FAZİLET

الفضيلة

İnsanın iyilik yapmasını ve kötülükten uzak durmasını sağlayan ruhî yetenekler için kullanılan bir ahlâk terimi.

Fazilet kelimesinin türetildiği fazl kelimesi masdar olarak “artmak, fazlalaşmak, üstün olmak”, isim olarak ise “eksikliğin (naks) zıddı, artık, fazlalık, ihsan” gibi mânalara gelir (bk. FAZL). Klasik sözlüklerde fazlın ileri derecesine fazilet dendiği belirtilmiştir (Lisânü’l-ǾArab, “fżl”


md.; Fîrûzâbâdî, el-Ķāmûsü’t-muĥîŧ, “fżl” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “fżl” md.). Râgıb el-İsfahânî, felsefe kültürünün geliştirdiği anlayışın etkisiyle fazilet terimini “insanın başkalarından üstün ve imtiyazlı olmasını sağlayan durum, kişiyi mutluluğa götüren şey” diye tarif etmiş ve bunun zıddına rezîlet denildiğini belirtmiştir (eź-ŹerîǾa, s. 132).

Fazilet kavramının bir terim olarak ahlâk literatüründe sonradan kazandığı kapsamlı mânalar âyet ve hadislerde geçmemekle birlikte birçok âyet ve hadiste çeşitli ahlâkî faziletlere geniş şekilde yer verilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in genelinde adalet, itidal, hoşgörü, doğruluk ve dürüstlük, azim ve sebat, ülfet, kardeşlik ve dostluk, sevgi ve dayanışma, barışçılık, cömertlik, tövbe, tevekkül, kanaatkârlık, itaat ve teslimiyet, hikmet, hayırda yarışma, güler yüzlülük, ölçü ve tartıda dürüst davranma, selamlaşma, ağırbaşlılık, cesaret ve kahramanlık gibi birçok faziletli tutum ve davranış üzerinde durulmuştur. Ayrıca bazı âyetlerde özellikle faziletlerin işlendiği görülür. Meselâ Âl-i İmrân sûresinde (3/133-135) Kur’an’ın temel fazilet olarak ısrarla vurguladığı takvaya sahip olanlardan bahsedilirken bunların başlıca nitelikleri şöyle sıralanır: Bollukta da darlıkta da mallarını Allah için harcarlar, öfkelerine hâkim olurlar, insanları bağışlarlar, kötülükte ısrar etmezler. Bu âyetlerde cömertlik, hilim, affetme ve tövbe erdemlerinin yer aldığı görülür. Bakara sûresinin bir âyetinde (2/177) Kur’an’ın diğer bir temel ahlâk kavramı olan birrin kapsamı içinde iman. ibadet ve hayır severlik konuları yanında ahde vefa, sabır, metanet doğruluk ve takvâ faziletlerine işaret edilir.

Hadis mecmualarında çeşitli faziletlere dair pek çok hadis bulunmaktadır. Özellikle “Kitâbü’l-Edeb” ve “Kitâbü’l-Bir” başlıklı bölümlerin ağırlıklı konuları arasında ana babaya itaat, hısım akrabayı ziyaret (sıla-i rahim), kardeşlik, dostluk, sevgi, dayanışma ve yardımlaşma, insanlarla iyi geçinme, doğru sözlülük, adalet ve ihsan, misafirperverlik, hayâ, vera‘ ve takvâ, tövbe, tevekkül, tevazu, hilim, sabır, şükür gibi ahlâkî faziletler de yer alır. Tahâret, zekât, ticaret, hibe, cihad, zühd, rekāik, istîzan, selâm, imâre gibi konulara dair bölümlerde de bu faziletler hakkında hadisler nakledilmiştir. Ayrıca geçmiş peygamberler, Hz. Muhammed, Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali ile diğer sahâbîlerin ahlâk ve şahsiyetlerinin tanıtıldığı “fezâil” veya “menâkıb” başlığını taşıyan bölümlerde İslâm ahlâkında fazilet sayılan niteliklere dair önemli bilgiler bulunmaktadır. Bunun yanında ameller, vakitler, şahıslar, şehir, ülke ve milletlerin faziletlerine dair müstakil kitaplar da kaleme alınmıştır (bk. FEZÂİL). Daha sonraki dönemlerde yazılan ahlâk, edep, mev‘iza ve hikemiyat türü eserlerde faziletler hakkında bilgi verilirken ilgili âyetler yanında hadis literatüründen de geniş ölçüde faydalanılmıştır.

