GALATA MEVLEVÎHÂNESİ
Galata’da 1491’de kurulan İstanbul’daki en eski Mevlevi âsitânesi.
Fâtih Sultan Mehmed ve II. Bayezid devri ricâlinden İskender Paşa tarafından 897’de (1491) kurulmuştur. Kulekapısı Mevlevîhânesi adıyla da anılır. Zaman içinde çeşitli eklerle genişletilerek tam bir tarikat külliyesi niteliğine bürünen mevlevîhâne, İskender Paşa’ya ait av çiftliğinin bir kesiminde, muhtemelen H. Theodoros Manastırı’nın kalıntıları üzerine inşa edilmiştir. İskender Paşa’nın Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde bulunan 12 Muharrem 897 (15 Kâsım 1491) tarihli vakfiyesinde, Vize’de bulunan gayri menkullerini mevlevîhâneye vakfettiği, vakfın tevliyetini de mevlevîhânenin şeyhlerine şart koştuğu belirtilmektedir.
Osmanlı kaynaklarında “kıyâmet-i suğrâ” olarak anılan 1509 depreminde Galata Mevlevîhânesi’nin de hasar gördüğü tahmin edilebilir. Mevlevîhâne, dördüncü postnişin Mesnevîhan Mahmud Dede’nin (ö. 955/1548) vefatından sonra sahipsiz kalarak harap olmuş, bir süre Halvetî zâviyesi, daha sonra da medrese olarak kullanılmıştır. XVII. yüzyılın başlarında Konya’daki çelebilik makamınca görevlendirilen Şeyh Sırrı Abdi Dede, meşihatını üstlendiği mevlevîhânede 1017 (1608) yılında büyük bir onarım gerçekleştirmiştir. XVII. yüzyılın ilk yarısında Tersane ve Matbah Emini İsmâil Ağa da mevlevîhânede imar faaliyetinde bulunmuş, Matbah Emini Hasan Ağa avlusunda bir çeşme yaptırmıştır.
Galata Mevlevîhânesi 1179 (1765) yılında çıkan büyük Tophane yangınında harap olmuş, dönemin padişahı III. Mustafa, Yenişehirli Osman Efendi’yi bina emini tayin ederek burayı yeniden inşa ettirmiştir. Mevlevîhânenin yerleşim düzeninde önemli değişikliklerin yapıldığı diğer yenileme ise Mevlevî muhibbi III. Selim’in eseridir. III. Selim’in tahta çıkışı sırasında mevlevîhânenin postnişini olan ünlü divan şairi Şeyh Galib’in, tekkenin tamire muhtaç olduğunu “Kasîde-i Tannâne” adlı manzumesine iliştirdiği bir arzuhal ile padişaha bildirmesi üzerine III. Selim 1206’da (1791-92) mevlevîhâne binalarını yenilemiştir. Bu arada semâhâne bir hünkâr mahfiliyle donatılmış, Reîsülküttâb Mehmed Râşid Efendi’nin uzak bir kaynaktan getirttiği suyu padişah mevlevîhâneye bağışlamıştır.
Mevlevîhânede XIX. yüzyılda da birçok yenileme, onarım ve tadilât yapılmıştır. Bunların ilki, II. Mahmud devrinin ünlü simalarından Hâlet Efendi’nin 1234’te (1819) gerçekleştirdiği imar faaliyetidir. Hâlet Efendi, günümüzde mevcut cümle kapısı ile yanında sebil, çeşme, muvakkithâne ve kütüphane - mektepten oluşan sebilküttâbı, yine cümle kapısına bitişik olan kendi türbesini inşa ettirmiş, avluyu mermerle kaplatmış, dedegân hücrelerini onartmış, ayrıca mevlevîhânenin mesnevi şârihi Ankaravî Şeyh İsmâil Rusûhî Dede ile Şeyh Galib Dede’nin gömülü oldukları türbeyi yeniden yaptırmıştır. Mevlevîhâne 1239’da (1824) bir yangın daha geçirmiş, mescid, matbah-ı şerif ve dokuz adet hücre ortadan kalkmıştır. Şeyh Seyyid Kudretullah Dede tarafından 1244’te (1828) sadâret makamına hitaben kaleme alınan arzuhalde, yangının üzerinden dört yıl geçmesine rağmen dervişlerin hâlâ çadırlarda barındıkları ve çadırların yıpranmış olduğu belirtilerek gereğinin yapılması istenmektedir. Bunun üzerine çadırları yenileyen II. Mahmud 1250’de (1835) mevlevîhâneyi yeniden inşa ettirmiştir.
II. Mahmud’un kızı Âdile Sultan 1263’te (1847) mevlevîhâneye sarnıç, şadırvan ve çamaşırhane birimlerini ekletmiş, Abdülmecid ise 1268’de (1851-52) avludaki Hasan Ağa Çeşmesi’ni tamir ettirmiş, ertesi yıl matbah-ı şerifi, 1276’da da (1859-60) semâhâneyi, selâmlığı ve dedegân hücrelerini içine alan ana binayı bugünkü şekliyle yeniden yaptırmıştır. XIX. yüzyılın ikinci yarısında, muhtemelen Kudretullah Dede’nin vefatını (1288/ 1871) ve Hâlet Efendi’nin yaptırdığı açık türbeye defnini müteakip bu türbenin yerine kapalı bir türbe inşa edilmiştir. Mevlevîhâne, II. Abdülhamid ve V. Mehmed Reşad devirlerinde de küçük kapsamlı onarımlar geçirmiştir.
