HÂNÎ, Şeyh Ahmed

(شيخ أحمد خاني)

(ö. 1119/1707 [?])

Şair ve mutasavvıf.

1061 (1651) yılında doğdu (Mem û Zîn, s. 139). Babasının adı İlyas’tır. Nisbesini, Hakkâri yakınlarında bulunduğu söylenen Han köyünden veya burada yaşayan Hânî aşiretinden ya da mensubu olduğu Hâniyan ailesinden aldığı tahmin edilmektedir. Hânî, Doğu Anadolu’nun birçok yerini dolaşarak Arapça, belâgat ve dinî ilimleri okudu; ayrıca astronomiyle ilgilendi. Bir süre bölgenin kültür merkezi olan Cizre’de yaşayan ve Mem û Zîn adlı mesnevisini burada kaleme alan Hânî daha sonra Eski Bayezit’e (Doğubayazıt) gitti ve orada vefat etti. Yazma bir eserde yer aldığı kaydedilen, “Târe Hânî ilâ rabbih” ibaresinin ebced hesabıyla karşılığı olan 1119 (1707) yılında vefat ettiği ileri sürülmektedir (İzzeddin Mustafa Resûl, s. 33-34). Halk arasında velî olarak kabul edilen Hânî’nin Doğubayazıt’ta İshak Paşa Sarayı’nın yakınında bulunan türbesi halen ziyaretgâhtır. Said Nursî’nin de gençliğinde kabrini ziyaret ederek ondan feyiz aldığı nakledilir (Târîhçe-i Hayat, s. 35).

Hânî’nin Kürtçe olarak kaleme aldığı eserlerinin incelenmesinden önemli bir şair ve mutasavvıf olduğu anlaşılmaktadır. Ulûhiyet ve varlık konuları başta olmak üzere ahlâkî, sosyal ve kültürel meselelerdeki görüş ve düşüncelerini manzum eserlerinde dile getirmiştir. Kelâm konularında Sünnî ve genellikle de Eş‘arî görüşlerine bağlı olan müellif, kâinatın yaratılışı ile insanlara sorumluluk yüklenmesindeki sırlar üzerinde durur (Mem û Zîn, s. 5-12, 137-138); gerek tabiatta gerekse insanın duygu ve davranışlarında görülen zıtlıkların hem eşyayı tanımayı sağladığını, hem de varlıkta ve insandaki âhenk ve birliği temin ettiğini düşünür. Ayrıca iyimser bir yaklaşımla, her zaman olayların görünen tarafının gerçek mahiyetleriyle uyuşmayabileceğini, görünüşte kötü olan birçok şeyin aslında iyi olduğunu belirtir (a.g.e., s. 60-61, 168).

Tasavvufî düşüncesinin yanında dönemin sosyal sıkıntıları üzerinde duran ve halkın sahipsizliğinden yakınan Hânî, bu meselelerin sosyal dayanışma ve bilgilenme ile aşılabileceğini, kendisinin de eserleriyle bu hususta üzerine düşeni yapmaya çalıştığını ifade eder; kendi döneminde insanların ilim ve hikmet yerine maddî menfaatlere değer vermelerinden yakınır (a.g.e., s. 16). Yalnızca ilâhî aşkın ve günahlardan sakınmanın insanları tam anlamıyla değiştirip onlara güzel vasıflar kazandırabileceğini belirten Hânî (a.g.e., s. 126, 131-135), bu hususta Mevlânâ ve Câmî gibi mutasavvıf şairlerin etkisi altında kalmıştır. Hânî’nin Mem û Zîn’inde İslâm öncesi inançların izlerini arayarak esasen Kur’an’da yer verilen aygüneş, gece-gündüz, kadın-erkek gibi varlık ve olaylardaki çift ya da zıt unsurlara ve bunların sırlarına, hikmetlerine ilişkin görüşlerini Zerdüştîlik’teki düalizme bağlayan, kitabın başında yüce Allah ve Hz. Peygamber hakkında samimi ifadelerle dile getirilen övgülerin inanılarak değil mecburiyetten dolayı yazıldığını iddia eden, mutasavvıf şairler arasında yaygın olan, sevgiliyi Kâbe veya Hacerülesved gibi kutsal varlıklara benzetme geleneğini anaerkil Şamanizm’le izah eden iddia ve yorumlar


(bk. Bulut, s. 30, 33, 44, 136-137) bütünüyle temelsiz, yanlış ve ön yargılı bir yaklaşımın ürünüdür. Hânî’nin, varlık ve olaylardaki zıtlıkların meydana getirdiği nizam ve âhengi Allah’ın kudret ve azametiyle açıklaması, hikâyeyi bitirirken kendisini ilâhî aşktan ve Peygamber sevgisinden mahrum etmemesi için Allah’a dua etmesi (Mem û Zîn, s. 125, 135; krş. Reşîd Fendî, s. 102), ayrıca bir de akaid risâlesi yazması bu tür yorumları kesin olarak yalanlamaktadır. Onun samimi bir Sünnî müslüman olduğu eserini inceleyen müsteşrikler tarafından da teyit edilmektedir (Nikitine, s. 359).

