HADRAMUT

(حضرموت)

Arabistan yarımadasında, Yemen’in güney ve güneydoğusunda coğrafî bölge.

Hadramevt olarak da telaffuz edilen ve çok eski kaynaklarda yer aldığı için uzun bir tarihî geçmişe sahip olduğu anlaşılan ismin Hadramût b. Himyer’den geldiği söylenmekle birlikte bu hususta başka görüşler de vardır (İA, V/1, s. 56; EI² [İng.], III, 51).

Arabistan yarımadasının güney sahillerinde dar bir şerit halinde uzanan bölgenin doğusunda Umman, kuzeyinde Suudi Arabistan’la arasını ayıran Rub‘ulhâlî çölü, güneyinde Aden körfezi bulunmaktadır. Ülkeyi bir baştan bir başa geçen Hadramut vadisi sahile kadar uzanır. Orta yaylalarda deniz seviyesinden yükseklik 1350 m. kadardır. Dağlar genellikle çorak olup yer yer sarısabır ağaçlarına, çalılıklara ve vadinin yamaçlarında söğütlere rastlanır. En batıda Şebve şehriyle irili ufaklı bazı kasaba ve köyler vardır. Halk daha ziyade büyük vadide ve sahilde yerleşmiştir. Vadide kara iklimi hüküm sürer; kışlar soğuk ve yağışlı, yazlar sıcak ve kuraktır. Sahil kesiminde ise iklim daha yumuşak, yağmur daha boldur. Vadide toprak altı sularının zenginliğinden dolayı artezyen kuyuları ile sulama yapılır. Yükseklerde buğday ve arpa başta olmak üzere vadide mısır, hurma, üzüm, incir, susam, çivit, tütün yetiştirilir; sahilde ise balıkçılık yaygındır. Güneydoğudaki Mehre yöresinde, tarihi boyunca bölgeyi önemli bir buhur ihracat merkezi haline getiren günlük ağaçları bulunur. Yemen’e ait nüfus istatistikleri çok seyrek aralıklarla yayımlandığı için bölgenin nüfusuyla ilgili olarak yakın yıllara ait bilgi bulunmamaktadır. 1986 yılına ait bilgilere göre 686.000 nüfusun yaşadığı Hadramut bölgesinin en büyük şehri Mükellâ’dır (1984’te 59.000).

Bölgenin tarihi çok eskiye uzanmaktadır. Milâttan birkaç asır önce Hadramut’ta Sabata merkez edinilerek büyük bir siyasî güç ortaya konulmuştur. Himyerî kitâbelerinde Hadramut isminin Ârâmîce olan benzerlerine ve bazı Hadramut mallarının adlarına rastlanır. Eski devirlerde Sin (ay)-Şems (güneş)-Asto/Aşter (Venüs) üçlü tanrı sistemi benimsenmişti. İslâm’dan önce daha ziyade Yahudilik yaygındı; çünkü hıristiyan Habeşler dâimî bir tehdit oluşturmaktaydılar. Müslümanlığın bölgede geliştiği yıllarda putperestlerle yahudilerin yanında az sayıda hıristiyan vardı. Milâdî IV. yüzyıldan itibaren uzunca bir süre bölgenin önemli bir kısmı Himyerî krallarının ve tübba‘*ların, daha sonra da İran’a bağlı Yemen valilerinin hâkimiyetinde kalmıştı. Hz. Peygamber devrinde çeşitli reislere dayalı birden fazla kabilenin idaresi söz konusu idi. İslâm’dan önce ve sonra Arap yarımadasında kurulan ünlü panayırlar arasında Hadramut’taki Şihr panayırından da söz edilir. Bu panayır, her yıl şâban ayında Hz. Hûd’un kabrinin bulunduğu söylenen dağın eteklerinde kurulurdu.

