HAŞİR
(الحشر)
Kıyamet gününde diriltilecek olan mükelleflerin hesaba çekilmek üzere bir araya toplanması anlamında bir terim.
Sözlükte “bir topluluğu bulunduğu yerden zor kullanarak çıkarıp bir meydanda toplamak” mânasına gelen haşir (haşr) kelimesi, kıyamet gününde yeniden diriltilen (ba‘s) bütün varlıkların hesaba çekilmek üzere bir meydana sevkedilip toplanmasını ifade eder. Toplanılacak yere mahşer, mevkıf veya arasât denir. Buna göre haşir, kıyamet halleri arasında ba’s-tan sonra ikinci merhaleyi oluşturur ve “hesap görüldükten sonra cennet veya cehenneme sevkedip dağıtmak” anlamındaki neşirin karşıtı olur. Geleneksel inanca göre bütün ümmetler kendi peygamberinin önderliğinde haşredileceği, en önde de ümmetiyle birlikte Hz. Muhammed bulunacağı için ona “Hâşir” adı da verilmiştir (Lisânü’l-ǾArab, “ĥşr” md.).
Kur’ân-ı Kerîm’de haşir, biri “dünyadaki sürgün” mânasında olmak üzere iki defa geçmekte, ayrıca aynı kökten türeyen isim ve fiil şeklindeki müştakları da kırk bir âyette yer almaktadır (bk. M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “ĥaşr” md.). Bunların büyük bir kısmında âhiretteki haşrin tasviri yapılır. Kur’an’ın, ancak rableri huzurunda toplanacaklarından korkanlara fayda vereceği hususuna da işaret edilen bu âyetlerde belirtildiğine göre başta insanlar ve cinler olmak üzere şeytanlar, melekler, hatta tapınılan putlar bile hesaba çekilmek için haşredilecektir (Âl-i İmrân 3/158; el-En‘âm 6/51, 72, 128; Sebe’ 34/40; el-Ahkāf 46/6). Yeryüzü yarılacak, insanlar süratle kabirlerinden çıkarak çekirgeler gibi kendilerini çağırana doğru koşacaklar (Kāf 50/44; el-Kamer 54/7-8); herkesin yanında biri ameline şahitlik etmek, diğeri de onu mahşere götürmekle görevli iki melek bulunacaktır (Kāf 50/21). İlâhî buyruklara isyan etmekten sakınan müttakiler, rahmânın huzuruna süvari elçiler ve konuklar gibi yüzleri parlak ve sevinçli durumda haşredilirken kâfirler, zalimler ve Kur’an’dan yüz çeviren mücrimler gözleri korkudan göğermiş, zincire vurulup katrandan gömlek giydirilmiş, kederli ve kara yüzlerini ateş bürümüş olarak kör, sağır ve yüzükoyun bir şekilde cehennem yoluna sevkedilecekler, hesap vermeleri için cehennemin etrafında diz çöktürülmüş bir halde bekletilecekler, sonunda da cehenneme atılacaklardır (İbrâhim 14/49-50; el-İsrâ 17/97-98; Meryem 19/68, 85-86; Tâhâ 20/102, 124-126; el-Furkān 25/34; Abese 80/38-42).
