HİCR

(الحجر)

Kâbe ile hatîm denilen yarım daire şeklindeki duvar arasında kalan ve altın oluğun altına rastlayan yer.

Sözlükte “engellemek, yasaklamak; bir şeyden bir parça ayırmak” mânalarına gelen hicr, Kâbe’den ayrılmış olmakla birlikte onun bir parçası kabul edilen yere verilen isimdir. Burası, Hz. İbrâhim’in oğlu Hz. İsmâil’le birlikte inşa ettiği Kâbe’ye dahil bulunuyordu. Ancak yangın ve sel baskınları sonucunda yıkılan Kâbe’nin Hz. Muhammed’in de katıldığı 605 yılındaki yeniden inşası sırasında Mekkeliler, kendi aralarında topladıkları paranın Hz. İbrâhim’in temelleri üzerine yapılan inşaatı tamamlamaya yetmeyeceğini anlayınca binanın daha küçük tutulmasına karar verdiler. Bu inşaat sırasında yarım daire şeklindeki bir yeri Kâbe dışında bıraktılar ve burasını göğüs hizasına gelen bir duvarla (hatîm) çevirip Kâbe’den olduğu anlaşılsın diye taşla döşediler; Kâbe’den sayıldığı halde ondan ayrı bırakıldığı için de “hicr” veya “hicru İsmâil” adını verdiler.

Hicrin tamamının mı yoksa bir kısmının mı Kâbe’ye dahil olduğu konusu tartışmalıdır. Ezrakī, “Hz. İbrâhim hicri, Kâbe’nin yanı başında Hz. İsmâil’in koyunları için bir ağıl olarak inşa etmişti” diyerek onu Kâbe’nin tamamen dışında göstermiştir (Aħbâru Mekke, I, 64-65). Ezrakī ayrıca İbn İshak’tan naklen Hz. İsmâil ile annesi Hâcer’in kabirlerinin burada olduğunu söyler (a.g.e., I, 313). Resûl-i Ekrem’in Hz. Âişe’ye söylediği, “Eğer kavmin küfür dönemine yakın bulunmamış olsaydı Kâbe’yi yıktırıp İbrâhim’in temelleri üzerine yeniden inşa ederdim” (bir başka rivayette: “dışarıda bırakılan kısmını içeri aldırırdım”) (Buhârî, “Ĥac”, 42; Nesâî, “Ĥac”, 125) anlamındaki sözleriyle bu kısmın kaç arşın olduğuna dair rivayetleri (Şevkânî, V, 51) değerlendiren âlimlerin çoğunluğu, hicrin 6 zirâlık (arşın) kısmının Kâbe’ye dahil olduğunu kabul etmiştir. Hz. Peygamber’in Kâbe’de namaz kılmak isteyen Hz. Âişe’ye Kâbe’ye dahil olduğunu belirterek hicrde namaz kılmasını söylediğine dair rivayeti (Tirmizî, “Ĥac”, 48; Nesâî, “Ĥac”, 128) dikkate alan bazı âlimler ise hicrin tamamının Kâbe’den olduğunu ileri sürmüşlerdir. Buna göre Hz. İsmâil ile annesinin mezarlarının hicrde olduğuna dair rivayet eğer sahihse


mezarların bugünkü hicrin Kâbe’ye dahil olmayan kısmında bulunması gerektiği açıktır. Peygamber kabirlerinin mescid edinilmemesini isteyen Resûl-i Ekrem’in (Buhârî, “Cenâǿiz”, 62, 96), hicrde namaz kılması ve Hz. Âişe’ye de tavsiye etmesi (İbn Mâce, “Menâsik”, 31) bunu teyit etmektedir.

Hicrin sınırını gösteren hatîm (terkedilmiş, bırakılmış), iki ucu da Kâbe duvarına bitişmeyen yarım daire şeklinde bir duvardır. İçi, dışı ve üstü mermerle kaplı olup üzerinde biri ortada, diğerleri uçlarda yer alan, şamdan biçimi kaideli ve silindirik fanuslu üç adet lamba bulunmaktadır.

