FECR-İ ÂTÎ

فجر آتـى

II. Meşrutiyet’ten sonra teşekkül eden, sanatta ferdiyetçiliği ve estetik değerleri benimseyen edebiyatçılar topluluğu.

Birçok tenkitçinin, hatta bizzat mensuplarının da bir edebiyat mektebi veya edebiyat grubu olarak kabul etmediği Fecr-i Âtî, II. Meşrutiyet sonrası ortaya


dökülen çoğu siyasî nitelikte ve sanat endişesinden mahrum edebiyat mahsullerine tepki olarak doğmuş kısa ömürlü bir edebî topluluğun adıdır.

II. Abdülhamid devrinin son yıllarında uygulanan sıkı baskı rejimi, özellikle 1901-1908 arasında edebiyat yayınlarında da etkili olmuştur. Bu tarihe kadar bütünüyle ferdî ve hissî bir sanat mektebi manzarası gösteren, kısa süreli fakat oldukça zengin bir edebiyat grubu olan Edebiyât-ı Cedîde (1896-1901), Servet-i Fünûn dergisinin 1901’de geçici olarak kapatılmasından sonra dağılmıştı. Bu hadiseden sonra Meşrutiyetin ilânına kadar geçen yedi sekiz yıl içinde genel olarak yayın hayatında, özellikle de edebî eserlerde hissedilir bir azalma görülür. Bunda sansürün, tevkif ve sürgünlerin rolü kadar yazarların üzerlerinde hissettikleri psikolojik baskının da tesiri olmalıdır. Hüseyin Cahid, Hüseyin Rahmi, Ahmed Midhat gibi çok velûd kalemlerin bile bu yıllar arasında âdeta suskun kalmaları dönemin durumunu yansıtan önemli ölçülerden biridir.

23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet’in ilân edilmesiyle basında da bir patlama olur. Sansür resmen değilse bile fiilen kalkmıştır. Türkiye, tarihinin en serbest ve basını da en hür dönemini yaşamaya başlamıştır. Üç dört yıl içinde, birkaç sayı çıkıp kaybolanları da dahil olmak üzere yayın hayatında görülen dergi ve gazetelerin sayısı 200’den fazladır. Anarşi derecesine varan bir yazı hürriyeti edebî eserlerde de kendini gösterir. Önemli ortak vasıfları II. Abdülhamid’in şahsını, devrini, rejimini kötülemek ve ona hakaret etmek olan, çoğu asgarî sanat ve edebiyat zevkinden mahrum bir yığın şiir, tiyatro, roman ve hikâye bu dönemin edebî mahsullerini teşkil eder.

Fecr-i Âtî topluluğu, sanat ve edebiyattaki bu seviyesizliğe karşı tepkilerin bir araya getirdiği edebiyatçıların ortak hareketinden doğmuştur. Basının bu derece politize olmasından usanan çoğu genç birtakım yazarlar Hilâl gazetesinin idarehanesinde toplanır ve idealleri doğrultusunda bir grup teşkil ederler. Önce fikirlerini ifade edecek bir ad ararlar. Ahmed Hâşim Sînâ-yı Emel’i teklif ederse de Faik Âli’nin ileri sürdüğü Fecr-i Âtî ismi kabul edilir. Böylece topluluk 1909 yılı başlarında (ilk toplantı tarihi 20 Mart 1909) yarı resmî olarak fakat fiilen kurulur. Başkanlığa en yaşlı üye sıfatıyla o zaman otuz dört yaşında olan Faik Âli getirilir. Aynı yılın 25 Mart tarihli Servet-i Fünûn (nr. 930) dergisinde küçük bir haber topluluğun varlığını duyurur. Bu kısa yazıda bir şiir ve düşünce topluluğu kurulduğu, sanatı şahsî ve muhterem olarak kabul ettikleri, şiire ve estetiğe ağırlık vermek üzere Fecr-i Âtî adıyla bir dergi yayımlayacakları bildiriliyordu. Ancak bahsedilen dergi hiçbir zaman çıkarılamamıştır. Topluluğu teşkil eden gençler de başta Servet-i Fünûn olmak üzere Resimli Kitab, Musavver Eşref, Şiir ve Tefekkür, Jale, Şehbâl gibi kendilerine imkân sağlayan, devrin kaliteli dergilerinde yazılarını ve şiirlerini neşrederler.

