GIYBET
الغيبة
Bir kimsenin aleyhindeki incitici, küçültücü söz ve davranışları ifade eden ahlâk terimi.
Sözlükte “uzaklaşmak, gözden kaybolmak, gizli kalmak” gibi anlamlara gelen gayb kökünden isim olup aslında hem iyi hem de kötü sözlerle anmayı ifade etmekle birlikte terim olarak genellikle “kötü sözlerle anma” mânasında kullanımı yaygınlık kazanmıştır (Lisânü’l-ǾArab, “ġyb” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “ġyb” md.). Kur’ân-ı Kerîm’de bir âyette çekimli fiil olarak geçmektedir (el-Hucurât 49/12). Burada, bir kimseyi sırf zanna dayanarak yargılama ve gizli kusurlarını araştırma (tecessüs) yanında gıybet de yasaklanmış, gıybetin ölmüş bir din kardeşinin etini yemeye benzetilmesiyle de bu davranışın iğrençliği vurgulanmak istenmiştir. Bu benzetmeden, ölü etinin yenilmesi gibi gıybet etmenin de haram olduğu hükmü çıkarılmıştır.
Başta hadisler olmak üzere İslâmî kaynaklarda, insan haklarının en önemlilerinden olan ve çoğunlukla “ırz” kavramıyla ifade edilen kişiliğin dokunulmazlığı ilkesine büyük değer verilmiştir. Buna göre bir kimsenin gıyabında gerek onun şahsıyla ilgili maddî, bedenî, dünyevî veya mânevî, ruhî, ahlâkî ve dinî kusurlarından söz edilmesi gerekse çocukları, ebeveyni ve diğer yakınlarının kusurlarının anlatılması gıybet sayılmıştır. Ayrıca gıybetin sözle olduğu gibi yazı, ima, işaretle ve taklit gibi davranışlarla olabileceği de belirtilmiştir (Gazzâlî, III, 143-145; Nevevî, el-Eźkâr, s. 534-535). Bu tür söz ve hareketlerin gerçeği ifade etmesi onun gıybet olma niteliğini değiştirmez. Nitekim Hz. Peygamber bu konuya dair hadisinde bir kişiyi kendisinde bulunan kusurlarla anmanın gıybet olduğunu, kendisinde bulunmayan bir kusuru ona isnat ederek aleyhinde konuşmanın ise iftira (bühtan) sayılması gerektiğini bildirmiştir (Müslim, “Bir”, 70; Tirmizî, “Bir”, 23). İbn Teymiyye günahkârlar, hatta kâfirler hakkında bile yalan bilgi vermenin, yalan haber yaymanın haram olduğunu belirtir (MecmûǾatü’r-resâǿil, 272).
İslâm âlimleri âyet ve hadislerdeki beyanlara dayanarak, ayrıca insan onurunu zedeleyen, toplumda dargınlık ve düşmanlıklara yol açan bir davranış olmasını dikkate alarak gıybetin haram olduğunda ittifak etmişlerdir. Bununla birlikte gıybetin büyük günahlardan sayılıp sayılmayacağı tartışmalıdır (Aynî, XVIII, 168-169). Kurtubî, günahların kebâirden sayılmasını gerektiren unsurların gıybette de bulunduğunu, naslarda şiddetli tenkit ve yasaklama ifadelerinin de yer aldığını belirterek gıybetin kebâirden kabul edilmesi gerektiğini ileri sürer (el-CâmiǾ, XVI, 337). Ancak bir söz veya hareketin gıybet sayılıp sayılmaması konuşanın niyetiyle yakından ilgilidir. Nevevî’nin verdiği örneğe göre, bir müellifin herhangi bir meselede başkasının yanlış görüşüne sırf onu küçük düşürmek amacıyla yer vermesi gıybet sayılırsa da aynı görüşü bir yanlışı düzeltmek maksadıyla veya iyi niyete dayalı
başka bir sebeple aktarması gıybet olarak kabul edilemez. Hatta bu bazan bir görev olur ve eser sahibine sevap kazandırabilir (el-Eźkâr, s. 538). Gıybet belli bir kişi veya zümrenin şeref ve haysiyetini rencide etmesi, dolayısıyla müminler arasındaki sevgi, saygı ve barışa zarar vermesi sebebiyle yasaklandığından böyle bir kişiyi kastetmeden genel olarak insanların kötülüğünden söz etmek gıybet sayılmaz. Bir kişiyi dinî kusurlarından dolayı gıyabında eleştirmenin gıybet sayılmayacağı ileri sürülmüşse de Gazzâlî insan onurunu öne çıkaran mükemmel tahlillerinde bu iddiayı reddetmiş ve iyi niyete dayanmayan her türlü gıyabî eleştirinin haram olduğunu belirtmiştir (İĥyaǿ, III, 144). Ona göre bir kimsenin, “Falanın işlediği şu kusurlardan beni koruyan Allah’a hamdolsun” şeklindeki sözleri, başkasını eleştirirken kendini temize çıkarma anlamına geldiğinden gıybetin en çirkin çeşididir. Zira burada hem gıybet hem de riya vardır (a.g.e., III, 145).