Haşrin kötüsünden Allah’a sığınan ve fakirler zümresi içinde haşredilmeyi niyaz eden (Müsned, V, 329; Tirmizî, “Zühd”, 37) Hz. Peygamber’in hadislerinde haşrin kısımları, şekilleri, inanç ve amelleri değişik olan insanların haşir esnasındaki durumları hakkında çeşitli bilgiler verilmektedir. Bu hadislerden anlaşıldığına göre kıyamet alâmetlerinin ilki veya sonuncusu olarak çıkacak bir ateş insanları doğudan batıya sevkedecektir ki (Müsned, IV, 6; V, 3; VI, 463; Buhârî, “Enbiyâǿ”, 1) bu dünyada vuku bulacak olan bir haşir kabul edilir (İbn Kesîr, I, 227, 228). Asıl haşir ise kıyametin kopmasından sonra diriltilecek yaratıkların kabirlerinden çıkması ile gerçekleşecek olan haşirdir. İlgili hadislerde haber verildiğine göre insanlar, üzerinde dağ, taş gibi yol gösterici hiçbir alâmetin bulunmadığı, kepeksiz un gibi bembeyaz ve dümdüz bir alanda haşredilecektir (Buhârî, “Riķāķ”, 44). Kabirden ilk defa Resûl-i Ekrem çıkacak, onu Ebû Bekir ve Ömer takip edecek, daha sonra Medine ve Mekke’de bulunanlar Peygamber’le birlikte mahşer yerine varacaklardır (İbn Kesîr, I, 262).
Haşir esnasında insanlar yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olacak, fakat o günün dehşetinden erkekler ve kadınlar birbirlerine bakamayacak, izdihamdan ve yaklaştırılan güneşin hararetinden ötürü dökülen terler ağızlara ve kulaklara kadar yükselecektir (Buhârî, “Enbiyâǿ”, 8, “Zekât”, 52). Cennet elbiselerinden ilk defa Hz. İbrâhim ile Hz. Peygamber’e, ardından diğer peygamberlere ve müminlere giydirilecek ve bunlar haşrin zorluklarından kurtulacaktır (Kurtubî, s. 237). İnsanlar inançlarına ve amellerine göre çeşitli şekillerde haşredilir. Kötülüklerden sakınanlar eğerleri altından olan emsalsiz binekler üzerinde haşredilir ve müstakbel hayatlarını özlerler. Bazıları ikişer, üçer, dörder, onar kişilik gruplar halinde develer üzerinde mahşer yerine götürülür. Bazıları da kavurucu güneş altında yaya olarak haşrolunur. Kâfirlere gelince bunların liderleri yüzükoyun, diğerleri yürüyerek mahşere sevkedilir (Müsned, I, 155; Buhârî, “Riķāķ”, 45; Müslim, “Cennet”, 59; Beyhakī, s. 648; Kurtubî, s. 226, 237). İlâhî emirler karşısında büyüklük taslayanlar zerreler gibi küçültülmüş olarak mahşere götürülecek (İbn Kesîr, II, 8), başkasının arazisini haksız yere alanlar da bu arazinin toprağını mahşer yerine kadar sırtında taşımaya mahkûm edilecektir (Müsned, IV, 173). Mahşer yerine gelen insanların gözleri gökyüzüne çevrilmiş halde kırk yıl bekleyecekleri, sonunda Hz. Peygamber’in şefaatiyle hesaba çekilme işleminin başlayacağı da hadislerde verilen bilgiler arasında yer alır (İbn Kesîr, I, 267).
