GUBÂRÎ ABDURRAHMAN

(ö.974/1566)

Divan şairi, hattat ve Nakşibendî şeyhi.

Babasının adı Abdullah’tır. Âşık Çelebi’nin yanlış olarak Hamîd-ilili, Latîfî’nin Lârendeli, Şemseddin Sâmi’nin Aksaraylı göstermelerine karşılık kendisinin


Kâ’benâme adlı eserinde (Manisa İl Halk Ktp., nr. 4592, vr. 10b), “Mekke şehrin dilde çün berk eyledim / Akşehir’i ol zaman terk eyledim / Mevlidimdir gerçi ol şehr-i şerîf” mısralarında bizzat belirttiği üzere Akşehir’de doğmuştur.

Öğrenimine Akşehir’de başladıktan sonra İstanbul’a giden Gubârî medrese tahsiline burada devam etti. Devrin tanınmış müderrislerinden olan Kınalızâde Ali ve Müslim çelebilerden ders okuduğu sırada meşhur hattat Şeyh Hamdullah’ın oğlu Mustafa Dede’den “aklâm-ı sitte” adı verilen yazı türlerini meşketti. Tahsilini tamamladıktan sonra bir süre medreselerde müderrislik yaptı. 1534 yılında Kanûnî Sultan Süleyman’ın Irak seferine ordu kâtibi olarak katıldı. 1535’te döndüğünde tasavvufa olan meyli dolayısıyla resmî hizmetten ayrılıp Nakşibendî şeyhi Ahmed Emîr Buhârî zâviyedarı Şeyh Abdüllatif Efendi’ye intisap ederek Şeyh Vefâ Tekkesi’nde sülûkünü tamamladı. Burada geçirdiği günlerini, “Ser-i kûy-i Vefâ’nın hâksârı / Ayaklar toprağı ya‘nî Gubârî” beytiyle anan şair, o sırada yeni yeni kaleme almaya başladığı şiirleriyle edebiyat mahfillerinde tanınmaya başlandı. Kınalızâde Hasan Çelebi, tezkiresinde onun, “Gāfil olma gözün aç âlem-i kübrâsın sen / Sidre vü levh ü kalem arş-ı muallâsın sen” beytiyle başlayan terciibendiyle şairler arasında şöhret bulduğunu kaydeder.

Gubârî, bir aralık Akşehir’de Sultan Abdullah Zâviyesi’nde Nakşî şeyhliği makamına geçtikten sonra şeyhi Abdüllatif Efendi’nin işareti üzerine 1537’de hacca gitti. Orada uzunca bir süre mücavir olarak kaldı. Nişancı Ramazan Çelebizâde Mehmed Çelebi’nin aracılığı ile surre eminliğine getirildi. İlk eserlerinden biri olan Kâ‘benâme’yi burada kaleme alan şair, 1546’ya kadar dervişane bir hayat sürdüğü Mekke’den dönerken Kütahya’ya uğrayarak Kanûnî’nin burada sancak beyi olan küçük oğlu Şehzade Bayezid’in hizmetine girdi. Önce kapı kulları arasına katıldı. Liyakati sebebiyle daha sonra Bayezid’in oğlu Orhan Çelebi’ye hoca tayin edildi. Böyle bir vazifeyi kabul edişi tarikat âdabına aykırı görüldüğü için Nakşibendî büyüklerinden Gelibolulu şair Sürûrî tarafından tenkide uğradı. Bu görevindeki hizmetleri dolayısıyla Kanûnî’nin gözüne giren Gubârî onun emriyle 1551’de Şâhnâme adlı eserini yazmaya başladı. Daha sonra Şehzade Bayezid ile Şehzade Selim arasında baş gösteren çatışmada Bayezid yenilip İran’a kaçınca onun adamıdır diye başı derde girdi ve 1561’de bir süre Yenihisar’da hapsedildikten sonra dostlarından Ferhad Paşa ve Abdurrahman Çelebi’nin yardımı ile serbest bırakıldı. Hapiste iken İran şairlerinden Fettâhî’nin Şebistân-ı Ħayâl adlı eserine nazîre yazmaya başladı. Kısa bir müddet boşta kalan Gubârî, 1562’de mahmil kadılığı göreviyle tekrar Mekke’ye gönderildi. Burada kadılık hizmetini yürütürken bir taraftan da eserlerini tamamlamaya çalıştı. Ayrıca Kanûnî’nin Haremeyn’i tamiri sırasında onun, adına yaptırdığı Nakşibendiyye zâviyesinde halkı irşadla meşgul oldu. Vefatında Mekke’deki Cennetü’l-muallâ’da Ebtah mevkiine gömüldü. Evliya Çelebi Seyahatnâme’sinde kabrinin bir ziyaret yeri olduğunu belirtir.

Tezkireciler Gubârî’nin usta bir şair olduğu hususunda birleşirler. Nitekim eserlerinde ve tezkirelere alınmış şiirlerinde oldukça güçlü bir şair olduğu görülmektedir. Hemen bütün tezkire müelliflerince beğenilip kaydedilen meşhur kıtasının yanı sıra Kanûnî ile Irakeyn Seferi’nde iken yazdığı “sor” redifli gazelinin bilhassa, “Gubârî makdem-i şâhîden istersen haber almak / Gubâr ol yollar üstünde gelenden sor gidenden sor” beyti çok meşhur olmuş ve Gelibolulu şair Sürûrî buna bir nazîre söylemiştir.

