FİL VAKǾASI

Kâbe’yi yıkmak amacıyla Mekke üzerine yürüyen Habeş ordusunun Allah tarafından gönderilen kuşlar vasıtasıyla imha edilmesi olayı.

Bu olay hakkında nâzil olan Kur’ân-ı Kerîm’in 105. sûresinde ordu mensuplarından “ashâbü’l-fîl” şeklinde bahsedilmesi askerin önünde bir fil bulunduğunu göstermekte ve bundan dolayı söz konusu sûreye “Fîl sûresi” adının verilmesi gibi olaya da “Fil Vak’ası” denilmektedir. Kaynaklarda bu olayın sebepleri, tarihi ve sonucu hakkında değişik rivayetler bulunmaktadır. 537 yılında idareyi ele geçiren ve mutaassıp bir hıristiyan olan Habeş Krallığı’nın müstakil Yemen valisi Ebrehe el-Esrem Hıristiyanlığı yaymak için bölgede yoğun çalışmalara başladı. Araplar’ın Kâbe’yi ziyaret için Mekke’ye gittiklerini görünce bu binanın hangi malzemeden yapıldığını ve örtüsünü sordu; taştan olduğunu ve örtüsünün farklı yerlerden geldiğini öğrenince de, “Mesih’e yemin ederim ki ondan daha hayırlısını yaptıracağım” diyerek (İbn Sa’d, I, 90) San’a’da, İslâm kaynaklarında Kulleys / Kalîs şeklinde geçen (Grekçe ekklessia, Türkçe’de kilise) büyük bir katedral inşa ettirdi ve tezyinatı için Bizans’tan mermer ve mozaik ustaları getirtti. Şarkiyatçı Rudolf Strothmann, şehrin ortasında yer alan ve halk arasında “Küçük Kâbe” adıyla anılan çifte minareli San’a Ulucamii’nin bu katedralin camiye çevrilmiş şekli olduğunu düşünmektedir (İA, X, 179). Bizans imparatoru ustaları yollarken dinî hayatı düzene sokması amacıyla İskenderiye’deki İtalyan asıllı papaz Gregentius’u da göndermiş ve Ebrehe bu papazın hazırladığı yirmi üç maddeden oluşan bir kanunu yürürlüğe koymuştur (Hamîdullah, I, 287).

İnşaatın tamamlanmasından sonra Ebrehe çeşitli bölgelere propagandacılar göndererek mabedi ziyaret etmeleri için halkı San’a’ya çağırdı. Fakat bu kilisenin, Hz. İbrâhim’den beri kutsal saydıkları Kâbe’nin yerine geçirilmek istenmesini hazmedemeyen Kinâne kabilesine mensup bir Arap San’a’ya giderek kiliseye pisledi. Bu saygısızlığa öfkelenen Ebrehe de bütün Kinânîler’in gelip kiliseyi tavaf etmelerini istedi; ancak onlar isteğini reddettikleri gibi gönderdiği elçiyi de öldürdüler. Bunun üzerine Ebrehe, Hıristiyanlığın yayılmasına Kâbe’nin engel teşkil ettiği sonucuna vararak onu yıkmaya karar verip içinde Mahmûd adlı filin de bulunduğu büyük bir ordu ile Mekke üzerine yürüdü. Mukātil b. Süleyman’dan gelen bir başka rivayette onun Kâbe’yi yıkmak üzere harekete geçmesine sebep olarak, Kureyşli bazı gençlerin sıcak bir gecede yaktıkları ateşin rüzgârın etkisiyle kilisenin yanmasına yol açması olayı gösterilir (İbn Kesir, XV, 8659). Diğer bir rivayette ise Ebrehe bu sefere, Hıristiyanlığı yaymak şartıyla taç giydirip Mudar’a emîr tayin ettiği Muhammed b. Huzâî’nin Kinâne kabilesince öldürülmesini bahane etmiştir (Taberî, Târîħ, I, 935). Aslında Bâbülmendep’e hâkim olup Hindistan deniz ticaretini ele geçirdikten sonra iktisadî hedeflerini genişletmek üzere gözünü kuzeye çeviren Ebrehe, Mekke’yi zaptederek Araplar’ın gittikçe gelişen ticarî faaliyetlerine son vermek, böylece San’a’yı Arabistan’ın dinî, ticarî ve siyasî merkezi haline getirmek istiyordu. Bu arada kuzey-güney bağlantısını kesen Mekke’yi saf dışı bırakmak suretiyle Suriye’ye uzanması ve Sâsânîler’le savaşan Bizans’a yardım etmesi de mümkün olacaktı (Cevâd Ali, III, 517-519).