Tekkelerin kapatılmasından (1925) sonra mevlevîhânenin ana binası halkevi, sebilküttâb ise karakol olarak kullanılmıştır. Bir ara avluya bir ilkokul inşa edilmesi düşünülmüşse de bu gerçekleşmemiştir. 1945-1947 arasında belediye tarafından hazîrenin Şahkulu Bostanı sokağı üzerindeki doğu kesimi kaldırılarak yerine Beyoğlu Evlendirme Dairesi yaptırılmış, bu arada semâhânenin girişindeki ahşap türbeler, harem bölümü, matbah-ı şerif ve diğer bazı müştemilât ortadan kaldırılmıştır.
Galata Mevlevîhânesi resmî kurumların ilgisizliğine rağmen Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu ile bu kuruma bağlı İstanbul’u Sevenler Grubu’nun, özellikle Reşit Saffet Atabinen ile Hamdullah Suphi Tanrıöver’in çabalan sayesinde kısmen de olsa günümüze gelebilmiştir. Birçok girişimin sonucunda mevlevîhânenin 1946’da bütün birimleriyle bir Mevlevî kültürü müzesine dönüştürülmesine karar verilmiş ve mülkiyeti vakıflardan Millî Eğitim Bakanlığı’na intikal etmiştir. Mevlevîhânenin müzeye dönüştürülmesi yirmi yıllık bir gecikmeyle gerçekleşebilmiş, dört yıl süren geniş kapsamlı onarım çalışmaları sonunda Divan Edebiyatı Müzesi adıyla 27 Aralık 1975’te ziyarete açılmıştır (bk. DİVAN EDEBİYATI MÜZESİ).
Galata Mevlevîhânesi, Mevlevî kültürünün gelişmesi bakımından en verimli ocaklardan biridir. İstanbul’daki Mevlevî âsitânelerinin en kıdemlisi olan bu mevlevîhânenin postnişinleri ve mensupları arasında tasavvuf, klasik mûsiki ve divan edebiyatı tarihinde önemli yerleri olan birçok sima bulunmaktadır.
Mukabele günleri salı ve cuma olan Galata Mevlevîhânesi’nin meşâyih silsilesinde, kuruluşundan XVII. yüzyıl başlarında Sırrı Abdi Dede tarafından ikinci defa ihyasına kadar geçen süreye ilişkin bazı aydınlatılmamış hususlar bulunmaktadır. Mevlevîhânenin tarihçesine ilişkin kaynakların çoğunda Divane Mehmed Çelebi (ö. 951 / 1544’ten sonra) ilk postnişin olarak gösterilir. Bu kaynaklarda, mevlevîhânenin yerinde bulunan İskender Paşa Çiftliği’nde misafir edilen Divane Mehmed Çelebi’nin İstanbul’dan ayrılırken meşihat görevini halifelerinden Sinoplu Ali Safâî Dede’ye bıraktığı nakledilmektedir. Ancak İskender Paşa’nın vakfiyesinde, mevlevîhâne şeyhlerine meşrut olan tevliyetin Şeyh Yûnus Efendi’ye bırakıldığı belirtilmektedir. Vakfiyedeki bu kayıt esas alınıp Galata Mevlevîhânesi’nin ilk şeyhi olarak Yûnus Efendi’yi kabul etmek, kendisinden sonra Divane Mehmed Çelebi, Ali Safâî Dede ve Mesnevîhan Mahmud Dede’nin posta geçtiklerini söylemek mümkündür.