Felsefî literatürün dışındaki ilk dönemlere ait İslâmî kaynaklarda fazilet kelimesi “ahlâkî erdem” anlamında nâdiren kullanılmıştır. Meselâ İbnü’l-Mukaffa‘ın el-Edebü’l-kebîr’inde bu anlama yakın bir konumda birkaç defa geçmektedir. Bu kaynaklarda ahlâkî faziletleri topluca ifade etmek üzere daha ziyade “mehâsin” ve “mekârim”, reziletler için de “mesâvî” ve “mesâlib” kelimeleri kutlanılmıştır. Ayrıca edep ve âdâbın çok geniş kapsamına faziletler de girmekteydi (bk. EDEP). Câhiz’in el-Meĥâsin ve’l-eżdâd, İbrâhim b. Muhammed el-Beyhakī’nin el-Meĥâsin ve’l-mesâvî, Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī’nin el-Âdâb, Muhammed b. Ca‘fer b. Sehl el-Harâitî’nin Mekârimü’l-aħlâķ ve meǾâlîhâ adlı kitapları bu tür eserlerden bazılarıdır. Geniş anlamda ahlâkî mahiyetteki bu eserlerde genellikle İslâm kültüründe benimsenmiş olan erdemler ve bunların zıtları olan kötülükler bir tasnife tâbi tutulmadan sıralanmış; her bir fazilet veya rezilet hakkında fikrî ve felsefî tahlile girişilmeden âyet ve hadislerle Arap-İslâm büyüklerinin hikemî mahiyetteki sözlerinden alıntılar yapılarak antolojik bilgiler verilmiştir. Meselâ Câhiz’in el-Meĥâsin ve’l-eżdâd’ındaki konulardan çoğu dile hâkim olma, sır saklama, istişare, teşekkür, sıdk, af, sabır, sevgi, dostluk, arkadaşlık, iyimserlik, vefa, cömertlik, yiğitlik, vatan sevgisi, Allah’a güven, nasihat, zühd gibi geleneksel İslâm ahlâkında benimsenmiş olan erdemleri ihtiva etmektedir. Bu tür eserlerde fazilet ve reziletlerin sayısı farklılık arzetmekle birlikte geniş ölçüde konu ve metot benzerliği görülür.