Hânî’nin İsmâil Bâyezîdî (ö. 1121/1709), Şerîf Han Cûlâmergī (ö. 1161/1748) ve Murad Han Bâyezîdî (ö. 1192/1778) gibi öğrenci ve takipçileri olmuştur (EI² [İng.], V, 482; İA, VI, 1114).

Eserleri. 1. Mem û Zîn. Leylâ ve Mecnûn, Ferhad ile Şîrin türünde bir mesnevidir. Müellifin hâtime kısmında doğum tarihini verdikten sonra kitabı bitirdiğinde kırk dört yaşında olduğunu kaydetmesinden eserin 1104 (1693) yılında tamamlandığı anlaşılmaktadır. 60 bölümden meydana gelen eser yaklaşık 3000 beyit ihtiva eder. Hânî, konusu olan aşk hikâyesini akıcı bir üslûpla anlatması yanında kendi düşüncelerini, döneminin idarî ve içtimaî meselelerini, olayın yaşandığı Cizre bölgesinin kültürel özelliklerini de eserine yansıtmıştır. Mesnevinin konusu kısaca şöyledir: Emîr’in yakın çevresinde bulunan Mem onun kız kardeşi Zîn’e âşık olur. Ancak Emîr, hizmetkârı Bekir’in telkinlerine uyarak kız kardeşini Mem’e vermez; birlikte kaçma girişimlerine engel olmak için de Mem’i hapseder. Üzüntüsünden hastalanan Mem zindanda ölür, Zîn de onun acısına dayanamayarak can verir. Bunun üzerine Mem’in arkadaşları sevgililerin kavuşmasına engel olan Bekir’i öldürüp onların intikamını alırlar. Cizre’de Mîr Abdal Mescidi’nin bitişiğinde bulunan türbenin Mem ile Zîn’e ait olduğuna inanılır ve halk tarafından ziyaret edilir. İlk olarak İstanbul’da (1335) basılan eserin ikinci baskısı 1947’de Halep’te yapılmıştır. Eser, Margareta B. Rudenko tarafından Rusça tercümesiyle birlikte neşredilmiş (Moskova 1962), ayrıca M. Saîd Ramazan el-Bûtî tarafından mensur olarak Arapça’ya (Dımaşk 1957), M. Emin Bozarslan tarafından da Türkçe’ye (İstanbul 1968, 1975) çevrilmiştir. Halîl Reşîd İbrâhim’in secili bir üslûp kullanarak Maķāmetü Mem û Zîn adıyla Arapça bir özetini yayımladığı (Dımaşk 1413/1993) hikâye üzerinde Michael L. Chyet And a Thornbush up between Them: Studies on Mem û Zîn, A Kurdish Romance adıyla bir doktora çalışması yapmıştır (1991, California Üniversitesi). Mem û Zîn Türkiye’de aynı adla filme çekilmiştir (1991). 2. Nûbahârâ Bıçûkân. Arapça-Kürtçe manzum bir sözlük olup 1094 (1683) yılında yazılmıştır. Giriş kısmında, Kur’an öğrenimini tamamlayan çocuklara sarf-nahiv derslerine geçerken kolaylık sağlanması amacıyla telif edildiği belirtilen eser, her biri farklı vezinde on üç bölümden meydana gelmektedir. Sözlük, ilk olarak Yûsuf Ziyâeddin Paşa’nın el-Hediyyetü’l-Ĥamîdiyye fi’l-luġati’l-Kürdiyye adlı kitabının ekinde neşredilmiş (İstanbul 1310, s. 279-297; tıpkıbasımı A. von Le Cok, Kurdische Texte, Berlin 1903, I, 1-47), daha sonra Abdüsselâm Nâcî el-Cezerî’nin tashihiyle tekrar basılmıştır (Dımaşk, ts.). Zeynelâbidin Zinar eseri Latin harflerine çevirerek yayımlamıştır (İstanbul 1992). Bu sözlük üzerine Ahmed Hilmî el-Kūgī ed-Diyârbekrî Gülzârâ Ĥamûkân Şerĥâ Nûbahârâ Bıçûkân adıyla bir şerh yazmıştır (Diyarbakır, ts.). 3. ǾAķīdâ Îmân. İman esasları ve diğer akaid konularının Sünnî görüşe göre açıklandığı seksen beyitten oluşan bir risâledir. Tevhid, nübüvvet, Allah’ın sıfatları, şefaat, dua, kıyamet ve âhiret gibi konuların açıklandığı eserde bazı ef‘âl-i ibâd meseleleri tartışılmış, bu tür meselelerde genellikle Eş‘ariyye’nin yaklaşımı benimsenirken kadınların peygamberliği konusunda Mâtürîdîler’in olumsuz görüşleri tercih edilmiş, ayrıca Lokman ve İskender’in peygamber olduğu yönündeki görüş de benimsenmemiştir. Risâle, Ahmed Hilmî el-Kūgī ed-Diyârbekrî tarafından Rehberâ Ŝânî Şerĥâ ǾAķīdâ Şeyħ Aĥmed b. İlyâs el-Ħânî adıyla şerhedilmiştir (baskı yeri ve tarihi yok). 4. Çârkûşe. Her bir mısraı dört ayrı dilde (Arapça, Farsça, Türkçe, Kürtçe) yazılan rubailerden oluşan eserin aşk, ayrılık ve kavuşma temalarının işlendiği beş rubaisi günümüze ulaşmıştır (Dîvânâ Kurmancî içinde, bk. bibl.).