Edebiyat tarihlerinin, başka edebî gruplar gibi aralarında fikrî ve organik bağlar bulunmadığında birleştiği Fecr-i Âtî’nin varlığını hissettiren en önemli hadise kuruluşundan bir yıl kadar sonra yayımlanan beyannâme olur. Servet-i Fünûn’da (24 Şubat 1910) ve aynı tarihli Tanin gazetesinde “Fecr-i Âtî Encümen-i Edebîsi Beyannâmesi” başlığı ile çıkan bu uzunca yazıda topluluğun prensipleri açıklanmıştır. Burada kapanmış bir devir olarak kabul ettikleri Edebiyât-ı Cedîde için saygılı bir dil kullanılmış, edebiyatı gerçek bir sanat haline getiren Edebiyât-ı Cedîde gibi kendilerinin de sanata ve estetiğe bağlı kalacakları, fakat yeniliğe daha çok açılacakları ifade edilmiştir. Topluluk dilin, edebiyatın, edebî ve sosyal ilimlerin gelişmesine, düşüncelerin aydınlatılmasına çalışacak, bir yayınevi kurarak Batılı ve yerli edebî eserleri halka yayacaktır. Beyannâmenin altında şu yirmi bir imza bulunmaktadır: Ahmed Samim, Ahmed Hâşim, Emin Bülend (Serdaroğlu), Emin Lâmi, Tahsin Nâhid, Celâl Sâhir (Erozan), Cemil Süleyman (Alyanakoğlu), Hamdullah Subhi (Tanrıöver), Refik Halid (Karay), Şehabeddin Süleyman, Abdülhak Hayri, İzzet Melih (Devrim), Ali Canip (Yöntem), Ali Sühâ (Delilbaşı), Faik Âli (Ozansoy), Fazıl Ahmed (Aykaç), Mehmed Behçet (Yazar), Mehmed Rüşdü,


Mehmed Fuad (Köprülü), Müfid Râtib, Yakup Kadri (Karaosmanoğlu). En yaşlısı otuz dört, en gençleri on dokuz yaşında olan bu yazarların yaş ortalaması yirmi üçtür. Konuyla ilgili hâtıralarda topluluğa daha sonraları Süleyman Fehmi, İsmail Subhi, Nevin (Neyyir), İbrahim Alâeddin (Gövsa), Mehmed Ali Tevfik, Hasan Bedreddin, Enis Behiç (Koryürek) gibi isimlerin de katıldığı yazılmıştır.

Fecr-i Âtî mensupları beyannâmelerinde belirttikleri gibi bir seri yayın teşebbüsünde bulunmuşlardır. Cemil Süleyman’ın Timsâl’i Aşk ve İnhizam adlı romanları, Şehabeddin Süleyman’ın Fırtına adlı tiyatrosu, Tahsin Nâhid’in Rûh-ı Bîkayd adlı şiir kitabı ve Mehmed Fuad’ın Hayât-ı Fikriyye adlı incelemelerinden ibaret beş kitaplık bir seri Fecr-i Âtî Kütüphanesi neşriyatı adıyla çıkmıştır. Ancak bu yayımlardan bazılarının iç sayfalarında otuzdan fazla kitap neşretme niyetinde olduklarını gösteren kabarık bir isim listesi dikkati çeker. Böylece yayım organı olarak düşündükleri dergi gibi kitap yayımlarında da önemli bir hamle yapamadıkları anlaşılmaktadır. Teşebbüs ettikleri halde resmî bir dernek kuramamalarının, fazla faaliyet gösterememelerinin sebebini, kuruluşlarından hemen sonra vuku bulan 31 Mart Vak’ası’na ve bunun doğurduğu yeni sıkıntılı şartlara bağlamak mümkündür. 31 Mart Vak’ası sırasında toplantı merkezleri olan Hilâl Matbaası’nın basılmasını, hatta üyelerinden gazeteci Ahmed Samim’in bir suikast sonucu öldürülmesini de bu sıkıntılara ilâve etmek gerekir. Ancak temelinde sanatı şahsî ve muhterem kabul eden Fecr-i Âtî mensuplarının her birinin şahsî bir yol tuttuğu ve dernek halinde çalışma disiplinine yanaşmadıkları da anlaşılmaktadır. Birbirlerinden bağımsız hareket etmelerini kendilerinden birçoğunun tabii karşıladığını bizzat yazılan ve hâtıralarıyla ifade etmişlerdir. İlk toplantıdan itibaren Ahmed Hâşim gibi hiç katılmayan veya pek az görünen üyeler zamanla toplulukla ilişkilerini kesmiş, hatta istifa etmişlerdir, öyle ki kuruluşundan bir buçuk yıl sonra 1910 Ekiminde yayımlanan bir haberden grupta on kişi kaldığı anlaşılmaktadır. Fecr-i Âtî’nin üç buçuk yılı bulmayan ömrü içinde önce Faik Ali, daha sonra Fazıl Ahmed, Hamdullah Subhi, Celâl Sâhir ve İzzet Melih’in başkanlık yapmış olmaları da topluluğun çözülme ve dağılma karakterini aksettiren hadiselerdir. Aslında Fecr-i Âtî’nin dağılmasıyla ilgili kesin bir tarih bulunmamakla beraber oldukça ihtilaflı ve tartışmalı geçen üç buçuk yıldan sonra 1912 sonlarında artık Fecr-i Âtî diye bir isimden bahsedilmemektedir.

