HİCR

(الحجر)

Semûd kavminin yaşadığı kabul edilen bölge ve burada yer alan şehir.

Sözlükte “menetmek” anlamında masdar ve “akıl; engel, yasak; himaye, korunan şey” mânalarında isim olan hicr kelimesi, Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli sözlük anlamları yanında (meselâ bk. el-En‘âm 6/138; el-Furkān 25/22, 53; el-Fecr 89/5) yer adı olarak da zikredilmekte ve burada yaşayanlardan “ashâbü’l-Hicr” diye söz edilmektedir (el-Hicr 15/80). Bu bölgeye Hicr denilmesinin sebebi muhtemelen muhafazalı bir yer oluşudur (Mustafavî, II, 184). Eski dönemlerde Hegra (Strabon’da Egra, Pliny’de Hegra) diye anılan bu yerleşim merkezi, Kur’an’da olduğu gibi ilk dönem tarih ve coğrafya eserlerinde de Hicr diye geçmektedir. Buranın bir adı da Medâinü Sâlih olup bu adlandırma Sâlih peygamberle ilgisi dolayısıyladır (Healey, X/3 [1986], s. 108). Zamanla Hicr adı terkedilmiş, bunun yerini Medâinü Sâlih almıştır (EI² [Fr.], III, 377).

İslâmî kaynaklarda Medine ile Şam arasındaki Vâdilkurâ’da bulunduğu belirtilen Hicr (Yâkūt, II, 220-221) Arap yarımadasının kuzeybatısında, Medine-Tebük yolu üzerinde Teymâ’nın yaklaşık 110 km. güneybatısında, içinden Hicaz demiryolunun geçtiği sarp kayalıklarla çevrili vadinin ve bu vadideki beldenin adıdır; bugünkü yerleşim merkezi Alâ’nın 15 km. kuzeyine düşmektedir (M. Beyyûmî Mihrân, s. 490).

Kur’ân-ı Kerîm’de belirtildiğine göre ashâbü’l-Hicr dağlarda oydukları güvenli evlerde yaşayan, Allah’ın âyetlerinden yüz çevirip peygamberlerini yalanlayan bir kavimdi. Bir sabah vakti korkunç bir sesle gelen felâketle cezalandırılmışlar, yaptıkları şeyler ve kazandıkları kendilerine fayda vermemiştir (el-Hicr 15/80-84). Ashâbü’l-Hicr’in Kur’an’da anlatılan özellikleri dikkate alınırsa bunların Semûd kavmi olduğu anlaşılır. Zira ilâhî âyetlerden yüz çevirme ve kendilerine gönderilen peygamberleri yalanlama, inanmayan kavimlerin ortak özelliği olmakla birlikte korkunç bir sesle cezalandırılma Kur’an’da Lût (el-Hicr 15/73; Sâd 38/13-14), Şuayb (Hûd 11/94; Sâd 38/13-14) ve Sâlih (Hûd 11/67; el-Kamer 54/31) peygamberlerin kavimleriyle ilgili olarak zikredilmekte, kayaları oyup evler yapma işi ise sadece Sâlih’in kavmi Semûd’un özelliği olarak belirtilmektedir (el-A‘râf 7/74; eş-Şuarâ 26/141-159). Bu hususu dikkate alan müfessirler, Hicr sûresinde kıssaları anlatılan


ashâbü’l-Hicr’in kendilerine Sâlih’in peygamber olarak gönderildiği Semûd kavmi olduğunu kabul etmişlerdir. Bu kavim Hz. Sâlih’i dinlemediği gibi bir mûcize ve işaret olmak üzere yaratılan dişi deveyi de konan yasağa rağmen kesmek suretiyle Allah’ın emrini hiçe saymış ve neticede helâk edilmiştir.

Hz. Peygamber Tebük Gazvesi sırasında Hicr’den geçerken ashabına buradan su almamalarını söylemiş, onların, “Biz bu kuyunun suyundan alıp hamur yoğurduk, kaplarımızı doldurduk” demeleri üzerine, “Öyleyse hamuru atın, aldığınız suyu da dökün” buyurmuştur (Buhârî, “Enbiyâǿ”, 17; Tecrid Tercemesi, IX, 135; Müslim, “Zühd”, 1). Bir rivayete göre de hamuru deveye yedirmelerini, devenin içtiği kuyudan su almalarını istemiştir (Buhârî, “Enbiyâǿ”, 17). Başka bir rivayete göre ise Resûlullah Hicr’den geçerken, “Kendilerine zulmedenlerin meskenlerine, onların başına gelen felâketin sizin de başınıza gelmemesi için ağlayarak girin, aksi halde girmeyin” demiş ve devesini hızla sürerek oradan uzaklaşmıştır (Buhârî, “Tefsîrü’l-Ķurǿân”, 15/2; Müslim, “Zühd”, 1).

