FİNLANDİYA

Kuzey Avrupa’da ülke.

I. FİZİKÎ ve BEŞERÎ COĞRAFYA

II. TARİH

III. ÜLKEDE İSLÂMİYET

IV. FİNLANDİYA’DA İSLÂM ARAŞTIRMALARI

Baltık denizinin kuzey kolu Botni körfeziyle doğu kolu Fin körfezi arasından başlayarak kuzeye doğru uzanır. Tek meclisli, çok partili parlamenter rejimle yönetilen Finlandiya Cumhuriyeti’nin (Fince adı Suomen Tasavalta) yüzölçümü 338.145 km2, nüfusu 5.058.000 (1993), başşehri Helsinki (501.741) ve nüfusu 100.000’i aşan öteki şehirleri Espoo (178.899), Tampere (175.202), Turku (160.320), Vantaa’dır (159.462).

I. FİZİKÎ ve BEŞERÎ COĞRAFYA

Ülke toprakları yüzey şekilleri açısından sade bir görünüşe sahiptir. Bunun sebebi, jeolojinin dördüncü zamanının başlarında buraları kaplayan büyük buzul örtüsünün daha eski dönemlerde oluşan araziyi aşındırarak hafif engebeli bir duruma getirmesidir. Finlandiya’nın coğrafyasına damgasını vuran çok sayıdaki göl de söz konusu buzulların hareketi ve erimesiyle ortaya çıkmıştır. Yine buzul örtüsünün kuzeye doğru çekilmesi sırasında bıraktığı “moren depoları” da güneydeki birbirlerinden yaklaşık 20 km. mesafede bulunan ve yükseklikleri 100 metreyi geçmeyen iki alçak tepe sırasını meydana getirmiştir. Arazinin yüksekliği güneyden kuzeye doğru artar ve Laponya’daki Haltia tepesiyle (1324 m.) en yüksek noktasına ulaşır. Buzullar sadece iç kesimlerin yüzeyine son şeklini vermekle kalmamış, kıyıların da karalar içine sokulan fiyordlar vasıtasıyla şekillenmesine sebep olmuştur; bu dantel gibi işlenmiş kıyıların önünde de irili ufaklı binlerce ada bulunmaktadır.

Bir kuzey ülkesi olmasına rağmen Finlandiya’da Atlas Okyanusu’nun etkisiyle nisbeten ılıman bir iklim hüküm sürer. Ülke toprakları her ne kadar kış mevsiminde kalın bir kar ve buz örtüsünün altında kalırsa da en soğuk ay ortalamaları kuzeyde -15, güneyde ise -7 derecenin altına inmez. Yağış miktarı güneyden kuzeye doğru azalır ve güneyde 700 mm. olan yıllık ortalama kuzeyde 400 milimetreye kadar düşer.

Finlandiya, sayısı 60.000’e yaklaşan göllerinin çokluğuyla ün salmış ve “göller memleketi” diye tanınmıştır. Sığ ve kıyıları çok girintili çıkıntılı olan bu göller, çeşitli akarsu ve kanallarla gruplar halinde birbirine bağlanarak büyük bir sistem teşkil eder. Ülkedeki nehirler kısadır. Doğal bitki örtüsü gür olup toprakların yaklaşık üçte ikisi, çoğu çam cinslerinden ve öteki iğne yapraklı ağaçlardan (lâdin ve köknar gibi) meydana gelen ormanlarla kaplıdır.

1993 istatistiklerine göre Finlandiya’da km2 başına düşen nüfus yoğunluğu 16,5’tir; bu oran sanayide ileri gitmiş güney bölgesinde 47’ye çıkarken tenha kuzey bölgesinde 9’a iner. Ülke nüfusunun dörtte birine yakın bir kısmı (% 23’ü) Helsinki (% 10), Espoo, Tampere, Turku ve Vantaa’nın oluşturduğu beş büyük şehirde yaşar. Fince ve İsveççe’nin resmî dil olduğu ülkede Fince konuşanlar nüfusun % 93,5’ini, İsveççe konuşanlar ise % 5,9’unu teşkil ederler. Halkın büyük çoğunluğu (% 88,1) Lutherciler’den, geriye kalanı Ortodoks (% 1,1) ve herhangi bir kiliseye bağlı olmayanlardan (% 9,9) meydana gelir.

