HEYKEL, Muhammed Hüseyin

(محمد حسين هيكل)

(1888-1956)

Mısırlı gazeteci, siyasetçi ve düşünür.

20 Ağustos 1888’de Dekahliye iline bağlı Kefr Gannâm köyünde doğdu. Babası eşraftan Hüseyin Efendi Sâlim Heykel’dir. Aynı yerdeki sıbyan mektebinde Kur’ân-ı Kerîm’in bir kısmını ezberledikten sonra Kahire’de ilk ve orta öğrenimini bitirerek hukuk fakültesine girdi. Üniversite yıllarında (1905-1909) el-Cerîde gazetesini çıkarmakta olan Ahmed Lutfî es-Seyyid’in grubuna katıldı ve burada onun vasıtasıyla çok çeşitli çevrelerle ilişki kurma imkânı buldu; yine onun tavsiyesiyle Thomas Carlyle, John Stuart Mill ve Herbert Spencer gibi Batılı yazarların eserlerini tanıdı. Fakülteden mezun olunca Fransa’ya giderek Sorbonne Üniversitesi’nde Mısır’ın kamu borçları konusunda doktora yaptı (1912). Aynı yılın sonlarında Mansûre şehrinde avukatlığa ve el-Cerîde’de politik yazılar yazmaya başladı. Kadın hürriyeti hakkında kaleme aldığı ilk makalesinde Kāsım Emîn’in fikirlerinden etkilendiği görülmektedir.

Muhammed Heykel, I. Dünya Savaşı yıllarında İngilizler’in uyguladığı baskı rejimi sonucu el-Cerîde’nin kapanması üzerine Mustafa Abdürrâzık, Tâhâ Hüseyin, Mansûr Fehmî ve Abdülhamîd Hamdî ile birlikte es-Süfûr adlı edebî-içtimaî haftalık bir dergi çıkarmaya başladı (Mayıs 1915). Dergide sansür uygulanmasına rağmen az da olsa siyasî konulara temas eden Heykel, aynı zamanda el-Muķteŧaf dergisinde daha çok kaderiyye ve cebriyye konularını işleyen yazılar yazdı. 1917 yılında Kahire Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde ders vermeye başlayarak eğitim ve öğretim faaliyetlerinin içerisinde yer aldı. Nisan 1922’de Hüseyin Rüşdü Paşa başkanlığındaki anayasa komitesinin hukuk komisyonuna seçildi. Ekim ayında Adlî Yeken tarafından kurulan Hizbü’l-ahrâri’d-düstûriyyîn adlı partiye katıldı ve partinin ileri gelenleri arasında yer aldı. Aynı zamanda partinin yayın organı olan es-Siyâse gazetesinin başredaktörlüğünü üstlendi ve gazeteyi kısa sürede Mısır’ın ve Ortadoğu’nun en önemli yayın organlarından biri haline getirdi. Ayrıca Eylül 1926’dan itibaren haftalık es-Siyâsetü’l-üsbûǾiyye adı altında kültürel ve ilmî nitelikli bir ek yayımladı.

1920’li yılların sonlarında partide meydana gelen iç çekişmeler sebebiyle durumu


zayıflayan Heykel’in politik kariyeri uzun süre duraksama gösterdi. 1936’da hacdan döndükten sonra seçimlerde Hizbü’l-ahrâri’d-düstûriyyîn’den aday olarak senatoya girmeyi başardı. 1937 yılında da Başbakan Muhammed Mahmûd istemediği halde onu arkasındaki destek dolayısıyla Maarif bakanlığına getirdi. 1939’da hükümetin Kral Fârûk’un baskısıyla çekilmesinden sonra kurulan Hasan Sabrî ve Hüseyin Sırrî hükümetlerinde de yine Maarif bakanlığı görevini üstlenen Heykel, senatörlük süresinin 1941 yılında sona ermesi üzerine başbakan tarafından iki seçim dönemi için senatör tayin edildi. Kral Fârûk, 1942’de Vefd Partisi başkanı Nehhâs Paşa’yı başbakan tayin etmek zorunda kaldı. Vefd hükümeti ilk iş olarak parlamentoyu kapatıp yeni seçim tarihini belirleyince Sırrî Paşa’nın tayin ettiği senatörler de yetkisiz sayıldı; ancak sarayla arası iyi olan Heykel bu defa da kraliyet divanı tarafından senatör tayin edildi (Müźekkirât, II, 216-217). Heykel, Ocak 1943’te Hizbü’l-ahrâri’d-düstûriyyîn’in başkanlığına seçildi. 1944 sonbaharında İngiliz baskısının biraz hafiflemesi üzerine Kral Fârûk’un Vefd hükümetini görevden almasından sonra kurulan Ahmed Mâhir hükümetinde Maarif ve Sosyal İşler bakanlığına getirildi. 18 Ocak 1945’te yapılan seçimler sonunda da senato başkanlığına seçildi. Onun, 1946 yılının sonbaharında Mısır temsilcisi olarak Birleşmiş Milletler’in genel toplantısında yaptığı konuşmalardan bu teşkilâta bir dünya hükümeti işlevi yüklemeye çalıştığı görülür (Johansen, s. 221 vd.). 1947’de İsrail Devleti’nin kuruluşunu engelleme amacıyla Mısır delegasyonunun başında New York’a gönderildi. 1948-1952 yılları arasında da ülkesini Milletlerarası Parlamento Konferansı’nda temsil etti.