Haşir, muhtemelen “insanları bulundukları yerden çıkarmak” şeklindeki sözlük anlamından hareketle bazı kelâmcılar tarafından yer yer ba‘s ile eş anlamlı bir terim olarak kullanılmıştır (Âmidî, s. 121; Tehânevî, I, 293-294). Ancak Halîmî, Kurtubî, İbn Kesîr, Aynî ve daha başka birçok âlim, haşri ba‘stan sonra gerçekleşecek merhaleyi ifade eden bir terim olarak kabul etmişlerdir. Bu görüş, kıyamet hallerini tasvir eden naslara daha uygun düşmektedir. Haşir terimini genel anlamıyla kıyamet veya meâd yerine kullanan âlimler, onun muhtevasını kıyametteki bütün merhaleleri kapsayacak şekilde geniş düşünmüş ve buna göre açıklamalar yapmışlardır (Halîmî, I, 417-418; krş. Şa‘rânî, II, 158-159). Haşir konusuna ilişkin bilgiler yalnız âyet ve hadislere bağlı olduğundan bu hususta İslâm âlimleri arasında farklı görüşlere hemen hemen hiç rastlanmamaktadır. İlgili nasların yorumu sırasında daha çok hayvanların haşri, birbiriyle çelişir gibi görünen bazı nasların telifi, ilâhî huzura haşredilişten doğan mekân problemi ve haşrin cismanî mi ruhanî mi olduğu konularında farklı yaklaşımlar göze çarpmaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm’de haşr kavramı hayvanlara da nisbet edilmiştir (bk. el-En‘âm 6/38; et-Tekvîr 81/5). Bu tür âyetlerle aynı konuya dair hadislerin yorumunu yapan âlimlerin bir kısmı hayvanlara izâfe edilen haşrin ölümden ibaret olduğunu, hayvanların ölüm sonrasında bir hayatı ve sorumluluğunun bulunmadığını söylerken bazıları, daha çok kelimenin genel sözlük anlamından ve bir kısım rivayetlerden hareketle hayvanların da kıyamette diriltilmesini mümkün görmüşlerdir (Taberî, VII, 119-120; XXX, 43; Âlûsî, VII, 145-146; Reşîd Rızâ, VII, 396-400). Ancak hayvanların yükümlü ve sorumlu olmadığı, ayrıca hesaba sığmayacak kadar çok olan hayvanların haşredilmesinin hikmetten uzak görünmesi gerçeği karşısında İbn Abbas’ın da yer aldığı birinci gruptaki âlimlerin fikri daha isabetli görünmektedir.
Kıyameti tasvir eden bazı âyetlerde kâfirlerin ve Kur’an’dan yüz çevirenlerin kör, sağır ve dilsiz olarak haşredileceği belirtilirken (el-İsrâ 17/97; el-Mürselât 77/35-36) bir kısmında bunların da herkes gibi konuşacaklarının bildirilmesi ilk bakışta çelişkili gibi görünürse de bu husus, ba‘s ve haşirle başlayacak olan kıyamet hallerinin değişik merhaleleriyle ilgili bir durumdur. Bu merhalelerin bir kısmında mevcut olan bir halin diğerinde değişmesi mümkündür (Halîmî, I, 420-421). Kur’ân-ı Kerîm’de âhiret hayatından söz edilirken nihaî dönüşün Allah’a olacağı, herkesin O’na rücû edeceği sık sık tekrarlanır (bk. M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “rucûǾ”, “maśîr” md.leri). Bu tür ifadeler, haşrin “Allah’ın huzuruna varış” mânasını da taşıdığını gösterir. Bu ise mekândan münezzeh olan Allah’a bir yer veya makam nisbet edildiği intibaını doğurur. Ancak hâlik ile mahlûk arasındaki münasebet ulûhiyyet açısından dünyada ne ise âhiret hayatında da odur. Bununla birlikte Kur’ân-ı Kerîm’de de ifade edildiği gibi (Kāf 50/22) kıyamette kişi ile gayb âlemine dair bazı gerçekler arasındaki perde kalkar ve insan huzûr-i ilâhîde bulunduğunun şuuruna varır. Şu halde buradaki değişim hâlikte değil mahlûkta meydana gelir. Ezelî ve ebedî olan, zamandan, mekândan ve değişiklikten münezzeh bulunan Allah ise daima aynı sıfatları taşır.