Fecr-i Âtî beyannâmesinde ülkenin ilme ve sanata şiddetle ihtiyacı olduğundan bahsedilmesi, II. Meşrutiyet’i takip eden aşırı politik fikir ve edebiyat ortamına bir tepki gibi görünmektedir. Sanatı şahsî ve muhterem olarak kabul etmeleri de aynı tepkinin tezahürüdür. Ancak Edebiyât-ı Cedîde mensupları gibi tamamıyla estetik endişelerle bir fildişi kuleye kapanmayı da benimsemeyerek sanatın belki doğrudan doğruya siyasete değil, fakat sonuç olarak millî gelişmeye hizmet edeceği düşüncesindedirler. Bununla beraber bütün itirazlara ve tartışmalara rağmen birçok hususta genel hatlarıyla Edebiyât-ı Cedîde anlayışından pek de uzaklaşamadıkları muhakkaktır. Verdikleri eserler ve estetik görüşler onların devamı olduklarını göstermektedir. Aralarında Faik Âli ve Celâl Sâhir gibi yine o edebî mektebe mensup olanların bulunuşu, hatta yayım organı olarak kendilerine Servet-i Fünûn dergisinde yer aramaları da bu hükmün nisbî doğruluğunu gösterir. Ancak bu gerçek, Edebiyât-ı Cedîde’nin değer yargılarını kabul edip etmemek hususunda başkalarıyla ve kendi aralarında tartışmaların çıkmasını da engelleyememiştir. Yine de Fecr-i Âtî’nin, bazı tenkitçilerin kanaatlerinin aksine Edebiyât-ı Cedîde’ye bir tepkiden doğduğu iddiasına katılmak mümkün değildir.

Ortak bir disipline ve açık prensiplere sahip olmamaları sebebiyle Fecr-i Âtî yazarlarının eser verdikleri edebî türler ve benimsedikleri Batı edebî ekolleri tam manasıyla ortak bir karakter göstermez. Batı edebiyatından teorik olarak şiirde kısmen parnas ekolüne bağlı olanlar kadar sembolist-empresyonist temayülleri aksettirenlerin de varlığından bahsedilebilir. Roman ve hikâyede ise genellikle realist-natüralist bir yolu tercih etmişlerdir. Yine de kahramanlarının çoğunu aşırı hassas ve romantik tipler teşkil eder. Bu özellikleriyle de Edebiyât-ı Cedîde’nin devamı görünümündedirler. Bu değer hükümleri, Fecr-i Âtî şair ve yazarlarının, sadece topluluğun devam ettiği kısa süre içindeki edebî mahsulleri dikkate alındığında doğrudur. Dağılmalarından sonra her birinin Fecr-i Âtî prensiplerini devam ettiren veya ondan az çok uzaklaşan eser ve yayınlarının bu dönemin dışında düşünülmesi gerekir.

Topluluğun şiirde temsilcileri Tahsin Nâhid, Mehmed Fuad, Faik Âli, Mehmed Behçet, Emin Bülend ve Ahmed Hâşim’dir. Şiirlerinin çoğu ile mizahî bir karakter gösteren Fazıl Ahmed de Fecr-i Âtî şairlerindendir. Genel hatlarıyla ortak prensipleri, şiirle topluma faydalı olmanın veya hayatı bütün gerçekleriyle şiire aksettirmenin doğru ve mümkün olmadığı, şiirin ancak duyguları dile getiren bir sanat vasıtası olduğudur. Topluluk dağılıncaya kadar geçen birkaç yıl içinde yazdıkları şiirler de yine Edebiyât-ı Cedîde şiirini hatırlatır. Bir arada bulundukları süre içinde genellikle aşk ve tabiat konularını işlemişler, vezin olarak da aruzu tercih etmişlerdir. Daha önceki yıllarda başlamış olan serbest müstezad örnekleri bu sırada çoğalmış, giderek serbest nazma yol açacak değişik ve zengin şekillerle yaygınlaşmıştır. Bu dönemde Ahmed Hâşim’in Göl Saatleri, Tahsin Nâhid’in Rûh-ı Bîkayd, Mehmed Behçet’in Erganun, Celâl Sâhir’in Siyah Kitap adlı şiir kitapları Fecr-i Âtî şiirinin örnekleri sayılabilir. Diğer şairlerin şiirleri bu yıllarda henüz dergi sayfalarındadır.