Ocak 1950’de yapılan seçimleri Vefd Partisi’nin ezici bir çoğunlukla kazanması üzerine Heykel’in hükümetteki görevi sona erdi; 17 Haziran 1950’de de senato başkanlığından uzaklaştırıldı. 22/23 Temmuz 1952 gecesi yönetime el koyan Hür Subaylar’ın (ed-Dubbâtü’l-ahrâr) adım adım partilerin etkinlik alanlarını daraltma yoluna gitmesi, 10 Aralık 1952’de anayasayı yürürlükten kaldırması, 16 Aralık 1953’te bütün partileri feshedip 14 Nisan 1954’te, aralarında Heykel’in de bulunduğu eski politikacılardan ileri gelenlerin on yıl süreyle politik haklarını el-lerinden alması üzerine onun da siyasî hayatı sona ermiş oldu. Bundan sonraki hayatını yazarlığını devam ettirerek geçirdi ve Aħbârü’l-yevm adlı gazetede askerî idarenin politikasını üstü kapalı bir şekilde eleştiren çeşitli yazıları yayımlandı. Muhammed Heykel ağır bir hastalık sonunda 8 Aralık 1956 tarihinde Kahire’de vefat etti.

Düşünceleri. Heykel’in fikrî gelişimi Batıcılık, Firavunculuk ve İslâm’a yöneliş dönemleri olarak üç safhada incelenebilir. Batıcılık döneminde Heykel, XX. yüzyılın başlarında Ahmed Lutfî es-Seyyid ve Kāsım Emîn gibi liberalist-reformist düşünürlerin çevresinde oluşan fikirlerden etkilenmiştir. Bu fikirler Mısır’ın bağımsızlığı ve geleceği üzerinde yoğunlaşıyordu. Mustafa Kâmil Paşa ve diğer milliyetçi düşünürler, Mısır’ın dışa karşı tam bağımsızlığını en önemli mesele olarak görürken Heykel’in de içinde bulunduğu el-Cerîde grubu, Mill ve Spencer gibi Batılı düşünürlerin tesiri altında kalarak toplumun fikrî bağımsızlığını kazanmasına daha fazla önem veriyor (Johansen, s. 9) ve İngilizler’in geri çekilmesinden ziyade onları geri çekilmeye zorlayacak sosyal reformların önemli olduğunu savunuyordu. Batı düşüncesine hayranlık duyan ve ondan etkilenen Heykel Batı’nın sömürgeci ve baskıcı politikasından nefret ediyor, ancak bu ikilem arasında toplumun meselelerini halletmek için çözüm yollarını yine Batılı düşünürlerin fikirlerinde arıyordu. Onun, insan fiillerini insanın içinde bulunduğu ortamın zaruri neticesi sayan ortamcı (milieux) anlayışın savunucusu Hippolyte A. Taine’nin tarih felsefesini hemen hemen aynen benimsediği söylenebilir (a.g.e., s. 50). Heykel, toplumun her kesiminde radikal reformların gerçekleştirilmesinin zaruri olduğunu düşünürken aynı şeyi din için de öngörüyor ve bu konuda Muhammed Abduh’un rolünü, Luther ve Calvin gibi aklı dinin ölçüsü kabul eden ve Avrupa’daki dinî reform hareketlerini başlatan kişilerle karşılaştırıyordu (Smith, Islam and the Search, s. 54). Ali Abdürrâzık’ın 1925 yılında el-İslâm ve uśûlü’l-ĥükm adlı kitabının yayımlanmasından sonra vuku bulan tartışmalarda Heykel Ali Abdürrâzık’ın tarafını tutarak Ezher ulemâsına cephe aldı. Bu sırada es-Siyâse gazetesini Reşîd Rızâ’nın çıkardığı el-Menâr’a karşı kullanıp bu dergiyi ve çevresindekileri fikir hürriyetini kısıtlamakla suçlamış, karşıtları da onu mülhidleri korumakla itham etmişlerdir (Johansen, s. 91 vd.).

