HAKEM

(الحكم)

Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.

Sözlükte “iyileştirmek amacıyla menetmek, düzeltmek, hükmetmek” anlamlarına gelen hükm masdarından türemiş bir sıfat olup “bilgisi ve adaletiyle nihaî hükmü veren” demektir. Bu kökten türeyen hâkim sıfatının da aynı veya benzer bir mâna taşıdığı kabul edilmekle beraber aralarında fark bulunduğunu söyleyenler de vardır. Râgıb el-İsfahânî’ye göre hakem, hüküm vermekte maharet kazanmış bir kişi olup verdiği hüküm diğer şahısları bağlayıcıdır, hâkimin verdiği hüküm ise bağlayıcı değildir (el-Müfredât, “ĥkm” md.). Hakem ile hâkim arasındaki anlam farkına Halîl b. Ahmed ile ona atıfta bulunan Abdülkāhir el-Bağdâdî de temas etmiş ve bir hadise dayanarak (aş. bk.) hakem sıfatının Allah’tan başkasına nisbet edilemeyeceğini söylemişlerdir (bk. bibl.). Bağdâdî’ye göre ayrıca hakem kanun koyup hükmedendir ve bu yetki yalnız Allah’a mahsustur; hâkimde ise kanun koyma yetkisi yoktur. Ebû Süleyman el-Hattâbî, her iki terimi de aynı mânada kabul edip “hükmün ve nihaî çözümün kendisine havale edildiği kişi” şeklinde açıklamıştır (Şeǿnü’d-duǾâǿ, s. 61). Hakem, hâkim ve bazı âlimlere göre hakîm kelimelerinin temel anlamlarının ıslah etmek amacıyla zulme, fesada ve şerre engel olmak, bunu sağlamak için söz ve fiil ile müdahalede bulunmaktan ibaret olduğu anlaşılmaktadır.

Hüküm kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli sigalarla 210 yerde geçmektedir. Bunlardan yirmisi çeşitli fiil kalıplarıyla, on yedisi doğrudan doğruya “hükm” şeklinde Allah’a nisbet edilmektedir. Üç âyette “hayrü’l-hâkimîn” (hâkimlerin en hayırlısı ve en isabetli karar vereni) ve iki âyette “ahkemü’l-hâkimîn” (hâkimlerin hâkimi, hüküm verenlerin en üstünü) terkipleriyle hüküm ve hakem kavramları O’na izâfe edilmiştir. Hakem ve hüküm Kur’an’da Resûl-i Ekrem’e, peygamberlere ve hüküm verme durumunda bulunan insanlara da nisbet edilmektedir (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “ĥkm” md.). Bunun yanında kelimelerinin ve cümle kuruluşunun kusursuz, muhtevasının zengin olması, üstün sanat değeri taşıması bakımından ihkâm kavramı Kur’an’ın kendisine, sûre ve âyetlerine izâfe edildiği gibi (Hûd 11/1; Muhammed 47/20; Âl-i İmrân 3/7) peygamberlere indirilen kitapların insanlar arasında hakemlik yapma rolüne sahip bulunduğu da ifade edilmektedir (el-Bakara 2/213; Âl-i İmrân 3/23). Bazı âlimler, hakeme şaşmaz ve yanılmaz mertebede hâkimlik mânası yükledikleri için olmalıdır ki onun Allah’tan başkasına nisbet edilemeyeceğini söylemişlerdir. Halbuki Kur’an’da karı ile koca arasında çıkan anlaşmazlıkların çözümü amacı ile her iki taraftan birer hakemin belirlenmesi önerilmektedir (en-Nisâ 4/35). Mutlak adaleti gerçekleştirme işi Allah’a mahsus olmakla birlikte güçleri nisbetinde insanların da hakemlik yapmalarının zaruri olduğu kabul edilmelidir.