Finlandiya’nın ekonomisi esas itibariyle orman ürünlerine ve bunları işleyen sanayie dayanır; bundan dolayı Finler kendilerine bu kadar gelir sağlayan ormanlara “yeşil altın” adını verirler. Orman işletmeciliğinin en fazla geliştiği bölge, ülkenin güneyindeki Kymi ırmağının çevresinde yer alan kesimdir. İşlenmiş ve yarı işlenmiş orman ürünleri su yollarının sağladığı ucuz ulaşım imkânlarından faydalanılarak belli merkezlerde toplanır ve ihraç edilir. Orman endüstrisinin başlıca ürünleri kereste, kontrplak, kâğıt hamuru, selüloz, kâğıt ve kibrittir. Finlandiya Batı Avrupa ülkelerinin en büyük kâğıt kaynağıdır; özellikle İngiltere kullandığı kâğıdın büyük bir kısmını buradan alır. Ülkede endüstrileşmenin çeşitlenmesini engelleyen en önemli faktör yeraltı kaynaklarının zengin olmayışıdır; doğu taraflarında çıkarılan bakır ve çinkodan başka önemli bir maden cevheri bulunmamaktadır. Diğer önemli ekonomik faaliyet hayvancılıktır. Ülkede en fazla sığır (1990’da 1.315.000 baş), domuz (1.290.000 baş) ve kuzeyde yaşayan Laponlar tarafından da ren geyiği (240.000 kadar) beslenir. Ayrıca Baltık denizinde balıkçılık yapılır. Finlandiya’da toprakların sadece % 9’unun ekime elverişli olması sebebiyle ziraat imkânları son derece kısıtlıdır. Daha çok ülkenin güneydoğusuna inhisar eden tarım alanının % 40’ında ot yetiştirilmektedir;


öteki ürünleri yulaf, arpa, şeker pancarı ve patates oluşturur.

Başlıca enerji kaynağını, yılda kişi başına düşen miktarla ülkeyi dünyada beşinci sırada tutan hidroelektrik teşkil eder; ayrıca zengin turbalıklardan da (bataklık kömürü) elektrik üretiminde faydalanılır. Ülke içi ulaşımında çok sık olan, fakat genellikle yalnız yaz mevsiminde kullanılan su yolları etkin bir rol oynar. 5900 kilometrelik demiryolu ve 76.000 kilometrelik karayolu ağı ile yirmi beş havaalanı ulaşımdaki diğer imkânlardır. Son yıllarda turizm oldukça gelişmiş ve yıldan yıla artan senelik turizm geliri 1991 yılında 1 milyar 236 milyon doları bulmuştur. Finlandiya’nın ihracat yaptığı ülkelerin başında Almanya gelmekte, onu İsveç ve İngiltere takip etmektedir. Sattığı malların % 75’ini mobilya dahil ağaç ürünleri oluşturur. İthalâtında ise tüketim malları ve yakıtlar birinci sıradadır. İthalât yaptığı ülkelerin başında da yine Almanya ile İsveç yer alır.

II. TARİH

Finlandiya’nın belirlenebilen en eski tarihi yaklaşık milâttan sonra 100 yılında başlar. Ural-Altay kavimlerinden olan Finler’in ataları Baltık denizi üzerinden bölgeye geldiklerinde muhtemelen göçebe Laponlar’ın ceddi olan yerlileri kuzeye doğru sürdüler. İlk yerleşim merkezlerini köy toplulukları halinde ülkenin batısında kuran bu insanlar, daha çok eski dünyanın ticaretinde önemli bir yeri bulunan kürk avcılığıyla uğraştılar. Bu arada güneyden başka kavimlerin gelmesiyle birlikte iskân yerleri doğuya doğru yayıldıysa da bunların aralarında geniş ıssız bölgeler oluştu. 1000 yıllarına kadar burada Finler, Hâmeliler ve Karelyalılar adlarını taşıyan üç ayrı kabile birliğinden başka devlet örgütü görülmedi. XI. yüzyılda denizden saldıran Vikingler’le çatışmaya giren Fin kavimleri, sonunda Finlandiya körfezindeki ticarî üstünlüklerini onlara kaptırdılar. XII ve XIII. yüzyıllarda Finlandiya Ruslar, Danimarkalılar ve İsveçliler arasında mücadele sahası oldu; bu mücadele içerisinde dinî açıdan farklı kiliselerin rekabeti vardı. 1249’da Turku’da kurdukları Dominiken manastırı vasıtasıyla bölge halkı üzerinde hâkimiyetlerini hissettirmeye başlayan İsveçliler, yaptıkları seferlerle bölgede güç kazanmaya çalışan Ruslar’ı geri püskürterek 1323’te onları Finlandiya’nın İsveç Krallığı’nın bir parçası olduğunu kabul etmek zorunda bıraktılar.

XIV. yüzyılda dağınık Fin kavimleri, bağlı bulundukları İsveç Krallığı tarafından bir dukalık halinde bir araya getirildi. Devletin diğer bölgelerindeki dukalıklarla aynı statüde olan bu birlik, Finler’e 1362’den sonra İsveç krallarının seçimine katılma imkânı sağladı. Finlandiya dukalığının başına geçirilen Avrupa’nın çeşitli üniversitelerinde eğitim görmüş Turkulu piskoposlar ülke ile Avrupa arasında ilişki kurdular ve Finler’in gelişen yeni dinî akımlardan haberdar olmalarına ve onlardan etkilenmelerine sebep oldular. Martin Luther’in yeni dinî öğretisi bu yolla ülkeye girdi ve 1548’de bu yeni görüşün etkisiyle Yeni Ahid Fince’ye tercüme edildi.