Mevlevîhânenin ikinci bânisi olan Sırrı Abdi Dede’nin meşihatı 1019 (1610-11) yılında Konya Dergâhı postnişini Bostan Çelebi tarafından kaldırılmış, yerine Ankaravî İsmâil Rusûhî Dede (ö. 1041/1631) tayin edilmiş, Sırrı Abdi Dede Kasımpaşa’da kendisine ait bir bostanın içinde yeni bir mevlevîhâne (Kasımpaşa Mevlevîhânesi) yaptırmıştır. Ankaravî’den sonra Galata Mevlevîhânesi’nin meşihatı sırasıyla su zatlara intikal etmiştir: Âdem Dede (ö. 1062/1652); divan şairi Arzî Mehmed Dede; Mevlânâ neslinden olan ve kısa bir süre Galata Mevlevîhânesi’nin postunda bulunduktan sonra Konya’daki çelebilik makamınca 1080’de (1669) meşihatı kaldırılan Derviş Çelebi; daha önce Beşiktaş Mevlevîhânesi’nin meşihatında bulunan ve 1082 (1671-72) yılı civarında Galata Mevlevîhânesi’nden Yenikapı Mevlevîhânesi’nin meşihatına tayin edilen Nâci Ahmed Dede; tekrar Derviş Çelebi; Mesnevîhan Gavsî Ahmed Dede; Gavsî Ahmed Dede’nin damadı, ünlü bestekâr ve neyzen Kutbünnâyî Osman Dede; Gavsî Ahmed Dede’nin torunu ve Osman Dede’nin oğlu Sırrı Abdülbâki Dede; Halep, Kasımpaşa ve Yenikapı mevlevîhânelerinde şeyhlik yapmış Safî Mûsâ Dede’nin oğlu olan, kendisi de önce Kasımpaşa, sonra babasının yerine Yenikapı, Sırrı Abdülbâki Dede’nin vefatı üzerine de Galata Mevlevîhânesi’nin meşihatını üstlenen Mehmed Şemseddin Dede; Şemseddin Dede’nin kardeşi Îsâ Dede; Safî Mûsâ Dede’nin damadı, M. Şemseddin Dede ile Îsâ Dede’nin eniştesi olan Selim Dede; Sâfî Mûsâ Dede’nin torunu (kızının oğlu). Selim Dede’nin oğlu olan ve daha önce Kasımpaşa Mevlevîhânesi’nin şeyhliğini üstlenen Mehmed Sâdık Dede; Kahire Mevlevîhânesi’nin meşihatından Galata Mevlevîhânesi’nin meşihatına tayin edilen ve 1195’te (1781) meşihatı kaldırılan Şamlı Abdülkidir Dede; Mevlânâ Dergâhı’nın aşçı dedesi olan Hüseyin Dede; meşihatı 1201’de (1786-87) kaldırılan Bakkalzâde Ali Dede; 1205 (1790-91) yılında, Üsküdar Mevlevîhânesi’ni kurmak amacıyla meşihat görevini bırakan Sultanzâde Halil Nûman Dede; tekrar posta geçen ve 1205’te (1790-91) meşihatı kaldırılan Bakkalzâde Ali Dede; Galata Mevlevîhânesi’nin meşihatına tayin edilen, ancak İstanbul’a varamadan Kütahya’da vefat eden Şemsî Dede; Yenikapı Mevlevîhânesi’nden yetişen ve Ebûbekir Çelebi tarafından Galata Mevlevîhânesi’nin meşihatına tayin edilen ünlü divan şairi Galib Dede; Mehmed Rûhî Dede; vefatından bir yıl önce Beşiktaş Mevlevîhânesi’nin şeyhliğini üstlenen Trablusşamlı Mahmud Dede; Seyyid Kudretullah Dede; Kudretullah Dede’nin oğlu olan, devrinin ileri gelen musikişinaslarından Mehmed Atâullah Dede ve Gelibolu Mevlevîhânesi şeyhi Hüseyin Azmi Dede’nin oğlu son postnişin Ahmed Celâleddin Dede.
Galata Mevlevîhânesi, kırlarla ve korularla kaplı olan çevresi zaman içinde iskân edilerek mesire niteliğini bütünüyle yitirmiştir. Galata surları ile mevlevîhâne arasında uzanan yamaçlar XVI ve XVII. yüzyıllarda Yazıcı (Müeyyedzâde Mehmed Efendi) ve Şahkulu mescidlerinin mahalleleriyle dolmuş, daha sonra Osmanlı Devleti’nin ekonomik hayatında gitgide nüfuzlarını arttıran Levanten zümresi Galata surlarının dışına taşarak Pera (Beyoğlu) semtini oluşturmuş, XIX. yüzyılda Pera’daki kâgir Levanten mahalleleri mevlevîhânenin çevresini kuşatmıştır. Sonuçta, kurulduğu dönemin tabii çevresine olduğu kadar temsil ettiği uygarlığa da oldukça yabancı bir doku içinde sıkışıp kalan Galata Mevlevîhânesi, İstanbul’u ziyarete gelen ve sefârethânelerle otellerin bulunduğu Pera’da ikamet eden yabancıların âdeta klasik uğraklarından biri olmuştur. Öyle ki, çeşitli Batı ülkelerinde basılmış olan seyahatnâmeler içinde Galata Mevlevîhânesi’nden söz etmeyen hemen hemen yok gibidir. Hatta XIX. yüzyıla ait turist rehberlerinde mevlevîhâne muhakkak görülmesi gerekli yerler arasında zikredilmektedir.
XVII. yüzyıl başlarından itibaren birçok defa tamir gören ve yenilenen, çeşitli ek bölümlerle donatılarak küçük bir külliye niteliğine bürünen Galata Mevlevîhânesi, III. Selim’in 1206’da (1791-92) gerçekleştirdiği yenileme sonucunda ana hatlarıyla bugünkü yerleşim düzenine kavuşmuş, mevlevîhâneyi oluşturan binalar ise XIX. yüzyıl içinde son şekillerini almışlardır.
