HAS

(خاص)

Osmanlılar’da padişaha, hânedan mensuplarına, yüksek devlet görevlilerine ait şahsî mülk, arazi, yıllık gelir ve dirlikler için kullanılan bir terim.

Arapça bir kelime olan hâs Osmanlı idarî terminolojisine has veya hassa (çoğulu havas) şeklinde girmiştir. Kelime ilk defa Gazneli Devleti’nde hükümdarın saray hizmetlerini tanımlamak amacıyla (Muhammed b. Hüseyin el-Beyhakī, s. 235, 253), daha sonra da Büyük Selçuklu Devleti’nde sultanın malları için kullanılmış (Nizâmülmülk, s. 170, 198), hükümdara mahsus dirliklere has denilmiş ve bu tabir Anadolu Selçuklu Devleti’ne de intikal etmiştir. Hârizmşahlar ve Mısır Memlüklü devletleri zamanında sultanın mallarına bakmakla görevli memura nâzırü’l-hâs (Kalkaşendî, IV, 30), İlhanlı Devleti’nde incû, bazan da hâss-ı incû denilmekteydi (Uzunçarşılı, Medhal, s. 190, 362). Osmanlı Devleti’nde bostâniyân-ı hâssa, doğanciyân-ı hâssa, mehterân-ı hâssa gibi sultan ve saray hizmetinde olanlarla sultanın, hânedan mensuplarının, vezir, beylerbeyi, sancak beyi, defterdar gibi yüksek devlet memurlarının yıllık geliri en az 100.000 akçeye varan şahsî mülkleri, arazileri ve dirliklerini ifade eden bir anlam kazanmıştır (hâss-ı [havâss-ı] hümâyun, hâss-ı mîr-i mîrân, hâss-ı mîrlivâ, hâss-ı defterdâr-ı hazîne gibi).

İlk has topraklarına I. Bayezid devri (1389-1403) kayıtlarında rastlanması (BA, TD, nr. 1/1 m., s. 331-332), bu müessesenin daha önceki dönemlere gitmesi ihtimalini kuvvetlendirmektedir. II. Murad zamanında timar, hasları da içine alan genel bir terim olarak kullanılmış, subaşı dahil beylere ait timarlara has denilmiştir. Meselâ Arnavutluk’ta vilâyet subaşılarından bazılarına verilen timarlar 40-50.000 akçelik olduğu halde bunlar has olarak gösterilmiştir (Hicrî 835 Tarihli Sûret-i Defter-i Sancak-ı Arvanid, s. XXIII-XXIV). Aynı durum Fâtih Sultan Mehmed devri metinlerinde de görülür. Meselâ Novoberdo Subaşısı Kasım Bey’in haslarının geliri 85.175 akçedir, fakat has olarak tanımlanmaktadır (Hadήibegić v.dğr., I, 135). M. Tayyip Gökbilgin de Fâtih zamanında timar ve has kelimelerinin eş anlamlı olarak kullanıldığına işaret etmiştir (Edirne ve Paşa Livâsı, s. 74).5

Haslar padişah hasları (hâss-ı şâhî, havâss-ı hümâyun), vezirlerle diğer yüksek devlet memurlarına verilenler (havâss-ı vüzerâ, havâss-ı mîr-i mîrân vb.), hânedana mensup hanımlara “paşmaklık” adıyla tahsis edilenler ve tekaüt hasları olmak üzere dört gruba ayrılır. Bunların dışında nâdir olarak “arpalık hasları” tabirine de rastlanır (Hammer, II, 244-245).

