FÜTÜVVETNÂME

فتوتنامه

Fütüvveti konu alan veya fütüvvetin âdâb ve erkânı hakkında bilgi veren eserlerin ortak adı.

İslâm dünyasında VIII. yüzyılda Irak ve İran’da başlayıp zamanla tasavvuf çevrelerine ve meslekî teşekküllere nüfuz eden fütüvvet kavramını konu edinen ve giderek bu teşekküllerin bir çeşit nizâmnâmesi hüviyetine bürünen risâlelere genellikle fütüvvetnâme adı verilmektedir. Bu tür eserlerin, Seyyid Muhammed Rızâvî’nin Farsça fütüvvetnâmesinde olduğu gibi (Miftâĥu’d-deķāǿiķ fî beyâni’l-fütüvvet ve’l-ĥaķāǿiķ) kendilerine has isimleri olsa bile çok defa esas isimleri unutulmakta ve fütüvvetnâme olarak bilinmektedir.

Bu risâlelere Arapça’da “kitâbü’l-fütüvve”, Farsça ve Türkçe’de “fütüvvetnâme” denilmekle birlikte bu iki isim arasında dikkate değer bir fark bulunduğunu unutmamak gerekir. Kitâbü’l-fütüvve ismi, daha çok klasik tasavvuf kaynaklarında sofîlikteki anlamıyla fütüvvet kavramına dair konuları veya müstakil risâleleri çağrıştırırken fütüvvetnâme, özellikle XIII. yüzyıldan başlayarak fütüvvet ve ahî teşkilâtı çerçevesinde bahsedilen meslekî nitelikteki nizamnâmeleri ifade eden bir anlam kazanmıştır. Ancak bu nizamnâmelerin kaynağının tasavvuf eserlerinde yer alan fütüvvete dair konular veya konuyla ilgili müstakil risâleler olduğu unutulmamalıdır.

Tarih içerisinde kronolojik sıraya göre başlıca üç fütüvvetnâme türünden söz etmek mümkündür. 1. Sûfi Fütüvvetnâmeleri (IX-XIII. yüzyıllar). Tasavvuf tarihinin kendi geleneğine bakılacak olursa IX. yüzyıldan itibaren Ahmed b. Hadraveyh, Hâris el-Muhâsibî, Cüneyd-i Bağdâdî gibi bazı büyük sûfîler fütüvvetten tasavvufla eş anlamlı bir kavram olarak söz ediyorlardı. Bununla beraber bu kavramın geniş bir biçimde ancak X. yüzyılın sonlarına doğru yorumlanmaya başlaması sebebiyle, tasavvuf kaynaklarında fütüvvete ayrılan bölümler veya risâleler ancak bu yüzyıldan sonra görülmeye başlanmıştır. Bu risâlelerde anlatılan fütüvvetin tasavvuf kavramından hemen hemen hiçbir farkı yoktur. Bu mutasavvıflar, bazan yanına eklenen “mürüvvet” (mürûe) kelimesiyle birlikte kullandıkları fütüvvet kavramıyla tasavvufu tarif etmişler, onun çeşitli anlamlarını açıklamaya çalışmışlardır.

Fütüvvetten bahseden müstakil risâlelerin ilki, bilindiği kadarıyla Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî (ö. 412/1021) tarafından kaleme alınan Kitâbü’l-Fütüvve’dir. Bu risâlede Sülemî fütüvvet kavramını Hz. Âdem’e dayandırarak tamamıyla sûfî çerçevede İslâmî ahlâk ve faziletler bütünü olarak ele almış ve bunları sistemsiz bir biçimde sıralayarak fütüvvetle ilgili esasların ne anlama geldiğini kısaca açıklamıştır. Sülemî bu eserinde, fütüvvetin bazı esaslarını eski sûfîlerin hayatından aldığı menkıbelerle zenginleştirerek anlatmıştır. Kuşeyrî de (ö. 465/1072) er-Risâle adıyla tanınan eserinde fütüvvete dair bir bölüme yer vermiştir. Unsûr el-Meâlî Keykâvus b. İskender’in 475 (1082-83) yılında kaleme aldığı, bir çeşit siyasetnâme niteliğindeki meşhur Ķābûsnâme adlı eserinin 40. bölümü “Civanmerdî” adını taşımaktadır ki bu da bir anlamda sûfî nitelikli fütüvvete dair bir bölüm olarak kabul edilebilir. Nitekim müellifin Kuşeyrî’ye büyük bir hayranlık beslediği ve onunla yakınlığı bilinmektedir.