Fazilet kelimesinin özellikle ahlâkî erdemleri ifade eden bir terim olarak kullanılması ve sistematik bir fazilet teorisinin oluşması felsefî kültürle birlikte başlamıştır. İlk İslâm filozofu Kindî, felsefî terimleri açıkladığı Risâle fî ĥudûdi’l-eşyâǿ ve rüsûmihâ adlı eserinde en geniş yeri ayırdığı “el-Fezâilü’l-insâniyye” başlığı altında fazileti “insana has değerli huy” şeklinde tarif etmiştir. Kindî eski filozofların felsefe tariflerini sıralarken felsefenin insanı tam faziletli kılan bir disiplin olduğunu belirtir; diğer bir tarifi açıklarken de tutkuları öldürmeyi faziletin yolu sayar ki bu ifadelerde fazilet, İslâmî literatürde muhtemelen ilk defa Latince virtus (İng. virtue, Fr. Vertu) teriminin karşılığı olan ve yeni Türkçe’de erdem kelimesiyle karşılanan bir ahlâk terimi olarak kullanılmıştır. Kindî insana has gerçek faziletleri nefsin iyi huyları ve bunların ahlâkî kalitesine göre dışa yansıyan adaletli davranışlar şeklinde ikiye ayırmıştır. Ayrıca yine ilk defa Kindî, Eflâtun’dan beri devam eden anlayışa uygun olarak ruha (nefis) ait dört temel faziletten söz etmiş, bunlardan hikmeti düşünme gücünün, yiğitliği galebe gücünün faziletli oluşu saymıştır. İffetin hangi psikolojik yetenekten kaynaklandığını belirtmemişse de bununla ilgili tarifi dikkate alındığında arzu (şehvet) gücünün dengeli oluşunu iffet sayan geleneksel görüşü benimsediği ortaya çıkar. Kindî, Aristo ahlâkından hareketle bu temel faziletlerden her birinin fazlalık (ifrat) ve eksiklik (taksir) şeklindeki iki aşırı ucun ortası olduğunu belirtmektedir. Şu halde her fazilet bir dengedir (itidal) ve ister fazlalık isterse eksiklik şeklinde olsun her aşırılık bir rezilettir. Kindî galebe gücünün dengeli olmasıyla meydana çıkan fazilete yiğitlik (necdet) adını vermişse de sonraki kaynaklarda bu şecaat olarak yaygınlık kazanmıştır; aynı şekilde filozofun itidal dediği dördüncü fazilet daha sonra adalet adıyla anılmıştır. Kindî adaleti, sonraki anlayışa göre ruhun ahlâkî yatkınlıkları veya melekeleri arasındaki uyum yerine bu yatkınlıklardan kaynaklanan fiil ve hareketlerin pratik değeri olarak düşünmüştür ki bu tamamıyla Aristocu bir yaklaşımdır. Nitekim Aristo’da olduğu gibi Kindî’ye göre de fiil ve hareketler bir haksızlık ve zulüm içeriyorsa rezilet halini almış olur. Böylece fazilet gibi rezilet de hem ruhun kötü nitelikleri, hem de bunlardan kaynaklanan haksız fiiller için kullanılmıştır.

Fârâbî, en yüksek mutluluğa ulaşmanın bir aracı saydığı fazileti Kindî’den oldukça farklı bir yaklaşımla ele almıştır. Filozof, Taĥśîlü’s-saǾâde adlı eserinde mutluluğa ulaştıracak meziyetleri nazarî faziletler, fikrî faziletler, ahlâkî faziletler ve pratik maharetler şeklinde