Eserleri. 1. Şâhnâme. Süleymannâme adıyla da bilinen ve Kanûnî’nin isteği üzerine 959’da (1551) kaleme alınan bu Farsça manzum eser, Yavuz Sultan Selim’in İran ve Mısır seferleriyle Kanûnî’nin saltanatının ilk yıllarına ait olayları anlatır. Firdevsî’nin ünlü Şâhnâme’sinin özelliklerini taşıdığı için ona nazîre sayılan eserde Kanûnî methinde birçok şiir yer almaktadır. Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Hekimoğlu Ali Paşa, nr. 764) bir nüshası olduğu gibi kısmen eksik bir nüshası da Manisa İl Halk Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Murâdiye, nr. 1346). 2. Kâ‘benâme. Kanûnî’nin Haremeyn’de yaptırdığı tamirat, vakıf ve hayratla Osmanlılar tarafından Harem-i şerife yaptırılan tesislerden bahseden bu manzum eser, 963’te (1556) Mekke’de tamamlanarak padişaha ithaf edilmiştir. Türkçe olan Kâ‘benâme’de ayrıca hac farîzası ile Harem-i şerifin kutsiyeti de anlatılmaktadır. Eserde Gubârî’nin hayatını yer yer aydınlatan bazı bilgilere de rastlanır. Kâ‘benâme’nin bir nüshası Üsküdar’da Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’ndedir (Kemankeş Emîr Hoca, nr. 223). Manisa İl Halk Kütüphanesi’ndeki (Çaşnigîr, nr. 4952) nüsha ise eksiktir. 3. Şebistân-ı Ħayâl. Tasavvufî aşkı anlatan bu Farsça mesnevi, İranlı şair Fettâhî’nin aynı adlı mesnevisine nazîre olup 969’da (1561) Yenihisar’da hapiste yazılmaya başlanmış, 1562’de Mekke’de tamamlanmıştır. Tasavvufî remizlerle “aşk” ve “âşık” gibi bazı kelimelerdeki harflerin taşıdığı tasavvufî mânaları izah eden eserde birçok tasavvufî şiir yer alır. Süleymaniye ile (Hacı Mahmud Efendi, nr. 3830) Manisa İl Halk (Muradiye, nr. 2715)


kütüphanelerinde birer nüshası mevcuttur. 4. Yûsuf u Züleyhâ. İranlı şair Molla Câmî ile Türk şairlerinden Hamdî’nin aynı adı taşıyan eserlerine nazîre olarak yazılmıştır. Şair, bu müelliflerin konuyu geniş tutup onu esas mahiyetinden uzaklaştırdıklarını, kendisinin ise eserini Kur’an’daki Yûsuf sûresine sadık kalarak yazdığını bildirir. Türkçe olan bu mesneviyi 974’te (1567) Mekke’de tamamlayarak II. Selim’e ithaf etmiştir. Bugün bilinen yegâne nüshası Manisa İlk Halk Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (nr. 1215/5). 5. Menâsik-i Hac. Manzum olup 1090’da (1679) istinsah edilen bir nüshası Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’ndedir (Hazine, nr. 146). 6. Mesâhatnâme. Aynı yazmanın 23a-38a varakları arasında yer alan bu Türkçe mensur risâle, Mekke’deki bazı eserlerin inşa tarihi ve bunların mimari ölçüleri hakkındadır. Eserin ayrıca Süleymaniye Kütüphanesi’nde de bir nüshası vardır (Ayasofya, nr. 3989).

Bursalı Mehmed Tâhir, Gubâri’nin Tercüme-i Târîh-i Cennâbî adlı bir eseri olduğunu kaydeder ki 1588’de tamamlanıp III Murad’a ithaf edilen bu eserin ona ait olması mümkün değildir. Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan (Esad Efendi, nr. 3486/1) ve Gubârî’ye nisbet edilen Na‘t-ı Şerîî Mîr Kāsım adındaki başka bir Gubârî’ye aittir. Aynı kütüphanede kayıtlı (Yazma Bağışlar, nr. 1285/1) Gazavât-ı Midilli adlı eser de 907 (1501) tarihini taşıdığına göre yine başka bir Gubârî tarafından kaleme alınmıştır.

Kaynaklar Gubârî’nin hattatlığı hakkında, onun Osmanlı hattatlarının pîri sayılan Şeyh Hamdullah’ın oğlu Mustafa Dede’den yazı meşkettiği ve “gubârî” adı verilen yazıda usta olduğu dışında bir bilgi vermemektedir. Esasen şair de Gubârî mahlasını bu çok ince yazı tarzında gösterdiği maharet dolayısıyla almıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ, vr. 285a-286a; Latîfî, Tezkire, s. 252-253; Beyânî, Tezkire, İÜ Ktp., TY, nr. 2568, vr. 61a; Âlî, Künhü’l-ahbâr, İÜ Ktp., TY, nr. 2377, vr. 205b; Künhül-ahbâr’ın Tezkire Kısmı (haz. Mustafa İsen), Ankara 1994, s. 247-249; Kınalızâde, Tezkire, II, 712-717; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, IX, 791; Müstakimzâde, Tuhfe, s. 246-247; Osmanlı Müellifleri, III, 112-114; Babinger (Üçok), s. 103-104; İsmet Parmaksızoğlu, “Abdurrahman Gubârî’nin Hayatı ve Eserleri”, TD, sy. 2 (1950), s. 347-356; Kāmusu’l-a‘lâm, V, 3256; “Gubârî, Abdurrahman”, TA, XVIII, 104; Mustafa Kutlu, “Gubârî, Abdurrahman”, TDEA, III, 375.

Ali Alparslan