Çeşitli âyetlerde Allah’a izâfe edilen hakemlik türleri içinde âhiretteki hakemliğin ağırlık kazandığı göze çarpmaktadır. Çünkü mutlak adaletin tecelli edeceği yer, hakbâtıl mücadelesine sahne olan imtihan dünyası değil her türlü davranışın karşılığını bulacağı ve bütün sırların ortaya çıkacağı ebediyet âlemidir. İnsanlar arasındaki dinî ve ideolojik anlaşmazlıklara dünyada son vermek ve hakkı benimseyen toplumları galip getirmek, en azından onların haklı olduğunu herkesin gözü önüne sermek ilâhî hakemliğin bir başka çeşididir. Nihayet insanlar arasındaki adaletin icrasını sağlayacak temel ilkeleri koyan bir hakemlik fonksiyonu da hakem isminin kapsamı içinde mütalaa edilmelidir.

Kütüb-i Sitte’de yer alan çeşitli hadislerde hüküm muhtelif sigalarla Allah’a nisbet edilmektedir (Wensinck, el-MuǾcem, “ĥkm” md.). Ahmed b. Hanbel’in rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber’in üzüntü ve sıkıntıyı gidermek için öğrettiği duanın başlangıç kısmı, ilâhî hükmün mutlaka geçerli oluşu yanında adalet niteliği taşıdığını da vurgular: “Allahım! Ben senin âciz kulunum, senin kulun olan bir baba ile bir annenin evlâdıyım. Bütün varlığım senin elindedir. Benim için verdiğin hüküm daima geçerli, hakkımdaki kararın daima adaletlidir” (Müsned, I, 391, 452). Esmâ-i hüsnâyı ihtiva eden Tirmizî rivayetinde hakem yer almışken (“DaǾavât”, 82) İbn Mâce’nin listesinde geçmemektedir. Ebû Dâvûd ile Nesâî’nin naklettikleri bir rivayete göre ashaptan Hânî b. Yezîd bir elçi heyetiyle birlikte Resûl-i Ekrem’in huzuruna gelince Resûlullah kendisine “Ebü’l-hakem” (hakemlerin pîri) denildiğini


öğrenmiş, sebebini sorduğunda Hânî, mensup bulunduğu kabile fertleri arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkları giderdiği için bu lakapla anıldığını söylemiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Hakem sadece Allah’tır, her türlü hüküm O’na aittir” demiş ve Hânî’in künyesini büyük oğluna nisbetle Ebû Şüreyh olarak değiştirmiştir (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 62; Nesâî, “Ķuđât”, 7; İbnü’l-Esîr, V, 383-384). Olayın cereyan şeklinden anlaşılacağı üzere buradaki yasak Hânî b. Yezîd’in özel durumuna ve kavmi içindeki konumuna bağlıdır. Zira Hânî bu künyeyi, kavmi içinde bir anlamda kanun koyup ona göre hükmettiği için almıştır. Halbuki kavminin, İslâmiyet’i benimsedikten sonra artık Allah’ın hükmünü kabul edip sadece O’nun vahyinde yer alan hakemliğine başvurması gerekir. Sahâbîler de dahil olmak üzere İslâm tarihi boyunca birçok kişi Hakem adını kullanmıştır.