Ebrehe’nin Kâbe’yi yıkma kararına karşı çıkan Yemen eşrafından Zûnefer onunla savaştıysa da yenilerek esir düştü. Yoluna devam eden Ebrehe Has’am kabilesini de yenerek reisleri Nüfeyl b. Habîb el-Has’amî’yi esir aldı. Taife geldiğinde şehir halkı adına konuşan Mes’ûd b. Muatteb’in, Lât Mâbedi’ne dokunulmamasına karşılık itaatlerini arzedecekleri ve kendisine hedefi olan Kâbe’yi gösterecek bir kılavuz verecekleri yolundaki teklifini kabul etti. Ancak Mekke yakınındaki Mugammes’te konakladığı sırada verdikleri Ebû Rigâl adlı kılavuz öldü (Araplar onun buradaki mezarını taşlamayı âdet edinmişlerdir). Ebrehe, Habeşî Esved b. Maksûd’u bir müfreze ile gönderip Mekke çevresinde otlayan develeri ordugâha getirtti. Bunlar arasında Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib’in de 200 devesi vardı (İbn Hişâm, I, 48). Ebrehe, daha sonra Hunâta el-Himyerî’yi Kureyş’in reisi Abdülmuttalib’e yollayarak onlarla savaşmaya gelmediğini ve yalnızca Kâbe’yi yıkmak istediğini, eğer engel olmaya kalkışmazlarsa kendilerine dokunmayacağını bildirdi. Abdülmuttalib ise ordugâha gelip sadece develerini istedi. Onun Kâbe’nin yıkılmaması için ricada bulunmak yerine yalnız develerini istemesini garipseyen Ebrehe’ye, kendisinin develerin sahibi olduğunu ve Kâbe’yi merak etmediğini, çünkü onu da kendi sahibinin koruyacağını söylemekle yetinen ve develerini alarak Mekke’ye dönen Abdülmuttalib, Kâbe’ye gidip beytini koruması için Allah’a dua ettikten sonra halka şehrin dışına çıkmalarını, dağlara ve vadilere çekilmelerini emretti. Ertesi gün Ebrehe ordusuna hücum emri verdi. Fakat kaynaklara göre, askerin önünde bulunan fil Mekke’ye doğru hareket ettirilmek istendiğinde yerinden kımıldatılamadığı


gibi askerler de üzerlerine taşlaşmış çamur yağdıran ebâbîl kuşları tarafından kurt yemiş yaprağa çevrildiler (bk. FÎL SÛRESİ). Böylece planları boşa çıkan ve ordusu perişan olan Ebrehe kendisi gibi kurtulabilen askerleriyle birlikte Yemen’e dönmek zorunda kaldı; kısa bir süre sonra da öldü.

Fil Vak’ası’nın vuku bulduğu zamana dair kaynaklarda verilen bilgilerde büyük farklılıklar vardır. 547, 552 veya 563 yılları yanında Hz. Peygamberin bu olaydan sonra gelen on üç ile kırk yıl arasındaki bir tarihte doğduğu rivayetleri de bulunmaktadır. Yaygın olan inanış Hz. Peygamberin doğumundan elli, elli beş gün veya üç ay önce, muharrem ayının çıkmasına on üç gün kala bir pazar günü vuku bulduğudur ki bu tarih Araplar’da nesî’* geleneğini göz önüne alanlara göre 569, diğerlerine göre ise 570 veya 571 yılıdır.

