FÂTIMA

فاطمة

Ümmü’l-Haseneyn Fâtıma bint Muhammed ez-Zehrâ (ö. 11/632)

Hz. Peygamber’in, soyunu devam ettiren kızı.

Bi‘setten yaklaşık bir yıl önce (m. 609), İbn Sa‘d ile (eŧ-Ŧabaķāt, VIII, 19) bir kısım tarihçilere göre ise Kureyş’in Kâbe’yi yeniden inşası sırasında (m. 605) Mekke’de doğdu. Bazı kaynaklarda Hz. Âişe’den beş yaş kadar büyük olduğu kaydedildiğine göre (meselâ bk. İbn Hacer, el-İśâbe, VIII, 54) birinci görüş ağırlık kazanmaktadır. Öz kardeşleri Zeyneb ile Rukıyye’den küçük, Ümmü Külsûm’dan büyük olduğu söylenmekteyse de Hz. Peygamber’in en küçük kızı olduğu görüşü daha doğru kabul edilmektedir (İbn Hacer, Tehźîbü’t-Tehźîb, XII, 441; a.mlf., el-İśâbe, VII, 648). Zehebî’nin belirttiğine göre künyesi “babasının annesi, anam” mânasına gelen “Ümmü ebîhâ” idi. Bu künyeyi almasının sebebi, Fâtıma’yı anne sevgisiyle seven Resûlullah’m kendisine bu şekilde hitap etmesi olmalıdır. Lakabı “beyaz, parlak ve aydınlık yüzlü kadın” anlamında Zehrâ olmakla beraber “iffetli ve namuslu kadın” anlamındaki Betûl lakabıyla anıldığı da görülmektedir (Ebû Nuaym, II, 39).

Kaynaklarda Hz. Fâtıma’nın çocukluk ve gençlik yıllarına dair pek az bilgi bulunmaktadır. Bunlardan biri, Kâbe’de namaz kılmakta olan Resûl-i Ekrem’in secdeye vardığı sırada omuzlarına müşrikler tarafından bir devenin döl yatağının atılması üzerine genç Fâtıma’nın koşarak babasının üzerindeki pislikleri temizlemesi ve bunu yapanlara kızıp söylenmesidir (Buhârî, “Vuđûǿ”, 69; Müslim, “Cihâd”, 107-110). Hicretten bir müddet sonra Hz. Fâtıma’nın, yanlarında Hz. Ali ile annesi Fâtıma bint Esed olduğu halde Sevde, kız kardeşi Ümmü Külsûm ve Ebû Bekir’in ailesiyle birlikte Medine’ye hicret ettikleri bilinmektedir.

Fâtıma on beş yaşını tamamladıktan sonra onunla önce Hz. Ebû Bekir, ardından da Hz. Ömer evlenmek istemiş. Resûl-i Ekrem her iki teklife de olumlu cevap vermemiş, bunun ardından Hz. Ali Fâtıma’ya talip olmuş ve bu talebi Resûlullah tarafından kabul edilmiştir (İbn Sa‘d, VIII, 19). O sıralarda fakir bir delikanlı olan Hz. Ali mehir verecek kadar malı bulunmadığından Bedir Gazvesi’nde ganimetten payına düşen zırhı, bazı rivayetlere göre ise devesini ve bir kısım eşyasını satarak 450 dirhem gümüş civarında bir mehir vermiştir. Hz. Fâtıma’nın çeyizi de kadife bir örtü, içine hurma lifi doldurulmuş deri bir yastık, iki el değirmeni ve deriden yapılma iki su kabından ibaretti. Düğünleri Resûlullah’ın Hz. Âişe ile evlenmesinden dört buçuk ay sonra 2. yılın Zilkade (Mayıs 624) veya Zilhicce (Haziran 624) ayında gerçekleşti. Hz. Fâtıma 3. yılın Ramazan ayında (Şubat 625) ilk çocuğu olan Hasan’ı, bir yıl sonra Şaban (Ocak) ayında Hüseyin’i dünyaya getirdi. Daha sonraki yıllarda küçük yaşta ölen Muhassin ile (İbn Kuteybe, s. 211; İbn Hacer, el-İśâbe, VI, 243) Ümmü Külsûm ve Zeyneb doğdu. Evliliklerinin ilk yıllarında Hz. Ali ile Fâtıma arasında küçük çapta bazı anlaşmazlıklar olmuş (Buhârî, “Edeb”, 113, “İstiǿźân”, 40), ancak Resûl-i Ekrem’in aralarını bulması ve Hz. Fâtıma’ya kocasına itaati tavsiye etmesi üzerine kırgınlıklar son bulmuş, Hz. Ali de artık eşini hiçbir şekilde üzmeyeceğini söylemiştir (İbn Hacer, el-İśâbe, VIII, 59).