Sülemî’nin eserinden sonra bu konuda kaleme alındığı bilinen ikinci müstakil risâle Hâce Abdullah-ı Ensârî’nin (ö. 481/1089) Fütüvvetnâme’sidir (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 2049, vr. 149a-154b). Bu eser de Sülemî’ninkine benzer bir nitelik gösterir. Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin el-Fütûĥâtü’l-Mekkiyye’sinde de fütüvvete dair ayrı bir bölüm bulunmaktadır (I, 241-244). Bu sayılanlara belki birkaç eser daha eklenebilir. Ancak bunların hiçbiri, belirli bir teşkilât çerçevesinde düzenlenmiş fütüvvet kurumunu ilgilendiren fütüvvetnâmelerden değildir.

2. Fütüvvet Teşkilâtına Ait Fütüvvetnâmeler (XIII-XIV. yüzyıllar). Bu anlamdaki ilk fütüvvetnâme, Abbâsî Halifesi Nâsır-Lidînillâh’ın, Abbâsî hilâfetinin iyice zayıflayan merkezî otoritesini güçlendirmek amacıyla fütüvvet kurumunu kendi kontrolü altına almaya teşebbüs etmesi sonucunda danışmanı ünlü mutasavvıf Şehâbeddin es-Sühreverdî’ye (ö. 632/1234) yazdırdığı Risâletü’l-fütüvve’dir. Sühreverdî böylece, fütüvvetnâmelerin tarihinde artık bilinen hüviyetiyle bir kurum olarak fütüvvet teşkilâtının nizamnâmeleri niteliğini taşıyan fütüvvetnâme türünü başlatmıştır. Ondan sonra özellikle Ortadoğu İslâm dünyasında bu niteliği taşıyan fütüvvetnâmelerin sayısı giderek arttı; Arapça, Farsça ve Türkçe fütüvvetnâmeler telif edildi. Bunlara bir örnek olmak üzere Ahmed b. İlyâs en-Nakkāş el-Harpûtî’nin Halife Nâsır’ın oğlu Ebü’l-Hasan Ali adına yazdığı Tuĥfetü’l-veśâyâ’yı zikretmek mümkündür (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 2049, bu mecmuada fütüvvete dair ilk risâle). Birçok fütüvvetnâme üzerinde tesirli olup Şiî bir renk taşıyan ve daha çok Fütüvvetnâme-i Kebîr diye bilinen Seyyid Muhammed b. Seyyid Alâeddin’in 931’de (1524) yazdığı Miftâĥu’r-reķāǿiķ’ın ayrı bir önemi vardır. Esas itibariyle Sünnî olan Abdürrezzâk el-Kâşânî ile Hüseyin Vâiz-i Kâşifî’nin fütüvvetnâmelerinde özellikle İmâmiyye’nin izleri görülür.

Moğol hâkimiyeti zamanında Hindistan’da revaç bulan, daha sonra bir ara Mâverâünnehir’de de yayılan


“Kesbnâme”lerle belli mesleklerin nizamnâmeleri mahiyetinde olan Risâle-i Nessâcân, Risâle-i Saķķāyân gibi risâleler de birer fütüvvetnâme olarak değerlendirilebilir.