XVII. yüzyılın başlarında Finlandiya Dukalığı, gücünün doruğundaki İsveç’in Rusya ile yaptığı savaşlar sonucunda topraklarını doğuya doğru genişletti. Fakat XVIII. yüzyıldan itibaren İsveç’in zayıflaması, Rusya’nın Büyük Kuzey Savaşı sırasında Finlandiya’yı işgal etmesine (1714-1721) yol açtı ve yapılan antlaşma ile İsveç, Baltık eyaletleriyle Finlandiya’nın güneyini Rusya’ya bırakmak zorunda kaldı. Daha sonra askerî ve siyasî yönlerden büyük bir gelişme gösteren Rusya İsveç’le yaptığı yeni savaşlardan da galip çıkınca Finlandiya’nın tamamı 1809’da imzalanan Tilsit Antlaşması ile Rusya’ya bağlandı.

Finlandiya için büyük önem taşıyan bu yeni dönemde Çar I. Alexandre, eski düklüğün kurumlarını değiştirmeden ülkeyi bir grandüklüğe dönüştürdü. Bundan sonra 1829’da başşehri Helsinki’ye taşınan Finlandiya bir senato ile kendi kendini yönetti. XIX. yüzyılın ikinci yarısında millî bir ordu kuruldu ve Finlandiya Grandukalığı adına para basıldı (1865). Bu dönemde ülkenin politik, ekonomik ve kültürel gelişmesi hızlandı. Ancak Ruslar’ın bu serbest tutumu fazla sürmedi ve XIX. yüzyılın sonuna doğru III. Alexandre zamanında diktatörlüğe dönüşerek Ruslaştırma hareketleri yoğunlaştırıldı; önce Finlandiya ordusu dağıtıldı ve Rusça resmî dil haline getirildi. Bu dönem 1917’de Sovyet Devrimi ile sona ererken Finlandiya bağımsızlığını ilân etti (6 Aralık 1917). Ancak ülke içinde Bolşevikler’in desteklediği sosyalistlerle (Kızılordu) Almanlar’dan yardım gören muhafazakârlar (Beyazordu) arasında bir iç savaş başladı. Nisan 1918’e kadar devam eden bu savaş muhafazakârların zaferiyle sonuçlandı. Bunun ardından kurulan sosyalistlerin yer almadığı bir parlamento ile ülke demokratik bir millî yönetime kavuştu; 21 Haziran 1919’da da cumhuriyet anayasası kabul edildi.

Finlandiya, II. Dünya Savaşı öncesinde Sovyetler’le bir saldırmazlık paktı imzalanmış olmasına rağmen (1932) 1939’da Rus kuvvetlerinin saldırısına uğradı. Ruslar’la tekrar anlaşma sağlandıysa da Finlandiya’nın Almanya’ya yakınlaşıp topraklarına girmesine izin vermesi ülkenin savaşa katılmasına sebep oldu; Almanya’nın yenilmesi üzerine de 1947 Paris Antlaşması ile toprak kaybına uğradı. Gümrük Birliği’ne girmekten son anda vazgeçen Finlandiya, hem Avrupa Topluluğu ile serbest değişim antlaşması olan hem de Comecon ile bağlantısı bulunan tek ülke idi. Ancak 1991’de Comecon resmen tasfiye edilince bu vasfı ortadan kalktı.

BİBLİYOGRAFYA:

Eino Jutikkala, A History of Finland, New York 1962; Sami Öngör, Devletler ve Ülkeler Ansiklopedisi, Ankara 1967, s. 53-54; Besim Darkot, Avrupa Coğrafyası, İstanbul 1969, s. 35, 67, 86, 88; Geoffrey Barraclough, Times Dünya Tarihi Atlası, İstanbul 1980, s. 188, 215; Selâmi Gözenç. Avrupa Ülkeler Coğrafyası II: Kuzey, Batı ve Orta Avrupa Ülkeleri, İstanbul 1983, s. 41-47; Ramazan Özey, “Fin Destanı Kalevala’da Coğrafi Görüşler”,


Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi, sy. 14, Erzurum 1986, s. 215-223; Heikki Waris, “Finland”, EAm., XI, 224-225; “Finlandiya”, Gelişim Büyük Coğrafya Ansiklopedisi, İstanbul 1981, IV, 865-880; “Finlandiya”, Büyük Larousse, İstanbul 1986, VII, 4124-4130; Edward M. Summerhill, “Finlandiya”, ABr. Ana Yıllık 1994, İstanbul 1994, s. 483-484.