Padişah hasları şehirlerde alınan bir kısım resimlerden, mukātaa gelirlerinden, birçok köyün, mezraanın hâsıllarından, bâc-ı ubûr, âdet-i ağnâm, gümrük, cizye ve cemaat gelirlerinden oluşmaktadır. Fâtih Kanunnâmesi’nde yer alan, “Bana yarar has defterdarlarım her kimde bulsalar, gerek vüzerâmda ve gerek gayride, ellerinden alıp yerine benim haslarımdan bî-hâsıl olanları vereler” kaidesinin XVI. yüzyılda da uygulandığını tahrir defterlerindeki kayıtlar göstermektedir. Meselâ 1518’de Mardin’de beylerbeyi haslarına dahil debbâğhâne, boyahâne gibi küçük tesislerin gelirleri birkaç yıl sonra padişah haslarına ilhak edilmiştir. Aynı durum başka sancaklarda veya beylerbeyiliklerde de görülür. Böylece hâss-ı atîk ve hâss-ı cedîd tabirleri ortaya çıkmıştır. Hâss-ı cedîdlerin geliri pek çok yerde hâss-ı atîklerin üç katı civarındadır. 1619’da Vezir Mustafa Paşa ve Vezir Dâvud Paşa emekliye ayrıldıklarında 1.200.000 akçelik hasları havâss-ı hümâyuna ilhak edilmiş, kendilerine 250.000 akçe tekaüt hasları verilmiştir (BA, KK, nr. 3065, s. 108-110, 124-127). Aynı tarihlerde emekliye ayrılan Bâbüssaâde Ağası Mehmed Ağa’nın tekaüt hasları ise 102.910 akçe olup bunun eski bir usul olduğu belirtilmiştir (BA, KK, nr. 3065, s. 57). XVII. yüzyıl başlarında bazı ufak arazi gelirleri de padişah haslarına katılmıştır. Şâhincibaşı Arslan Ağa’nın “10.000 akçe yazar arpalık hasları” buna bir örnektir (BA, KK, nr. 3064, s. 2). Bunun sebebi, yılda 300-400.000 filori irsâliyesi olan Halep gibi bazı kalemlerin gelirlerinin onda bire düşmesi, III. Murad zamanında vezir sayısının çok artması yüzünden onlara ancak padişah haslarından ayrılan kısımların has olarak tahsis edilebilmesi neticesi havâss-ı hümâyun vâridâtının azalması, vezirlerin de kendi haslarının düşük gelirlerini havâss-ı hümâyuna ilhak ettirerek onların geliri yüksek olanlarının kendilerine mal edilmesini sağlamaları olmuştur (Hırzü’l-mülûk, s. 177).

Fâtih Kanunnâmesi’nde vezirlere 1.200.000, beylerbeyilerine 800.000-1.200.000, defterdarlara 600.000 akçelik haslar verilmesi hükme bağlanmıştır. Lutfî Paşa, vezîriâzamın haslarının 1.200.000 akçelik olduğunu yazmaktadır (Âsafnâme, s. 14). 1618’de vezîriâzam, ikinci vezir ve sadâret kaymakamlığı görevlerinde bulunanların hasları 1.200.000 akçe civarındadır. 1619’da Sadrazam Kara Mehmed Paşa’nın haslarının geliri ise 1.800.000 akçeye yakındır (BA, KK, nr. 3065, s. 10-17, 20-26, 39-41). Beylerbeyi hasları (hâss-ı mîr-i mîrân) XVI. yüzyılda her vilâyette aynı miktarda değildir. Diyarbekir beylerbeyileri Behram Paşa ile (1568’de) Kuyucu Murad Paşa’nın (1595’te) haslarının toplam geliri 1.200.670 akçedir (BA, Timar Rûznâmçe Defteri, nr. 12, s. 942-943; nr. 176, s. 195-196). Farklı tarihlerde aynı yerde birbirine yakın miktarda gelirlerin varlığı, beylerbeyi haslarının muayyen bir şekilde tutulmaya çalışıldığının göstergesi kabul edilebilir. Bu miktarlar Van’da 1.200.000 (a.g.e., nr. 10, s. 361-363), Anadolu’da 1.001.392, Dulkadıreli’nde 700.240 (a.g.e., nr. 14, s. 862-868), Rum beylerbeyiliğinde 700.240 akçedir (a.g.e., nr. 4, s. 704-707). Bu rakamlardaki 670, 1392 ve 240 gibi küsurlar “ziyade” olarak belirtilir. Haslar genel olarak yuvarlak rakamlı gelirlere sahiptirler. Timar ve zeâmetlerde de ayrılamayan küçük miktardaki gelirler ziyade olarak bırakılmakta, bu durum kayıtların yanlarındaki açıklamada belirtilmektedir. Aynı şekilde sancak beyi hasları da farklı miktarlardadır. Meselâ 1455’te Bosna sancak beyi ve aynı zamanda serhad beyi olan İshak Bey oğlu Îsâ Bey’in haslarının yıllık geliri toplamı 763.000 (Šabanović, s. 7), Bosna’nın Kanûnî Sultan Süleyman devri başlarındaki sancak beyi hassı miktarı ise 739.000 akçeydi. Rumeli beylerbeyiliğinde yıllık has geliri 100.000 akçe olan sancaklar da vardı (Barkan, İFM, XV, 303). Rumeli ve Anadolu beylerbeyiliklerindeki müsellem ve piyade sancakları gelirleri ise 81.000 ile 18.000 akçe arasındadır (a.g.e., XV, 304-306). Barkan’ın yayımladığı listede Doğu Anadolu’daki birçok livânın hâkimlerinin haslarının ne kadar olduğu belirtilmemekteyse de timar rûznâmçe defterlerinde bunlara ait miktarlar bulunmaktadır; meselâ 1579 başlarında Nahcıvan hâkimi iken Bitlis’e dönen Şeref Han’a Bitlis’e ait 260.000 akçelik haslar tahsis edilmiş, bu rakam başka hasların da ilâvesiyle aynı tarihte 505.564 akçeye (BA, MD, nr. 32, s. 276), Kasım 1595’te de yeni eklerle (terakkî) 1.415.272 akçeye yükseltilmişti (BA, Timar Rûznâmçe Defteri, nr. 176, s. 559-563). 1568’de Mihrani sancak beyi Mehmed Bey’in haslarının geliri ise ancak 131.517 akçeye ulaşmaktaydı (a.g.e., nr. 12, s. 919-920). Beylerbeyilerin haslarının