İslâm’ın zuhurundan önce bölgede Kinde, Tücîb, Hadramut ve Sadîf kabileleri vardı. Hz. Peygamber Mekke devrinde, hac mevsiminde Kâbe’yi ziyarete gelen Arap kabilelerine İslâm’ı tebliğ ettiği günlerde rivayete göre Kindîler’e ulaşmışsa da bu kabilenin ileri gelenlerinden Müleyh onun tebliğini reddetmişti. Hicretten sonra Medine’ye bir heyet gelinceye kadar Resûl-i Ekrem’in onlarla görüşmediği sanılmaktadır. Tücîb’e mensup on üç kişilik heyet 9 (630) yılında Medine’ye geldi. Hz. Peygamber heyet mensupları ile bizzat ilgilenip sohbet ettikten sonra iyi bir şekilde ağırlanmalarını ve kendilerine daha çok hediye verilmesini


Bilâl-i Habeşî’ye tenbih etti. Tücîbîler bundan sonra Vedâ haccı sırasında Mina’da Resûl-i Ekrem’le buluştular. Aynı yıl içinde Hadramut kabilesi emîrlerinden Vâil b. Hucr Medine’ye geldi ve müslüman olmak istediğini ifade etti. Hz. Peygamber ashabını mescide toplayarak Vâil’i onlara tanıttı, yüzünü okşadı, onun için dua etti ve ağırlanmasıyla Muâviye b. Ebû Süfyân’ı görevlendirdi. Memleketine dönerken isteği üzerine Resûlullah’ın ona, daha önce sahip olduğu malların yine kendi mülkiyetinde kalacağını, ancak bunların zekâtını ödemesi gerektiğini bildiren bir belge verdiği rivayet edilmektedir.

Eş‘as b. Kays el-Kindî başkanlığında bir Kinde heyeti 10 (631) yılında Medine’ye geldi. Heyette bulunanlar kenarları ipekle çevrili elbiseler giymişlerdi. Kendisiyle görüşmek için mescide girdiklerinde Hz. Peygamber’in sorusu üzerine müslüman olduklarını söylediler ve ipekli elbise giymemeleri gerektiğini öğrenince de ipekleri söküp attılar. Resûl-i Ekrem, Eş‘as’ın kız kardeşi Kuteyle ile evlenmek istediyse de Kuteyle Medine’ye gelmeden Hz. Peygamber vefat etti. Kuteyle ile daha sonra Hz. Ebû Bekir evlendi. Kinde heyeti mensupları ülkelerine dönerken Resûl-i Ekrem onlara hediyeler verdi. Bu heyetle birlikte bazı Hadramut kabilesi emîrleri de Medine’ye gelmişlerdi. Bunlar arasında bulunan Velîaoğulları’ndan Hamde, Mihves, Mişrah ve Ebdaa Hz. Peygamber’le görüşerek müslüman oldular. Aynı yıl Sadîf kabilesini temsilen gelen heyet de Resûl-i Ekrem’e müslüman olduklarını bildirdi.

Hz. Peygamber zekât toplamak, İslâm’ı tebliğ etmek ve aralarında şer‘î hükümleri uygulamak üzere ashaptan Ziyâd b. Lebîd el-Beyâzî el-Ensârî’yi Hadramut’a, Muhâcir b. Ebû Ümeyye’yi Kinde’ye ve Sadîf’e, Ukkâşe b. Mihsan’ı Sekâsik ve Sekûn’a göndermiş, bu arada Rebîa b. Zilmerhab, Vâil b. Hucr, Mes‘ûd b. Vâil el-Hadramî, Mehrî b. Ebyâd, Şihr ehlinden Zübeyr b. Kardum ve Kinde’den Benî Muâviye’ye de mektup yollamıştır.

Hz. Ebû Bekir’in halifeliği sırasında Hadramut’ta bulunan Ziyâd b. Lebîd’in zekât hususunda Kinde kabilesine mensup birine yaptığı muameleden dolayı bütün kabile Ziyâd aleyhine ayaklanmış ve Eş‘as b. Kays da bu isyanda kavminin başında yer almıştı. Ziyâd durumu Hz. Ebû Bekir’e bildirince halife daha önce Yemen’e gönderdiği Muhâcir b. Ebû Ümeyye’yi Ziyâd’ın yardımına yolladı. Ziyâd ve Muhâcir’in kumandasındaki İslâm ordusu isyanı bastırdı. Nüceyr Kalesi’ne sığınan Eş‘as eman diledi ve affedileceklerin bir listesini sunarak kale kapısını açtı; fakat listeye kendi adını yazmayı unuttu. Ziyâd Eş‘as’ı öldürmek istediyse de Umman’dan yardıma gelen İkrime b. Ebû Cehil’in eman dileyeni öldürmenin câiz olmayacağını hatırlatması üzerine onu Hz. Ebû Bekir’e gönderdi. Hz. Ebû Bekir, tövbe edip tekrar İslâm’a giren Eş‘as’ı affetti ve kız kardeşi Ümmü Ferve ile evlendirdi. Yeniden İslâm’a dönülmesinden sonra bölge halkının pek çoğu Medine’ye gelerek Irak, Suriye ve Mısır taraflarındaki fetihlere katıldı.