Hicr ve hatîmle ilgili ölçümler hakkında kaynaklarda yer alan bilgilerde bazı farklılıklar göze çarpmakta ve bu durumun hem kullanılan değişik arşınlardan (“zirâu’l-yed” [zirâ-i şer‘î] 46,2 cm., “zirâu’l-hadîd” [zirâ-i kumâş] 57,7 cm.), hem de sürekli yapılan tamir ve ilâvelerden kaynaklanmış olduğu düşünülmektedir. Mirǿâtü’l-Ĥaremeyn sahibi İbrâhim Rifat Paşa’nın metrik sistemi kullanarak yaptığı ölçümlere göre hatîmin yüksekliği 1,31 m., üstten genişliği 1,52 m., alttan genişliği 1,44 m., Kâbe’nin kuzeydo-ğusunda Kâbe örtüsünün halkalarının tutturulduğu “şâzervân” adı verilen mermer kaide ile hatîm arasında yer alan açıklık 2,30 m., kuzeybatı tarafındaki açıklık 2,23 m., hatîmin iki ucunun içeriye olan mesafesi 8 m., arkadan tavaf mahalline 12 m., Kâbe’nin kuzey duvarının ortası ile hicrin merkezi arasındaki mesafe ise 8,44 metredir.

Kâbe, Husayn b. Nümeyr kumandasındaki Emevî ordusunun Abdullah b. Zübeyr’i kuşattığı sırada ciddi bir tahribata uğradı; ancak Emevî kuvvetleri çekilince Abdullah b. Zübeyr Kâbe’yi eskisinden daha güzel bir biçimde yeniden yaptırdı. İnşa tarzı üzerinde ashap kendisine itiraz edince Resûl-i Ekrem’in Hz. Âişe’ye söylediği sözleri (yk. bk.) delil getirip Kâbe’yi yıktırarak Hz. İbrâhim’in temellerini buldu ve ileri gelenlere gösterdi; sonra da duvarları bu temeller üzerinde yükseltti. Böylece Resûl-i Ekrem’in hadisine göre hicr Kâbe içine alındı. Emevî halifelerinden Abdülmelik b. Mervân zamanında Haccâc b. Yûsuf es-Sekafî, Mescid-i Harâm’a sığınan Abdullah b. Zübeyr’i kuşatınca Kâbe’yi mancınıkla taşa tuttu. Şehri ele geçirdikten sonra da onun Kâbe’yi inşa ediş biçimi ve yaptığı ilâveler konusunda Abdülmelik ile istişarede bulundu. Halifeden aldığı emir üzerine binanın hicr mevkiini meydana getiren bölümünün duvarlarını 4,50 m. kadar yıktırdı ve Kâbe’nin o tarafını kapatıp burasını Kureyş’in yaptığı tarzda alçak bir duvarla çevirdi; diğer kısımları ise olduğu gibi bıraktı (74/693).

Hatîm önceleri sadece taştan örülmüş bir duvar şeklindeydi; yine hicr de taş döşemeliydi. Abbâsî Halifesi Ebû Ca‘fer el-Mansûr 140 (758) yılında hac için Mekke’ye gittiğinde hatîm ve hicrin mermerle kaplanmasını emretti. Abbâsîler’den Osmanlılar’a kadar pek çok devlet adamı buranın imarı için gayret sarfetti. Bugün hicr, çevreleri saç örgüsü ve çeşitli geometrik motiflerle süslenmiş çok kıymetli, gül kırmızısı, siyah, yeşil, mavi mermerlerle kaplıdır. Hatîmin iç tarafının ortasında mermer üzerine Kudüs yönünü göstermek üzere Mescid-i Aksâ’nın kubbesine benzeyen bir şekil işlenmiştir; çevresinde de ince geometrik nakışlarla süslü mermerler bulunmaktadır. Sultan Abdülmecid ve Abdülaziz zamanında Osmanlılar tarafından yapılan bu süslemeler, kıblenin Mescid-i Harâm’a çevrilmesinden önce Hz. Peygamber’in Mescid-i Aksâ’ya doğru namaz kılmasına işaret etmektedir. Resûl-i Ekrem o dönemde namazını Hacerülesved’le Rüknülyemânî arasında kılar ve böylece Kâbe’yi kendisiyle Mescid-i Aksâ arasına almış olurdu; kıble yönü de hicrin ortasından geçerdi.

Memlük Hükümdarı el-Melikü’z-Zâhir Çakmak, hatîmin dış yüzü için Kâbe örtüsü gibi siyah renkli bir örtü gönderdiyse de bu örtü o yıl kullanılmadı. Ertesi yıl iç yüzü için de bir örtü gönderilince hatîm hem içeriden hem dışarıdan örtüldü; ancak daha sonra böyle bir uygulama yapılmadığı için bu ilk ve son örtü oldu.