dörde ayırmıştır. Nazarî faziletler, akıl gücünün bilmeye konu olan varlık ve olaylara yöneltilmesi suretiyle kazanılan zihnî gelişme ve bilgi zenginliğidir. Fikrî faziletler düşünme gücünün ferde, topluma, ülkeye en faydalı ve hayırlı olanı arayıp bulması için olanca gücünü sarfetmesiyle kazanılan erdemlerdir. Bu güç yüksek bir gayeye yönelik olarak düşünce üretirse buna fikrî fazilet denir, fakat kötü bir gayeyi gerçekleştirmek için çalışırsa böyle adlandırılamaz. Çünkü bu durumda düşünme faaliyeti artık faziletli olma niteliğini kaybetmiştir (Taĥśîlü’s-saǾâde, s. 68-69). Fârâbî, düşünme gücünün bu şekilde kötüye kullanılmasına filozofların “hubs, hile, mekîde” gibi rezilet ifade eden isimler verdiğini belirtir (Fuśûlü’l-medenî, s. 164). Ahlâkî faziletlere gelince, Fârâbî konuyu ele aldığı Taĥśîlü’s-saǾâde’de bu faziletlerin açık bir tasnifini vermemiştir. Ancak Fuśûlü’l-medenî’de Eflâtun ve Aristo anlayışına uygun bir fazilet tarifi ve tasnifi bulunmaktadır. Buna göre fazilet, “nefsin biri fazlalık, diğeri eksiklik olmak üzere ikisi de rezilet olan iki aşırı eğilimi arasında bulunan orta meleke”dir. Aristo’nun düşündüğü gibi (bk. Ǿİlmü’l-aħlâķ, II, 1) insan tabiatı itibariyle ne faziletli ne de kötü ahlâklıdır. Gerek faziletler gerekse reziletler, bunlara uygun fiillerin uzun süre tekrar edilmesi ve alışkanlık halini almasıyla gerçekleşir (Fârâbî, Fuśûlü’l-medenî, s. 108-109). Şu halde faziletin birinci niteliği iradî oluşudur. Çünkü insanın doğuştan sahip olduğu melekeler fazilet veya kusur sayılamaz (a.e., s. 109-110). Faziletin ikinci niteliği kapsamlı oluşudur. Buna göre yalnız isteyeni için hayırlı olan şeye faydalı denebilirse de faziletli denemez. Fârâbî, “İnsanın başkası için istemediği hiçbir iyilik ahlâkî fazilete dönüşemez” derken Kant’ı hatırlatmaktadır (bk. Taĥśîlü’s-saǾâde, s. 71; krş. Kant, s. 40-41, 96). Faziletin üçüncü niteliği içerdiği hayrın sürekli oluşudur. Buna göre bir ülke, bir millet veya milletler için ortak olan erdemli bir gayeye ulaşmada en verimli ve en uzun ömürlü olan fazilet gerçek fazilettir (Taĥśîlü’s-saǾâde, s. 71). Nazarî, fikrî ve ahlâkî faziletler yanında dördüncü bir meziyet olmak üzere her faaliyet alanının o alanda çalışanlar için gerekli kıldığı pratik maharetleri de kazanmış olan kişi Fârâbî’nin idealindeki erdemli insan, gerçek eğitimci, tam filozof, birinci devlet başkanı, kanun koyucu, melik ve imamdır (a.e., s. 74).

Kindî’nin fazilet ve rezilet anlayışı İbn Sînâ, İbn Miskeveyh ve daha sonraki hemen bütün ahlâkçılar tarafından ana hatlarıyla benimsenmiştir. İbn Sînâ’nın Ǿİlmü’l-aħlâķ adlı küçük risâlesi tamamen faziletler ve reziletlerin tarifi ve tasnifinden ibarettir. Bu eserde de dört temel fazilet ile (hikmet, şecaat, iffet, adalet) bunların iki reziletin ortasını teşkil ettiği anlayışı sürdürülmüştür. Ayrıca tâli derecedeki fazilet ve reziletler hakkında da bilgi verilmiş olup bunların yukarıda sözü edilen antolojik mahiyetteki eserlerde sıralananlarla benzerlik taşıdığı dikkati çekmektedir. İbn Sînâ’nın çağdaşı ve özellikle bir ahlâk düşünürü olarak tanınan İbn Miskeveyh, hem İbn Sînâ’nın yaptığından kısmen farklı bir şekilde hikmet, iffet ve şecaata bağlı faziletlerin, hem de adalet erdeminin altında yirmi kadar tâli faziletin listesini vermiştir (Tehźîbü’l-aħlâķ, s. 40-45). İbn Miskeveyh yaygın kanaatin dışına çıkarak hikmet, iffet, şecaat ve adalet faziletlerinin zıtlarının bulunduğunu belirterek bunları “cehl, şereh, cübn ve cevr” şeklinde sıralamakta, böylece Stoa ahlâkında olduğu gibi faziletlerin ancak zıtlarının bulunabileceğini hatıra getirmekteyse de (a.e., s. 39) faziletleri yeniden ve daha ayrıntılı biçimde ele alarak her fazileti iki reziletin ortası sayan görüşe dönmektedir (a.e., s. 45-48). İbn Miskeveyh bu orta anlayışının doğurduğu bir güçlüğe de işaret etmektedir. Buna göre bütün ahlâkî yatkınlıkların kazanılmasında tam ortayı bulmak oldukça zordur. Zira tam ortanın, diğer bir deyişle tam faziletin bir tek olmasına karşılık bunun her iki yanında sayısız aşırılıklar, şerler ve reziletler bulunmaktadır. Bundan dolayı İbn Miskeveyh, kötülük sebeplerinin iyilik sebeplerinden çok fazla olduğunu belirterek kötülük yapmanın iyilik yapmaktan daha kolay olduğu şeklindeki Aristocu görüşe katılmıştır (a.e., s. 45-46; krş. Aristo, X, 7.4).