Mevlevîhânenin kuzey sınırını oluşturan Galipdede caddesi üzerinde cümle kapısı, bunun sağında Hâlet Efendi’nin yaptırdığı sebilküttâb, solunda ise Hâlet Efendi’nin
kendisi için inşa ettirdiği türbenin yerine yapılan Kudretullah Efendi Türbesi ve bir dizi dükkân sıralanmaktadır. Cümle kapısını takip eden üstü açık geçit, ortasında Divane Mehmed Çelebi’nin diktiği rivayet edilen servinin yükseldiği zemini taş döşeli avluya ulaştırır. Avlunun güneyinde semâhâneyi, şeyh dairesiyle dedegân hücrelerini barındıran ana bina, batısında sarnıçla şadırvan, kuzeybatı köşesinde mutfak binasının kalıntıları ile çamaşırhane, kuzeyinde sırtını sebilküttâba dayayan Hasan Ağa Çeşmesi, doğusunda Şeyh İsmâil Rusûhî ve Şeyh Galib dedelerin gömülü oldukları türbe, bunun kuzeybatı köşesine bitişik çilehâne ile hazîre yer almaktadır. Arsanın avluya göre çukurda kalan güneybatı kesiminde bulunan harem dairesi günümüze intikal etmemiştir. Haremle ana binanın arasında, muhtemelen meydân-ı şerif mekânı ile bir grup dedegân hücresini barındıran ufak bir kanadın varlığı tesbit edilmektedir.
Cümle kapısı ile bunu iki yandan kuşatan Hâlet Efendi Sebilküttâbı ve Türbesi bir mimari bütünlük meydana getirir. Osmanlı empire üslûbunun en erken tarihli örneklerini oluşturan bu kâgir yapıların cepheleri beyaz mermer kaplıdır. Cümle kapısının açıklığı yanlardaki binalara oturan bir basık kemerle geçilmiş, kilit taşı çıkıntılı olan kemer her iki yüzde de birer kitâbeyle taçlandırılmıştır. Kapının dış yüzündeki kitâbe, II. Mahmud’un 1250 (1834-35) yılında mevlevîhâneyi yeniden inşa ettirmesi sırasında konmuş, ortasındaki beyzî madalyonun içine hükümdarın tuğrası yerleştirilmiştir. Manzum kitâbenin metni Mehmed Lebîb’e, taǾlik hattı Yesârîzâde Mustafa İzzet’e aittir. Kapının avluya bakan iç yüzünde ise mevlevîhânenin III. Selim tarafından 1206 (1791-92) yılında yenilendiğini belgeleyen, asıl yerinin 1234’ten (1819) önceki cümle kapısının dış yüzü olduğu anlaşılan bir kitâbe bulunmaktadır. Bu kitâbe de manzum ve taǾlik hatlı olup metni Şeyh Galib’indir.
Zemin katı sebil - çeşme ikilisiyle muvakkithâneye, üst katı kütüphane - mektep mekânına tahsis edilmiş olan sebil - küttâb Osmanlı mimari tarihinde türünün son örneğidir. Yapının Galipdede caddesine bakan kuzey cephesiyle avluya uzanan geçit üzerindeki doğu cephesi pilastrlarla hareketlendirilmiş, bunların arasında kalan yüzeylere dikdörtgen açıklıklı, madenî şebekeli pencereler açılmıştır. Kuzey cephesindeki çeşme, sebil pencereleriyle aynı boyutlarda bir niş içine alınmış, çeşmenin ayna taşı köşeleri rozetlerle süslü dikdörtgen bir çerçeveyle kuşatılmış, ortadaki beyzî madalyon bir fiyonkla bu çerçeveye bağlanmıştır.
Üst katta, kütüphane - mektep mekânının güneyinde avluya bakan bir giriş bölümü vardır. Osmanlı sivil mimarisindeki hayatları andıran bu bölüm, kare kesitli ince sütunlara ve konpozit başlıklara oturan sepet kulpu biçiminde kemerlerle dışarıya açılır. Hasan Ağa Çeşmesi’nin üstünde kalan alan, kesme köfeki taşından kare kesitli babalar ve demir parmaklıklarla kuşatılarak bu giriş bölümüne dahil edilmiştir. Birbirini takip eden, dikdörtgen planlı iki birimden meydana gelen kütüphane-mektebin girişi üzerinde Hâlet Efendi’nin Mevlânâ’ya hitaben söylediği, Yesârîzâde’nin taǾlik hattı ile yazılmış bir dörtlük göze çarpar. Toplam yedi adet pencereden ışık alan kütüphane ile bunun önündeki giriş bölümü aynalı tonozlarla örtülmüş, söz konusu tonoz birimleri kurşun kaplı ortak bir çatı altına alınmıştır.
Cümle kapısının solunda Hâlet Efendi’nin kendisi ve aile fertleri için yaptırdığı, sonradan yerine Şeyh Kudretullah Efendi Türbesi’nin yapıldığı açık türbe, sebil pencereleriyle aynı boyutlarda açıklıkların sıralandığı bir duvardan meydana gelmekteydi. Antik Yunan ve Roma mimarilerindeki propileleri andıran bu türbe, aynı yıllarda Yenikapı Mevlevîhânesi civarında Hâlet Efendi’nin inşa ettirdiği Aşçı Ahmed Dede Türbesi ile büyük benzerlik göstermektedir.
Kudretullah Dede Türbesi, Şeyyid Kudretullah Dede ile eşi Emine Hanım’a, oğlu ve halefi Seyyid Mehmed Atâullah Dede’ye ve Selânik Mevlevîhânesi postnişînlerinden Menâkıb-ı Mevlânâ müellifi Şeyh Ubeydullah Dede’ye ait ahşap sandukaları barındırmaktadır. Bu türbenin cadde üzerindeki pencerelerinden birinin önünde. Hâlet Efendi’nin başının gömülü olduğu yerde kitâbeli bir şâhide bulunmaktadır.
