HÂMÎ

(الحامي)

Câhiliye Arapları’nda bazı dinî hüküm ve örflere konu olan erkek deve.

Hâmî kelimesi “himaye etmek, korumak” mânasındaki hamy (himâye) kökünden türeyen bir sıfat olup “koruyan” anlamına gelir. Câhiliye Arapları, sulbünden fazlaca döl alınan ve artık yaşlanmış olan erkek deveye “sırtını korumuş” anlamında hâmî adını verirler, onu putlara adayarak serbest bırakır ve ölünceye kadar hiçbir iş gördürmezlerdi. Onların inancına göre böyle bir deveye binilmesi, yük yüklenilmesi, tüyünün kırpılması haramdı.

Hâmînin sulbünden gelen döllerin sayısı ve cinsiyeti konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bazılarına göre bir devenin hâmî sayılabilmesi için sulbünden dişi veya erkek on batın devenin üremesi gerekir. Bazıları ise gerek kendi yavruları gerekse yavrularının yavruları arasında on dişi dölün bulunmasını veya arka arkaya ondan yedi dişi döl alınmasını şart koşmuşlardır. Bunların yanında sadece yavrusunun yavrusunu yeterli kabul edenler de vardır. Mâverdî’nin İmam Şâfiî’den naklettiği rivayete göre on yıl kendisinden döl alınan damızlık deveye hâmî denilir (Taberî, VII, 56-60; İbnü’l-Cevzî, II, 439-440). Buhârî’de yer alan bir rivayette, Saîd b. Müseyyeb hâmîyi “sulbünden belli sayıda döl alınan erkek deve” olarak tarif etmiş (“Tefsîr”, 5/13), Aynî ise bu sayıyı on batın olarak belirtmiştir (ǾUmdetü’l-ķārî, XV, 139-140).

Hayvanları takdis etme veya onları yaratılış gayesinin dışına çıkararak Tanrı’ya adama inancının İslâm’ın tevhid anlayışıyla bağdaşmayacağı açıktır. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın bahîre, sâibe, vasîle ve hâmî diye imtiyazlı bir hayvanlar sınıfı belirlemediği, bu isimlerle anılan hayvanlardan faydalanmayı haram kılmadığı, bu telakkilerin Allah’a iftiradan başka bir şey olmadığı vurgulanmıştır (el-Mâide 5/103; ayrıca bk. el-En‘âm 6/138-139). Müfessirlerin söz konusu âyetlerle ilgili açıklamalarında belirttiklerine göre Hz. Peygamber, hayvanları takdis etme anlamına gelen bu âdetle tevhide dayalı İsmâilî dininin değiştirildiğini, bunu ilk defa başlatanın Amr b. Luhay olduğunu ve kendisini cehennemde azap çekerken gördüğünü söylemiştir (Taberî, VII, 56-57; krş. Buhârî, “Menâķıb”, 10).

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ĥmy” md.; Lisânü’l-ǾArab, “ĥmy” md.; Buhârî, “Tefsîr”, 5/13, “Menâķıb”, 10; Taberî, CâmiǾu’l-beyân (Bulak), VII, 56-60; Mâtürîdî, Teǿvîlât, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 40, vr. 202a; Mekkî b. Ebû Tâlib, Tefsîrü’l-müşkil min ġarîbi’l-Ķurǿân (nşr. Ali Hüseyin el-Bevvâb), Riyad 1406/1985, s. 72; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, II, 439-440; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, XII, 108-110; Kurtubî, el-CâmiǾ, VI, 335-338; Aynî, ǾUmdetü’l-ķārî, Kahire 1392/1972, XV, 139-140; Elmalılı, Hak Dini, II, 1823; III, 2059-2064; Cevâd Ali, el-Mufaśśal, VI, 206.

Muhammed Eroğlu