İbn Miskeveyh, felsefî metotla işlediği ahlâk görüşlerini yer yer İslâmî naslarla da teyit etmiş, bu tutum sonraki ahlâkçılarca daha da geliştirilmiştir. Nitekim Râgıb el-İsfahânî, dört temel faziletle ifrat ve tefritten ibaret olan reziletler hakkındaki felsefî görüşleri âyet ve hadislere dayanarak İslâmîleştirmeye çalışmış (eź-ŹerîǾa, s. 100-105, 110-112, 142), ayrıca Kur’an ve Sünnet’e dayalı ahlâk geleneğinde fazilet sayılan meleke ve davranışlara da geniş yer vermiş, bunlarla ilgili terimlere orijinal tarif ve açıklamalar getirmiştir (a.e., s. 270-384). Gazzâlî de ismini vermemekle birlikte Râgıb el-İsfahânî’den geniş ölçüde faydalanıp temel faziletlerle ilgili görüşlerini aynı metotla açıklamıştır. Bununla birlikte Gazzâlî, başta Muhâsibî’nin er-RiǾâye li-ĥuķūķıllâh’ı ve Ebû Tâlib el-Mekkî’nin Ķūtü’l-ķulûb’ü olmak üzere tasavvufî kaynaklardan istifade ederek tasavvuf literatüründe “haller” veya “makamlar” denilen faziletlere son şeklini vermiştir. Bu sebeple Gazzâlî’nin fazilet ve reziletlerle ilgili asıl tasnif ve tahlilleri İĥyâǿü Ǿulûmi’d-dîn’in III ve IV. ciltlerinde yer almaktadır.

Daha sonraki dönemlerde telif edilen ahlâk kitaplarında, büyük ölçüde Fârâbî ve İbn Miskeveyh’in felsefî mahiyetteki fazilet ve rezilet anlayışıyla Gazzâlî’nin tasavvuf ağırlıklı anlayışının uzlaştırılmış olduğu görülür. Bu konuda nâdir istisnalardan biri, aynı uzlaştırmacılığı sürdüren Nasîrüddîn-i Tûsî’nin faziletten biri nicelik, diğeri nitelik bakımından olmak üzere iki türlü sapmanın olabileceği yolundaki düşüncesidir. Klasik anlayıştaki ifrat ve tefrit veya fazlalık ve eksiklik nicelik bakımından uzaklaşmadır. Bu anlamdaki rezilet ahlâka uygun değilse de tabiata uygundur (aşırı cinsel arzu gibi). Tûsî’nin “redâet” kelimesiyle ifade ettiği nitelik bakımından sapma ise (erkeğin erkekle cinsel ilişkisi gibi) hem ahlâka hem de tabiata aykırıdır (Aħlâķ-ı Nâśırî, s. 226-228, 233, 239).