DİA





III. ÜLKEDE İSLÂMİYET

Finler’in İslâmiyet’le tanışmaları Rusya’nın hâkimiyeti altında bulundukları yıllara (1809-1917) rastlar. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Tataristan’ın başşehri Kazan’ın kuzeybatısındaki Nijni Novgorod civarında yaşayan Tatar asıllı müslümanlar ticaret yapmak amacıyla Finlandiya topraklarında görünmeye başladılar. Daha ziyade seyyar satıcılıkla uğraşan bu insanlardan başka, o tarihlerde Rus ordusunda görev yapan müslüman askerlerle merkezden gönderilen birtakım müslüman memurlar da Finlandiya’nın çeşitli yerlerine dağıldılar. Bunlardan bazılarının vefatı üzerine Helsinki’de bir İslâm mezarlığı ihdas edildi (1870). Bundan sonra Finlandiya’da Rusya’ya göre ticarî hayatın daha canlı ve sosyal imkânların yaşamaya daha elverişli olduğunu gören müslüman tacirler de buraya yerleşmeye başladılar. Finlandiya’ya yerleşen Tatarlar’ın sayısı XIX. yüzyılın sonlarına doğru 150-200 kişiyi bulmuştu. Müslümanlar ilk yıllarda pek çok problemle karşılaştılar. Çünkü din, dil, kültür, örf ve âdetlerin tamamen değişik olduğu hıristiyan bir ülkeye gelip yerleşmişlerdi; ayrıca çeşitli şehir ve kasabalarda dağınık yaşadıkları için aralarında tam bir koordinasyon da yoktu. Herkes bulunduğu bölgede bir şeyler yapmaya gayret ediyor, bir taraftan da yeni gelenlerle birlikte müslüman azınlığın sayısı gittikçe artıyordu. 1917’de bağımsızlığın ilânı ve sınırlardan giriş çıkışların kontrol altına alınması üzerine Finlandiya’da yaşayan müslümanlar vatandaş statüsüne geçerek buraya yerleştiler.

Ülkelerine dönüş ümidi kalmayan müslümanlar, hıristiyan toplum içinde kaybolup gitmemek için Fin yasalarının azınlıklara tanıdığı haklardan faydalanarak kendi inançlarını ve dinlerini sürdürebilmek amacıyla dinî bir dernek kurdular. Suomen Muhammettilainen Seurakunta adını taşıyan bu dernek 1923 yılında başşehir Helsinki’de faaliyete geçti; daha sonra da adı Suomen İslam Seurakunta olarak değiştirildi. Öncelikle İslâm toplumunun karşı karşıya bulunduğu problemlerin halli yoluna gidilerek namaz kılınabilecek ve çocuklara dinî eğitim verilebilecek binalar satın alındı. Hükümetle yapılan temaslar sonunda Rus yönetimi sırasında müslümanlara tahsis edilen mezarlığın resmen derneğe devri sağlandı. Açılan kurslarla çocuklara ve yetişkinlere dinî bilgiler verilmesine, Kur’an öğretilmesine başlandı: ayrıca ihtiyaç duyulan temel dinî ve millî eserler bastırıldı. Ülkenin çeşitli kesimlerinde yaşayan müslümanlar Helsinki’ye göçerek merkezde toplanmaya ve bir koloni oluşturmaya çalıştılar; özellikle de millî ve dinî kimliklerini kaybetmemek için ellerinden gelen çabayı gösterdiler. Türkiye ile Sovyetler Birliği’ndeki Türk cumhuriyetlerinden Reşit Rahmeti Arat, Sadri Maksudi Arsal, Abdullah Battal Taymas, Akdes Nimet Kurat ve Musa Carullah Bigi gibi ilim adamlarını davet ederek cemaate yön verdiler.

1935 yılında Suomen İslam Seurakunta tarafından Suomen Turkkilaisten Seura adı altında ikinci bir dernek kuruldu; bunun amacı daha çok kültürel faaliyetleri yürütmek, millî kültürü yaymak ve yaşatmaktı. Masrafları Suomen İslam Seurakunta’nın mütevelli heyeti tarafından karşılanan bu dernek müslüman toplum içinde küçümsenmeyecek hizmetler yapmıştır ve halen de yapmaktadır. 1939 yılında II. Dünya Savaşı ortamını fırsat bilen Sovyetler Birliği’nin Finlandiya’ya saldırmasıyla başlayan ve beş yıl süren Fin-Rus savaşı sırasında Suomen İslam Seurakunta üyelerinden askerlik çağına gelenler Rusya’ya karşı kahramanca savaştılar ve hükümet müslüman halkın gösterdiği vatan severlikten dolayı İslâm kabristanına şehidler için bir âbide diktirdi. Savaş yıllarında dinî faaliyetler azalarak da olsa devam etti. Helsinki’ye 40 km. uzaklıkta bulunan ve şu anda 100 kadar müslümanın yaşadığı Jârvenpââ şehrinde halkın yaptırdığı cami ibadete açıldı (1942). Yine savaş sırasında Finlandiya’nın ikinci büyük şehri olan Tampere’de Tampereen Islamilainen Seurakunta adı altında yeni bir dinî dernek kuruldu (1943). Halen aynı isimle faaliyetine devam eden ve bir de camisi olan derneğin 150 civarında üyesi bulunmaktadır.