Hadramut III. (IX.) yüzyıla kadar merkezden tayin edilen valiler tarafından yönetildi. Ancak Hadramut valisi San‘a valisinin yardımcısı, Hadramut da Yemen’in bir eyaleti olarak düşünülüyordu. Hadramut asırlar boyunca müstakil kabileler, çeşitli şehir devletleri ve mahallî seyyidlerin idaresinde siyasî varlığını sürdürmüştür. Bu karışık siyasî yapının bir gereği olarak çok sayıda emirlik bulunuyordu. Daha sonraki yüzyıllar içinde Hadramut zaman zaman çeşitli dinî ve siyasî akımların da tesirine mâruz kalmıştır. Hâricî propagandası için Ebû Ubeyde Müslim b. Ebû Kerîme et-Temîmî tarafından Basra’dan hac mevsiminde Mekke’ye gönderilen Ebû Hamza eş-Şârî, 128 (745-46) yılında Mekke’de halkı son Emevî halifesi II. Mervân’a karşı isyana çağırırken Kinde ileri gelenlerinden Abdullah b. Yahyâ el-Kindî ile karşılaştı ve iki yıl sonra onunla beraber Hadramut’a giderek İbâzîliği yaymaya başladı. Fakat İbâzîler bölgenin tamamı üzerinde siyasî kontrol sağlayamadılar.

Abbâsî Halifesi Ebû Ca‘fer el-Mansûr, 140 (757) yılında Ma‘n b. Zâide eş-Şeybânî kumandasında Hadramut’a bazı rivayetlere göre mevcudu 40.000’e ulaşan bir ordu sevketti; Hâricîler’i bertaraf etmek için 15.000 kişi öldürüldü. Abbâsî Halifesi Me’mûn tarafından Yemen valisi olarak tayin edilen Muhammed b. Ziyâd, Ziyâdîler hânedanını kurdu (245/859) ve hânedan 407 (1016) yılına kadar varlığını sürdürdü. Muhâcir-İlellah diye bilinen Ahmed b. Îsâ el-Alevî Basra’dan Hadramut’a gelerek bölgede mutedil Şiîliğin yayılması için çalıştı (930-931).

V. (XI.) yüzyılda Fâtımîler’e bağlı olarak Yemen’de hüküm süren Suleyhîler’den Ali b. Muhammed es-Suleyhî Hadramut’u ele geçirdi (455/1063) ve bölge 476 (1083) yılına kadar Suleyhîler adına siyasî faaliyet gösteren Ma‘n b. Zâide eş-Şeybânî’nin ahfadının nüfuzu altında kaldı. Ancak bu aile daha fazla haraç ödemeyi reddedince Suleyhîler onların yerine Şiî Zürey‘îler’i (Benî Zürey‘) görevlendirdiler. Zürey‘îler’in hâkimiyeti 569’da (1174) Eyyûbîler’in bölgeye girmesine kadar devam etti. Mahallî ailelerden Himyerîler’e mensup Râşidîler, merkez Terîm olmak üzere 400-700 (1009-1300) yılları arasında Hadramut’ta hüküm sürdüler. İtikadda Eş‘arî, amelde Şâfiî olan Râşidîler İbâzîliğe karşı çıkmışlar ve ülkede onların tesirini en aza indirmek için çaba göstermişlerdir. Bundan başka Terîm’de Benî Kahtân, Şibâm’da Benî Deggār, Şihr’de Âl-i İkbâl aileleri hâkim durumda idiler. Ancak Eyyûbîler’in nâibi Osman ez-Zencilî, 576’da (1180) Hadramut’un büyük bir bölümünü kontrol altına aldı. Onun kısa bir müddet sonra bölgeden ayrılması üzerine Âl-i Nu‘mân Şibâm’a hâkim oldu. Eyyûbî hâkimiyetine giren Hâricîler’den Ömer b. Mehdî el-Yemenî bir Eyyûbî ordusuyla Şihr, Şibâm ve Terîm’i aldı (614/1217-18); Ömer’in 621’de (1224) öldürülmesi üzerine Eyyûbî dönemi sona erdi. Mahallî hânedanlardan Âl-i Yemânî bu tarihten X. (XVI.) yüzyıla kadar Terîm’de hüküm sürdü. Eyyûbîler Hadramut’ta hüküm süren hânedanlardan Zeydîler dışındakilere son verdiler ve Resûlîler’e barış ve sükûn içinde bir ülke bıraktılar. Resûlî hâkimiyeti sırasında (1229-1454) Habûzîler bölgede iyi bir fırsat yakaladılar. Muhammed b. Ahmed (ö. 620/1223) tarafından Zafâr’da kurulan bu hânedan, 673’te (1274) Hadramut’un birçok şehrine hâkim olduysa da beş yıl sonra Resûlîler tarafından bertaraf edildi. XV. yüzyılda Tâhirîler Resûlîler’in elindeki toprakların büyük bir kısmını ele geçirdiler. Aynı yüzyılın ikinci yarısında da Kesîrîler ülkenin bir bölümüne hâkim oldular.