Heykel, fikir hayatının belli bir döneminde Fir‘avniyye denilen ve 1920’li yıllarda Ahmed Lutfî es-Seyyid, Abbas Mahmûd el-Akkād, Tevfîk el-Hakîm ve Tâhâ Hüseyin gibi düşünürler arasında yayılmaya başlayan, Firavunlar zamanındaki eski Mısır kültürüne sahip çıkma akımına da katılmıştır (a.g.e., s. 112-118). Bu dönemde savunduğu fikirlere göre yeni ve eski Mısır arasında sıkı bir mânevî bağ mevcuttur. Ülkede o zamandan beri her ne kadar çeşitli dinler varlıklarını sürdürmüş ve farklı yönetim şekilleri görülmüşse de geçmişle olan bağ korunmuştur. O yıllardaki yazılarında Firavunlar döneminin kültür ve felsefesini yücelten Heykel bu mirasla karşılaşmanın kendisine geçmişiyle övünmesi, hâlihazır durumdan acı duyması ve gelecekten ümit beklemesi için yettiğini söyler (Fî Evķāti’l-ferâġ, s. 273). Yine o günlerde İslâmiyet’i Mısır’ı belli bir süre etkileyen herhangi bir din, Araplar’ı da istilâcı olarak görmüştür. Firavunlar döneminin Heykel ve çevresi tarafından millî kültür şeklinde algılanması ve İslâm kültürüne sahip çıkılmaması el-Menâr dergisinin çok ağır eleştirilerine yol açmıştır (el-Menâr, XXVII, 119-121, 623; XXIX, 115-117).

Mısır’ın kültürel kimliğinin hayranlık duyduğu Avrupa kültürü karşısında nasıl korunacağı hususunda da teoriler geliştiren Heykel, devamlı surette istikbale hâkim olacak bir insanlık kültüründen bahseder. Bu ise dinî görüşlerin, dinî ahlâkın ve geleneklerin etkisinde kalınmadan meydana gelecektir. Öyle ki Comte’un “insanlık dini”nin gelecekte insanlık kültürünün akîdesini teşkil edebileceğini dahi söyler (Johansen, s. 121). Bu yeni evrensel kültürün dini ve kültürü Avrupa’nın geliştirdiği bilimlerle yoğrulmuş olacaktır; zira bilim ve felsefe zamanın Avrupa’sında en yüksek seviyesine ulaşmıştır.

Daha sonraları Heykel, modern müslüman gençlerin neden Batı’ya yöneldikleri hususuna şöyle bir açıklama getirmiştir: “Muhammed Abduh gibi âlimlerin dinsizlik ve zındıklıkla itham edilmeleri, bilhassa münevver İslâm gençliği üzerinde en derin tesiri bırakmıştı. Çünkü bunlar akıl ve mantık hükümlerinin zındıklık telakki edildiğini, ictihadın dinsizlik, durgunluğun ve gerginliğin iman sayıldığını görmüşler, bu yüzden ürkmüşler ve hakikati müslümanların kitaplarında bulamayacaklarına inandıklarından onu aramak için bütün varlıklarıyla Garp’a dönmüşlerdi. Elhâsıl bu gençler din ile ve Hz. Peygamber ile alâkalarını kesmişler, realiteye dayanan ilmin ve realist felsefenin dini mantık ve ilim çerçevesinin dışında görmesi, din meselelerine bağlı metafizikî


safhaların ilim metoduyla alâkalı sayılmaması onların bu temayülünü kuvvetlendirmiş ve bunlar bu yoldan ayrılmamaya karar vermişlerdi. Bu gençler, tahsil safhasından ayrılarak amelî hayat âlemine atıldıkları zaman da bu şekilde hareket ederek taassup ve durgunluk zihniyetine derin bir istihkarla bakmışlar ve Garp fikir âleminin verimlerinden en büyük zevki almaya devam etmişlerdi” (Hazret-i Muhammed Mustafa, s. 22).