gelirlerinin çoğunluğu kendi yönetimlerindeki birimlerden, bir kısmı da başka bir beylerbeyilikteki bir sancaktan temin edilebiliyordu. Meselâ 1557’de Van beylerbeyinin Van’a bağlı nahiyelerden 1.178.373 akçe, Tarsus sancağından 31.627 akçe has geliri vardı (a.g.e., nr. 10, s. 361-363). Sancak beyleri için de aynı uygulama görülmektedir. Bunların gelirlerini oluşturan kalemler genel olarak kendi sancaklarında, az bir kısmı da aynı beylerbeyilikteki bir başka sancakta bulunurdu. Ümerâya ait haslar, azilleri veya vefatları halinde kendilerinden sonra aynı göreve tayin edilen kimselere verilirdi. Has sahibi beylerbeyi ve sancak beyleri sefere giderken her 5000 akçe gelirleri için bir cebelü*yü beraberlerinde götürürlerdi.

1527-1528 malî yılına ait devlet gelirlerinin % 51’ini padişah hasları oluşturmaktaydı. Bu gelirin vilâyetlere göre dağılımı da şöyle idi: Anadolu, Karaman, Dulkadıreli ve Rum vilâyetlerinde % 26, Diyarbekir beylerbeyiliğinde % 31, Rumeli, Halep ve Şam’da % 48, Mısır’da % 86 (Barkan, İFM, XV, 277). Bu has gelirlerinden % 21,25’i mahallerindeki hizmetler için harcanmakta, kalanları da yine merkezî devlet bütçesi emrine verilmekteydi. 1660-1661 malî yılında ise devlet gelirlerinin 3/4’üne yakın bir kısmı has, timar veya vakıf olarak hizmet sahiplerine dağıtılmakta, padişah haslarının gelirleriyle de mahallî askerlerin, kale muhafızlarının mevâcibleri ödenmekteydi (a.g.e., XVII, 3-4).