XVI. yüzyılın başlarında Yemen’i fetheden Osmanlılar, kısa süre içinde Aden ve Hadramut sahillerini de kendi idareleri altına aldılar. Hadım Süleyman Paşa’nın Hindistan seferi sırasında (1538) Osmanlı Devleti’nin idaresine giren Hadramut Yemen’e bağlı bir sancak olarak teşkilâtlandırıldı. Ancak Hadramut içinde idareyi ellerinde bulunduranlar Kesîrî kabilesi reisleri idi. Mayıs 1566’da Yemen beylerbeyine gönderilen hükümde, Hadramut sancağının hâkimi olan Sultan Bedr’in Hindistan ve diğer yerlerden gelen ticaret gemilerinden gümrük aldığı halde


bazı haksızlıklar yaptığı belirtilerek artık gemilerin gelip gitmediği bildirilmekte ve bu durumun düzeltilmesi istenmektedir. XVI. yüzyılda Şihr ile birlikte Hadramut’un iskele gelirleri 630 altın idi. 1069’da (1658-59) Zeydî imamı Mütevekkil-Alellah bir ordu gönderip Hadramut’u istilâ etti. Yâfiîler de Aden’in kuzeydoğusunda Mükellâ ve Şihr’de hüküm sürmeye devam ettiler. Bu dönemdeki Yemen ve civarı hakkında bilgi veren Mehmed Hilâl Efendi’nin raporundan, idaresinin mahallî şeyhler tarafından yürütüldüğü ve özellikle iç kesimlerde tüccar kafilelerinin serbestçe dolaşabildikleri anlaşılmaktadır.