Heykel ve onun gibi düşünen liberal aydınlar arasında, 1930’lu ve 40’lı yıllarda gelişen siyasî ve içtimaî hadiselere de bağlı olarak İslâm’a ilginin arttığı görülür. Bu düşünürler, hayranlık duydukları Batı’daki sistemlerin içine düştüğü krizler sonucunda bir kimlik arayışına girip neticede İslâmiyet’i yeniden keşfettiler denilebilir. Bunların birçoğunun öncelikle İslâmiyet’in ilk dönemine ilgi göstermesi ve bir kısmının Hz. Muhammed’in hayatına dair kitaplar yazması üzerinde durulması gereken önemli bir husustur. Tâhâ Hüseyin 1933 yılında, Hz. Peygamber’in hayatından bölümler anlattığı ǾAlâ hâmişi’s-sîre adlı kitabının I. cildini, Heykel 1935’te Ĥayâtü Muĥammed, Tevfîk el-Hakîm 1936’da Muĥammed adlı eserlerini yayımladılar. Bu yazarların üçü de Fransa’da eğitim görmüş, ancak Heykel’in İslâmiyet’le ilgisi daha derin olduğu için tesirleri de daha çok olmuştur. Heykel hâtıratında, 1930’lu yılların başlarında Mısır’da hız kazanan misyonerlik faaliyetlerini anlatarak bu durumun kendisini nasıl tahrik ettiğini, es-Siyâse gazetesinde misyonerlere karşı ne gibi mücadeleler verdiğini ve Sıdkī Paşa hükümetinin bu faaliyet karşısında âciz kalmasına nasıl karşı çıktığını açıklamış, ayrıca başkanlığını Muhammed Mustafa el-Merâgī’nin yaptığı Misyonerlikle Mücadele Derneği’ne katıldığını belirterek Hz. Peygamber’e ait kitabını da onların bu zararlı faaliyetleri üzerine kaleme aldığını ifade etmiştir.

Muhammed Heykel’deki fikrî değişikliklerin 1920’li yılların sonlarında başladığı görülür. Haziran ve Temmuz 1928’de yazdığı yazılarda Kıptîler’in politikadaki etkinliklerinin artışına temas ederek bir dinî azınlığın çoğunluğa hükmedeceği endişesini dile getirir ve Vefd Partisi’nin fanatik Kıptîler’in bir araya geldiği bir “delegasyon” olduğunu söyler. Heykel, o sırada ölen Vefd lideri Sa‘d Zağlûl için bir anıtmezar yaptırmak isteyen parti ileri gelenlerine karşı böyle bir şeyin Firavunvâri, dolayısıyla putperest bir karakter taşıyacağını hatırlatır. Ayrıca derslerinde İslâm’a dil uzatan profesörlere hükümetin ses çıkarmamasından yakınır (Johansen, s. 124). Burada dikkat edilmesi gereken nokta, 1920’li yılların sonlarında Hizbü’l-ahrâri’d-düstûriyyîn’in muhalefette bulunması sebebiyle Heykel’in o günlerde söylediklerinin birer politik manevra olabileceğidir.

Heykel, fikrî dalgalanmaları sırasında 1932 yılında nihaî olarak İslâmiyet’i seçmiştir (a.g.e., s. 147). Ancak onun İslâmiyet’e yönelişi tamamen Batı’dan vazgeçtiği anlamına gelmez; aksine hakikat arayışını yine Batı’nın ilim metodu dairesinde gerçekleştirmektedir (Hazret-i Muhammed Mustafa, s. 23). Batı’dan aldığı bu metot Heykel’in İslâmiyet’e bakış tarzını da belirlemiştir. İslâm dininin tamamen bir akıl dini olduğunu, akla uygun düşmeyen hususların inanca sonradan ilâve edilen hurafelerden ibaret bulunduğunu söyler. Bu bağlamda Hz. Peygamber’in Kur’an dışında bir mûcizesini de kabul etmez. Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan her şeyin ilmî metotlarla açıklanabileceğini savunur ve bu konuda zorlama yorumlara kadar gider (Johansen, s. 183). Heykel’e göre İslâmiyet’te Hıristiyanlık’ta görüldüğü gibi bir din-devlet çatışması yoktur. Halife de olsa herhangi bir müslüman, din namına hiç kimseye Allah’ın kitabında farz kılınandan başka bir şey yüklemek durumunda değildir; dinî bir emre karşı çıkanları dilerse affedeceğini de söyleyemez. Bütün müslümanlar sadece Allah’ın emrine itaat eder ve hepsi O’nun nazarında eşittir (Hazret-i Muhammed Mustafa, s. 460). Heykel “İslâm sosyalizmi”ni savunan fikirlere de öncülük etmiştir. Kur’an’da Batı’da olduğundan daha farklı bir sosyalistlik görüldüğünü, bunun da eşitlik ve kardeşliğe dayandığını ileri sürer (a.g.e., s. 477-478).