Paşmaklık haslar, sultanlara hayatta bulundukları sürece tahsis edildiklerinden vefatları halinde havâss-ı hümâyuna ilhak olunur, başkalarına devredilmezdi. Haslar XVI. yüzyılda emanet suretiyle idare edilirken sonradan iltizam usulü ile yönetilmeye başlandı. Böylece mansıbların satılması sonucu bunlara ait hasları da elde edenler bazan bizzat adamlarıyla, bazan voyvoda veya mütesellimleri vasıtasıyla halktan fazladan para koparmanın yollarını aramaya başladılar. Bu durum şikâyetlere sebep oldu. Voyvodalara “has zâbiti” veya “has subayı” denildiği, reâyânın vergilerini onlardan bağımsız eminlerin topladığı da görülmektedir (BA, MAD, nr. 7534, s. 1047, 1229; BA, Şikâyet Defterleri, nr. 1, s. 160). Has kâtiplerinin de dahil olduğu bütün görevliler fermanla tayin edilirdi (BA, MAD, nr. 7534, s. 567); bunlar havâss-ı hümâyun idaresinden ve bu tür arazilerdeki devlet menfaatlerini korumaktan sorumlu idiler. Aynı zamanda sahipsiz arazilerin veya vârissiz toprakların hazineye kazandırılmasına çalışırlardı. Bosna’da haslar dahilinde bulunan veya timarken hassa ilhak edilen çayır, bağ, meyve ağacı ve değirmen gibi gelir kaynaklarından vilâyet tahririnde tapu ile verilmeyen, sahipleri olmadığı için zamanla harap olan birimler tâliplerinden en fazla fiyat verene tahsis ve tapu resimleri ile bunların öşürleri, yıllık vergileri hazineye teslim edilirdi. Her türlü has arazileri serbest sayılır, buralara, çok ağır bir suç veya şer‘an organ kesmeye, idama müstahak bir cürüm işlenmedikçe beylerbeyileri ve sancak beyleri giremezler, müdahalede bulunamazlardı.

Osmanlı Devleti’nin yükselme döneminde reâyâ çiftliklerinden farklı olan hassa çiftlikleri ve “kılıç yeri” denilen hassa meraları da vardı. Bunlar doğrudan timarlı sipahiler tarafından işletilirdi. Bazı bölgelerde hassa üzüm bağları, hassa değirmenleriyle ilgili kayıtların mevcudiyeti bu uygulamanın niteliği hakkında fikir vermektedir. Bu tür arazilerde sipahi hissesi 1/3 veya 1/4’tü. Sipahinin kendisi ve ailesi adına kendi timarından arazi satın alması ise kanuna aykırı idi. Zamanla bu tip has arazileri azaldı (Barkan, İFM, V/1, s. 213 vd.). Hassa çiftlik arazilerinde herhangi bir şekilde sipahilerin mülküne geçen arazi ortaklık tarzında işletilmekteydi (Kavānīn-i ǾÖrfiyye-i Othmānī, s. 14-15). XVI. yüzyılda birçok devlet görevlisi hassa çiftliklerinin arazisini bazan bizzat işleterek büyük kârlar sağlıyordu (Akdağ, II, 92-93). Kanûnî Sultan Süleyman devrinde padişah hasları yanında bir de mîrî mukātaalar ortaya çıkmıştı; bu sonuncuların geliri doğrudan hazineye kalıyordu. Zamanla has gelirlerinin azalmasının bir sebebi de kuraklık, salgın hastalıklar gibi tabii felâketler dolayısıyla reâyânın köylerini terkederek başka yerlere göçmesidir (BA, MAD, nr. 7534, s. 560, 1661).

Vezirlere, beylerbeyilerine ve sancak beylerine ait haslar zamanla kaldırılmış, bunlar mîrî mukātaalara eklenmiş, yerine nakdî ödeme yapılmıştır (a.g.e., nr. 14525, s. 14 vd.). 1699’da Karlofça Antlaşması’ndan sonra bazı beylerbeyilerine yeni haslar ve bazı bölgelerin hazeriyye ve seferiyye vergilerini toplama hakkı verilmiştir. Haslar Mukātaası Kalemi de (Hammer, II, 157-159) XVII. yüzyılda kurulmuş, 1833’te bu kalem Başmukātaacılık ve Vak‘anüvislik Kalemi ile birleştirilmiş, daha sonra da Aklâm-ı Selâse adıyla Haremeyn Mukātaa Kalemi’ne eklenmiştir (Abdurrahman Vefik, I, 217). 1838’de Haslar Kalemi başmukātaacı ile aynı odada vazife görmekteydi (BA, MAD, nr. 8999, s. 4). Daha sonra yalnız vezirlerin, kaptan-ı deryâların ve nişancıların has arazileri muhafaza edilmiş, diğerleri mîrî mukātaalara veya hâss-ı hümâyuna devrolunmuştur. Yeni has arazilerinin oluşturulmaması yüzünden beylerbeyileri kendi bölgelerinde daha az timar, zeâmet ve vakıf arazi bulunmasını, buna karşılık mîrî mukātaaların arttırılmasını tercih etmişler, bunu gelir çoğaltıcı bulmuşlardır (M. Nûri Paşa, III, 76, 79-80). Mîrî mukātaa arazileri deftere kaydedilir, mülkî âmirlere şahsî mal gibi verilirdi; onlar da bunların yönetimini mültezimlerine bırakırlardı. 1790’dan sonra sultanın kadınlarına ait bütün has arazileri yeni teşekkül eden irâd-ı cedîd hazinesine aktarılmıştır (BA, KK, nr. 3205; Cevdet, VI, 60 vd.). Tanzimat’tan sonra harcamaların devlet hazinesinden yapılması ilkesi benimsenmiş, hâss-ı hümâyun gelirleri valilere terkedilmiştir. Memurlara hangi kademede olursa olsun maaş verilmeye başlanmış, eski has sistemi bırakılmıştır. 1839’da mukātaat hazinesi mîrî hazineyle birleştirilerek Maliye nâzırının kontrolüne verilmiştir (BA, MAD, nr. 8999, s. 6 vd., 38).