XVIII. yüzyılın ilk yarısında Yemen imamlarının ve Kesîrîler’in nüfuzunun zaafa uğramasıyla Hadramut’nın idaresi mahallî kabilelerin eline geçti. Kesîrîler, Seyyidler ve Yâfiîler çoğunlukta bulundukları yerlerin hâkimi oldular. XIX. yüzyıla gelindiğinde Yâfiî kabilesine bağlı Ehlü’l-Bereyk Şihr, Kasadîler ise Mükellâ’yı yönetmekteydiler. Hadramut vadisinin batı kesiminde Şibâm civarı da Yâfiîler’in elindeydi. Diğer taraftan Sayvan Kesîrîler’in, Terîm de Seyyidler’in kontrolündeydi. 1840’lardan itibaren Kesîrîler’den Gālib b. Muhsin ve Yâfiîler’den Ömer b. Avad el-Kuaytî Hadramut’a hâkim olma yolunda ciddi adımlar atmaya başladılar. Gālib b. Muhsin, kendi kabilesinden topladığı askerlerin yanında Afrika’dan getirdiği kölelerle düzenli bir ordu kurmaya çalışırken Ömer b. Avad, Aden’in kuzeyindeki dağlık Yâfiî bölgesindeki kabile mensuplarından asker toplamış, ayrıca Haydarâbâd’dan ve Hint ordusundan Hint ve Arap asıllı düzenli ordu mensuplarını getirtmiştir. 1860’lı yıllara gelindiğinde her iki tarafın askerlerinin sayısı binlerle ifade edilir olmuştur. Bu askerler modern silâhlar, top ve tüfeklerle donatılmıştı. Hadramut’un tamamına hâkim olma yolunda teşebbüse ilk geçenler Kesîrîler oldu. 1866’da Gālib b. Muhsin’in liderliğindeki Kesîrî güçleri Şihr’i ele geçirmek üzere taarruza geçtiler. Ancak iki yıl süren Kesîrî-Yâfiî çatışması sonunda Şihr yine Yâfiîler’in hâkimiyetinde kaldı. Bu tarihten itibaren İngilizler de Hadramut’la yakından ilgilenmeye başladılar ve 1867’de Şihr yöneticisi Ali Nâcî ile köle ticaretine karşı bir anlaşma imzaladılar. Böylece İngilizler çarpışan taraflardan Yâfiîler’i tutmuş oluyordu. Buna karşılık Kesîrîler ve onları destekleyen Seyyidler yardım için Osmanlı Devleti’ne başvuracaklardı. Özellikle Seyyidler dindarlıklarıyla ve İngiliz aleyhtarlıklarıyla meşhurdular. Seyyidler bölgedeki Osmanlı yöneticileriyle de oldukça iyi ilişkiler içinde bulunuyordu. 1867’de ileri gelenlerden oluşan 150 Hadramutlu Mekke Emîri Abdullah Paşa’ya müracaat ederek Osmanlı Devleti’nin Yâfiî-Kesîrî çatışmasına son vermesini istediler. Ağustos 1867’de Şihr’e bir savaş gemisi gönderen Osmanlı Devleti Hadramut’un Osmanlı topraklarının bir parçasını oluşturduğunu ve Şihr’in yönetiminin Osmanlılar’a devredilmesi gerektiğini nakibe bildirdi. Osmanlı Devleti’ne karşı koyamayan Şihr nakibi Aden’deki İngiliz yöneticilerinden kendisini desteklemelerini istedi. İngilizler’le Bâbıâli arasında yapılan müzakereler sonunda her iki devletin de bölgedeki dengeleri bozucu girişimlerden kaçınması hususunda prensip anlaşmasına varıldı ve hâkimiyet konusu gündeme getirilmedi (Gavin, s. 164-165).

1876 yılında Zafâr’da meydana gelen bir gelişme İngilizler’i endişelendirdi. Aslen Hadramut’un Terîm kasabasından olan Seyyid Fazl b. Alevî, 1874’te Mekke’de iken Zafâr’daki kabile çatışmalarını önlemesi için Mekke Emîri Abdullah Paşa’ya müracaat eden heyetle görüşerek kendilerine yardım edebileceğini bildirmişti. 1875 yılında da davet üzerine Zafâr’a giderek burasının Osmanlı toprağı olduğunu ve kendisinin Osmanlı Devleti adına yönetimde bulunacağını ilân etti. Kesîrî kabilesinin de desteğini alan Seyyid Fazl bir taraftan Zafâr’da idarî teşkilâtlanmaya giderken diğer taraftan Osmanlı Devleti’nden malî ve askerî yardım talebinde bulundu. Ancak Zafâr hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan ve bölgede İngilizler’le karşı karşıya gelmekten çekinen Bâbıâli Seyyid Fazl’ı cevapsız bıraktı. Merkezî hükümetin desteğini sağlayamayan Seyyid Fazl 1879 başında, daha önce kendisine destek veren Kesîrîler’in isyan etmesiyle Zafâr’ı terketmek zorunda kaldı ve Haziran 1879’da İstanbul’a giderek 1900’de ölümüne kadar genellikle Güney Arabistan üzerine Sultan II. Abdülhamid’in fahrî danışmanlığını yaptı (Buzpınar, s. 229-231).

Seyyid Fazl’ın Zafâr’daki başarısız girişiminden sonra İngilizler Yâfiîler’i destekleyerek onların 1881 sonunda Şihr ve Mükellâ dahil bütün Hadramut sahilini ele geçirmelerini sağladılar. Mayıs 1882’de yaptıkları bir ön anlaşma ile Yâfiîler’in kendilerinin onayını almadan başka devletlerle ilişki kurmalarını önleyen İngilizler, 1888’de imzaladıkları himaye antlaşmasıyla da sahilde hâkim olan Yâfiîler’in dış ilişkilerini tamamen üzerlerine aldılar. Sahilin güvenliğiyle yetindiklerini gösteren İngilizler iç bölgeleri Kesîrîler’e bıraktılar. Böylece Şibâm, Sayvan ve Terîm şehirleri Kesîrîler’de kaldı.