Savaştan sonra, yaşanan ekonomik sıkıntıların ve olumsuzlukların yavaş yavaş giderilmesine çalışıldı. Bu yıllarda Finlandiya’nın ekonomisindeki yükselmeye paralel olarak müslümanların durumunda da bir düzelme görüldü. 1945 yılında, gençlerin sportif faaliyetlerini yürütmek üzere masraflarını Suomen İslam Seurakunta’nın karşıladığı Urheilusevra Yolduz r.y. adı altında yeni bir dernek daha kuruldu. Suomen İslam Seurakunta üyeleri kendilerine ve çocuklarına gerekli olan dinî bilgileri cami bünyesinde açılan Kur’an kurslarından almaktaydılar. Ancak tam teşekküllü bir millî okulları yoktu. Fin makamlarıyla yapılan temaslar sonunda 1948 yılında Turkilainen Kansakoulu açıldı. İlkokul seviyesinde ve dört yıl süreli olan bu okulda öğrenciler ana dillerinin yanında millî ve dinî kültür dersleri de okudular ve Fin okullarına geçiş yaptılar. Fakat yirmi yıl kadar faaliyetine devam eden okul yeterli sayıda öğrenci bulunamadığından 1969’da kapandı ve bu tarihten sonra millî ve dinî bilgilerin Suomen İslam Seurakunta bünyesinde açılan kurslarla verilmesine çalışıldı. Bu faaliyetler halen 1960 yılında hizmete giren ve en üst katı cami olan Helsinki’nin merkezindeki beş katlı İslâm merkezi binasında yürütülmektedir. Finlandiya’da yaşayan ve günümüzde sayıları 1000 civarında bulunan Tatar Türkleri, Türkiye ve diğer İslâm ülkeleriyle her zaman iyi münasebetler içinde olmuşlar, imam ve öğretmen ihtiyaçlarını büyük ölçüde Türkiye’nin gönderdiği Tatar dilini bilen görevlilerle karşılamışlardır.

Suomen Islam Seurakunta, kuruluş yıllarında daha çok cep ilmihali türünde küçük risâleler bastırarak günlük hayatta bilinmesi gereken İslâmî bilgileri üyelerine ulaştırdı. Eserlerin yazımında Arap harfleri kullanılıyordu. Ancak o tarihlerde Finlandiya’da Arap harfleriyle yayın yapma imkânı olmadığı için cemaat üyelerinden Hasan Hamîdullah Efendi şahsî gayretiyle evinde küçük ve basit


bir matbaa kurmuştu. Özellikle savaş yıllarında baskı işleri burada sürdürüldü; 1950’den sonra ise normal matbaalarda ve Latin harfleriyle yapıldı. Bugüne kadar Tatar Türkçesi’yle yayımlanmış olan dinî eserlerden bazıları şunlardır: Teisîr-i Nu‘mânî (Helsinki 1958 [Kazan 1911 neşrinden tıpkıbasım]); Veli Ahmed Hakîm, Türk Balalarına Din Dersleri (Helsinki 1939); Hasan Hamîdullah, Yaňa İman Şartı Hem Bilîmlîkler (Kemi 1944; Helsinki 1968); Cuma Hutbeleri (Helsinki 1973); Zâkir Kādirî, Dīn Sabaqlarî 1-2. 1: Īnānu (Îman), 2: Arulîq (taharet) (Helsinki 1938), Dîn Sabaqlarî 3: Namâz (Helsinki 1938); Ahmet Naim Atasever, İlmihal (Helsinki 1968), Din Bilimi (Helsinki 1973); Abdurrahman Kaya, İman ve İbadet, İslâm’da Ahlâk (diğer dinî, edebî ve tarihî eserler için bk. Halén, s. 6-26).

İlk müslüman Tatar Türkleri’nin Finlandiya’ya yerleşmesinden yaklaşık yarım asır sonra çeşitli İslâm ülkelerinden değişik maksatlarla gelen başkaları da oldu; ancak yabancı işçi alınmadığı için sayıları belli bir rakamı aşmadı. 1985 yılına kadar diğer İslâm ülkelerinden gelip burada kalanların sayısı 500-600 civarındaydı. Bu tarihten sonra ise Somali ve Bulgaristan’dan toplu ilticaların vuku bulması, dünya ülkeleri arasında eğitim, kültür ve ticaret ilişkilerinin gelişmesi, özellikle son yıllarda turistik yollarla yapılan tanışmalar sonucu yabancılarla evlenmelerin çoğalması gibi sebeplerle müslümanların sayısı artmaya başladı. 1987’de daha ziyade Arap asıllı cemaat tarafından Suomen Islamilainen Yhdyskunta adıyla yeni bir dinî dernek kuruldu ve cami olarak kullanılmak üzere bir bina kiralandı; böylece Helsinki’deki cami ve dinî dernek sayısı ikiye çıkmış oldu. Şu anda bütün Finlandiya’da cami-mescid hüviyeti taşıyan altı bina bulunmakta ve bunlardan ikisi Helsinki’de, diğerleri ise Tampere, Turku, Jârvenpââ ve Kotka’da yer almaktadır.