Uhud Gazvesinde on hanımla birlikte gazilere yiyecek ve su taşıyan Hz. Fâtıma aynı zamanda yaralıları tedavi etti. Bu savaşta Hz. Peygamber’in dişinin kırılması üzerine yüzündeki kanları temizlemeye çalıştı. Kanın dinmediğini görünce bir hasır parçasını yakıp küllerini Resûlullah’ın yüzüne bastırmak suretiyle akan kanı durdurmayı başardı (Müslim, “Cihâd”, 101).

Resûl-i Ekrem Hz. Fâtıma’ya son hastalığı sırasında Kur’ân-ı Kerîm’i Cebrâil ile her yıl bir defa birbirlerine okuduklarını (bk. ARZA), bu sene Cebrâil’in aynı maksatla iki defa geldiğini, bunun ise vefatının yaklaştığına işaret olduğunu söylemesi üzerine Fâtıma ağlamaya başlamış; Hz. Peygamber’in, ailesinden ilk önce kendisine onun kavuşacağını, ayrıca onun mümin kadınların hanımefendisi olduğunu söylemesi üzerine de gülüp sevinmiştir (Buhârî, “Feżâǿilü aśĥâbi’n-nebî”, 12, “İstiǿźân”, 43; Müslim, “Fezâǿilü’ś-śaĥâbe”, 97-99).

Hz. Peygamber’e çok düşkün olan Fâtıma babasının vefatından dolayı çok sarsıldı. Resûl-i Ekrem defnedildikten sonra gördüğü Enes b. Mâlik’e, “Resûlullah’ın üzerine çarçabuk toprak atmaya eliniz nasıl vardı, gönlünüz nasıl razı oldu?” diyerek ağladı ve daha sonra da günlerce gözyaşı döktü.

Hz. Peygamber’in vefatının ardından Fâtıma ile Abbas b. Abdülmuttalib Halife Ebû Bekir’e gelerek Resûlullah’ın mirasından hisselerini istediler. Bu miras Fedek ve Hayber’deki hurmalıklarla Medine’deki bir bahçeden ibaret olup Hz. Peygamber bu arazilerin gelirini amme işlerine, yolcularla misafirlere ve kendi ailesine harcamaktaydı. Halife onlara, Resûlullah’ın peygamberlerin miras bırakmayacağına dair hadisini hatırlatarak onun mirasının söz konusu olamayacağını, fakat ailesinin geçiminin eskiden olduğu gibi yine buraların gelirinden sağlanacağını, kendisinin bu araziyi Hz. Peygamber’in yaptığı şekilde bir mütevelli gibi kullanacağını söyledi. Hz. Âişe ile diğer bazı sahâbîlerin bu hadisi tasdik etmeleri üzerine miras iddiasından vazgeçildi (Buhârî, “Ħumus”, 1, “Feżâǿilü aśĥâbi’n-nebî”, 12, “Meġāzî”, 14, 38, “Nafaķāt”, 3, “İǾtiśâm”, 5; Müslim, “Cihâd”, 51-55). Ancak Hz. Fâtıma halifenin bu tavrına gücenerek vefat edinceye kadar onunla bir daha bu konu üzerinde konuşmadı (Buhârî, “Ferâǿiż”, 3). Bir rivayete göre ise Ebû Bekir, Hz. Fâtıma’yı vefatından bir müddet önce ziyaret ederek gönlünü almıştır (İbn Sa‘d, VIII, 27; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, II, 121).

