HUMS

(الحمس)

Câhiliye devrinde dinî-iktisadî imtiyazlara sahip olan Kureyş ve müttefikleri hakkında kullanılan bir tabir.

İslâmiyet’ten önce, Mekke’de yaşayan ve Kâbe’nin hizmetinde bulunan Kureyş ile akrabası ve müttefiki bazı kabilelere hums, onların dışında kalanlara ise hille deniliyordu; hums, “mutaassıp, cesur ve kahraman olmak” anlamındaki hames masdarından gelen ahmesin çoğulu olup dinî inanç ve yaşayışları konusunda katı ve tavizsiz, savaşta güçlü ve cesur olmaları sebebiyle kendilerine bu ad verilmiştir. Ahmesî de (dişili ahmesiyye) “hums mensubu kişi” demektir. Hums kelimesinin Kureyş ve yakınları için kullanılması Fil Vak‘ası yıllarına rastlar. Ebrehe’nin ordusunun Allah tarafından hezimete uğratılması üzerine Araplar Kâbe’ye ve hac ibadetine daha önce görülmemiş derecede değer vermeye başladılar. Bu olay Kâbe’ye de “ehlullah” kabul edilen Kureyş’e de çok büyük bir itibar kazandırdı. Başta Kureyş olmak üzere Kinâne, Huzâa ve Benî Âmir gibi kabileler Hz. İsmâil’in soyundan geldikleri, Mekke’de oturdukları ve Kâbe’nin hizmetinde bulundukları için kendilerini diğer Arap kabilelerinden daha üstün bir mevkide görmeye başladılar ve bazı imtiyazlı âdetler edinip çeşitli kurallar koydular. Buna göre ahmesîler yalnız ahmesiyyelerle evlenecekler, harem bölgesi dışında oturan kimselerle tâcirler Mekke’ye yiyecek içecek sokamayacak ve ihtiyaçlarını oradan karşılayacaklar, hac sırasında Kâbe’yi ziyaret edecekleri zaman soyunup Mekkeliler’den alacakları elbiseleri giyecek ve ayrılırken bunları yanlarında götüremeyeceklerdi. Aslında maddî çıkarlara dayandığı anlaşılan hums dayanışmasının sebebini, Kureyş ve yakını kabilelerin bedevîlikten şehir hayatına geçmeye başlamasında aramak mümkündür. Kâbe’nin kutsallığından faydalanılarak konulan bu kurallar Mekke’nin ekonomisine katkı sağlamış, imtiyazların elde edilmesinden hemen sonra kurulan ünlü Ukâz panayırı da bu durumu güçlendirmiştir.

Kaynakların daha çok dinî bir atmosferde naklettikleri hums ve hille ile ilgili âdetler şöyledir: Humslar, hacda ihrama girdikten sonra süt içmez ve ondan yapılmış herhangi bir şey yemez, avlanmaz, saç ve tırnak kesmez, koku sürünmez ve kadınlara yaklaşmazlar, ayaklarına sandal, üzerlerine de yeni bir elbise giyerlerdi; bu elbisenin kıl veya yünden olmaması gerekirdi. Ayrıca deve tüyünden yapılmış çadırlarda oturmaz, evlerine kapılarından girip çıkmaz, yasak saydıkları bazı bitkileri de yemezlerdi. Hums mensupları diğer Araplar’ın kendileriyle bir olamayacağını iddia ediyorlardı. Bu sebeple başka kabileler Arafat’a ve Mina vadisine gittikleri halde onlar gitmezler, güneş ufka yaklaşıncaya kadar Nemîre’de kalıp sonra Müzdelife’ye akın ederlerdi; çünkü Arafat ve Mina harem sınırları dışındaydı.