Roman ve hikâye alanındaki isimler Refik Halid, Yakup Kadri, Cemil Süleyman ve İzzet Melih’tir. Özellikle son ikisi topluluğun roman türünü daha iyi aksettiren eserler vermişlerdir. Cemil Süleyman’ın Timsâl-i Aşk, Ukde, Siyah Gözler, İzzet Melih’in Tezad adlı romanları Fecr-i Âtî’nin bu türdeki örneklerindendir. Konu olarak Edebiyât-ı Cedîde romanını takip eden bu eserlerin roman tekniği açısından o seviyeyi de tutturamadıkları görülür.

Tiyatro alanında Müfid Râtib, Tahsin Nâhid, Şehabeddin Süleyman, Refik Halid, İzzet Melih ve Ali Sühâ’nın çalışmaları vardır. Şehabeddin Süleyman’ın Çıkmaz Sokak ve Fırtına adlı oyunları neşir sırasında toplum ve ahlâk meseleleri açısından epey tenkide uğramış eserlerdir. Diğer yazarların oyunları, özellikle adına “fantaziye” denilen kısa piyesleri dergiler arasında kalmıştır. Fecr-i Âtî tiyatrosu oyun tekniği bakımından başarılı eserler ortaya koyamamıştır. Romanlarda olduğu gibi yine hissîdir ve çoğu basit aşk temaları üzerine kurulmuştur. Ancak bu yazarların, gerek tiyatro eserleri gerekse eserlerin sahneye konulması üzerine yazıları tiyatro edebiyatı bakımından daha başarılı sayılacak çalışmalardır.


Fecr-i Âtî yazarlarının edebiyatın teori ve tenkit alanında daha faal oldukları görülmektedir. Tenkit usulü üzerine Yakup Kadri, Fazıl Ahmed ve Celâl Sâhir’in; Türk ve Batı edebiyatları hakkında Mehmed Fuad, Yakup Kadri, Celâl Sâhir, Ahmed Hâşim, Tahsin Nâhid, Şehabeddin Süleyman, Ahmed Samim ve Müfid Râtib’in makaleleri bu dönem içinde önemli meseleleri ortaya koymuştur. Ayrıca edebiyatın daha genel konuları ve özellikle sanat, estetik bahislerinde Mehmed Fuad, Celâl Sâhir, Müfid Râtib, Şehabeddin Süleyman, Yakup Kadri, İzzet Melih, Tahsin Nâhid, Fazıl Ahmed, Emin Lâmi, Ahmed Hâşim, Refik Halid ve Ali Canip gibi daha geniş bir kadronun makaleleri bulunmaktadır. Bütün bu yazıların genel olarak Türk edebiyatı, bilhassa o yıllarda uyanmaya başlayan Millî Edebiyat akımı üzerinde olumlu etkiler gösterdiğini belirtmek gerekir. Bu tenkit çalışmalarının tabii bir uzantısı gibi kabul edilmesi gereken fikir ve edebiyat tartışmaları da dergilerde Fecr-i Âtî topluluğunun bazı taraflarını yansıtmıştır. Devrin dergilerinden Servet-i Fü-nûn, Resimli Kitap ve Rübâb’da Fecr-i Âtî yazarlarının bazan kendi aralarında, bazan başka yazarlarla zaman zaman sertleşen tartışmaları olmuştur. Bunlardan bir kısmı, topluluğun sloganı olan “şahsî”likle yakından ilgili sanat-ahlâk, sanat-toplum ilişkileri gibi konularda cereyan etmiştir. Önemli polemiklerden biri de Ahmed Hâşim, Mehmed Fuad, Hamdullah Suphi ve Yakup Kadri gibi Edebiyât-ı Cedîde’ye karşı çıkanlarla Ali Canip ve eski bir Edebiyât-ı Cedîde mensubu olan Celâl Sâhir arasında geçen tartışmadır.