Gıybetin yapılması gibi dinlenmesi de haramdır. İslâm âlimleri, bir zarar doğurma ihtimali yoksa sözle veya fiilî olarak gıybet edene engel olunması, bu mümkün olmazsa En‘âm sûresinin 68. âyetinin hükmü uyarınca gıybet edilen meclisin terkedilmesi, bu da mümkün değilse gıybete karşı bir hoşnutsuzluk duygusu içinde başka şeylerle uğraşılması gerektiğini belirtmişlerdir.
Gıybetin sebepleri kin ve öfke, sohbet ve yarenlik, başkasını kötüleyerek kendi itibarını yükseltme düşüncesi ve kıskançlık şeklinde sıralanmış, gıybetten kurtulmak için bu sebeplerin ortadan kaldırılması tavsiye edilmiştir.
Gıybet esas itibariyle haram olmakla birlikte bazı şartlar onun bu vasfını ortadan kaldırır. Gazzâlî’nin İĥyaǿsında ve onu örnek alan diğer bazı kaynaklarda haksızlık yapan kişiyi ilgili mercilere şikâyet etmek, kötülüğe engel olma çabasında destek aramak, fetva sormak, insanları kötülüklerden ve zararlardan korumak, lakabıyla meşhur olan birini bu lakapla tanıtmak, zulüm, haksızlık, fesatçılık, ahlâksızlık gibi tutum ve davranışları hayat tarzı haline getirmiş kimseleri kınamak maksadıyla bunların aleyhinde konuşmanın meşru olduğu belirtilmiştir.
Gıybetten dolayı tövbe etmenin farz olduğu kabul edilmekle birlikte helâlleşmenin gerekli sayılıp sayılmadığı hususu tartışmalıdır. Kurtubî bu husustaki farklı görüşleri şöyle sıralar: a) Gıybet etmek mala ve cana zarar vermek gibi mezâlim*den olmadığı için sadece tövbe etmek yeterlidir, b) Gıybet etmek mezâlimden olup hem tövbe etmek hem de çekiştirilen kişi için hayır duada bulunmak gerekir, c) İslâm âlimlerinin çoğunluğu konuyla ilgili bir hadise dayanarak (Müsned, II, 506; Buhârî, “Mežâlim”, 10) ayrıca helâlleşmenin de gerektiğini ileri sürmüşlerdir (el-CâmiǾ, XVI, 337).
BİBLİYOGRAFYA:
Lisânü’l-ǾArab, “ġyb” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “ġyb” md.; Tehânevî, Keşşâf, II, 1090-1091; Müsned, II, 506; Buhârî, “Edeb”, 46, “Cenâǿiz”, 88, “Mežâlim”, 10, “Ǿİlim”, 9, 37; Müslim, “Ķasâme”, 29, 30, “Bir”, 32, 70; Tirmizî, “Bir”, 23; İbn Ebü’d-Dünyâ, eś-Śumt ve âdâbü’l-lisân (nşr. M. A. Ahmed Atâ), Beyrut 1409/1988, s. 118-168; a.mlf., Źemmü’l-ġıybeti ve‘n-nemîme (nşr. N. Abdurrahman Half), Kahire, ts. (Dârü’l-İ‘tisâm); İbn Kuteybe, “(ǾUyûnü’l-aħbâr, Beyrut, ts. (Dârü’l-Kitâbi’l-Arabî), II, 12-19; Mâverdî, en-Nüket ve’l-Ǿuyûn, Beyrut 1412/1992, V, 334-335; a.mlf., Edebü’d-dünyâ ve‘d-dîn, Beyrut 1978, s. 257-259; Gazzâlî, İĥyâǿ (Beyrut), III, 141-153; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, XXVIII, 134-136; Kurtubî, el-CâmiǾ, XVI, 336-338; Nevevî, Şerĥu Müslim, XVI, 142-144; a.mlf., el-Eźkâr, Beyrut 1412/1992, s. 534-550; İbn Müflih el-Makdisî, el-Âdâbü’ş-şerǾiyye, Kahire 1987, I, 5-10, 244-255; İbn Teymiyye. MecmûǾatü’r-resâǿil, V, 272-282; Aynî, ǾUmdetü’l-ķārî, Kahire 1392, VIII, 130; XVIII, 168-170; Şevkânî, er-Resâǿilü’s-selefiyye, Beyrut 1411/1991, s. 40-58.
Mustafa Çağrıcı