HASEKİ

(خاصكي)

Osmanlı Saray ve askerî teşkilâtlarında bazı görevliler için kullanılan bir unvan.

Arapça hâsstan gelen hâssa kelimesiyle Farsça “gî” ekinden oluşan haseki (hâssagî) “yakın arkadaş, özel sohbet arkadaşı” anlamına gelir. Kelime terim olarak Memlükler’de çoğul biçimiyle (hasekiyye) sultanın en yakın köleleri için kullanılmıştır (bk. HASEKİYYE). Memlükler’den önce kurulan bazı İslâm devletlerinde “hükümdarın muhafız kıtası, güvenilir ve seçkin maiyeti” anlamında yine has kelimesinden türetilen havâs, sıbyânü’l-havâs, hassagân ve hasekiyân gibi tabirlerin kullanıldığı bilinmektedir. Haseki, Osmanlı saray teşkilâtında padişahın münasebette bulunduğu câriyelerle sarayın Bîrun kısmında hizmet gören Bostancı Ocağı’nın ileri gelen bir sınıfına mensup olanlar, askerî teşkilâtında ise çeşitli hizmetlerde bulunan bazı görevliler hakkında bir unvan olarak kullanılmıştır.

Padişahın gözüne giren ve gönlünü çelerek zevcesi olan gedikli câriyelere haseki veya “hünkâr hasekisi” denirdi. “Has odalık” veya “ikbal” de denilen bu câriyelerin en gözde olanı “başikbal” unvanıyla anılırdı. Hasekiliğe yükselen câriyeye samur kürk giydirilirdi. Hasekilerden erkek çocuk doğuranlara “haseki sultan” unvanı verilir ve başına kıymetli taşlarla süslü bir altın taç takılırdı; kendisine bir daire tahsis edilerek geçimi için haslar ayrılır (bk. PAŞMAKLIK), hizmetine câriyeler ve emrine bir kethüdâ verilirdi (Silâhdar, II, 685). Ölen bir padişahın erkek çocuk doğurmuş hasekileri Eski Saray’a gönderilir, çocuğu olmayan veya kız çocuk doğurmuş olanlar ise yüksek rütbeli devlet adamları ile evlendirilirdi.

Haseki sultanlar içinde Kanûnî Sultan Süleyman’ın zevcesi Hürrem Sultan ile Sultan İbrâhim’in gözdesi Şah Sultan (Telli Haseki), isimlerinden çok haseki unvanıyla meşhur olmuşlardır. Bunlardan birincisinin Mimar Sinan’a inşa ettirdiği Haseki Külliyesi hâlâ ayaktadır. Haseki sultan tabirinin yerini zamanla kadın ve kadınefendi almıştır. Kadınlar da başkadın, ikinci, üçüncü ve dördüncü kadın gibi derece ve unvanlarla anılmışlardır.

Sarayın Bîrun kısmına mensup olan bostancı hasekileri Bostancı Ocağı’nın ileri gelen bir sınıfıydı. Resmî günlerde ve alaylarda başlarına iki karış kadar uzunlukta sivri ve koni biçiminde külâh, arkalarına dolama denilen kırmızı çuhadan yapılmış bir üst kaftanı giyerler, bellerine çuha kemer kuşanırlardı. Diğer günlerde ise başlarına mukavva üzerine tutkalla yapıştırılmış kırmızı çuhadan barata, arkalarına cübbe biniş giyerler, bellerine şal kuşanırlar ve sim yaldızlı hançer takarlardı (Atâ Bey, I, 293). XVIII. yüzyıldaki mevcudu 300 civarında olan bostancı hasekileri diğer bostancılardan yaka ve kemerleriyle, ellerindeki asâlarla ayırt edilirlerdi. Yeni haseki olan bostancıya asâsı merasimle verilir, o da kendi eliyle kurban keserdi. Bostancı hasekilerinden altmış kadarı padişahın maiyetinde


bulunur ve bir yere giderken kendisine refakat ederdi. Hasekilerin bir başka görevi de vâlide sultanın Eski Saray’dan Topkapı Sarayı’na nakli sırasında muhafızlığını yapmaktı. Devlet işlerinin Paşakapısı’na (Bâbıâli) intikalinden sonra sadrazamın sunduğu telhisleri padişaha götüren hasekiye “vezir karakulağı” denirdi.

Padişahın deniz gezilerinde saltanat kayığının dümenini bostancıbaşı tutar, kayığın baş tarafında ise haseki ağalar bulunurdu. Saltanat kayığının sağında ve solundaki iki kayıkta bulunan hasekiler de ayakta dururlar ve ellerindeki değneklerle güzergâh üzerinde bulunan kayıklara yol açmalarını emrederlerdi. Bostancı hasekilerinin bir görevi de padişahın gizli emirlerini taşra yöneticilerine iletmekti. Çoğu İstanbullu ve Arnavut asıllı olan hasekiler genellikle hamlacılıktan yetişirdi (bk. BOSTANCI). Hemen hepsi okur yazar, uzun boylu, düzgün konuşan, iş bilir kişiler olan bostancı hasekilerinden yüksek dereceli devlet memuriyetlerine yükselenler, hatta sadrazam olanlar bile çıkmıştır. Bostancı hasekilerine “elbise-bahâ” adıyla vazife, ekmek ve yemek verilirdi. Haseki fırınında pişen ekmeğe “bostancı somunu” denirdi. XIX. yüzyılın ilk yarısında sayıları 100 kadar olan bostancı hasekilerinin en büyük âmiri başhaseki ağa idi. Onun da altında kireç imalâthanelerinin mültezimi olan kireççibaşı, İstanbul ve civarındaki dalyanların mültezimi olan balık emini ve İstanbul’da şarap imali ve satışıyla ilgilenen şarap emini bulunmaktaydı (D’Ohsson, VII, 30).