3. Ahî Loncaları Fütüvvetnâmeleri (XIII-XVI. yüzyıllar). XIII. yüzyılda Anadolu’da Ahîlik teşkilâtının gelişme göstermesiyle birlikte Ahî fütüvvetnâmeleri ortaya çıktı. Abdülbaki Gölpınarlı bu fütüvvetnâmeler üzerine çok iyi bir inceleme, tahlil ve yorum gerçekleştirmiş, belli başlılarının tıpkıbasımını yaparak yeni harflerle yayımlamıştır. Gölpınarlı’nın biri Arapça’dan, biri manzum olmak üzere beşi Farsça’dan çeviri suretiyle yayımladığı metinler, en eski fütüvvetnâmeler olmamakla birlikte fütüvvet kurumunun erkân ve âdabını ihtiva eden eserler olması bakımından önemlidir (fütüvvetnâmelerin bir listesi için bk. Çağatay, Bir Türk Kurumu Olan Ahîlik, tür.yer.). Ahîlik kurumu çerçevesinde Anadolu’da kaleme alınan bazı Türkçe fütüvvetnâmeler de vardır. Bilindiği kadarıyla bunların ilki, Yahyâ b. Halîl b. Çoban el-Burgazî’nin tahminen XIII. yüzyılda yazdığı Fütüvvetnâme’dir. Bu eserle, yine en eski Türkçe fütüvvetnâmelerden biri olan Şeyh Seyyid Gaybî oğlu Şeyh Seyyid Hüseyin’in Fütüvvetnâme’si geniş birer inceleme ve tahlil yazısıyla birlikte Abdülbaki Gölpınarlı tarafından yayımlanmıştır (İFM, XV/l-4, s. 76-154; XVII/ 1-4, s. 26-72, 73-126).

Genel olarak fütüvvetnâmelerin muhteva tahliline gelince, fütüvvet kavramının temeli tasavvufa dayandığı için bu tür eserlerin hepsinde tasavvufî nitelik ağır basar. Umumiyetle fütüvvet anlayışı Hz. Âdem’den başlayarak Hz. Muhammed de dahil olmak üzere bütün büyük peygamberlerin vasıflarıyla izah edilmiştir. Ancak fütüvvet kavramının belli bir teşkilâtı ifade etmeye başladığı XIII. yüzyıldan itibaren özellikle Ahîlik kurumu içinde yazılan fütüvvetnâmelerde bu kavramın birtakım menkıbevî rivayetlerde Hz. Ali’ye dayandırılmasına özen gösterilmiştir. Böylece fütüvvet geleneği içinde Hz. Ali’nin Hz. Peygamber’e vâris olan ve fütüvvet anlayışını en iyi temsil eden kişi olarak telakki edilmeye başlandığı görülür. Hz. Ali’yi fütüvvet telakkisiyle alâkalandırmanın, erken bir devirde ortaya çıkan ve Hz. Peygamber’e atfedilen bir hadisle (La fetâ illâ Alî, lâ seyfe illâ zülfekār “Ali’den başka fetâ, zülfikārdan başka kılıç yoktur”) çok yakın bir ilgisi vardır. Nitekim Hz. Ali ideal “fetâ” kimliğiyle bir sembol haline getirilmiş, hemen hemen bütün fütüvvetnâmelerde özel bir yere sahip kılınmıştır.

Bu eserlerde yer alan fütüvvetin ve Ahîliğin âdâb ve erkânını, mertebeler silsilesini, teşkilât özelliklerini yansıtan usul ve kaideleri ihtiva eden kısımlar ise kültür tarihi bakımından son derecede ilginç bir nitelik arzeder. Dikkatle incelendiğinde bu kısımların İslâm’dan önce Türk, Ortadoğu ve özellikle İran bölgelerinde bulunan mistik kültürlerin ve bu kültürler içinde ortaya çıkmış birtakım cemaat ve kurumların etkilerini açık biçimde yansıttıkları görülür. Gerek doğrudan doğruya fütüvvet kurumunun, gerekse buna bağlı olarak teşekkül eden Ahîliğin izah ve tahlilini yaparken sırf teorik nitelikteki eserlere dayanarak ideal bir tablo çizmek, söz konusu kurumların tarihî süreç içinde aldıkları şekli ve geçirdikleri değişimi yansıtmayacağından tarihî gerçeklere uymayacak ve büyük ölçüde yanıltıcı olacaktır.