Hasan-ı Basrî, Risâle fî fażli Mekke adlı eserinde hicri duaların makbul olduğu yerler arasında sayar (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3634/18, vr. 85, 87; ayrıca bk. ALTIN OLUK). Bu eserin Mustafa Hâmî tarafından yapılan Fazîletü’l-mücâvere adlı Türkçe tercümesinde hicrin faziletine dair bazı hadislere yer verilmiştir (s. 20, 38). Kâbe’nin bir bölümü olması sebebiyle Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre hicrde nâfile namaz kılınmakla birlikte farzlar ve müekked sünnetler kılınmaz. Hanefî ve Şâfiîler’e göre ise Kâbe’de olduğu gibi burada da her türlü namaz kılınabilir. Bütün mezheplere göre tavaf sırasında hicrin dışından dolaşmak şarttır.

Câhiliye döneminde Araplar’ın fâili tesbit edilemeyen cinayetlerle ilgili yeminleri (kasâme*) hicrde verdirdikleri ve aynı yeri daha önceleri Kâbe’ye hediye edilen kıymetli eşyanın saklandığı bir mahzen ve kurban kesme mahalli olarak kullandıkları rivayet edilmektedir (bk. KÂBE).

BİBLİYOGRAFYA:

Fîrûzâbâdî, el-Ķāmûsü’l-muĥît, “ĥaŧîm” md.; el-Muvaŧŧaǿ, “Ĥac”, 33; Buhârî, “Ĥac”, 42, “Tefsîr”, 17/3, “Cenâǿiz”, 62, 96; Müslim, “Ĥac”, 69-70; İbn Mâce, “Menâsik”, 31; Nesâî, “Ĥac”, 125, 128, 129; Tirmizî, “Ĥac”, 48; Hasan-ı Basrî, Risâle fî fażli Mekke, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3634/18, vr. 85, 87; a.mlf., Fazîletü’l-mücâvere fî Mekkete’l-Mükerreme ve’l-Medîneti’l-Münevvere (trc. Mustafa Hâmî), İstanbul 1280, s. 20, 38; Ezrakī, Aħbâru Mekke (Melhas), I, 64-65, 209, 311-319; İbn Abdürabbih, el-Ǿİķdü’l-ferîd, Kahire 1963, IV, 392-393; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, II, 221; Muhibbüddin et-Taberî, el-Ķırâǿ li-ķāśıdi Ümmi’l-ķurâ (nşr. Mustafa es-Sekkā), Kahire 1390/1970, s. 313-314; İbn Teymiyye, MecmûǾu fetâvâ, XXVII, 444-445; Heysemî, MecmaǾu’z-zevâǿid (Dervîş), III, 551; İbn Haldûn, Mukaddime (trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1982, II, 825-826; Fâsî, Şifâǿü’l-ġarâm (nşr. Ömer Abdüsselâm Tedmürî), Beyrut 1405/1985, I, 339-351; Aynî, el-Binâye, II, 1068-1070; Âmirî, Behcetü’l-meĥâfil ve buġyetü’l-emâŝil, Kahire 1330, I, 22; Müttakī el-Hindî, Kenzü’l-Ǿummâl, XII, 222; Zürkānî, Muħtaśarü’l-meķāsıd (nşr. Muhammed b. Lutfî es-Sabbâğ), Riyad 1401/1981, s. 151; Şevkânî, Neylü’l-evŧâr, V, 51; Mir’âtü’l-Haremeyn, II, 937-940; İbrâhim Rifat Paşa, Mirǿâtü’l-Ĥaremeyn, I, 266, 305-308; M. Ali el-Mağribî, AǾlâmü’l-Ĥicâz, Cidde 1984, II, 107-110; Ali Hüsnî el-Harbûtlî, Târîħu’l-KâǾbe, Beyrut 1408/1987, s. 158-167; Hamîdullah, İslâm Peygamberi (Tuğ), II, 816, 854, 858, 868; İsmâil Ahmed İsmâil Hâfız, “Ĥicru İsmâǾîl”, Mecelletü’l-baĥŝi’l-Ǿilmî ve’t-türâŝi’l-İslâmî, V, Mekke 1982, s. 453-478; el-Ķāmûsü’l-İslâmî, II, 45, 114; “Ĥicr”, Mv.F, XVII, 102-104; Hakkı Dursun Yıldız, “Abdullah b. Zübeyr b. Avvâm”, DİA, I, 145-146; İrfan Aycan, “Haccâc b. Yûsuf es-Sekafî”, a.e., XIV, 427-428.

Fuat Günel