Kare planlı yapının dükkânlara bitişen doğu duvarı sağır bırakılmış, diğer üç duvarda üçer adet yuvarlak kemerli açıklık meydana getirilmiş, bunlardan güneydoğu köşesindeki giriş, diğerleri pencere olarak değerlendirilmiştir. Mekânı örten tekne tonoz dışarıdan birbiri üzerine bindirilmiş mermer levhalarla kaplanmış, Osmanlı mimarisinde bir başka benzeri bulunmayan bu ilginç örtü, taştan yontulmuş destarlı bir Mevlevî sikkesiyle taçlandırılmıştır. Türbenin cephelerinde, Abdülaziz döneminin eklektik zevkini yansıtan bezeme ayrıntıları, empire üslûbuna özgü yalınlığı sergileyen cümle kapısı ve sebilküttâbla tezat oluşturur.
Önceleri ahşap olduğu bilinen, Hâlet Efendi tarafından muhtemelen 1819’da kâgir olarak yeniden inşa ettirilen türbede Ankaravî İsmâil Rusûhî, Şeyh Îsâ, eniştesi ve halefi Selim, Şeyh Mehmed Ağa, Şeyh Galib ile halefi Mehmed Rûhî dedeler gömülüdür. Dikdörtgen planlı yapı, malzeme ve inşaat tekniği açısından diğer türbe ile aynı özelliklere sahiptir.
Mevlevîhânenin hazîresinin türbeler arasında kalan küçük kesimi “hadîkatü’l-ervâh”, ana binanın doğusunda kalan ve Beyoğlu Evlendirme Dairesi’nin yapımı sırasında bir bölümü ortadan kalkan büyük kesimi ise “hâmûşân” olarak adlandırılmıştır. Her iki kesim de avludan kesme köfeki taşı örgülü kısa bir istinat duvarı ile ayrılmış, bu duvarın üzerine aynı malzemeden kare kesitli babalara oturan demir parmaklıklar yerleştirilmiştir. Hâmûşânın girişinde duvara yerleştirilmiş olan taǾlik hatlı manzum kitâbe, 1061 (1651) yılında Tersane ve Matbah Emini İsmâil Ağa’nın mevlevîhânede gerçekleştirdiği imar faaliyetlerini belgelemektedir. Hazîrede Mevlevî kültürünün, divan edebiyatının, hat sanatının seçkin simalarından başka bazı ileri gelen devlet adamları da gömülüdür.
Hadîkatü’l-ervâhın istinat duvarı üzerindeki basık kemerli bir kapıdan geçilerek basamaklarla günümüzde zemini
su ile dolu olan beşik tonozlu çilehâneye inilir. Kemerin üzerinde, Şeyh Galib tarafından konduğu anlaşılan ve bu mekânın özellikle İsmâil Rusûhî Dede tarafından kullanılmış olduğunu ima eden, derviş Selim Recâi’nin sülüs hattı ile yazılmış tek beyitlik bir kitâbe yer alır. Bu mekânın, Bizans döneminde mevlevîhânenin yerinde bulunan manastıra ait bir ayazma olması kuvvetle muhtemeldir.
Hasan Ağa Çeşmesi’nin sebilküttâba dayanan gövdesi kesme köfeki taşı ile örülmüştür. Sivri kemerli nişin üzerine yaptıranın adıyla inşa tarihini (1059/1649) veren, metni Nisârî mahlaslı bir şaire ait taǾlik hatlı manzum kitâbe yerleştirilmiştir. Bunun üzerinde de Abdülmecid’in 1268 (1851-52) yılında çeşmeyi tamir ettirmesi sırasında konulan, metni Zîver Paşa’ya ait taǾlik hatlı diğer bir manzum kitâbe bulunmaktadır. Adı geçen padişahın beyzî bir çelenk içine alınmış olan tuğrası bu kitâbeyi taçlandırmaktadır.
Sarnıçla bunun üzerindeki platformda yer alan şadırvan Âdile Sultan tarafından 1263’te (1847) yaptırılmıştır. Sarnıç silindir biçiminde bir kuyu bileziğiyle donatılmış ve bileziğin yüzeyi dalgalı şerit kabartmaları ile bezenmiştir.
Şadırvan, sekizgen prizma biçiminde bir hazne ile bunun çevresinde sıralanan sekiz adet yuvarlak sütundan ve bunlara oturan sekizgen piramit şeklinde bir ahşap çatıdan meydana gelmektedir. Musluklar beyzî madalyonlar içine alınmış, çatı kurşunla kaplanmış ve tepesine dal sikke biçiminde bir ahşap sikke oturtulmuştur. Sarnıcın, metni Zîver Paşa’ya, taǾlik hattı Mehmed Rifat’a ait olan manzum kitâbesi batı yönündeki korkuluk duvarına yaslanmış olarak durmaktadır. Kitabe levhası, beyzî bir madalyon içinde bulunan Abdülmecid tuğrası ile taçlandırılmış, bu madalyon, içinden çiçeklerin fışkırdığı bereket boynuzlan ve “Sultan Mahmud güneşi” tabir edilen ışın demetleriyle kuşatılmıştır.