Hâss-ı hümâyun ve hâss-ı pâdişâhî tabirleri Tanzimat’tan sonra yavaş yavaş kalkmakla beraber hassa kelimesi “hassa hazinesi, hassa ordusu, hassa süvarileri, hassa avcıları, hassa müezzinleri, has oda, has ahur, has bahçe” gibi saray hizmetleri için kullanılmaya devam etmiştir.

Has ve havas kelimeleri yer isimlerinde de yaşamıştır. Eyüp kazasının eski ismi Havâss-ı Refîa veya Haslar kazası idi. Bulgaristan’da Hasköy (bugün Haskovo), Hatay’da 1865’te kurulan Hassa kazası dışında Anadolu’da pek çok köy bu ad altında varlığını sürdürmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

F. M. Meninski, Lexici Arabico-Persico-Tvrcici, Viennae 1780, II, 530-531; BA, TD, nr. 1/1m., s. 331-332; BA, KK, nr. 3064, s. 2; nr. 3065, s. 10-17, 20-26, 38-41, 57, 108-110, 124-127; nr. 3205; BA, MD, nr. 32, s. 276; BA, MAD, nr. 7534, s. 560, 567, 1047, 1229, 1661; nr. 8999, s. 4, 6 vd., 38; nr. 14525, s. 14 vd.; BA, Timar Rûznâmçe Defteri, nr. 4, s. 704-707; nr. 10, s. 361-363; nr. 12, s. 919-920, 942-943; nr. 14, s. 862-868; nr. 176, s. 195-196, 558-563; BA, Şikâyet Defterleri, nr. 1, s. 160; Nizâmülmülk, Siyâsetnâme, s. 170, 198; Muhammed b. Hüseyin el-Beyhakī, Târîħ (nşr. Kāsım Ganî - Ali Ekber Feyyâz), Tahran 1324, s. 235, 253; Ķānūnnāme-i Sulŧānī ber Mūceb-i ǾÖrf-i ǾOsmānī (nşr. Halil İnalcık - Robert Anhegger), Ankara 1956, s. 70-71; Kānûn-i Kānunnâme (nşr. B. Durdev v.dğr.), Sarajevo 1957, s. 38-52; Kavānīn-i ǾÖrfiyye-i Othmānī (nşr. N. Beldiceanu), Wiesbaden 1967, s. 14-15; I. Selim’in Kānunnâmesi (nşr. A. Tveritinova), Moskva 1969, bk. İndeks; Fatih’in Teşkilât Kanunnâmesi (nşr. Abdülkadir Özcan,