Gazeteciliği. Muhammed Heykel gazeteciliğe, fikir hayatında da etkisinde kaldığı Mısır’ın ünlü politikacı ve gazetecilerinden Ahmed Lutfî es-Seyyid’in yanında el-Cerîde’de başlamış, daha sonra es-Siyâse’de devam etmiştir. Heykel’in, döneminin gazetecilik anlayışına damgasını vurduğu söylenebilir. Onun çıkardığı es-Siyâsetü’l-üsbûǾiyye her türlü edebî eseri, eleştirileri, tarihî ve felsefî fikirleri halka götürerek bir nevi “halk üniversitesi” olmayı amaçlıyordu. Bu haftalık gazete eki, her ne kadar okuyucu kitlesini beklendiği şekilde genişletememişse de genç yazarların ve gazetecilerin yazdıklarını yayımlayabilmeleri ve kendilerini yetiştirebilmeleri için bir platform oluşturmuştur. Bu gazeteci ve yazarlar arasında Hâfız Mahmûd, Zekî Abdülkādir, Fethî Rıdvân ve Necîb Mahfûz gibi tanınmış kişiler yer almaktadır (Smith, s. 181).

Politikacılığı. Gençliğinden itibaren siyasî çizgisi değişmeyen Heykel liberal, demokrat ve anayasa düzenine bağlı bir siyasetçi olarak tanımlanabilir. Hayatı boyunca Mısır’ın siyasî konumu birçok defa değişmiştir. Osmanlılar’a bağlı hidivlik döneminde doğmuş, İngiliz sömürge idaresinin baskısı altında yaşamış, anayasanın hazırlanmasına önemli katkılarda bulunmuş ve nihayet 1952 ihtilâlini bütün sonuçlarıyla idrak etmiş bir politikacıdır. Maarif bakanlığı sırasında eğitimde hem teşkilât hem tedrîsat bakımından ıslahata gidilmesi gerektiğini düşünüyordu. Onun bu konudaki faaliyetleri şu şekilde özetlenebilir: Avrupalı özel okulların Maarif Bakanlığı tarafından daha sıkı bir kontrol altına alınmasına çalışmak, öğretmen yetiştirmenin tek elden yapılması ve bu konuda Ezher’in imtiyazlarının kaldırılması için uğraşmak, askerlik dersini bütün okullarda zorunlu ders haline getirmek, İskenderiye Üniversitesi’nin kuruluşuna ön ayak olmak ve önemli mevkilerde bulunan Avrupalı memurları Mısırlı memurlarla değiştirerek danışman sıfatıyla ikinci plana düşürmek (Müźekkirât, II, 78-113).

Edebiyatçılığı. Heykel’e göre edebiyat, amacı insanlara söz vasıtasıyla hayat ve varlıkta doğru ve güzelle ilgili bir mesaj vermek olan bir güzel sanat kolu, edebiyatçı da mesajı tebliğ eden kişidir. İnsanı doğrunun ve güzelin bilgisine (irfan) ulaştıran vasıta ise ilim ve felsefedir. Edebiyatçı bu ikisine ne kadar vâkıfsa mesajını o ölçüde verebilir. Bundan dolayı iyi bir edebiyatçı olmak isteyen kişinin kendi dilindeki edebiyatı bilmesi, gücü yettiği kadar da asrının ilimlerini, felsefesini ve çeşitli dillerdeki edebiyatları tanıması gerekmektedir (Ŝevretü’l-edeb, s. 25-27).

Hayatının çeşitli safhalarında sahip olduğu değişik görüşler Heykel’in edebiyata bakış tarzına da yansımıştır. 1920’li yıllarda yazdığı edebî yazılarında Fir‘avniyye akımının etkisinde kalarak Mısır’ı Arap âleminden ayırır ve millî bir edebiyatın oluşturulması gerektiğini savunur. Ona göre ortak bir edebiyat için din ve dil birliği yeterli değildir; çevre faktörü bunlardan daha önemlidir. Binlerce yıldan beri aynı coğrafyada yaşayan ve aynı kanı taşıyan Mısırlılar için eski-yeni ayırımı yapılamaz; dolayısıyla da Firavunlar


zamanından kalan miras reddedilemez (a.g.e., s. 121 vd.). Heykel pek çok Mısırlı şair ve yazarı, kendilerini saran muhteşem manzaraya hiç iltifat etmeyip güzellikle ilgili fikirleri doğrudan hayatta değil kitaplarda aramakla yani kendi hissettikleri güzellikler yerine başkalarının güzel olarak tanımladıkları şeyleri işlemekle suçlar. Halbuki tabiattaki varlıklar sürekli değiştiğinden duyguların tezahür şekli de farklıdır (a.g.e., s. 112-113; Er, XXXVII [1995], s. 612). Ona göre tarihçiler kadar yazar ve şairler de Mısır’ın Firavunlar döneminden beri tarihte oynadığı rolü konu edinmelidirler. Bu tür eserler, yazının millîleştirilmesini sağlayacağı gibi okuyucular üzerinde de vatan sevgisini arttırıcı bir etkide bulunacaktır (a.g.e., XXXVII [1995], s. 613).