Bu derneklerden başka son yıllarda (1993-1994) Türk vatandaşları tarafından İslam ja Rakkaus, çoğunluğunu Pakistanlılar’ın teşkil ettiği bir grup tarafından da Finnish Islamic Center adlı iki dernek daha kurulmuştur.

1994 yılı itibariyle Finlandiya’da yaşayan müslümanların sayısının 10-12.000 civarında olduğu (nüfusun yaklaşık % 02’si) tahmin edilmektedir. Bunlardan özellikle ticarî hayata yatkınlıkları bulunan ve daha ziyade kürk ticaretiyle meşgul olan Tatar Türkleri büyük başarılar elde etmiş durumdadırlar.

BİBLİYOGRAFYA:

“Muslims in Finland”, MW, I/47, Karachi 1964, s. 7; Zuhar Tahir, “Muslims in Finland”, a.e., III/16 (1965), s. 6; Ali Hakam A. Aziz, “Muslims in Finland”, a.e., XII/24 (1975), s. 2, 7; H. Halén, “A Bibliographical Survey of the Publishing Activities of the Turkic Minority in Finland”, SO, LI/11 (1979), s. 3-26; G. Pieretto, “Islàm in Finlandia; i Tatari”, İslâm. Storia e Civiltâ, VI/4, Tripoli 1987, s. 247-251; A. Popovic, “Muslimūn”, EI² (İng.), VII, 695.

Abdurrahman Kaya





IV. FİNLANDİYA’DA İSLÂM ARAŞTIRMALARI

Dünyanın en kuzeyinde bulunmasına ve müslümanlarla yakın ilişki içinde olmamasına rağmen birkaç asırdan beri Finlandiya’da Doğu ve İslâm bilimleri alanında yoğun çalışmalar yapılmaktadır. Şarkiyata karşı duyulan ilk ilginin daha çok filolojik olduğu görülür. Önce Kitâb-ı Mukaddes veya genel anlamda yahudi-hıristiyan kültürü üzerinde çalışmak için gerek duyulan İbranî, Ârâmî, Süryânî ve Arap dilleri öğrenildi. Turku (Abo) Üniversitesi’nin (Academia Aboensis) programından anlaşıldığına göre Abraham Alanus 1707-1712 yıllarında Ârâmîce ve Süryânîce’nin yanı sıra Arapça okutmuş. Piskopos Gezelius da (ö. 1718) çıktığı seyahatlerin birinden dönüşünde bu üniversitenin kütüphanesine bir Kur’an yazması getirmiştir. 1746-1757 yılları arasında yine bu üniversitede görev yapan Carl Abraham Clewberg önemli bir Doğu dilleri uzmanı idi; onun gözetimi altında gerçekleştirilen çalışmaların birinde İbrânîce ve Arapça kelimeleri bakımından mukayese edilmiş, bir diğerinde ise İslâmî sikkeler incelenmiştir. XVIII. yüzyıl sonlarına doğru İbrânîce’nin insanlığın ana dili olduğu yolundaki geleneksel görüşe karşı çıkan Pehr Malmström, 1791’de Latince tercümesiyle birlikte bir Kur’an metni basmaya başladı; fakat iki ciltten sonrasını çıkarmaya ömrü yetmedi.

Turku Üniversitesi’ndeki Arapça öğretimi XIX. yüzyılda da devam etti. Hans Henrik Fattenborg ile Ivar Ulrik Wallenius Turku geleneğini Helsinki’ye taşıdılar ve böylece orada şarkiyat çalışmaları yapmakta olan birçok araştırmacı Helsinki Üniversitesi’ne gitti. Turku’da kalan ilim adamlarından August von Platen’in çok iyi Arapça bildiği söylenir. Anlatıldığına göre ünlü dilbilimci ve coğrafyacı Georg August Wallin onu ziyarete gelerek ayakkabılarını çıkarıp Arabistan çöllerinde dolaştığından ayaklarını öpmüştür. A. von Platen, 1836’da efsanevî Tedmür kraliçesinin ülkesini görmek amacıyla Suriye’ye gitmek için İtalya üzerinden İstanbul’a geçmiş, fakat yola çıkacağı sırada güneyde baş gösteren veba salgınından dolayı Finlandiya’ya geri dönmüştür.