TD, sy. 33 [1982] içinde), s. 47; Hicrî 835 Tarihli Sûret-i Defter-i Sancak-ı Arvanid (nşr. Halil İnalcık), Ankara 1954, s. XXIII-XXIV; Avni Ömer, Kānûn-ı Osmânî Mefhûm-ı Defter-i Hâkānî (nşr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, TTK Belleten, XV/59, [1951] içinde), s. 386; Arazi Kanunnâmesi (MTM, I/2 [1331] içinde), s. 324; Kanuni Devri Budin Tahrir Defteri (nşr. G. Kaldy-Nagy), Ankara 1974, s. 211, 231, 337; Şeyhoğlu Mustafa, Kenzü’l-küberâ ve mehekkü’l-ulemâ (nşr. Kemal Yavuz), Ankara 1991, s. 279; Kalkaşendî, Śubĥu’l-aǾşâ, IV, 30; Lutfî Paşa, Âsafnâme (nşr. Mübahat S. Kütükoğlu, Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu’na Armağan içinde), İstanbul 1991, s. 14; Hırzü’l-mülûk (haz. Yaşar Yücel), Ankara 1988, s. 177; Kitâb-ı Müstetâb (a.e. içinde), s. 40; Hezârfen Hüseyin Efendi, Telhîsü’l-beyân, İÜ Ed.Fak. Tarih Seminer Kitaplığı, vr. 45b, 46a, 47a vd.; Kānûnnâme-i Sultânî li-Azîz Efendi (nşr. R. Murphey), Harvard 1985, s. 28; Sofyalı Ali Çavuş Kanunnâmesi (haz. Mithat Sertoğlu), İstanbul 1992, s. 386; Cevdet, Târih, VI, 60 vd.; M. Nûri Paşa, Netâyicü’l-vukūât, İstanbul 1327, III, 76-80; IV, 102-105; Abdurrahman Vefik, Tekâlif Kavâidi, İstanbul 1328, I, 217, 241-242, 297-298; Hammer, Staatsverfassung und Staatsverwaltung, II, 112, 157-159, 244-245; M. Fuad Köprülü, Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri (haz. Orhan F. Köprülü), İstanbul 1981, s. 102-103, 126; Türkiye’de Meskûn Yerler Kılavuzu, Ankara 1946, I, 48; Zeki Velidî Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul 1946, s. 278-279; Barkan, Kanunlar, s. 147, 314-315, 399; a.mlf., “Toprak İşçilerinin Organizasyon Şekilleri”, İFM, V/1 (1939), s. 213 vd.; a.mlf., “H. 933-934 (M. 1527-1528) Mali Yılına Âit Bir Bütçe Örneği”, a.e., XV (1953-54), s. 277, 303, 304-306; a.mlf., “Osmanlı İmparatorluğu Bütçelerine Dair Notlar”, a.e., XVII (1956), s. 3-4; a.mlf., “H. 1079-1080 Tarihli Bir Osmanlı Bütçesi”, a.e., XVII (1956), s. 226-259; a.mlf., “H. 974-975 (M. 1567-1568) Mali Yılına Âit Bir Osmanlı Bütçesi”, a.e., XIX (1960), s. 277-332; Uzunçarşılı, Medhal, s. 113, 190, 362; a.mlf., Merkez-Bahriye, bk. İndeks; a.mlf., Saray Teşkilâtı, bk. İndeks; H. A. Gibb - H. Bowen, Islamic Society and the West, London 1951, I/1, s. 144-145, 148, 238, 253; Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livâsı, s. 74; L. Fekete, Die Siyaqat-Schrift in der türkischen Finanzerwaltung, Budapest 1955, I, 402-403; U. Heyd, Ottoman Documents on Palestine, 1552-1615, Oxford 1960, s. 199-200; N. Beldiceanu, Les actes des premiers sultans conservés dans les manuscrits turcs de la Bibliothèque Nationale à Paris, Paris 1960-64, I, 164; II, 86-88; a.mlf., Recherche sur la ville ottomane au XVe siècle, Paris 1973, s. 183-184, 278, 297, 308; Hazim Šabonović, Krajiste Isa-Bega Ishakovica, Sarajevo 1964, s. 7; Rycaut, s. 50-51; Nejat Göyünç, XVI. Yüzyılda Mardin Sancağı, İstanbul 1969, s. 142-147; Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, Ankara 1971, II, 92-93, 299; Hamid Hadήibegić v.dğr., Oblast Brankovica, Sarajevo 1972, I, 135; K. Röhrborn, Untersuchungen zur Osmanischen Verwaltungs-Geschichte, Berlin 1973, s. 27, 101-104; Das Osmanische Registerbuch der Beschwerden vom Jahre 1675 (ed. H. G. Majer), Wien 1984, I, tür.yer.; Ankara’nın İki Numaralı Şer’iyye Sicili (haz. Halit Ongan), Ankara 1984, bk. İndeks; M. Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Harput Sancağı: 1518-1566, Ankara 1989, s. 167-173; Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilâtında Reform: 1836-1856, İstanbul 1993, s. 106; Pakalın, I, 750-752; Cengiz Orhonlu, “Khāśś”, EI² (İng.), IV, 1094-1097.

Cengiz Orhonlu - Nejat Göyünç