Mevlevîhânenin matbah-ı şerifinden günümüze, Galipdede caddesi üzerindeki dükkânların arkasına bitişen kuzey duvarı dışında herhangi bir şey intikal etmemiştir. Ocağın üzerinde, aşçı dedenin gayreti sonucunda 1269’da (1852-53) Abdülmecid tarafından yenilendiğini belgeleyen bir kitâbenin bulunduğu bilinmektedir.
Dikdörtgen planlı, beşik tonoz örtülü küçük bir mekân olan çamaşırhanenin avluya bakan doğu cephesinde ortada dikdörtgen açıklıklı giriş, yanlarda sepet kulpu kemerli birer pencere vardır. Kuzeybatı köşesindeki ocağın yanında birtakım nişler sıralanmaktadır.
Semahaneyi, şeyh dairesini (selâmlık) ve dedegân hücrelerini barındıran ana bina zaman içinde yaklaşık beş defa yeniden inşa edilmiş, birçok onarım ve tadilât geçirmiştir. 1491’de yaptırılan ilk binanın mimari özellikleri tesbit edilememiştir. Buna karşılık, mevlevîhânenin yabancıların uğrağı olması sayesinde, XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yapının merkezindeki semâhânenin iç tasarımını belgeleyen çok sayıda gravür ve yağlı boya resim bulunmaktadır. Bu gravür ve resimlerden semâhânenin 1608’den günümüze kadar ana hatlarıyla aynı tasarıma sahip olduğu, sekizgen planlı semâ alanı ile bunu kuşatan iki katlı mahfilleri barındırdığı, ancak mimari ayrıntıların ve süsleme programının dönemin zevkine bağlı olarak şekillendiği anlaşılmaktadır.
Abdülmecid tarafından 1276’da (1859-60) Menas Kalfa’ya yaptırılan bugünkü bina dikdörtgen (28 x 19 m.) bir alanı kaplar. Kâgir bir bodrum üzerine oturan iki ahşap kattan meydana gelen yapının bütün kapı ve pencereleri dikdörtgen açıklıklıdır. Bodrum katındaki pencereler basit demir parmaklıklarla donatılmış, çatı alaturka kiremitle kaplanmıştır.
Binanın avlu ile yaklaşık aynı kotta olan zemin katı ile üst katında kare planlı (18,50 x 18,50 m.) olan orta kesim asıl semâhâneye tahsis edilmiştir. Bunun doğusundaki kanada zemin katta kadınlar mahfili, üst katta yabancı misafirlere mahsus mahfillerle bağlantılı birtakım mekânlar, semâhânenin batısında kalan kanada da zemin katta selâmlık bölümü, üst katta hünkâr ve çelebi mahfilleriyle bunlara bağımlı mekânlar (hünkâr kasrı) yerleştirilmiştir. Bodrum katında ise dedegân hücreleri yer almaktadır.
Avluya açılan ana giriş zemin katta kuzey cephesindedir. Aslında söz konusu girişin yanlardan iki türbe ile kuşatılmış, ahşap tavanlı bir eyvanın içinde yer aldığı bilinmektedir. 1937’den sonra çöken ve son onarımda ihya edilmemiş olan bu ahşap türbeler yuvarlak kemerli kapılar ve pencerelerle donatılmışlardı. Bu türbelerde Arzî Mehmed, Gavsî Ahmed, Kutbünnâyî Osman, Abdülbâki Sırrı ve Mehmed Şemseddin dedeler gömülüdür. Türbelerin çökmesinden sonra ahşap sandukalar iptal edilerek kabirlerin baş uçlarına silindir biçiminde mermer şâhideler dikilmiştir.
Üç adet mermer basamakla çıkılan zemini mermer kaplı giriş eyvanında barok profilli, madenî kapaklı bir kuyu bileziği göze çarpar. Eyvanın sonunda önünde yine üç basamak bulunan, pilastrlı mermer sövelerle kuşatılmış giriş yer almaktadır. Köşelerinde küçük kavisler, ortasında da kilit taşı görünümünde bir kabara ile donatılarak çok basık bir kemer şeklinde tasarlanan üst söve başlığının üzerinde ortada Abdülmecid’in tuğrasını ihtiva eden beyzî bir madalyon, yanlara da 1276 (1859-60) tarihli kitâbe yerleştirilmiştir. TaǾlik hatlı manzum kitâbenin metni Zîver Paşa’ya aittir.
Yapının merkezinde yer alan ve iki kat boyunca yükselen esas semâhâne
kenarları 5 m., yüksekliği 8,30 m. olan bir sekizgen prizma biçimindedir. Prizmanın köşelerinde, her iki katta da paye görünümünde dikdörtgen kesitli ahşap taşıyıcılar vardır. Mihrabın bulunduğu kenar hariç diğer kenarlardaki açıklıklar daire kesitli, zemin katta iyon, üst katta kompozit başlıklı ahşap sütunlar tarafından üçe bölünmüştür. Ortadaki açıklık yanlardakilerin iki katıdır. Zemin katta semâ alanını kuşatan ve erkek seyircilere ayrılan maksûrelerin zemini bir seki ile yükseltilmiş ve yanlardan sütunlara dayanan oymalı ahşap korkuluklarla sınırlandırılmıştır. Sekizgenin doğu kenarındaki korkulukların üzerine miǾrâciyye ve mesnevi kürsüleri yanyana oturtulmuştur. Semâhâne girişinin yanlarından hareket eden simetrik konumdaki iki merdiven üst katta, sekizgenin kuzey kenarını işgal eden mutrıp maksûresine ulaştırır. Doğudaki merdivenin altına, dedegân hücrelerinin bulunduğu bodruma inen bir merdiven yerleştirilmiş, batıdaki merdivenin altı ise şerbethâne olarak değerlendirilmiştir. Şerbethâneden maksûreye açılan bir servis penceresi vardır.