Finlandiya’da ilk defa Farsça üzerinde çalışan ve Farsça hocalığı yapan kişi önce Turku, sonra Helsinki üniversitelerinde öğretim üyesi olan Carl Gustaf Sjöstedt’tir (ö. 1834). Bu zat Farsça çalışmalarından başka meşhur tarihçi ve edip Şehâbeddin İbn Arabşah üzerinde de bir araştırma yapmıştır. Arapça dışındaki diller üzerinde çalışma yapan şarkiyatçılar arasında arkeoloji, etnoloji, folklor, lenguistik ve özellikle Türkoloji ile ilgilenen ve on sekiz ayrı dilin grameri üzerine yayın yapan M. A. Castren’in önemli bir yeri vardır.

Farsça okutan bir başka şarkiyatçı da filoloji hocası olarak 1826’da Helsinki Üniversitesi’ne tayin edilen Gabriel Geitlin’dir. İbrânîce ve Arapça da okutan Geitlin, Farsça derslerinde daha çok Sa‘dî-i Şîrâzî’nin Gülistân’ından parçalar üzerinde durmuştur. 1841’de Fince’yi Türkçe ile karşılaştıran bir çalışmasını, 1863’te de üniversitede bulunan İslâmî sikke koleksiyonunu yayımladı. Finli şarkıyatçıların


en ünlüsü olan Georg August Wallin, Geitlin’in talebesiydi. Dil üzerine fevkalâde bir kabiliyeti bulunan Wallin 1839’da yayımladığı doktora tezinde Kur’an dilini eski edebiyat dilinin ölçüsü olarak değerlendirdi. Wallin St. Petersburg’daki Şarkiyat Enstitüsü’nde iki yıl kalarak Arapça, Farsça ve Türkçe öğrendi. Arapça hocası Şeyh Muhammed Ayyâd et-Tantâvî ile yakın ilişki kurdu. Helsinki’ye döndükten sonra Arap şiiri ve özellikle Harîrî üzerine dersler verdi. Wallin’in ardından talebeleri onun yolunda çalışmaya devam ettiler. Bunlardan Herman Kellgren özellikle Türk dillerine yöneldi. Kellgren 1855’te Keçecizâde Fuad ve Ahmed Cevdet paşalar tarafından yazılan Kavâid-i Osmâniyye’nin Almanca versiyonunu çıkardı. Kellgren’in ölümünden (1856) sonra 1864’te İbn Mâlik et-Tâî’nin Lâmiyye’si, Kellgren’in notları doğrultusunda W. Volk tarafından hazırlanıp yayımlandı. Kellgren’in yerine 1857’de Wilhelm Lagus tayin edildi ve o da Arapça, Farsça, Türkçe dersleri verdi. Lagus’tan sonra Doğu dilleri hocalığı görevini üstlenen Ernst August Strandman Asya Müzesi’nde bulunan (Cod. Arab. 4) ve İbn Hallikân’ın yazdığı sanılan bir yazmayı inceleyerek 104 biyografiden oluşan eserin yalnız yarısının İbn Hallikân tarafından kaleme alındığını, diğer yarısının ise meşhur Endülüslü şair İbn Hâkān el-Kaysî’ye ait olduğunu ortaya çıkardı (De codice manuscripto vitas veterum poetarum Arabam sub nomine Ibn Challikani exhibente, Helsinki 1866). Oiva Tuulio Arap coğrafyacısı İdrîsî, şair İbn Kuzmân ve Arap astronomisi üzerine, öğrencisi Eero Neuvonen de İspanya Arapçası ve Latin kökenli dillere geçen Arapça kelimeler üzerine yaptıkları araştırmalarla ün kazandılar.

Strandman’ın haleflerinden olan Knut Leonard Tallqvist 1893’te İstanbul’a giderek bir müddet kaldı ve konuşulan Türkçe’yi öğrenip kütüphanelerde çalıştı. 1899 yılında İbn Saîd el-Mağribî’nin el-Muġrib fî ĥule’l-Maġrib adlı eserinin İhşîdîler’le ilgili bölümünü neşretti (Leiden). Daha sonra çeşitli Arap ülkelerini gezdi ve çivi yazıları üzerinde uzmanlaştı. Yazdığı birçok makalede Türkiye, Lübnan, Suriye ve Filistin anılarına yer verdi. Tallqvist’in öğrencilerinden olan ve onun gibi çivi yazıları üzerinde uzmanlaşan Harri Gustaf Holma 1943’te Hz. Peygamberin biyografisini yayımladı; eser daha sonra Fransızca’ya da çevrildi (Mahomet, Paris 1946).

