FECİR

الفجر

Güneşin doğmasından önce beliren tan yeri ağarması.

Arapça’da “yarmak, bir şeyi iki parçaya ayırmak, açığa çıkarmak, suya yol vermek” gibi anlamlara gelen fecir (fecr) isim olarak güneşin doğmasından önceki tan yeri ağarmasını ifade eder. Türkçe’de “şafak sökmesi, gün ağarması sabahın alaca karanlığı” denilen bu olay, gece ile gündüzü birbirinden ayırdığı veya gündüz aydınlığını ortaya çıkardığı için fecir diye adlandırılmıştır. Fecir vakti fıkıhta, özellikle sabah namazının vaktinin girdiğini veya sahur vaktinin bitip oruç tutma (imsak) zamanının başladığını


bildirmesi açısından önem taşıdığından dinî literatürde bu vaktin tanım ve belirlenmesinin ayrı bir dikkatle ele alındığı görülür.

Kur’an’da fecir kelimesi, oruç ve namazla ilgili bazı dinî hükümlerin bildirilmesi (el-Bakara 2/187; el-İsrâ 17/78; en-Nûr 24/58), yemin (el-Fecr 89/1) ve Kadir gecesinin fazileti (el-Kadr 97/5) gibi münasebetlerle beş âyette geçmektedir. Bu âyetlerin hepsinde fecir, örfen yaygın kullanımına da uygun olarak “tan yeri ağarması, şafak vakti” anlamını taşımakla birlikte fecir vaktinin başlama ve bitiş sınırıyla ilgili olarak âyetlerde bir açıklama yer almaz. Ancak bunlardan oruçla ilgili âyette, “Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı) siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın” (el-Bakara 2/187) cümlesiyle fecir vaktinin başlangıcına işaret edilmiştir. Kaynaklarda, bu âyetin önce, “Beyaz iplik siyah iplikten ayrılıncaya kadar yiyin, için” kısmının nâzil olduğu, bazı sahâbîlerin âyeti zahirî ve lafzî mânasına hamlettiği, Hz. Peygamber’in ise siyah ve beyaz iplikle ilgili olarak, “Biri gecenin karanlığı, diğeri gündüzün aydınlığıdır” şeklinde bir açıklama getirdiği, daha sonra da âyetin “mine’l-fecr” kısmının nazil olarak âyetteki kısmî kapalılığın giderildiği rivayetleri yer alır (Buhârî, “Tefsir”, 2/28; Müslim, “Śıyâm”, 34-35; Cessâs, I, 284; İbn Kesîr, I, 319).

Fecir vaktinin namaz ve oruçla ilgili mükellefiyetleri belirleyecek tarzda tesbiti Hz. Peygamber’in söz ve uygulamalarına dayanır. Sonraki dönemlerde fakihler tarafından konuyla ilgili olarak ileri sürülen görüşler arasında da bazı ayrıntılar dışında önemli bir farklılık bulunmaz. Hz. Peygamber, İbn Ümmü Mektûm’un fecir vaktinde okuduğu ezandan önce Bilâl-i Habeşî’nin uyarı maksadıyla okuduğu ezanı kastederek, “Bilâl’in ezanı hiçbirinizi sahur yemeğinden alıkoymasın; çünkü Bilâl henüz gece iken ezan okur. Onun bu ezanı sizden ibadette bulunana (teheccüt namazı kılana) haber vermek, uykuda olanı da uyandırmak içindir” dedikten sonra fecir vaktinin iyice anlaşılması İçin parmaklarını yukarıya kaldırıp aşağıya diker ve, “Fecir beyazlığın böyle açığa çıkması değildir, tâ ki şöyle olmayınca” der. Bunu söylerken de şahadet ve orta parmağını üst üste bindirip sağa sola uzattığı rivayet edilir (Buhârî, “Eźân”, 13; Müslim, “Śıyâm”, 38; Ebû Dâvûd, “Śavm”, 17). Başka bir hadiste de Resûl-i Ekrem, “Bilâl ezanı gece okuyor. İbn Ümmü Mektûm ezan okuyuncaya kadar yiyip içebilirsiniz. Çünkü o fecir doğmadan ezan okumaz” demiştir (Buhârî, “Śavm”, 17; Müslim, “Śıyâm”, 36-37).