Kuzey cephesinin batı kesiminde, ana girişin sağında bulunan diğer girişin ardında iki kat yüksekliğinde beyzî planlı bir sofa yer alır. Bu sofanın duvarına yaslanan iki kollu merdiven, üst katta hünkâr mahfiliyle bağlantılı olan ve bir hünkâr kasrı niteliği arzeden mekânlarla Konya Mevlânâ Dergâhı postnişini olan çelebilere mahsus mahfile bağlanır. Merdiven kolları arasındaki kapıdan, birbirini takip eden iki mekândan ibaret şeyh dairesine geçilir. Yapının doğu cephesinde ise kadınlar mahfiline ait kapı yer alır. Bu bölüm, mevlevîhânelerin yanı sıra diğer tarikatlara ait tekkelerde de gözlenen gelenekleşmiş uygulamanın aksine zemin kata yerleştirilmiştir. Söz konusu mahfille semâhâne arasına, kadınların ancak ayakta durdukları takdirde mukabeleyi takip edebilecekleri yükseklikte kafesli pencereler yerleştirilmiştir.
Üst katta mihrap önü bölümü dışında, semâ alanını kuşatan ve birbirleriyle bağlantılı olan hünkâr mahfili, çelebi mahfili, mutrıp maksûresi, yabancı misafirlere mahsus mahfil gibi çeşitli birimler arasında kapılarla bağlantı kurulmuş, söz konusu mahfillerin semâ alanına komşu olan kenarları korkuluk duvarları ile donatılmıştır. Mutrıp maksûresi dışında kalan birimlerde korkuluk duvarının üzerinde ahşap kafesler bulunmaktadır.
Bodrum katına batı cephesinin eksenindeki kapıdan girilir. Bu katta, Türk sivil mimarisinin en köklü tasarım şeması olan dört eyvanlı planın uygulanmış olduğu dikkati çekmektedir. Doğu - batı doğrultusunda uzanan kapalı avlu niteliğindeki dikdörtgen planlı sofanın her kenarında birer eyvan bulunur. Açıklığı ikişer ahşap sütunla geçilmiş olan bu eyvanların arasında da dedegânın ikamet ettiği hücreler sıralanır.
Birçok geç dönem tarikat yapısı gibi dış görünüşüyle bir ahşap konağı andıran ana binanın cephelerine hâkim olan sadelik yan kanatların ihtiva ettiği mekânlarda da devam eder. Buna karşılık semâhâne mekânında, Abdülmecid döneminin eklektik zevkini yansıtan mimari ayrıntılar ve süsleme öğeleri dikkati çeker. Semâ alanının sekiz dilime ayrılmış olan tavanında ve mihrap nişinde bulunan pastel renklerin kullanıldığı kalem işlerinde bu zevkin ürünü olan motifler gözlenir. Semâ alanını kuşatan ahşap sütunların, duvarların ve üst kattaki korkuluk duvarlarının üzerinde bulunan somaki taklidi boyalar da dönemin süsleme modasını yansıtır. Zamanında kafeslerin yüzeyinde çeşitli ağaçların serpiştirildiği manzara resimlerinin varlığı tesbit edilmektedir. Sonuçta mevlevîhânenin çekirdeğini oluşturan semâhâne mimari ayrıntıları, süsleme programı ve tavanın merkezinden sarkan büyük kristal avizesiyle bir tarikat yapısından çok çağdaş sarayları andıran dünyevî bir havaya bürünmüştür. İçinde bulunduğu mekânın yoğun süslemesiyle tezat oluşturan sade görünümlü ahşap minberde kapının ve köşkün köşelerine kondurulmuş dal sikkeler dikkati çeker. Gerek minberde gerekse türbelerde karşılaşılan bu sikkeler, geç dönem tekkelerinde birtakım tarikat sembollerinin mimari bezemeye yansıtılmasına ilginç örnekler oluşturur.
