HİTAP

(الخطاب)

Allah’ın insanı muhatap alan sözü anlamında tasavvuf terimi.

Tasavvufta Allah’ın insanlara yönelik sözüne hitâb, hitâb-i ilâhî veya muhâtabe denir. İnsanlar ilk defa ruhlar âleminde iken Allah’ın hitabına mazhar olmuşlar (bk. BEZM-i ELEST), bu sırada Allah insanlara, “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” diye hitap etmiş, onlar da, “Evet, sen bizim rabbimizsin” diye cevap vermişlerdir (el-A‘râf 7/172; Tirmizî, “Tefsîr”, 8). Cüneyd-i Bağdâdî, bezm-i elest ve ilâhî hitap görüşlerini bu tür naslar çerçevesinde geliştirmiştir. Ona göre bezm-i elestteki hitabın mânevî hazzı hâlâ semada kendini göstermektedir. Zünnûn el-Mısrî ise semâı ilâhî hitaplarla işaretler şeklinde değerlendirerek semâdan alınan zevki ilâhî kaynağa bağlar (Kuşeyrî, s. 642, 644).

İlk sûfîlerden itibaren velîler ve ârifler Allah’ın hitabını işittiklerini ifade etmişlerdir. Sehl et-Tüsterî, “Otuz senedir Hak ile konuştuğum halde halk kendileriyle konuştuğumu zannediyor” demiştir (Kelâbâzî, s. 205). Sûfîler, bütün âyetleri Allah’ın kendilerine olan hitapları şeklinde anlamışlardır. Ca‘fer es-Sâdık Kur’an’ı dikkatle ve üzerinde iyice yoğunlaşarak okuduğunu ve bu sayede onu Allah’tan dinliyormuş gibi bir şuur haline ulaştığını söyler (Gazzâlî, I, 372).

Tasavvufta insanın gönlüne gelen hitaplara “havâtır” denilmiştir. Bu hitaplar ilâhî, melekî, nefsî ve şeytânî olabilir (bk. HAVÂTIR). Muhyiddin İbnü’l-Arabî bunların hepsinin ilâhî hitaplar olduğunu, amâ*da sûretler halinde belirdiğini, kısa bir müddet sonra geride anlamlar bırakarak sesler gibi yok olduklarını söyler. Ona göre ehlullah, ilâhî hitaplara dayanarak basîret üzere halkı Hakk’a davet eder; başka bir ifadeyle bu davetler ilâhî tarifle yani “ol” (kün) hitabıyla gerçekleşir (el-Fütûĥât, II, 565, 566). İbnü’l-Arabî, Hakk’ın mülk âleminde âriflere hitabına “muhâdese”, misal âlemindeki doğrudan hitabına “fehvâniye” adını verir ve Hz. Mûsâ’nın ağaçtan işittiği nidâyı (el-Kasas 28/30) birinciye örnek olarak gösterir. Sır âleminde âriflere vâki olan hitaba ise “müsâmere” denir. İbnü’l-Arabî’ye göre aslında her mazhardan zuhur eden ses genel anlamda ilâhî bir hitaptır (el-MuǾcemü’ś-śûfî, s. 401-403).

İbn Kayyim el-Cevziyye Allah’ın kullarına on türlü yol gösterdiğini, bunlardan birinin de işitilir nitelikteki hitapları olduğunu söyler. Ona göre Hakk’ın hitabını ancak peygamberler işitir; fakat nâdiren velîlerin de melek aracılığıyla gelen hitabı işittikleri olur. İmrân b. Husayn’ın kendisinin böyle bir hitaba mazhar olduğuna dair rivayetini zikreden İbn Kayyim, insanın bazan bir hitap olmadığı halde varmış kuruntusuna düşebileceğine de dikkat çekmiştir (Medâricü’s-sâlikîn, I, 54-57).

Nifferî (ö. 354/965), Hakk’ın kendisine vâki olan hitaplarını el-Mevâķıf ve Muħâŧabât adını verdiği iki risâlede toplamıştır. Abdülkādir-i Geylânî’ye nisbet edilen Gavŝiyye risâlesi de (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 2855) hitaplardan meydana gelir.

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ħŧb” md.; el-MuǾcemü’ś-śûfî, s. 400-405; Nifferî, Kitâbü’l-Mevâķıf, Kahire, ts.; a.mlf., Kitâbü’l-Muħâŧabât, Kahire, ts.; Kelâbâzî, Taarruf (Uludağ), s. 205; Kuşeyrî, er-Risâle, s. 242, 642, 644; Herevî, Menâzil (Revân), s. 140; Gazzâlî, İĥyâǿ, I, 372; Baklî, Şerĥ-i Şaŧĥiyyât, s. 548, 665; İbnü’l-Arabî, el-Fütûĥât, II, 565, 566; İbn Kayyim el-Cevziyye, Medâricü’s-sâlikîn, Kahire 1403/1983, I, 54-57.

Süleyman Uludağ