Kökündeki “menetme” mânasını göz önünde bulunduran Abdülkāhir el-Bağdâdî hakem ismini başlıca iki şekilde yorumlamıştır: Lâyık olanları hidayete eriştirmek suretiyle dünya ve âhiret kötülüğünden kurtaran ilâhî emir ve nehiy, müjde ve tehdit yoluyla bütün insanları aynı kötülükten meneden (el-Esmâǿ ve’ś-śıfât, vr. 91b). Gazzâlî ise hakeme önce “hüküm” anlamı vererek Allah’ın ebedî saadet ve şekavete hükmettiğini belirtmiş, ardından “hikmet” mânasına geçmiştir. Hikmeti “sebeplerin düzenlenmesi ve sonuç verecek şekilde yönlendirilmesi” olarak yorumlayan Gazzâlî konuyu kader bahsine getirmiş ve kulların ihtiyarî fiilleri dahil kâinatta meydana gelen her şeyin ilâhî takdire dayandığını ifade etmiştir (el-Maķśadü’l-esnâ, s. 98-102). Eserinde doksan dokuz ilâhî isme fikir ve gönül ürünü açıklamalar getiren Gazzâlî’nin hakem ismiyle ilgili yorumlarını bu alana taşırmamasının gerektiğini belirtmek lâzımdır. Hakem kelimesinin ve bunun türediği hüküm kökünün Kur’an’daki konumu kader problemini fazla ilgilendirmemektedir. Ayrıca âlimler hikmet mânasını hakemde değil hakîm isminde söz konusu etmektedirler. İslâm literatüründe ve müslüman milletlerin dillerindeki yaygın kullanımdan da anlaşılacağı üzere Allah’a nisbet edilen hakem ve hâkim isimleri, O’nun, insanlar arasındaki münasebetlerden çıkan özellikle büyük anlaşmazlıkların nihaî hükmünün belirleyicisi olduğu, haklı ile haksızı sonunda belirleyeceği, âdil hükmün ve karşı durulmaz gücün sadece O’na mahsus bulunduğunu ifade etmektedir. Bu çerçeve yakın dünyadan ziyade uzak dünyayı ilgilendirmekte, bazan bir insanın hayatını, bazan da bir milletin tarihini kapsamakta, hatta ebedî hayata taşmaktadır.

Hakem ismini “hâkimlerin hâkimi” mânasında zâtî isim veya sıfatlardan kabul edenler bulunduğu gibi “insanlara yönelik hüküm verme” anlamında insanla ilgili fiilî sıfat grubunda mütalaa edenler de vardır; çoğunluk bu ikinci görüşü benimsemektedir. Hakem ismiyle “kötü şeylere engel olan” mânasındaki mâni‘, “mutlak adalet sahibi” anlamındaki adl, “bütün emirleri ve işleri yerli yerinde olan” mânasındaki hakîm, “her şeye gücü yeten anlamındaki kādir, kavî, metîn ve muktedir isimleri arasında anlam yakınlığı vardır (bk. ESMÂ-i HÜSNÂ).

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ĥkm” md.; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “ĥkm” md.; Lisânü’l-ǾArab, “ĥkm” md.; Wensinck, el-MuǾcem, “ĥkm” md.; M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “ĥkm” md.; Müsned, I, 391, 452; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 62; Tirmizî, “DaǾavât”, 82; İbn Mâce, “DuǾâǿ”, 10; Nesâî, “Ķuđât”, 7; Halîl b. Ahmed, Kitâbü’l-ǾAyn (nşr. Mehdî el-Mahzûmî - İbrâhim es-Sâmerrâî), Beyrut 1408/1988, III, 66-67; Zeccâcî, İştiķāķu esmâǿillâh (nşr. Abdülhüseyin el-Mübârek), Beyrut 1406/1986, s. 60-61; Zeccâc, Tefsîru esmâǿillâhi’l-ĥüsnâ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Beyrut 1395/1975, s. 43-44; Ebû Süleyman el-Hattâbî, Şeǿnü’d-duǾâǿ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Dımaşk 1404/1984 → Dımaşk, ts. (Dârü’s-Sekafeti’l-Arabiyye), s. 61; Halîmî, el-Minhâc, I, 207; Bağdâdî, el-Esmâǿ ve’ś-śıfât, vr. 91b-92a; Beyhakī, ŞuǾabü’l-îmân (nşr. M. Saîd Besyûnî), Beyrut 1410/1990, I, 123; Kuşeyrî, et-Taĥbîr fi’t-teźkîr (nşr. İbrâhim Besyûnî), Kahire 1968, s. 50; Gazzâlî, el-Maķśadü’l-esnâ (Fazluh), s. 98-103; Fahreddin er-Râzî, LevâmiǾu’l-beyyinât, s. 248; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, V, 383-384; Suad Yıldırım, Kur’ân’da Ulûhiyyet, İstanbul 1987, s. 174-178.

Bekir Topaloğlu