İslâm filozoflarından İbn Sînâ ile İbn Rüşd mutluluğu aklî lezzete erme, azap ve ıstırabı da bundan yoksun kalma şeklinde açıklayarak haşrin cismanî değil ruhanî olacağını ileri sürmüşlerdir. İslâm âlimleri ise haşrin cismanî olacağı görüşündedir. Kıyameti tasvir eden âyet ve hadislerde insanların göz, yüz, baş, ayak gibi organlarından bahsedilmesi, cennet ve cehennem hayatıyla ilgili olarak ancak bedenle yerine getirilebilecek fonksiyonlardan söz edilmesi, haşrin cismanî olarak gerçekleşeceğine ilişkin açık delillerdir. Bu cismanî tasvirlerin sembolik ifadeler şeklinde kabul edilmesi, bâtınî yöntemi andıran aşırı bir te’vil olur ki bunun vahyin amacıyla bağdaştırılması mümkün görünmemektedir. Naslarda yer alan ifadelerle hem etkili bir tasvir yapılmak hem de âhiretin tıpa tıp dünyaya benzemediği anlatılmak istenmiştir. Gazzâlî’nin de belirttiği gibi (ed-Dürretü’l-fâħire, s. 51-57) insanoğlunun görmediği ilginç olayları inkâr etmesi onun tabiatında bulunan bir özelliktir. Bundan dolayı haşrin cismanîliği ve diğer âhiret halleri ilk bakışta kişiye garip gibi görünürse de insan akıl yürütme gücünü kullanarak nasların haber verdiği bu hususları mümkün görür ve onları tasdik edebilir (haşr-i cismânî için ayrıca bk. BA‘S).
BİBLİYOGRAFYA:
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ĥaşr” md.; Lisânü’l-ǾArab, “ĥşr” md.; Tehânevî, Keşşâf, I, 293-294; M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “ĥaşr”, “rucûǾ”, “maśîr” md.leri; Mustafavî, et-Taĥķīķ, II, 240-241; Müsned, I, 155; IV, 6, 173; V, 3, 329; VI, 329, 463; Dârimî, “BüyûǾ”, 7; Buhârî, “Enbiyâǿ”, 1, 8, “Zekât”, 52, “Riķāķ”, 44, 45; Müslim, “Cennet”, 58, 59; Tirmizî, “Zühd”, 37; Taberî, CâmiǾu’l-beyân (Bulak), VII, 119-120; XXX, 43; Makdisî, el-Bedǿ ve’t-târîħ, II, 226-227, 229, 230-231; Halîmî, el-Minhâc, I, 379, 417-421; Beyhakī, el-Esmâǿ ve’ś-śıfât, s. 648; Gazzâlî, ed-Dürretü’l-fâħire (nşr. M. Abdülkādir Ahmed Atâ), Beyrut 1407/1987, s. 51-57; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, el-ǾAvâśım (Tâlibî), s. 124; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, II, 122-123; XI, 195; Âmidî, el-Mübîn, s. 121; Kurtubî, et-Teźkire fî aĥvâli’l-mevtâ ve ümûri’l-âħire, Beyrut 1405/1985, s. 226, 231-237, 248, 280; Beyzâvî, ŦavâliǾu’l-envâr, İstanbul 1305, s. 438, 443; a.mlf., Envârü’t-tenzîl (Şeyhzâde, Ĥâşiye içinde), İstanbul 1282, III, 452; İbn Kesîr, en-Nihâye (Zeynî), I, 227, 228, 262, 267; II, 7-8; Teftâzânî, Şerĥu’l-Maķāśıd, II, 159, 160; Aynî, ǾUmdetü’l-ķārî, Kahire 1392/1972, XIX, 65; Tecrid Tercemesi, XII, 207-210; Şeyhzâde, Ĥâşiye Ǿalâ Tefsîri’l-Ķāđî el-Beyżâvî, İstanbul 1282, II, 56; III, 332; Şa‘rânî, el-Yevâķīt ve’l-cevâhir, Kahire 1378/1959, II, 158-159; Keşfü’ž-žunûn, II, 1926; Âlûsî, Rûĥu’l-meǾânî, VII, 145-146; Îżâĥu’l-meknûn, I, 54; Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-menâr, IV, 198; VII, 396-400; Muhammedî er-Rîşehrî, Mîzânü’l-ĥikme, Kum 1362-63 hş., VII, 101, 106-107; İsmail Hakkı İzmirli, “Âhiret”, İTA, I, 168-169.
Süleyman Toprak