Heykel, teorisini oluşturmaya çalıştığı millî edebiyat fikrini uygulamaya da koymuştur. Fî Evķāti’l-ferâġ adlı kitabında yer alan “Ebîs” ve “Semiramis” başlıklı hikâyeleriyle Ŝevretü’l-edeb içinde yer alan “Îzîs”, “Râiyetü”, “Hâtûr” ve “Afrodit” gibi hikâyelerinde malzeme olarak firavunların hayatını ve onların tanrılarını seçmiştir. Kendi döneminin Mısır hayatını konu edinen “Hükmü’l-hevâ” ve “eş-Şeyh Hasen” adlı hikâyelerini de yine Ŝevretü’l-edeb içinde neşretmiştir. Edebiyatın millîleştirilmesi konusunda ise Taine ve Ferdinand Brunetiere’in ırk ve çevrenin edebiyat için önemi konusundaki teorilerinden etkilenmiştir (Brugmann, s. 250).

Muhammed Heykel, Mısır’da yaşanan dil alanındaki değişiklileri açıklarken bu noktada Urâbî Paşa isyanına (1881) dönüm noktası gözüyle bakar. Çünkü o zaman körüklenen millî duygular edebiyat alanına da sıçramış ve bu ayaklanmadan sonra eski Arap edebiyatının kalıplaşmış üslûbundan kurtulma ve topluma dil yönünden uyum sağlayan bir edebiyat oluşturma hareketi başlamıştır. Heykel, konuşma diliyle yazı dili arasındaki farklılığı giderme çalışmalarını Urâbî ayaklanmasının bir devamı niteliğinde görür. Ona göre yazı dilinin halk tarafından anlaşılır hale getirilebilmesi için iki yönlü bir çalışma yapılması, bir taraftan Arapça konuşan bütün insanlara hitap eden yazı dili halkın anlayacağı seviyeye yaklaştırılırken bir taraftan da halkın eğitim yoluyla Kur’an dilini iyi bir şekilde anlayacak düzeye çıkarılması gerekmektedir (Ŝevretü’l-edeb, s. 7-8, 97-98; Er, XXXVII [1995], s. 621). Öte yandan Arap gramerinde de birtakım problemler mevcuttur. Arapça’nın kabul görmesi için önce i‘rabın kaldırılarak dilin kolaylaştırılması gerektiğini düşünür. Dil konusundaki başka bir husus da Arapça’ya giren yabancı kelimeler meselesidir. Heykel bu konuda, birçok dilciden farklı olarak sıkça kullanılan yabancı terimlerin Arapça karşılıklarının bulunması yerine bunların aynen benimsenmesinden yanadır. Heykel edebî bir eserdeki dili elbiseye benzetir. Gösterişli, süslü elbiseler çok eskilerde kalmıştır. Edebî eserin dili de artık gösterişten uzak, sade ve anlamı okuyucuya en kısa şekilde ulaştırabilecek bir biçimde olmalıdır; çünkü ifade edilen şeylerde lafız değil anlam önemlidir (Ŝevretü’l-edeb, s. 33-35; Er, XXXVII [1995], s. 622-623).

Heykel edebiyatla uğraşırken özellikle hikâye ve romancılığın meseleleriyle yakından ilgilenmiştir. Ona göre edebiyatın bu kolu Mısır’da çok zayıf kalmıştır ve bunun sebepleri şunlardır: a) Okur yazar oranı düşük olan ülkede konuşma ve yazı dillerinin arasındaki büyük farklılıktan dolayı edebiyatın bu kolu geniş halk kitleleri tarafından tanınamamış, bunun sonucunda yazarlar da yeteri kadar teşvik ve takdir edilememiştir. b) Zenginler, özellikle de zengin kadınlar destek olmamışlardır. Heykel bu hususta, XVII ve XVIII. yüzyıllarda kadınların Fransız edebiyatınin yükselmesinde oynadıkları rolü ve yine kadınların eski Arap edebiyatını himayeleri altına almış olmalarını örnek göstermektedir. c) Mısır’ın önde gelen edebiyatçıları sürekli biçimde rakipleri ve kendilerinden daha aşağı seviyede olanlar tarafından küçük düşürülmektedirler. d) İnsanların siyasî ve iktisadî meselelerle gereğinden fazla meşgul edilmeleri neticesinde yazarlar da edebiyattan çok siyasete yönelmektedirler (Ŝevretü’l-edeb, s. 79-96; es-Siyâsetü’l-üsbûǾiyye [22 Şubat 1930], s. 3-4; [1 Mart 1930], s. 10; [8 Mart 1930], s. 3-4; Gibb, s. 295-296).