Nabatîler döneminde gelişen Hicr şehri daha sonra önemini kaybetmiştir. X. yüzyılın başlarında İstahrî Hicr’i nüfusu az bir köy olarak zikreder (Mesâlik, s. 19). İbn Battûta Hicr’e uğradığını, burada Semûd kavminin kızıl kayalara oyulmuş meskenlerini gördüğünü, bu yapıların cephelerindeki nakış ve tasvirlerin parlaklık ve canlılığını koruduğuna, içlerinde hâlâ Semûd kavminin iskelet kalıntılarının bulunduğuna şahit olduğunu kaydetmektedir (Seyahatnâme, I, 119). Hicr’i ziyaret eden ve buradaki mevcut eserler hakkında bilgi veren ilk Avrupalı seyyah Charles M. Doughty’dir. Doughty, 1876-1877’de gerçekleştirdiği bu ziyareti esnasında buradaki Osmanlı kalesinde kalarak hem bölge üzerinde incelemeler yapmış hem de önemli kitâbelerin kopyasını çıkarmıştır. Doughty’nin Travels in Arabia Deserta (London 1888) adlı eseri bu seyahatin ürünüdür. 1907’de Medâinü Sâlih’te A. Jaussen ve R. Savignac adlı iki Fransız papazın yaptığı ilmî araştırmanın sonuçları da Mission archéologique en Arabie adıyla kitap haline getirilmiştir (Paris 1909-1914). Bölgede 1962’de ve 1985’te de çalışmalar yapılmıştır.

Bölgede yaşayan bedevîlere göre Hicr adı kuzey-güney istikametinde 3, doğu-batı istikametinde 2 kilometrelik düz bir alanı ifade etmektedir. Vadi çok sayıda sarp kayalıkla ve çakıl tepecikleriyle çevrilidir. Arapça, Ârâmîce, Semûd dilinde, Nabatîce, Lihyânîce, hatta İbrânîce, Grekçe ve Latince birçok kitâbenin bulunduğu bölgenin merkezinde eski ticaret şehri Hicr’in önemli harabeleri yer alır. Çok sayıda çanak çömlek parçası, yapı kalıntıları ve bir kısım ihata duvarı Hicr’in eski dönemdeki önemini göstermektedir. Ancak daha etkileyici olan eserler ovayı kuşatan dağ yamaçlarında, özellikle de Kasrü’l-bint denilen kayalıkta bulunan, çoğunluğunu aile mezarlarının teşkil ettiği kalıntılardır. Genellikle ölü gömüleri zemin altına yapılmış, bazan da ölüler ana odanın duvarları içine yapılan nişlere konmuştur. Medâinü Sâlih mezarlarının detayları genel olarak Petra’dakilere benzer. Mezarların cepheleri sahte sütunlarla, silme ve kornişlerle donatılmıştır. Buralara bazan kuş, bazan da urne (ölü yakıldıktan sonra küllerinin konulduğu kap) motifleri işlenmiştir, ancak bu ikinciler genellikle kapı girişlerinin üzerine oyulmuştur.

Vadinin doğu ağzında Cebelü İslîb denilen kayalıklarda urne ve kuş tasvirli, yontulmuş sütunlu küçük nişler ihtiva eden kayalar vardır. Cebelü İslîb merkezî bir alan etrafında çevrelenen kaya bloklarından oluşur. Dar bir boğazdan bu alana girilir. “Divan” veya “meclisü’s-sultân” denilen bu alan üçgen şeklinde olup genişliği 10, derinliği 12 ve yüksekliği 8 metredir. Bu salonda dinî âyinler yapılmış olmalıdır. Bir duvarın ayırdığı kanyonun karşı ucunda yamacın kuzey yüzüne oyulmuş uzun bir kanal vardır, bununla şehre su getirildiği tahmin edilmektedir (EI² [Fr.], III, 377).

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “ĥcr” md.; Mustafavî, et-Taĥķīķ, II, 184; Buhârî, “Enbiyâǿ”, 17, “Tefsîrü’l-Ķurǿân”, 15/2; Müslim, “Zühd”, 1; Taberî, Târîħ, I, 227-231; İstahrî, Mesâlik (de Goeje), s. 19; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, II, 220-221; Mes‘ûdî, Mürûcü’ź-źeheb, I, 42; Kalkaşendî, Subĥu’l-aǾşâ, I, 313; İbn Kesîr, el-Bidâye, I, 130-139; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XIII, 71-85; İbn Battûta, Seyahatnâme, I, 119; Tecrid Tercemesi, IX, 135; J. Horovitz, Koranische Untersuchungen, Leipzig 1926, s. 94; Cevâd Ali, el-Mufaśśal, I, 323-324; M. Beyyûmî Mihrân, Dirâsât fî târîħi’l-ǾArabi’l-ķadîm, İskenderiye 1400/1980, s. 470-472, 490; G. Mulack, “Eine Reise nach Madā’in Śālih”, Isl., sy. 60 (1983), s. 184-189; J. Healey, “The Nabataeans and Madā’in Śālih”, Atlal, X/3, Riyad 1986, s. 108-117; F. S. Vidal, “al-Ĥidjr”, EI² (Fr.), III, 377-378.

Ömer Faruk Harman