BİBLİYOGRAFYA:
İskender Paşa Vakfiyesi, VGMA, U. nr. 181 (12 Muharrem 897/15 Kâsım 1491); İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953 (1546), s. 222, nr. 1303; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, I, 442; Naîmâ, Târih, I, 357; Sâkıb Dede. Sefîne, I, 39; ŞemǾdânîzâde, Mürǿi’t-tevârîh (Aktepe), II/A, s. 85; Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi’, II, 42-47; Vâsıf, Târih, Bulak 1242, I, 217; Âsitâne Tekkeleri, s. 2, 11; Mecmûa-i CevâmiǾ, II, 30-31, nr. 57; Bandırmalızâde, Mecmûa-i Tekâyâ, İstanbul 1307, s. 4, 11; Mehmed Râif, Mirǿât-ı İstanbul, İstanbul 1314, s. 400-414; Hocazâde Ahmed Hilmi, Ziyâret-i Evliyâ, İstanbul 1325, s. 70, 110, 118, 165; Hüseyin Vassâf, Sefîne, V, 161-163, 269; Mehmed Ziyâ, Yenikapı Mevlevîhânesi (haz. Yavuz Senemoğlu), İstanbul, ts. (Tercüman 1001 Temel Eser), s. 103-105; Zâkir Şükrü, Mecmûa-i Tekâyâ (Tayşi), s. 43-45; E. Mamboury, İstanbul: Rehber-i Seyyahîn, İstanbul 1341, s. 358-361; İzzet Kumbaracılar, İstanbul Sebilleri, İstanbul 1938, s. 51; Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, II, 28-32; Şahabettin Uzluk, Mevlevilikte Resim - Resimde Mevleviler, Ankara 1957, s. 121-137, rs. 49, 75, 77, 79, 111, 114, 117, 120, 122, 126-128, 133, 135-136; Tahsin Öz, İstanbul Câmileri, Ankara 1965, II, 25; A. I. Doğan, Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları: Tekkeler, Zâviyeler ve Benzer Nitelikteki Fütüvvet Yapıları, İstanbul 1977, s. 148-160; Can Kerametli, Galata Mevlevihânesi, İstanbul 1977; R. Lichez - Z. Çelik, “The Dervish Tekkes of Istanbul: A Survey in Progress”, Essays in Islamic Art and Architecture, Malibu 1981, s. 102; Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1983, s. 111-112, 120-121, 337; Yüksel, Osmanlı Miǿmârîsi IV, s. 257; K. Kreiser, “Zur wirtschaftlichen Grundlage der Istanbuler Mevlevîhânes am Beispiel des Konvents von Galata”, Osmanistische Studien zur Wirtschafts und Sozialgeschichte: In Memoriam Vanco Boskov, Wiesbaden 1986, s. 84-93; Erünsal, Türk Kütüphaneleri Tarihi II, s. 126-127; R. Lifchez, “The Lodges of Istanbul”, The Dervish Lodge, Berkeley 1992, s. 101-113; Aftan Egemen, İstanbul’un Çeşme ve Sebilleri, İstanbul 1993, s. 295, nr. 394, s. 333, nr.445; Mustafa Özdamar, Dersaâdet Dergâhları, İstanbul 1994, s. 158-161; Hasan Âli Yücel, “İstanbul’da Mevlevî Müzesi”, Vakit, İstanbul 9 Şubat 1941; O. Ş. Uludağ, “Galata Mevlevîhânesi - Evlenme Salonu”, a.e. (4 Ekim 1946); M. Esen, “Galata Mevlevîhânesi”, a.e. (30 Eylül 1946); a.mlf., “Galata Mevlevîhânesi - Milli Kültür Sahası”, TTOK Belleteni, sy. 66 (1947), s. 11-12; Reşid Saffet Atabinen, “Galata Mevlevîhânesi”, a.e., sy. 66 (1947), s. 10-11; Haluk Y. Şehsuvaroğlu, “Galata Mevlevîhânesi”, Cumhuriyet, İstanbul 31 Ağustos 1962; Semavi Eyice, “Semağ’da Mevlevîleri Tasvir Eden Bir Rus Gravürü”, Anıt, sy. 30, Konya 1962, s. 1-4; Muzaffer Erdoğan, “Mevlevî Kuruluşları Arasında İstanbul Mevlevîhâneleri”, GDAAD, sy. 4-5 (1976), s. 25-29; Erdem Yücel, “Galata Mevlevîhânesi”, TDA, I/2 (1979), s. 63-83; Atillâ Çetin, “İstanbul’daki Tekke, Zaviye ve Hânkahlar Hakkında 1199 (1784) Tarihli Önemli Bir Vesika”, VD, XIII (1981), s. 589; Hatice Aynur, “Saliha Sultan’ın Düğün Töreni ve Şenlikler”, TT, Xl/61 (1989), s. 35, nr. 69; Ekrem Işın, “İstanbul’un Mistik Tarihinde Mevlevîhâneler”, İstanbul, sy. 4, İstanbul 1993, s. 121-125; a.mlf., “Mevlevîlik”, DBİst.A, V, 422-430; a.mlf. - M. Baha Tanman, “Galata Mevlevîhânesi”, a.e., III, 362-367; Çem Dilcin, “Şeyh Gâlib’in Mevlevîhanelerin Tamirine İlişkin Şiirleri”, Osm.Ar., XIV (1994), s. 29-76; M. Baha Tanman, “İstanbul Mevlevîhâneleri”, a.e., XIV (1994), s. 177-183; İsmâil Ünver, “Galata Mevlevîhânesi Şeyhleri”, a.e., XIV (1994), s. 195-219; R. Ekrem Koçu, “Galata Mevlevîhânesi”, İst.A, XI, 5912-5916; Ömer Tuğrul İnançer, “Mevlevî Musikisi ve Sema”, DBİst.A, V, 420-422.
M. Baha Tanman