Hz. Fâtıma, Resûlullah’ın ölümünden beş buçuk ay sonra 3 Ramazan 11 (22 Kasım 632) tarihinde vefat etti. Muhammed el-Bâkır’ın belirttiğine göre Fâtıma’yı Hz. Ali yıkadı (Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, II, 128). Ölümünden sonra vücudunu kimsenin görmemesi için vasiyeti üzerine onu Hz. Ali ile Hz. Ebû Bekir’in


hanımı Esmâ bint Umeys’in yıkadığı da zikredilmektedir (a.g.e., II, 129), Hz. Fâtıma, kadın cenazelerinin erkeklerinki gibi üzerine örtülen bir kefenle sarılmış olarak herkesin gözü önünde bulunmasından rahatsız olduğunu Esmâ bint Umeys’e söylediğinde Esmâ ona Habeşistan’da cenazelerin tabut içinde taşındığını anlatmış, bunun üzerine Fâtıma kendi cenazesinin de böyle taşınmasını vasiyet etmişti. Nitekim onun cenazesi Esmâ bint Umeys’in tarifi üzerine yapılan tabutla taşındı. Cenaze namazını Hz. Abbas veya Hz. Ali kıldırdı. Vasiyeti üzerine geceleyin Hz. Ali, Hz. Abbas ile oğlu Fazl tarafından Cennetü’l-bakī‘a defnedildi.

Resûlullah’ın terbiyesiyle yetişen Hz. Fâtıma onun hem hayâ ve edep gibi özelliklerine, hem de konuşma tarzından (Tirmizî, “Menâķıb”, 60) yürüyüşüne kadar (Müslim, “Feżâǿilü’ś-śaĥâbe”, 98) birçok vasfına sahip oldu. Babasının uygun gördüğü hayat tarzını benimseyerek onun gibi sade yaşadı. El değirmeninde un öğütmekten usanan Fâtıma ile kuyudan su çekip taşımaktan yorulduğunu söyleyen Ali bu hususta Hz. Peygamber’den yardım istemeye karar verdiler. Hz. Fâtıma Medine’ye bir savaş esirinin geldiğini duyunca babasına giderek ondan kendisine ev işlerinde yardım edecek bir hizmetçi talep etti. Resûlullah da esiri, mescidde yatıp kalkan fakir müslümanların (ehl-i Suffe) ihtiyaçlarını karşılamak üzere satacağını, bu sebeple kendisine bir hizmetçi veremeyeceğini, buna karşılık yatağa girdiği vakit otuz üçer defa sübhânallah, elhamdülillah, Allâhüekber demesinin istediği hizmetçiden kendisi için daha hayırlı olacağını söyledi (Buhârî, “Feżâǿilü aśĥâbi’n-nebî”, 9, “Nafaķāt”, 6-7, “DaǾavât”, 11). Bu güzel vasıfları sebebiyle Resûl-i Ekrem Fâtıma’yı görünce sevinir, kendisini ayakta karşılar, elini tutarak yanaklarından öper, ona iltifat edip yanına veya kendi yerine oturturdu. Babası kendi evine gelince Fâtıma da onu aynı şekilde karşılayıp ağırlardı (Müslim, “Feżâǿilü’ś-śaĥâbe”, 98; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 143, 144; Tirmizî, “Menâķıb”, 60). Hz. Peygamber sefere giderken aile fertlerinden en son Fâtıma ile vedalaşır, seferden dönünce de ilk olarak onunla görüşürdü (Ebû Dâvûd, “Tereccül”, 21). Kadınlardan en çok Fâtıma’yı, erkeklerden de Ali’yi sevdiğini söyleyen (Tirmizî, “Menâķıb”, 60) Resûl-i Ekrem, “Fâtıma benim bir parçamdır, onu sevindiren beni sevindirmiş, onu üzen de beni üzmüş olur” (Buhârî, “Feżâǿilü asĥâbi’n-nebî”, 12, 29; Müslim, “Feżâǿilü’ś-śaĥâbe”, 93-94; Hâkim, III, 154) ve, “Bana melek gelerek Fâtıma’nın cennetliklerin hanımefendisi olduğunu müjdeledi” demiş (Hâkim, III, 151), cennetlik kadınların en faziletlilerini saydığı bir başka hadisinde de önce Hz. Hatice ile Fâtıma’nın, sonra da Âsiye ile Meryem’in adlarını söylemiştir (Müsned, I, 293).