Padişahın tebdilikıyafetle yaptığı teftiş gezilerinde kendisine refakat eden on iki bostancı hasekisine “tebdil hasekisi” adı verilmiştir. 1829 yılında padişah maiyetindeki solak ve peyklerle birlikte hasekiler de kaldırılmış, bunların yerini rikâb-ı hümâyun hademesi almıştır. Mâbeyn bostancılarının unvanı da “mâbeyn-i hümâyun hademesi”ne çevrilmiştir (Atâ Bey, III, 113-114). Daha sonraki yıllarda Avrupa tarzına meyledilirken bazı makam adları gibi hasekilere de Fransızca yâver-i harb anlamında “aid de camp” unvanı verilmiş (Lutfî, VIII, 180), fakat bu yaygınlaşmamıştır.

Yeniçeri Ocağı’nın 14, 49, 66 ve 67. cemaat ortalarına haseki ortaları denirdi (Eyyûbî Efendi Kānunnâmesi, s. 43). Yaya ve atlı olan yeniçeri hasekileri, padişahın maiyetinde ava çıkmak ve av köpeği beslemek üzere Fâtih Sultan Mehmed zamanında ihdas edilmiştir. İmtiyazlı ve itibarlı olan bu ortaların her birinin “haseki ağa” denilen kumandanları vardı. Bunlar, padişah camiye giderken atının sağında ve solunda yürüyerek ona refakat ederlerdi. Haseki ağalar bazan devşirme memuru olarak da kullanılmıştır. “Hasekiyân-ı piyâde” adı verilen ve sayıları 1000 kadar olan yeniçeri hasekilerinin yevmiyeleri zaman içinde 24-27 akçe arasında değişmiştir.

Yeniçeri hasekileri yaşlanınca belli bir maaşla emekliye sevkedilirdi. Hasekibaşılığa genellikle başdevecilikten geçilirdi. Haseki ağalar kethüdâ bey gibi samur ve vaşak kaplı kadife üst (bir nevi kürk) ile sarı çizme giyerler, atlarına gümüş zincir, enselik, özengi ve topuz vururlardı. Haseki ortalarının bu dört ağasına diğer yeniçeri zâbitleriyle birlikte yılda iki defa yazlık ve kışlık elbise için kumaş verilirdi. Haseki ağalardan yükselenler ocak beytülmâlcisi olurdu. Timarlı sipahi olarak dış hizmete çıkanlar ise 30.000 akçelik dirlik tasarruf ederlerdi. Kendilerine hünkâr hasekisi de denilen dört haseki ağanın en kıdemlisine başhaseki adı verilirdi. Başhaseki terfi ederek turnacıbaşı, saksoncubaşı, zağarcıbaşı ve kethüdâ bey olabilirdi (a.g.e., s. 43).

Eski Saray baltacılarından olan ve kendisine hasekibaşı denilen görevli Dârüssaâde ağasına bağlı olup Haremeyn evkafıyla ilgilenirdi. Yine Eski Saray baltacılarından olan kapı haseki ağası ise Dârüssaâde ağasının sadrazam kapısındaki işlerini takip etmekle yükümlü bir görevliydi (bk. BALTACI).

BİBLİYOGRAFYA:

R. Dozy, Supplément aux dictionnaires arabes, Beyrut 1968, I, 346; TSMA, nr. D 2939, 5695, E 6425; BA, Cevdet-Saray, nr. 3264, 5497; Selânikî, Târih (İpşirli), II, 759, 771; Mebde-i Kānûn-ı Yeniçeri, vr. 27a, 27b, 59a-b, 91a-92a, 98b-101a; Eyyûbî Efendi Kānunnâmesi (nşr. Abdülkadir Özcan), İstanbul 1994, s. 27, 42, 43, 44; Rycaut, s. 38-40; Naîmâ, Târih, IV, 243; Silâhdar, Târih, II, 685; D’Ohsson, Tableau général, VII, 28, 29-30, 63 vd.; Atâ Bey, Târih, I, 293-294; III, 113-114; Lutfî, Târih, VIII, 180; Ahmed Cevad, Târîh-i Askerî-i Osmânî, İstanbul 1299, s. 22; Uzunçarşılı, Medhal, s. 38, 347-348; a.mlf., Kapukulu Ocakları, I, 174, 204-205, 271, 351; a.mlf., Saray Teşkilâtı, s. 72, 147 vd., 466, 474-475; a.mlf., “Haseki”, İA, V/1, s. 337-339; Halil İnalcık, The Ottoman Empire: The Classical Age 1300-1600 (trc. C. Imber), London 1973, s. 86; Uluçay, Padişahların Kadınları, s. 34, 56; a.mlf., Harem, Ankara 1985, s. 42, 44, 55; J. B. Tavernier, Osmanlı Sarayında Yaşam (trc. Perran Üstündağ), İstanbul 1984, s. 155-158; Pakalın, I, 164, 752-754; Dihhudâ, Luġatnâme, XII, 56; Cengiz Orhonlu, “Khāśśekī”, EI² (Fr.), IV, 1131.

Abdülkadir Özcan