Kindî’den itibaren Grek kaynaklı dört temel fazilet fikri yaygınlaşmakla birlikte bu faziletler zaman zaman farklı kavramlarla ifade edilmiştir. En yaygın kavramlar hikmet, şecaat, iffet ve adalettir. Ancak dört temel fazilet meselâ Kindî’de hikmet, necdet, iffet ve itidal; İbn Hazm’da (el-Aħlâķ ve’s-siyer, s. 59) fehm, necdet, cûd ve adalet şeklinde sıralanır. İbn Miskeveyh cûd ve hilmi de temel fazilet saymış olup bunda Kur’an ve Sünnet ahlâkının etkili olduğu açıktır. Onun gibi İbn Hazm da bir yerde (a.e., s. 80) yaygın anlayışa uygun olarak, “Fazilet ifrat ve tefritin ortasıdır” derken başka bir yerde faziletlerin sadece zıtlarından söz etmiş ve bunları cevr, cehl, cübn ve şuh şeklinde sıralamıştır (a.e., s. 59).

Belli başlı ahlâk kitaplarında dört temel fazilet altında ayrıca diğer bazı faziletler sıralanarak bir tasnif yoluna gidilmişse de bu tasniflerde gerek faziletlerin sayısı gerekse adlandırılması konusunda uyumsuzluklar bulunmaktadır.


Bu durum, fazilet ve reziletleri sınırlamanın ve belli kategorilerde toplamanın imkânsızlığından kaynaklanmaktadır. Bazı geç dönem ahlâk müellifleri ise dört temel fazilet anlayışını tamamen terketmişlerdir. Meselâ Hüseyin Vâiz-i Kâşifî’nin Aħlâķ-ı Muĥsinî adlı eserinin tamamına yakın kısmında geleneksel İslâm ahlâkındaki kırk fazilet Celâlzâde Mustafa Çelebi’nin siyaset ahlâkı ağırlıklı Mevâhibü’l-hallâk fî merâtibi’l-ahlâk’ında elli civarında fazilet ile bazı reziletler, Bostanzâde Yahyâ Efendi’nin Mirǿâtü’l-ahlâk’ında ise yirmi dört fazilet incelenmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “fzl” md.; a.mlf., ez-ZerîǾa ilâ mekârimi’ş-şerîǾa, Kahire 1405/1985, s. 100-105, 110-112, 132, 142, 270-384; Lisânü’l-ǾArab, md.; Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsü’l-muhît, “fzl” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “fzl” md.; M. F. Abdülbâki, el-MuǾcem, “fzl” md.; Wensinck, el-MuǾcem, “fzl” md.; Aristotales [Aristo], Ǿİlmü’l-ahlâk (trc. Ahmed Lütfi es-Seyyid), Kahire 1927, II, 1; X, 7.4; İbnü’l-Mukaffa‘, el-Edebü’l-kebîr, Kahire 1331, s. 32, 41, 49, 67, 70; Kindî, Resâǿil, Kahire 1398/1978, s. 122, 127-129; Fârâbî, Tahsîlü’s-saǾâde (nşr. Ca‘fer Âlüyâsîn), Beyrut 1983, s. 68-69, 71, 74; a.mlf., Fusûlü’l-medenî (nşr. D. M. Dunlop), Cambridge 1961, s. 108-110, 164; İbn Miskeveyh, Tehzîbü’l-ahlâk, s. 39, 40-48; İbn Sînâ, TisǾu resâǿil, Kostantiniye 1928, s. 107-110; İbn Hazm, el-Ahlâk ve’s-siyer, Beyrut 1405/1985, s. 59-80; Tûsî, Ahlâk-ı Nâsırî, Leknev 1316, s. 226-228, 233, 239; Hüseyin Vâiz-i Kâşifî, Ahlâk-ı Muhsinî, Tahran 1399; Celâlzâde Mustafa Çelebi, Mevâhibü’l-hallâk fî merâtibi’l-ahlâk, Süleymaniye Ktp., Hamidiye, nr. 706; Bostanzâde Yahyâ, Mir’âtü’l-ahlâk, İÜ Ktp., TY, nr. 3537; I. Kant, Pratik Aklın Eleştirisi (trc. İoanna Kuçuradi v.dğr.), Ankara 1980, s. 40.

Mustafa Çağrıcı