Hz. Peygamber’in Fâtıma’ya olan sevgisini gösteren önemli bir olay, Mekke’nin fethinden sonra Hz. Ali’nin Ebû Cehil’in kızı Cüveyriyye ile (İbn Hacer, Fetĥu’l-bârî, VII, 108) evlenmek istemesi veya Ebû Cehil’in yakınlarının kızlarını Hz. Ali ile evlendirmek için Resûl-i Ekrem’in iznini talep etmeleri üzerine onun gösterdiği tepkidir. Bu vesile ile yaptığı konuşmalarda Fâtıma’nın kendisinin bir parçası olduğunu, onun üzülmesini istemediğini, Resûlullah’ın kızı ile Allah düşmanının kızının bir araya gelemeyeceğini, Cenâb-ı Hakk’ın helâl kıldığı bir şeyi haram kılmamakla beraber bu evliliğe izin vermeyeceğini, ancak Ali’nin Fâtıma’yı boşadıktan sonra bir başka kadınla evlenebileceğini söyledi (Buhârî, “Feżâǿilü asĥâbi’n-nebî”, 16, “Nikâĥ”, 109). Resûl-i Ekrem’in bu konudaki hassasiyeti, Hz. Fâtıma’nın itidalini koruyamayacağı düşüncesinden kaynaklanıyordu (Müslim, “Feżâǿilü’ś-śaĥâbe”, 95-96). Diğer taraftan Hz. Peygamber’in konuşmasına başlarken öbür damadı Ebü’l-Âs’ın kendisine verdiği sözde durduğunu belirtmesi, Ebü’l-Âs’a Zeyneb’in üzerine bir başka kadınla evlenmemeyi şart koştuğunu hatıra getirmekte, aynı şekilde Hz. Ali’den de böyle bir söz aldığını, fakat Ali’nin bunu unutmuş olabileceğini düşündürmektedir. Bu olaydan sonra Hz. Ali Fâtıma’nın vefatına kadar bir başka kadınla evlenmediği gibi câriye de edinmemiştir. Resûl-i Ekrem’in her fırsatta onların evine gelerek ikisinin arasına oturması, hem kızına hem de damadına beslediği derin sevgiyi ifade etmesi onları birbirine bağlamış, hatta zaman zaman her biri Resûlullah’ın kendisini daha çok sevdiğini ileri sürerek onun gönlündeki müstesna yerlerinden emin olduklarını göstermişlerdir. Fâtıma da fırsat buldukça babasının yanına gider, ona hizmet etmekten zevk duyardı. Mekke’nin fethedildiği yıl Resûlullah evinde yıkanırken Fâtıma’nın onu bir perde ile setretmeye çalışması (Buhârî, “Ġusül”, 21, “Śalât”, 4) onların bu yakınlığının derecesini göstermektedir. Resûl-i Ekrem, Hz. Fâtıma ile Hz. Ali’yi ve çocukları Hasan ile Hüseyin’i abasının altına alarak, “Allahım! Bunlar benim Ehl-i beytimdir; onları kötülüklerden koru ve kendilerini tertemiz kıl” diye dua etmiştir. Hz. Fâtıma ile ilgili önemli hususlardan biri de Resûlullah’ın neslinin onun çocukları vasıtasıyla devam etmiş olmasıdır.

Hz. Fâtıma’dan on sekiz hadis rivayet edilmiş olup tamamı Kütüb-i Sitte’de yer almakta, bunlardan ikisi hem Śaĥîĥ-i Buħârî hem de Śaĥîĥ-i Müslim’de bulunmaktadır. Kendisinden Hz. Ali, Hz. Hasan ile Hüseyin, Hz. Âişe, Ümmü Seleme, Hz. Peygamber’in hizmetkârı Ümmü Râfi‘in karısı Selmâ, Enes b. Mâlik ve başkaları rivayette bulunmuşlardır. Ayrıca Hz. Hüseyin’in kızı Fâtıma’nın ve daha başka râvilerin ondan mürsel rivayetleri vardır.