9 Mart 1914 tarihinde Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında imzalanan Aden ve Nevâhî-i Tis‘a ile ilgili antlaşmadan Hadramut’un zımnen İngiltere’ye bırakıldığı anlaşılmaktadır. Ancak Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar Hadramut üzerindeki hâkimiyet iddiasını sürdürdü. Nitekim 1915’te Hadramut şeyhleriyle Osmanlı Devleti’nin Aden cephesi kumandanı Ali Said Paşa arasında imzalanan mukavelenâmede şeyhler din kardeşleri olan Osmanlılar’a bağlı olduklarını, ayrıca İngiltere ile yaptıkları antlaşmaları iptal ettiklerini açıkladılar ve Kuaytîler’in idaresinde bulunan Şibâm ile Şihr 1919 yılına kadar Osmanlı hâkimiyetinde kaldı. Ancak Lozan Antlaşması ile (1923) Türkiye Cumhuriyeti, millî sınırlar dışında bırakılan Osmanlı toprakları üzerindeki haklarından vazgeçtiği için Hadramut’la olan ilişkiler kesildi ve burası yeniden İngiltere’nin nüfuz alanına girdi. Hadramut bugün Yemen Cumhuriyeti’nin bir vilâyetidir.

Yemen Cumhuriyeti’ne dahil olmadan önce Hadramut’ta toplum aşağıdaki sosyal sınıflardan meydana geliyordu; eskisi kadar keskin sınırlı olmamakla birlikte bugün de bu sınıflar varlıklarını korumaktadır: Seyyidler. Bunlar halk üzerinde mânevî nüfuza sahiptiler. Hz. Hüseyin’in yedinci batından torunu olan Şeyh Ahmed b. Îsâ’nın seksen kişilik akraba grubu ile Hadramut’a gelmesiyle bu zümrenin bölgede varlığının belirgin şekilde ortaya çıktığı, zaman zaman sayılarının 3000’lere ulaşarak tesirlerini arttırdıkları söylenir. Seyyidlik irsî olarak intikal eden bir statüye sahipti. Kabâil. Kabileler Hadramut’ta hâkim sınıfı oluşturuyordu. Kabile kolları ve büyük aileler halinde gruplanan bu toplulukların “mukaddem” unvanını taşıyan reisleri vardı. Bedevîler. Otlaklarda yarı göçebe halinde yaşarlar, geçici barınaklarda kalırlar ve silâh taşırlardı; belirli reislere bağlıydılar. Şehirliler. Bunlar genellikle ticaretle uğraşan ve çeşitli mesleklere mensup olan kimselerdi. Kendileri veya başkaları hesabına çalışan küçük esnaf da şehirlilere dahildi. Şehirliler silâh taşımazlardı; mesleklerine göre gruplanır ve bu


yapılanma içinde tâbi oldukları reislerine belirli miktarda vergi öderlerdi. Hizmetliler. Kendilerini eski Habeş kölelerin torunları sayan bu kimseler silâh taşımazlar ve büyük yerleşim merkezlerinin civarında yaşarlardı.

Hadramut, Hz. Peygamber devrinde İslâm’la karşılaştığı günden beri müslüman kalmış, ancak zaman zaman İbâzîlik-Hâricîlik, Şiîlik, Karmatîlik ve XX. yüzyılda komünizm gibi cereyanların faaliyetlerine sahne olduğu için iç karışıklıklardan pek kurtulamamıştır. Gerek bu karışıklıklar gerekse ekonomik şartların elverişsizliği sebebiyle XVIII. yüzyılın sonlarına doğru Hadramutlular’ın birçoğu iş bulmak için Hindistan’a ve Malezya-Endonezya adalarına gitmeye başladı. Bu dönemde özellikle Cava’ya içinde seyyidlerin de bulunduğu önemli bir tüccar göçü olmuş, bunun sonucunda XIX. yüzyılın ortalarına doğru buralarda ekonomik ve dinî potansiyele sahip, anavatanla irtibatını devam ettiren koloniler oluşmuştur. Meselâ Haydarâbâd nizamının hizmetinde Hadramutlu gönüllü askerler bulunuyordu. XX. yüzyılın ilk yarısında da İtalya Somali’ye Hadramut’tan asker sevketmiştir ve halen burada bu askerlerin soylarından gelenlere rastlanmaktadır. Ayrıca çok sayıda Hadramutlu Suudi Arabistan’a gitmiştir.