Muhammed Heykel’in, çeşitli dergilerde yayımladıktan sonra bazı kitaplarına aldığı kısa hikâyelerinden başka iki de romanı vardır. Bunlardan, Fransa’da eğitim görmekte iken yazıp Mısır’a döndükten sonra bastırdığı Zeyneb, o güne kadar Arap edebiyatında kullanılan makāme (secili hikâye) formunun dışına çıktığı için eleştirmenler tarafından modern Arap edebiyatı geleneğinin ilk örneği olarak kabul edilmektedir (Gibb, s. 292). İkinci romanı olan Hâkeźâ ħuliķat’ı ise hayatının sonlarına doğru yazmıştır.

Eserleri. 1. La dette publique égyptienne (Paris 1912). Doktora tezidir. 2. Zeyneb: menâžır ve aħlâķu rîfiyye (Kahire 1914). Heykel’in bu ilk romanı, hem şekil hem de muhteva açısından Mısır’da Batı tarzında yazılmış ilk romandır. Eser birçok defa basılmış, İngilizce’ye çevrilmiş (London 1989) ve iki defa da filme alınmıştır (Johansen, s. 1). 3. Jan Jak Ruso ĥayâtühû ve kütübühû (I-II, Kahire 1921-1923). 4. Fî Evķāti’l-ferâġ (Kahire 1925). Çeşitli gazetelerde yayımladığı yazıları arasından seçtiği makalelerden oluşmaktadır. 5. ǾAşeretü eyyâm fi’s-Sûdân (Kahire 1927). Basın mensubu olarak Nil üzerindeki bir barajın açılışı için gittiği Sudan’ı anlatan bir kitaptır. 6. Terâcimü Mıśriyye ve Ġarbiyye (Kahire 1929). Çoğu es-Siyâsetü’l-üsbûǾiyye’de yayımlanan makalelerinden meydana gelen bu eser Mısırlı ve Batılı bazı politikacı, mütefekkir ve edebiyatçının biyografilerini ihtiva etmektedir. 7. es-Siyâsetü’l-Mıśriyye ve’l-inķılâbü’d-düstûrî (Kahire 1349). Muhammed Abdullah İnân ve İbrâhim Abdülkādir el-Mâzinî ile beraber hazırladıkları bu kitapta Mısır’ın güncel siyasî meseleleri ele alınmıştır. 8. Veledî (Kahire 1931). Bu eserinde, oğlunun Aralık 1925’te ölümünden sonra 1926, 1927 ve 1928 yıllarında eşiyle birlikte başlıca Avrupa şehirlerine yaptığı seyahatlerde edindiği intibaları anlatmıştır. Müellif, bu yolculuklar sırasında İstanbul’a geldiğinde Osmanlı sultanlarının oturduğu Yıldız Sarayı binalarının kumar oynanan kulüp, otel ve lokanta haline getirildiğini görünce çok üzüldüğünü ifade eder. 9. Ŝevretü’l-edeb (Kahire 1933). Heykel’in bu eseri, çeşitli gazete ve dergilerde yayımladığı edebiyatla ilgili bazı makalelerinin yeniden gözden geçirilmiş şekillerini ve bazı hikâyelerini ihtiva eder. 10. Ĥayâtü Muĥammed (Kahire 1935). Doğu’da ve Batı’da büyük yankılar uyandıran eser, birçok dile çevrilerek (Türkçe’si: Hazret-i Muhammed Mustafa [trc. Ömer Rıza Doğrul], İstanbul 1945; İngilizce’si: The Life of Muhammad [trc. İsmâil Râcî Fârûkī], London 1983) çeşitli araştırmalara konu olmuştur. 11. Fî Menzili’l-vaĥy (Kahire 1937). Heykel bu kitabında hem kendi hac intibalarını anlatmış, hem de o dönemin Suudi Arabistan’ı hakkında bilgi vermiştir. 12. eś-Śıddîķ Ebû Bekr (Kahire 1942). 13. el-Fârûķ ǾÖmer (I-II, Kahire 1944-1945). 14. Müźekkirât fi’s-siyâseti’l-Mıśriyye. Üç cilt olan eserin ilk iki cildini Heykel yayımlamış (Kahire 1951-1953), III. cildi ise oğlu Ahmed Heykel tarafından neşredilmiştir (Kahire 1977-1978). Müellif bu hacimli kitabında, kendi başından geçen


siyasî olayları ve bunun yanında I. Dünya Savaşı öncesinden başlayarak Mısır’ın genel siyasî hayatını anlatmıştır. 15. Hâkeźâ ħuliķat (Kahire 1955). Heykel’in ikinci ve son romanıdır. 16. el-İmbaraŧuriyyetü’l-İslâmiyye (Kahire 1961). 17. eş-Şarķu’l-cedîd (Kahire 1963). 18. ǾOŝmân b. ǾAffân beyne’l-ħilâfe ve’l-mülk (Kahire 1964). 19. el-Îmân ve’l-maǾrife ve’l-felsefe (Kahire 1964). 20. Ķıśaś Mıśriyye (Kahire 1969) (son beş eseri Heykel’in ölümünden sonra oğlu Ahmed Heykel yayımlamıştır).