Kaynaklarda Hz. Fâtıma’ya nisbet edilen bazı şiirler ve beyitler bulunmakta (meselâ bk. İbn Seyyidünnâs, s. 358; Ali Fehmi Câbic, s. 126, 128), bunları Hz. Peygamber’in vefatından sonra söylediği belirtilmektedir. Zehebî, Fâtıma’nın Resûlullah’ın vefatı dolayısıyla söylediği ileri sürülen, “Başıma gündüzü geceye çevirecek büyük musibetler geldi” şeklindeki beytin ona ait olmadığını kaydetmektedir (AǾlâmü’n-nübelâǿ, II, 134). Fâtımîler, Hz. Fâtıma’nın soyundan geldiklerini iddia ederek kurdukları hânedana ona izâfeten bu adı vermişlerdir.

Şiî Kaynaklarına Göre Fâtıma. Şiî kaynakları, Hz. Fâtıma’nın bi‘setin 2 veya 5. yılında doğduğunu iddia ederler. Hatta Hz. Hatice’nin Fâtıma’ya isrâ ve mi‘rac hadisesinden sonra hamile kaldığını ileri süren kaynaklar da vardır. Bu tür


rivayetlerde, Hz. Peygamber’in mi‘racda bulunduğu sırada kendisine ikram edilen cennet meyvesinden yediği, Fâtıma’nın bu meyveden hâsıl olduğu, Resûl-i Ekrem’in o meyvenin kokusunu özledikçe Fâtıma’yı öptüğü kaydedilir. Hz. Fâtıma’nın mi‘rac olayından çok önce doğmuş olması bu tür rivayetlerin tutarsızlığını ortaya koymaktadır (bu rivayet ve tenkidi için bk. Kandemir, s. 185-186). Yine aynı nitelikteki rivayetlerde Fâtıma’ya hamile olduğu sırada annesinin onunla konuştuğu, doğacağı esnada Sâre, Âsiye, Meryem ve Şuayb peygamberin kızı Safûrâ’nın yardıma geldiği, doğar doğmaz kelime-i şehâdet getirerek babasının kim olduğunu, kocasının kim olacağını söylediği ve oradakilere adlarıyla hitap ettiği, doğumuyla birlikte olağan üstü hadiselerin meydana geldiği anlatılmakta, daha sonra da Cebrâil’in Resûl-i Ekrem’e gelerek Fâtıma’nın Hz. Ali ile evlenmesini Allah’ın münasip gördüğünü, eğer Ali olmasaydı yeryüzünde ona bir denk bulunamayacağını haber verdiği iddia edilmekte ve bu düğünün gök ehli tarafından da kutlandığı abartılı ifadelerle anlatılmaktadır (Muhammed b. Cerîr b. Rüstem et-Taberî, s 12-13; İbn Şehrâşûb, III, 340, 346; Meclisî, XLIII, 2-4, 92-93; Muhammed Kâzım el-Kazvînî, s. 60-64). L. Veccia Vaglieri, Hz. Fâtıma’nın dünya ve âhiret hayatına dair Şiîler tarafından nakledilen menkıbevî haberlerin geniş bir özetini vermektedir (EI2 [Fr.], II, 865-868).

Şiî kaynaklarında Hz. Fâtıma hakkındaki abartılı bilgilerden biri de onun isimleriyle ilgilidir. Sünnî kaynaklarında Fâtıma’nın sadece Zehra, bazan da Betûl lakabından söz edildiği halde Şiî kaynaklarında çeşitli âyetlerle zoraki bir ilgi kurularak onun ayrıca Sıddîka, Mübâreke, Tâhire, Zekiyye, kendisine ilham gelen ve meleklerle konuşan anlamında Muhaddese, hayız ve nifas sıkıntısı çekmeyen anlamında Betûl, bakire anlamında Azrâ gibi isimleri olduğu iddia edilmekte, hatta, “Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak rabbine dön” (el-Fecr 89/27-28) meâlindeki âyette “râziye” ve “marziyye” kelimeleriyle onun kastedildiği ileri sürülmektedir (İbn Şehrâşûb, III, 357-358; Muhammed Kâzım el-Kazvînî, s. 79-140).