İslâm hukukçuları hadislerdeki bu ifadelerden hareketle fecri “fecr-i kâzib, fecr-i sâdık” veya “birinci fecir, ikinci fecir” şeklinde ikiye ayırarak açıklamışlardır. Fecr-i kâzib, sabaha karşı doğuda tan yerinde ufuktan göğe doğru dikey olarak yükselen, piramit şeklinde, samanyolu ışığına benzeyen akçıl ve donuk beyazlıktır. Fıkıh literatüründe buna “uzunlamasına beyazlık” (beyâz-ı müs-tatîl) denildiği gibi Araplar arasında “kurt kuyruğu” (zenebü’s-sirhân) veya “yalancı sabah” (es-subhu’l-kâzib) olarak da anılır. Fecr-i kâzib gecenin bir bölümü kabul edildiği için ayrıca dinî bir hükme konu teşkil etmez. Bu geçici beyazlıktan sonra yine kısa bir süre karanlık basar. Ardından da ufukta yatay olarak boydan boya uzanan, giderek genişleyip yayılan fecr-i sâdık aydınlığı başlar. Fıkıh literatüründe bu ikinci fecre “enlemesine beyazlık” (beyâz-ı müsta‘razî) denilmesi, fecr-i sâdık beyazlığının doğu ufkunda tan yeri boyunca yayılarak genişlemesi sebebiyledir. Sabah namazının vaktinin girmesi, sahurun sona erip orucun başlaması gibi dinî hükümlerde esas alınan bu ikinci fecirdir. Nitekim Hz. Peygamber, “İki çeşit fecir vardır. Kurt kuyruğu gibi olan fecir herhangi bir şeyi ne helâl ne de haram kılar. Ufukta genişliğine yayılan fecre gelince işte sabah namazı o vakitte kılınır, sahur yemeği de o vakitte haram olur” (Dârekutnî, II, 165) derken iki fecir arasındaki bu farka dikkat çekmiştir. Bununla birlikte fecr-i sâdıkın, ufukta beyazlığın enlemesine yayıldığı vakit mi, yoksa bu beyazlıktan sonra ufukta kızıllığın yayılması vakti mi olduğu, gerek hadislerde (Tirmizî, “Śavm”, 15; Ebû Dâvûd, “Śavm”, 17) gerekse sahabe ve tabiîn söz ve uygulamasında yer alan farklı ölçü ve ifadeler sebebiyle İslâm hukukçuları arasında tartışılmıştır.

Bazı fakihlere göre fecr-i sâdık ufukta aydınlığın oluşmaya başladığı vakitte, bir kısmına göre ise beyazlıktan sonra kızıllığın ufukta iyice ortaya çıkmasıyla başlar. Fakihlerin çoğunluğu bu konuda orta bir yol takip etmiş, fecr-i sâdıkın ufukta beyazlığın iyice yayılmasıyla başlayacağı görüşünü benimsemiştir. Cumhur, ilgili âyette geçen siyah-beyaz ayırımını gecenin siyahlığı ve gündüzün beyazlığı (Buhârî, “Śavm”, 16), fecri de ufukta yayılan beyazlık olarak açıklayan hadisleri ve ümmetin bu yöndeki uygulamasını esas almış, bazı hadislerde geçen “kızıllığın ortaya çıkışı” ifadesinin (Tirmizî, “Śavm”, 15; Ebû Dâvûd, “Śavm”, 17) veya bazı sahâbe ve tâbiînin sahuru bu vakte kadar geciktirdiğine dair rivayetlerin beyazlığın ufukta iyice yayılması ölçüsünü tekit edici bir anlam taşıdığı yorumunu yapmıştır (Tahâvî, II, 52-54; Hattâbî, II, 760; Aynî, X, 297). Öyle anlaşılıyor ki cumhurun bu konuda ihtiyatlı bir görüşü tercih etmiş olması, sabah namazı vaktinin sahur vaktinin sona ermesini takiben başlamakta oluşu sebebiyle sabah namazının kılınabilmesine de yeterli bir zaman kalmasını sağlama, böylece hem oruç hem de sabah namazı için makul bir bitiş-başlangıç vakti belirleyebilme gibi bir amaç taşımaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “fcr” md.; Türk Lügati, III, 612-613; Buhârî “Eźan”, 13, 22, “Śavm”, 16, 17, 40, 41, “Tefsir”, 2/28; Müslim, “Śıyâm”, 34-38; Ebû Dâvûd, “Śavm”, 17; Tirmizî, “Śavm”, 15; Dârekutnî, es-Sünen, Beyrut, ts. (Âlemü’l-kütüb), II, 165; Tahavî, Şerhu MeǾâni’l-âŝâr (nşr. Muhammed Seyyid Câdelhak), Kahire 1968, II, 52-54; Cessâs, Aĥkâmü’l-Ķur’ân, I, 284; Hattâbî, MeǾâlimü’s-Sünen (Sünenü Ebî Dâvûd ile birlikte), Humus 1969, II, 760; Serahsî, el-Mebsûŧ, I, 141, 142; III, 54-55; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, Aĥkâmü’l-Kurǿân, I, 94; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, I, 245; İbn Kudâme, el-Muġnî, III, 3-4; Kurtubî, et-CâmiǾ, I, 319; Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl, İstanbul 1977, I, 496-497; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ķurǿân, I, 319; Aynî, ǾUmdetü’l-ķārî, Kahire 1392/1972, X, 297; lbnü’l-Hümâm, Fethĥu’l-ķadîr (Bulak), II, 61; Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Islâhu’t-takvîm (Şefik Beg Mansûr Yeken tarafından yapılan Arapça tercümesiyle beraber), Kahire 1307, s. 66-67; Tecrid Tercemesi, II, 586-587; Hüseyin Atay, “Sahur Vaktinin Tayin ve Tesbiti”, İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi, sy. 5, Ankara 1982, s. 1-22; Yakup Çiçek, “Kur’an’da Fecir Kavramı”, MÜİFD, sy. 7-8-9-10 (1995), s. 177-194.

Yakup Çiçek