Arefe günü Arafat’ta vakfe yapan hille mensupları Temîm, Mâzin, Humeys ve bazı küçük kabilelerden oluşan bir gruptu. Bunlar Kâbe’yi ziyaret edecekleri zaman yanlarında yiyecek getiremezler, sadece humslardan aldıklarını yerlerdi. Bâbüsselâm’dan içeri girdiklerinde üzerlerindeki her şeyi çıkarıp çıplak kalırlar, elbiselerinden soyunmakla günahlarından arındıklarına inanırlardı. Böylece yine Mekke’den sağladıkları veya üzerlerindekinin dışında sırf Kâbe’yi ziyaret sırasında kullanmak amacıyla beraberlerinde getirdikleri daha önce giyilmemiş başka bir elbiseyi giyer ve tavafı bitirdikten sonra da mübarek mahalde kalması gerektiğine inandıkları için çıkarıp oraya bırakırlardı; “lekâ” denilen bu elbise kimse tarafından alınmaz, çürümeye terkedilirdi. Elbise bulamayanlar ise kadınlar da dahil tavafı çıplak yaparlar, bundan çekinenler ise gece tavafını tercih ederlerdi.

Hilleler de humslar gibi yalnız deri çadırlarda kalırlar veya evlerine kapı yerine gökle kendi aralarına bir perde edinmek istemedikleri için çatıdaki bir delikten girerlerdi. Her iki grup da haram aylara hürmet gösterirdi. İbn Habîb el-Bağdâdî, hums ile hille arasında yer alan tıls adlı üçüncü bir gruptan daha bahsetmektedir. Bunlar Kâbe’yi çıplak tavaf etmezler, evlerine kapılarından girerler ve hille mensuplarıyla birlikte vakfe yaparlardı; Yemen, Hadramut, Ak, Acîb ve İyâz Arapları bu gruba dahildi.

Kur’ân-ı Kerîm’de bu Câhiliye âdetleri kınanarak Araplar’ın evlere çatılarından girmeleri, Arafat’a gitmemeleri, Kâbe’yi çıplak tavaf etmeleri ve kendileriyle övünmeleri yasaklanmıştır (el-Bakara 2/189, 199; el-A‘râf 7/28, 31). Hz. Peygamber’in de çıplak tavafı meneden hadisleri vardır (Buhârî, “Ĥac”, 67, “Śalât”, 10). Hums ile ilgili âdetlere büyük bağlılık gösteren Kureyşliler, kendi kabilelerine mensup olan Resûl-i Ekrem’in Arafat’ta vakfe yapmasını


hayretle karşılamışlardı (Buhârî, “Ĥac”, 91).

BİBLİYOGRAFYA:

Tâcü’l-Ǿarûs, “ĥms” md.; Kāmus Tercümesi, II, 900; Buhârî, “Ĥac”, 67, 91, “Śalât”, 10, “Tefsîr”, 35; İbn İshak, es-Sîre, s. 75-80; Mufaddal ed-Dabbî, el-Mufađđaliyyât (nşr. Ahmed M. Şâkir - Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire, ts. (Dârü’l-Maârif), s. 130, 166; İbn Hişâm, es-Sîre2, I, 199 vd.; İbn Habîb, el-Muĥabber, s. 178-179; Ezrakī, Aħbâru Mekke (Wüstenfeld), I, 118 vd.; Ya‘kūbî, Târîħ, I, 256-257; Taberî, CâmiǾu’l-beyân (Şâkir), II, 555-560; IV, 185; XII, 389 vd.; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf, II, 283-287; Tâhirülmevlevî, Müslümanlıkta İbadet Tarihi, İstanbul 1963, s. 180-181; Cevâd Ali, el-Mufaśśal, VI, 357-372; Hamîdullah, İslâm Peygamberi (Tuğ), I, 453, 523; Cengiz Kallek, Hz. Peygamber Döneminde Devlet ve Piyasa, İstanbul 1992, s. 20-22; Ali Osman Ateş, İslâma Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitap Örf ve Adetleri, İstanbul 1996, s. 136-137, 148-149, 157-158, 183-184, 232; C. van Arendonk, “Hums”, İA, V/1, s. 587-588; W. Montgomery Watt, “Ĥums”, EI² (İng.), III, 577-578; Abdülkerim Özaydın, “Hac”, DİA, XIV, 387.

Recep Uslu