Hadramî nisbesiyle tanınan Hadramutlu meşhur simalardan bazıları şunlardır: Alâ b. Hadramî, İbnü’l-Hadramî, Yûnus b. Atıyye, Yahyâ b. Meymûn, Muâviye b. Sâlih, İbn Lehîa, Ebû Hayve Şüreyh b. Yezîd, Mutayyen, İbn Harûf en-Nahvî Ali b. Muhammed.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Hişâm, es-Sîre, II, 85; IV, 234-238; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, I, 265, 283, 323, 328, 329, 349, 350; VIII, 147, 148; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), III, 138, 139, 318, 319, 320, 330-342; Mes‘ûdî, Mürûcü’ź-źeheb (Abdülhamîd), III, 172; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, el-Eġānî, XX, 97, 98, 99, 100, 102, 108, 113, 114; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, II, 269-271; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, Beyrut 1385/1965, II, 290, 291, 298, 372, 378; V, 351, 373, 374, 389; İbn Kesîr, el-Bidâye, Beyrut 1966, V, 72, 73, 79, 80, 298; İbn Haldûn, el-Ǿİber, II, 244; III, 167; Mir’âtü’l-Haremeyn, III, 299-308; İsmail Hakkı Tevfik, Hadramût, Filibe 1935; Cevâd Ali, el-Mufaśśal, IV, 196, 203; Sâlih b. Saîd b. Helâbî, Duħûlü’l-İslâm ilâ Ĥađramût [baskı yeri yok], 1389/1969 (ed-Dârü’s-Suûdiyye); R. J. Gavin, Aden Under British Rule 1839-1967, London 1975, s. 156-173, ayrıca bk. tür.yer.; M. Beyyûmî Mehrân, Dirâsât fî târîħi’l-ǾArabi’l-ķadîm, Riyad 1400/1980, s. 235-245; Hitti, İslâm Tarihi, II, 34 vd.; Köksal, İslâm Tarihi (Medine), X, 142-149; Kehhâle, MuǾcemü ķabâǿili’l-ǾArab, Beyrut 1402/1982, III, 998-1000; Mustafa Fayda, İslâmiyetin Güney Arabistan’a Yayılışı, Ankara 1982, s. 119-129; Ethem Rûhi Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, Ankara 1983, s. 92-95; Hulusi Yavuz, Kâbe ve Haremeyn İçin Yemen’de Osmanlı Hâkimiyeti (1517-1571), İstanbul 1984, s. 51; Muhammed Hamîdullah, el-Veŝâǿiķu’s-siyâsiyye, Beyrut 1405/1985, s. 246, 252, 356, 359; a.mlf., İslâm Peygamberi (Mutlu), II, 204, 264; Halil Sahillioğlu, “Yemen’in 1599-1600 Yılı Bütçesi”, Yusuf Hikmet Bayur’a Armağan, Ankara 1985, s. 303; M. Abdülkādir Bâfakîh, Târîħu’l-Yemeni’l-ķadîm, Beyrut 1985, s. 39-50; Şevkī Dayf, Târîħu’l-edeb, V, 26-28; D. Van Der Meulen, “A Journey in Hadramaut”, MW, XXII/4 (1932), s. 378-392; R. B. Serjeant, “Hud and other Pre-Islamic Prophets of Hadramawt”, Studies in Arabian History and Civilisation, I, London 1974, s. 121-179; a.mlf., “The Saiyids of Hadramawt”, a.e., VIII (1981), s. 3-29; İdris Bostan, “Muhammed Hilâl Efendi’nin Yemen’e Dair İki Lâyihası”, Osm.Ar., III (1982), s. 301-326; Ş. Tufan Buzpınar, “Abdulhamid II and Sayyid Fadl Pasha of Hadramawt”, a.e., XIII (1993), s. 227-239; J. Schleifer, “Hadramut”, İA, V/1, s. 56-59; A. F. L. Beeston, “Ĥađramawt”, EI² (İng.), III, 51-53; a.mlf. v.dğr., “Ĥađramawt”, EI² Suppl. (İng.), s. 336-339.

Hüseyin Algül