düğümlü Baba, nr. 418; Hüsrev Paşa, nr. 502; Hasan Hüsnü Paşa, nr. 418; Hacı Mahmud Efendi, nr. 3642). Mesnevi ayrıca İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde kayıtlı olan Şeyh Galib divanlarının (TY, nr. 1368, 1635, 1996, 5519, 5531) sonunda da yer almaktadır. Hüsn ü Aşk ilk olarak şairin divanı ile birlikte Bulak’ta basılmış (1252), daha sonra Ebüzziya Tevfik (Hüsn ü Aşk, Eser-i Galib Dede, İstanbul 1304) ve Tâhirülmevlevî (Tâhir Olgun) (Hüsn ü Aşk, İstanbul 1339, 1341) tarafından yayımlanmıştır. 1301’de (1884) neşredilen Hâver dergisinde de ilâve olarak verilmiş, fakat tamamlanmamıştır.

Ahmet Cevat (Emre) eseri Hüsün ve Aşk (Muhît, nr. 41-50, Mart-Aralık 1932), Vasfi Mahir Kocatürk Hüsn ü Aşk’ın Bugünkü Dille Nesre Çevirisi (İstanbul 1944) adıyla yeni harflere aktarıp nesre çevirmişlerdir. Her iki çeviride de atlamalar ve itinasızlıklar görülür. Abdülbaki Gölpınarlı, eserin Şeyh Galib’in el yazısıyla olan nüshasının tıpkıbasımını yapmış, eseri yeni harflere çevirerek sadeleştirmiş (Hüsn ü Aşk, İstanbul 1968), aynı yazar şairin divanından seçmelerle eserin nesir halinde özetini yeniden yayımlamıştır (Şeyh Galib, Seçmeler ve Hüsn ü Aşk, İstanbul 1976). Ayrıca Orhan Okay ve Hüseyin Ayan tarafından yapılmış bir baskısı daha bulunmaktadır (Hüsn ü Aşk, İstanbul 1975). Turan Oflazoğlu eseri Güzellik ve Aşk adıyla iki bölümlük müzikal oyun haline getirmiştir (Ankara 1991). Kenan Işık’ın Aşk Hastası adlı oyunu da Şeyh Galib’in hayatı ve Hüsn ü Aşk etrafında şekillenir.

BİBLİYOGRAFYA:

Şeyh Galib, Hüsn ü Aşk (haz. Abdülbâki Gölpınarlı), İstanbul 1968, ayrıca bk. hazırlayanın önsözü, s. 34-37; a.e. (haz. Orhan Okay - Hüseyin Ayan), İstanbul 1975, M. Kaya Bilgegil’in girişi, s. VII-XLII; Sadettin Nüzhet [Ergun], Şeyh Galip, İstanbul 1932, s. 20-24; Sedit Yüksel, Şeyh Galip: Eserlerinin Dil ve Sanat Değeri, Ankara 1963, s. 47-50, 95-104; Gibb, HOP, IV, 180-195; Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler (haz. Zeynep Kerman), İstanbul 1969, s. 74, 138, 310; Abdülbâki Gölpınarlı, Şeyh Galip, Seçmeler ve Hüsn ü Aşk, Ankara 1976; a.mlf., “Galip Dede”, AA, V, 1440; a.mlf., “Şeyh Galib”, İA, XI, 465-467; Şerif Aktaş, Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş, Ankara 1991, s. 56-67; a.mlf., “Roman Olarak Hüsn ü Aşk”, TDA, sy. 27 (1983), s. 94-108; Necmettin Türinay, “Klasik Hikâyenin Son Merhalesi: Hüsn ü Aşk”, Şeyh Galib Kitabı (haz. Beşir Ayvazoğlu), İstanbul 1995, s. 87-122; Victoria Holbrook, “Mazmun mu Klişe Yoksa Devralınmış Mazmun Kavramı mı?: Galib’in Hayalinde Renk ve Yorumu”, a.e., s. 130-141; a.mlf., Aşkın Okunmaz Kıyıları (trc. Erol Köroğlu - Engin Kılıç), İstanbul 1998, tür.yer.; a.mlf., “Alegorinin Ölümü, Hüsnü Aşk’ın Özgünlüğü”, Defter, IX/27, İstanbul 1996, s. 65-80; Fevziye Abdullah Tansel, “Makber’de Leylâ ve Mecnûn ile Hüsn ve Aşk Tesirleri”, Ülkü Dergisi, sy. 60, İstanbul 1938, s. 541-544; Asaf Hâlet Çelebi, “Eski Türk Şiirinde Reform: Galib Dede”, TY, sy. 264 (1957), s. 524-527; sy. 265 (1957), s. 597.

Naci Okçu