Kaynakların çoğunun orduda Mahmûd adlı bir tek filin bulunduğunu kaydetmesine karşılık (meselâ bk. İbn Sa’d, I, 91; Taberî, CamiǾu’l-beyân, XXX, 303) bazı rivayetlerde sekiz, on iki, on üç, hatta 1000 kadar filden bahsedilmektedir (İbn Sa’d, I, 92; Kurtubî, XX, 193; Cevâd Ali, III, 507). Mahmûd adının Arapça kaynaklara, nesli tükenmiş büyük tarih öncesi fillerine verilen “mamut” (mammouth) adından bozularak girmiş olabileceği ileri sürülmektedir (Hamîdullah, I, 289-290). Hz. Peygamber Mekke’nin fethedildiği gün, “Allah fili Mekke’ye girmekten alıkoydu ve yalnız resulü ile müminleri oraya hâkim kıldı” buyurmuş, Hudeybiye’de devesi Kusvâ çökünce bazı sahâbîlerin, “Kusvâ çöktü” demeleri üzerine de, “Kusvâ çökmedi, onu fili tutan tuttu” demiştir (İbn Kesîr, XV, 8665).

Abdullah b. Abbas, Hz. Peygamberin amcası Ebû Tâlib’in kızı Ümmü Hânî’nin evinde, kuşların attığı bu taşlardan zıfar boncuğu gibi kırmızı çizgili olan bir tanesini gördüğünü, Hz. Âişe de ordunun önünde giden filin sürücüsü ile bakıcısına kör kötürüm bir halde dilenirlerken rastladığını söylemiştir (Fahreddin er-Râzî, XXXII, 97).

Kureyş kabilesi, Mekke ve Kâbe için büyük önem taşıyan Fil Vak’ası’nı tarih başlangıcı kabul etmiş ve meydana geldiği yıl “âmü’l-fîl” adıyla meşhur olmuştur; ancak bu durum uzun sürmemiştir. Olayın Kureyş üzerinde bıraktığı etkinin büyüklüğüne ilk delil, Kur’ân-ı Kerîm’in “ashâbü’l-fîl” şeklinde adlandırdığı saldırganları yine Fîl adındaki bir sûre ile onlara hatırlatmasıdır. Diğer Arap kabileleri de bu olay sebebiyle Kureyş’e saygı duymuşlar ve bunu onlara “ehlüllah” diyerek belli etmişlerdir; birçok şair ise bu vak’ayla ilgili çeşitli şiirler söylemiştir (İbn Hişâm, I, 57-62).

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Hişâm, es-Sîre2, I, 41-62; İbn Sa’d, eŧ-Ŧabaķāt, I, 90-92; İbn Habîb, el-Muĥabber, s. 10; Belâzürî, Ensâb, I, 67-69; Ezrakî, Aħbâru Mekke (Melhas), I, 134-157; Taberî, Târîħ (de Goeje), I, 932-945; a.mlf., CamiǾu’l-beyân (Bulak), XXX, 191-197, 303; Süheylî, er-Raużü’l-ünüf, I, 241-293; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, XXXII, 96-102; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I, 442-453; Kurtubî, el-CâmiǾ, XX, 187-200; İbn Kesîr, Tefsîr (trc. Bekir Karlığa - Bedrettin Çetiner), İstanbul 1407/1987, XV, 8657-8681; Âlûsî, Rûħu’l-meǾânî, XXX, 232-237; Eyüb Sabri Paşa, Vâkıa-i Ashâb-ı Fîl, İstanbul 1301; Muhammed Abduh, Tefsîru cüzǿi ǾAmme, Kahire 1904, s. 156-158; Elmalılı, Hak Dini, VIII, 6097-6146; Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l-Kur’ân (trc. M. Emin Saraç v.dğr.), İstanbul, ts. (Hikmet Yayınları), XVI, 367-385; Cevâd Ali, el-Mufaśśal, III, 480-521; M. Beyyûmî Mehrân, Dirâsât târîħiyye mine’l-Kurǿâni’l-Kerîm, Riyad 1400/1980, s. 389-410; Fuâd Ali Rızâ, Ümmü’l-ķurâ, Beyrut 1987, s. 215-231; Hamîdullah, İslâm Peygamberi (Tuğ), I, 284-291; Süleyman Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul 1991, XI, 95-100; el-Ķāmûsü’l-İslâmî, V, 35-36; R. Strothmann, “San’â”, İA, X, 179; A. F. L. Beeston, “al-Fīl”, EI² (Fr.), II, 916; Ahmet Lütfi Kazancı, “Ebrehe”, DİA, X, 79-80; Levent Öztürk, “Etiyopya”, a.e., XI, 492.

Mustafa Fayda