BİBLİYOGRAFYA:

Sülemî, Kitâbü’l-Fütüvve, Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 2049, vr. 78a-99a (bu mecmuada fütüvvete dair toplam yirmi iki risâle bulunmakta olup Abdülbaki Gölpınarlı tarafından şu makalede incelenmiştir: “İslâm ve Türk İllerinde Fütüvvet Teşkilâtı ve Kaynaklan”, İFM, XI/l-4 [1949-50], s. 3-354); a.e. (nşr. ve trc. Süleyman Ateş), Ankara 1977; Keykâvus b. İskender, Kâbusnâme (trc. Mercimek Ahmed, nşr. Orhan Saik Gökyay), İstanbul 1966, s. 318-341; Yahyâ b. Halîl el-Burgâzî, Fütüvvetnâme (nşr. A. Gölpınarlı, İFM, XV/l-4 [1953-54] içinde), s. 111-150, ayrıca bk. naşirin incelemeleri s. 76-110; Sühreverdî, Risâletü’l-fütüvve, Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 2049, vr. 154a-158b; Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 3135, vr. 185a-195b; Seyyid Hüseyin b. Gaybî, Fütüvvetnâme (nşr. A. Gölpınarlı, İFM, XVII/ 1-4 [1955-56] içinde), s. 73-126, naşirin değerlendirmeleri ve tahlili s. 26-72; M. Fuat Köprülü, Les Origines de l’empire ottoman, Paris 1935, s. 74-78, 111-112; a.mlf., “Anadolu’da İslâmiyet”, DEFM, IV (1338), s. 281 vd.; V (1341), s. 385 vd.; V. Gordlevskij, Cosudartsvo Selcukidov Maloj Azii, Moskva 1941, s. 106-113; Neşet Çağatay, Bir Türk Kurumu Olan Ahîlik, Ankara 1989, tür.yer.; a.mlf., Ahîlik Nedir, Ankara 1990, s.7-11, 63-67, 96-99; a.mlf., “Fütüvvet-Ahi Müessesesinin Menşei Meselesi”, AÜİFM, I (1952), s. 59-84; Cemal Anadol, Türk-İslâm Medeniyetinde Ahîlik Kültürü ve Fütüvvetnâmeler, Ankara 1991; Muallim Cevdet, “İslâm-Türk Teşkîlât-ı Medeniyyesinden Ahî Müesseseleri”, Büyük Mecmua, sy. 5-10, İstanbul 1335; Herbert W. Duda, “Imadüddin Faqih und die Fütüwwa”, Ar.O, VI (1934), s. 112-124; F. Taeschner, “İslâm Ortaçağında Futuvva (Fütüvvet Teşkilatı)” (trc. Fikret Işıltan), İFM, XV/l-4 (1953-54), s. 1-32; a.mlf., “İslâm’da Fütüvvet Teşkilâtının Doğuşu Meselesi ve Tarihî Ana Çizgileri” (trc. Semahat Yüksel), TTK Belleten, XXXVI (1972), s. 203-235; a.mlf. - Claude Cahen, “Futuwwa”, EI² (İng.), II, 961; D. A. Breebaart, “The Fütüvvet-nāme-i Kebīr: A Manuel on Turkish Guilds”, JESHO, XV/l-2 (1973), s. 203-215; J. C. Vadet, “La Futuwwa, morale professionelle ou morale mystique (analyse du Fotovvatname-ye Sultani)”, REI, XLVI/1 (1978), s. 57-90; Îrec Afşar, “Fütüvvetnâme-yi Âhengerân”, Ferħunde-i Peyâm, 1306 hş./1981, s. 53-59; Dihhudâ, Luġatnâme, XXI, 60; “Civânmerdân yâ Fityân”, DMF, I, 769; “Fütüvvet”, a.e., II, 1843, 2522.

Ahmet Yaşar Ocak


BOŞ SAYFA