Finlandiyalılar bugüne kadar daima Türkoloji’ye, Türk halklarının tarih, kültür ve etnolojisine büyük önem vermişlerdir. Üniversitelerin şarkiyat çalışmaları yapan bölümlerinde eskiden beri mutlaka Türkoloji ile ilgili bir kürsü bulunmuştur. Bunun sebebi Fince’nin de Türkçe gibi Ural-Altay dil ailesinin bir kolu olmasıdır (Fin-Ugur). Yukarıda belirtilen karşılaştırmalı Fince ve Türkçe çalışmalarından başka XIX. yüzyılın sonlarında Société Finno-Ougrienne Orta Asya’ya bir heyet gönderdi ve 1893’te Vilhelm Thomsen Orhun yazıtlarını çözümleyerek bunların Göktürkler’e ait olduğunu ortaya koydu (Inscriptions de l’Orkhon déchiffrées, V, Helsinki 1896). Bu eserin yayımlanmasından sonra bütün dünyada Türkoloji araştırmaları hızlandı.

Finlandiya’da sosyal antropolojinin öncüsü olan Edvard Alexander Westermarck (ö. 1939), uzun yıllar Fas’ta kalarak ülkenin dinî ve kültürel hayatıyla ilgili araştırmalar yaptı ve çalışmalarını şu üç eserde topladı: Marriage Ceremonies in Morocco (London 1914), Ritual and Belief in Morocco (I-II, London 1926), Wit and Wisdom in Morocco: A Study on Native Proverbs with the Assistance of Shereef Abd-es-Salam el-Baqqali (London 1930). Westermarck, Pagan Survivals in Mohammedan Civilisation (London 1933) adlı eserinde de Fas müslümanlarının âdet ve dinî törenlerinde Berberî ve Kartaca etkilerinin hâlâ yaşadığını ileri sürdü. Westermarck gibi bir antropolog olan Hilma Granqvist de Filistin halkının yaşantısı üzerine araştırmalar yaptı.

Doğu dilleri bölümü başkanlığına 1965 yılında Jussi Aro’nun tayin edilmesiyle birlikte Arapça ve İslâm çalışmalarında büyük bir canlanma oldu. Bunda, hem İslâm dünyasının XX. yüzyılın ikinci yarısındaki dünya politikasında popüler hale gelmesinin, hem de Aro’nun Arapça’ya özel bir ilgi duymasının rolü büyüktür. 1970’lerde ortaya çıkan Ortadoğu krizi ve İran devriminden sonra Batı’da İslâm’a karşı dinî, politik, sosyal ve kültürel açılardan ilginin artması Finlandiya’yı da etkiledi ve buradaki İslâm’la ilgili yayınların yoğunlaşmasına yol açtı. Bunlar arasında İslâm’a ön yargıyla yaklaşan geleneksel şarkiyatçı bakış açısıyla yazılmış olanlar da bulunmakla birlikte çoğunluk objektif bir yaklaşım sergilemekte, özellikle ilâhî dinlerdeki ortak noktaları ortaya koyarak mensuplarını diyaloga çağıran eserler dikkat çekmektedir. Bunlara, H. Hellenberg ve I. Perho’nun sûfîlik üzerine yazdıkları Heijastuksia valosta-mystikkojen Islam (Helsinki 1992) ve Kaj Öhrnberg’in Islam, Maailmanhistorian pikkujättiläinen (Porvoo 1988) adlı eserleri örnek olarak gösterilebilir. Son yıllarda İslâmiyet üzerine yapılmış İngilizce yayınlar arasında da Seppo Rissanen’in Theolojical Encounter of Oriental Christians with Islam during Early Abbasid Rule’ü ile (Abo 1993) Irmeli Perho’nun Studia Orientalia dergisinde (sy. 74, Helsinki 1995) yayımlanan The Prophet’s Medicine adlı eseri sayılabilir.

Günümüzde Finlandiya’daki Türk ve İslâm kültürleri üzerine yapılan çalışmalar, daha çok Helsinki Üniversitesi’nin 1973 yılında kurulan Filosofinen Tiedekunta Aasian ja Afrikan Kielten adlı kuruluş tarafından yürütülmektedir. Bundan başka bir de The Finnish Oriental Society (Societas Orientalis Fennica) bulunmakta ve 1925 yılından beri Studia Orientalia isimli İngilizce, Fransızca ve Almanca makaleler yayımlayan bir dergi çıkarmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

P. Aalto, Oriental Studies in Finland (1828-1918), Helsinki 1971; a.mlf., “Les Etudes orientales en Finlande”, Ar.O, XIX/l-2 (1951), s. 79-84; İsmail Soysal - Mihin Eren, Türk İncelemeleri Yapan Kuruluşlar, Ankara 1977, s. 112-113; Necîb el-Akîkî, el-Müsteşriķūn, Kahire 1980, III, 1040-1043; T. Melasuo, “Review of Finnish Literature on Islam”, Teaching Islam in Finland (ed. N. G. Holm), Abo 1993, s. 29-50; K. Öhnberg. “Arab and Islamic Studies in Finland”, a.e., s. 21-29; E. Stenji, “Die orientalischen Studien in Finland während des ersten Halbjahrhunderts der Universität zu Helsingfors. 1828-1875”, SO, sy. 1 (1925), s. 271-312.

Ali Köse