Topluluğun dil konusunda açık bir tavrı olmamakla beraber şiir ve nesirde kullandıkları kelime kadrosu, terkipler, hatta sentaks Edebiyât-ı Cedîde’ninkilerden pek farklı değildir. Halbuki o yıllarda dilin sadeleşmesi meselesi oldukça yaygın bir polemik haline gelmiştir. Fecr-i Âtî mensuplarının ise bu konuya genellikle ilgisiz kaldıkları görülmektedir. Yalnız dil tartışmalarının başlangıcında Mehmed Fuad ve Şehabeddin Süleyman bir edebiyat dilinin önemi ve gereği açısından “Yeni lisan” hareketine karşı çıkmışlar, buna mukabil eski Edebiyât-ı Cedîdeciler’den Celâl Sâhir hareketin taraftarı olmuştur.

Bütün bu dağınık görünüşüne, mensuplarının belli fikirler etrafında toplanmayışına, hatta topluluk olarak fazla verimli olmamasına ve kısa ömrüne karşılık Fecr-i Âtî grubu, II. Meşrutiyet devrinin siyasî kargaşası içinde sanat ve edebiyat adına güçlü bir hamle sayılmalıdır. Topluluğun kalabalık kadrosu, beyannâmeleri, kurulamamış da olsa Batı’daki örnekleri gibi bir sanat derneği olma teşebbüsleri en azından pek çok aydının gözünü edebiyat alanına çevirmiştir. Yazarlarının çoğunun daha sonraki yıllarda farklı yollar tutmuş olmasını da topluluğun aleyhine değerlendirmek doğru değildir. Bunlardan hemen tamamına yakın sayıda yazar Türk edebiyatı tarihinde az veya çok önemli bir yer almıştır. Başta, toplulukla en az ilgilenen ve en önce kopan Ahmed Hâşim olmak üzere Mehmed Behçet, Tahsin Nâhid, Şehabeddin Süleyman ve Müfid Râtib Fecr-i Âtî’nin sanatın şahsî ve muhterem oluşu prensibine genellikle uygun çalışmalar yapmışlar ve başka bir edebî akıma girmemişlerdir. Esasen son üç yazar Cumhuriyet’ten önce ölmüştür. Topluluğun dağılmasından sonra bir kısmı savaş yıllarında, bir kısmı Cumhuriyet’ten sonra olmak üzere pek çoğu Millî Edebiyat hareketine katılmış, katılmayanlar da dilde sadeleşme akımına değişik nisbetlerde ayak uydurmuşlardır.

BİBLİYOGRAFYA:

İsmail Habib (Sevük), Türk Teceddüd Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1340/1924, s. 574-583; Agâh Sırrı Levend, Edebiyat Tarihi Dersleri, İstanbul 1938, s. 282-290; Hasan Âli Yücel, Edebiyat Tarihimizden, Ankara 1957, s. 44-75; Rifat Necdet Evrimer, Fecr-i Âti Şairleri: Emin Bülend, İstanbul 1958, s. 12-18; a.mlf., Fecr-i Âti Şairleri: Mehmet Behçet ve Tahsin Nâhit, İstanbul 1961, s. 6-17, 51-54; Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, Ankara 1969, tür. yer.; Banarlı, RTET, II, 1092-1098; Hayriye Topçuoğlu (Kabadayı), Fecr-i Âti Topluluğunun Dil ve Edebiyat Görüşleri (yüksek lisans tezi, 1987), AÜ Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi; Nazım H. Polat, Şahabeddin Süleyman, Ankara 1987, s. 33-37; a.mlf., “Yeni Nesil Tarafından Rübab Mecmuasında Fecr-i Âtiye Karşı Yürütülen Mücadele”, TDA, sy. 19 (1982), s. 138-153; Akyüz, Modern Türk Edebiyatı, s. 148-163; Orhan Okay, “Yirminci Asırda Türk Edebiyatı”, Büyük Türk Klâsikleri, X, 231-233; a.mlf., “Yirminci Yüzyılın Başından Cumhuriyete Yeni Türk Şiiri”, TDl, sy. 481-482 (1992), s. 286-312; Reşad Feyzi, “Fecr-i Âti Nasıl Bir Teşekküldü?”, SF, nr. 1775-1789, Ağustos Kasım 1930; Cahide Başol, “Fecr-i Âti”, a.e., nr. 2343-2352, Temmuz-Ekim 1941; Hikmet Dizdaroğlu, “Fecr-i Âti Topluluğu”, Ulusal Kültür, sy. 5, Ankara 1979, s. 78-120; “Fecr-i Âtî”, TA, XVI, 191-192; Konur Ertop, “Fecr-i Âti Edebiyatı”, ML, IV, 556-558; Zeynep Kerman, “Fecr-i Âti”, TDEA, III, 172-174.

M. Orhan Okay