BİBLİYOGRAFYA:

Muhammed Hüseyin Heykel, Fî Evķāti’l-ferâġ, Kahire 1925, s. 273; a.mlf., Müźekkirât fi’s-siyâseti’l-Mıśriyye, Kahire 1951-53, II, 78-113, 216-217; a.mlf., Hazret-i Muhammed Mustafa (trc. Ömer Rıza Doğrul), İstanbul 1948, s. 14-57, 460, 477-478; a.mlf., Ŝevretü’l-edeb, Kahire, ts., s. 7-8, 25-27, 33-35, 79-98, 112-113, 121 vd.; ed-Duktûr Muĥammed Ĥüseyin Heykel, Aĥmed Luŧfî es-Seyyid, Kahire 1958; Şevkī Dayf, el-Edebü’l-ǾArabiyyü’l-muǾâśır fî Mıśr, Kahire 1961, s. 270-277; B. Johansen, Muhammad Husain Haykal. Europa und der Orient im Weltbild eines ägyptischen Liberalen, Beirut 1967; Tâhâ Umrân Vâdî, ed-Duktûr Muĥammed Ĥüseyin Heykel: ĥayâtühû ve türâŝühü’l-edebî, Kahire 1973; Enver el-Cündî, AǾlâmü’l-ķarni’r-râbiǾ Ǿaşer el-hicrî, Kahire 1981, I, 131-137; Hamilton A. R. Gibb, “The Egyptian Novel”, Studies on the Civilization of Islam (ed. S. J. Shaw - W. R. Polk), Princeton 1982, s. 286-319; C. D. Smith, Islam and the Search for Social Order in Modern Egypt, New York 1983, s. 54, 181; a.mlf., “Hakadhā Khuliqat: The Triumph of the Irrational in the Fiction of Muhammad Husayn Haykal”, Edebiyât, I/2, Philadelphia 1976, s. 177-197; a.mlf., “Love Passion and Class in the Fiction of Muĥammad Ĥusayn Haykal”, JAOS, XCIX/2 (1979), s. 249-261; Mehdî Allâm, el-MecmaǾiyyûn fî ħamsîne Ǿâmen, Kahire 1986, s. 269-270; I. Gershoni - J. P. Jankowski, Egypt, Islam, and the Arabs: The Search for Egyptian Nationhood, 1900-1930, New York-Oxford 1986; Seyyid Ahmed el-Mahzencî, Nažra taħlîliyye fî kitâbât Dr. Muĥammed Ĥüseyin Heykel, Kahire 1987; Hüseyin Fevzî en-Neccâr, ed-Duktûr Heykel ve târîħu cîl 1888-1956, Kahire 1988; Ahmed Zelet, ed-Duktûr Muĥammed Ĥüseyin Heykel beyne’l-ĥađâreteyni’l-İslâmiyye ve’l-Ġarbiyye, Kahire 1988; el-Menâr, XXVII, Kahire 1344-45, s. 119-121; XXIX (1346-47), s. 115-117; es-Siyâsetü’l-üsbûǾiyye, Kahire 22 Şubat 1930, s. 3-4; 1 Mart 1930, s. 10; 8 Mart 1930, s. 3-4; Tâhâ Hüseyin, “el-Merĥûm ed-duktûr Muĥammed Ĥüseyin Heykel”, MMLA, XII (1961), s. 287-293; I. Gershoni, “Imagining the East: Muĥammad Ĥusayn Haykal’s Changing Representations of East-West Relations 1928-1933”, AAS, XXV/3 (1991), s. 209-251; Ch. Wial, “Muĥammad Ĥusayn Haykal”, EI² (İng.), VII, 441-442; J. Brugmann, An Introduction to the History of Modern Arabic Literature in Egypt, Leiden 1984, s. 250; Rahmi Er, “Muhammed Husayn Heykel ve Onun Dil ve Edebiyatla İlgili Bazı Görüşleri”, DTCFD, XXXVII (1995), s. 599-623.

Hilal Görgün