Hânî’ye Yûsuf u Zelîha (Züleyħâ) ve ǾAķīdâ İslâm gibi bazı eserler nisbet ediliyorsa da bunların ona aidiyeti tesbit edilememiştir.

İzzeddin Mustafa Resûl, Aĥmedî Ħânî şâǾiren ve müfekkiren feylesûfen ve mutaśavvifen başlığıyla bir monografi yazmış, Reşîd Fendî de Münâķaşât ĥavle’ş-şâǾiri’l-Kürdî Ħânî adlı çalışmasında Hânî’nin İslâmî yönü üzerinde durmuştur (bk.bibl.).

BİBLİYOGRAFYA:

Şeyh Ahmed-i Hânî, Mem û Zîn, Halep 1947; ayrıca bk. nâşirin önsözü, s. III; a.mlf, Nûbahârâ Bıçûkân (nşr. Abdüsselâm Nâcî el-Cezerî), Dımaşk, ts. (Dârü’t-Tıbâa); a.mlf., ǾAķīdâ Îmân [baskı yeri yok], 1337; a.mlf., “Çârkûşe”, Dîvânâ Kurmancî (haz. Abdürrakıb Yûsuf), Necef 1971, s. 43-44; Molla Ahmed Cezerî, Dîvân, Kahire, ts. (Dârü’l-Kitâbi’l-Arabî), s. 152; Ahmed b. Muhammed ez-Zivingî, el-Ǿİķdü’l-cevherî Şerĥu Dîvâni’ş-Şeyħi’l-Cezerî, Kamışlı 1377/1958, s. 686; Ahmed Hilmî ed-Diyârbekrî, Gülzârâ Ĥamûkân Şerĥâ Nûbahârâ Bıçûkân, Diyarbakır, ts. (Matbaatu Cerîdeti Sûr); a.mlf., Rehberâ Ŝânî Şerĥâ ǾAķīdâ Şeyħ Aĥmed b. İlyâs el-Ħânî [baskı yeri ve tarihi yok]; İzzeddin Mustafa Resûl, Aĥmedî Ħânî şâǾiren ve müfekkiren feylesûfen ve mutaśavvifen, Bağdad 1979; Reşîd Fendî, Münâķaşât ĥavle’ş-şâǾiri’l-Kürdî Ħânî, Bağdad, ts. (Ma‘mel ve Matba‘atü Câhiz); Said Nursî, Târîhçe-i Hayat, İstanbul 1990, s. 35; Halîl Reşîd İbrâhim, Maķāmetü Mem û Zîn, Dımaşk 1413/1993; Abdullah Yaşın, Bütün Yönleriyle Cizre [baskı yeri yok], 1983 (Yücel Matbaası), s. 166-173; B. Nikitine, Kürtler: Sosyolojik ve Tarihî İnceleme (trc. Hüseyin Demirhan - Cemal Süreyya), İstanbul 1994, s. 359, 474-475; Faik Bulut, Ehmedê Xanê’nin Kaleminden Kürtlerin Bilinmeyen Dünyası, İstanbul 1995; İsmet Alpaslan, Her Yönüyle Ağrı, Ankara 1995, s. 102; Th. Bois, “Coup d’oeil sur la litterature kurde”, el-Meşriķ, XLIX/2, Beyrut 1955, s. 204-206; a.mlf., “Kurds”, EI² (İng.), V, 482; V. Minorsky, “Kürtler”, İA, VI, 1113-1114.

M. Sait Özervarlı