Hilâfetin Hz. Ali ile onun soyuna ait olduğu iddiasının önemli dayanaklarından biri, kocası Ali ile soylarından gelen on bir imam gibi Hz. Fâtıma’nın da günahlardan korunmuş olduğu görüşüdür (bk. ÇÂRDEH MA‘SÛM-i PÂK). Ehl-i sünnet âlimleri, Resûl-i Ekrem’in Hz. Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’i abasının altına alarak, “Ey Ehl-i beyt! Allah sizden sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor” (el-Ahzâb 33/33) meâlindeki âyeti okuduğunu kabul etmekle beraber (Müslim, “Feżâǿilü’ś-śaĥâbe”, 61) bundan onların masumiyetinin anlaşılamayacağını, böyle yapmakla Hz. Peygamber’in onları Allah’ın emirlerine uymaya çağırdığını, ayrıca ismet sıfatının sadece peygamberlere mahsus olması sebebiyle onların masum sayılamayacağını belirtirler (bk. ÂL-i ABÂ; EHL-i BEYT).

Şiî kaynaklarında, Hz. Fâtıma’nın mevcut Kur’an’dan tamamen farklı ve onun üç misli büyüklüğünde bir mushafa sahip olduğu belirtilmektedir. İddiaya göre bu mushaf, Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra Hz. Fâtıma’nın yaşadığı zaman zarfında Cebrâil’in onu teselli maksadıyla söylediği sözlerin Hz. Ali tarafından kaydedilmesiyle meydana gelmiştir. Bu mushafın içinde şer’î hükümlerin -özellikle cezaların- ayrıntılı bir şekilde bulunduğu, kıyamete kadar gelecek bütün idarecilerin adlarının ve meydana gelecek olayların kaydedildiği söylenmektedir. Mutedil Şiî âlimleri ise Fâtıma mushafını kabul etmekle beraber bu mushafın bir Kur’an olmadığını ve eldeki Kur’an’da noksanlık bulunmadığını belirtirler. Bundan başka Hz. Fâtıma’nın elinde bulunan, kendisiyle Hz. Ali’nin ve daha sonra gelecek vasîlerin adlarının yer aldığı bir sayfadan da söz edilmektedir (Küleynî, I, 239-242; Muhammed b. Cerîr b. Rüstem et-Taberî, s. 29-30; Şeyh Müfîd, s. 210; Muhammed Kâzım el-Kazvînî, s. 125-129).

Fedek arazisinin Resûl-i Ekrem’in şahsî mülkü olduğunu, Ebû Bekir’in bu araziyi Fâtıma’ya vermemekle ona haksızlık ettiğini ileri süren Şiîler, peygamberlerin miras bırakmayacağına dair rivayetin Süleyman’ın Dâvûd’a mirasçı olduğunu belirten Kur’an âyetine (en-Neml 27/16) ters düştüğünü iddia ederler. Halbuki bu âyette sözü edilen mirasın mal mülk değil peygamberlik olduğu, bazı âyetlerde miras kelimesinin ilim ve hikmet için kullanıldığı bilinmektedir. Öte yandan geride birçok çocuk bırakmış olan Dâvûd’a sadece Süleyman’ın mirasçı olduğu düşüncesinin ilâhî hikmete uygun düşmeyeceği açıktır. Ayrıca Hz. Ali’nin de halife olduktan sonra Fedek arazisini Hz. Ebû Bekir gibi kullanması, Resûlullah’ın ilk halifesinin isabetli hüküm verdiğini göstermeye yeterlidir (geniş bilgi için bk. FEDEK).

Hz. Fâtıma’yı alet etmek suretiyle Hz. Ömer’i karalamak için uydurulan ve güvenilir hiçbir kaynakta görülmeyen bir iddiaya göre Fâtıma ve kocası Ebû Bekir’e biat etmeyip evlerine çekilince Ömer onları biat etmedikleri takdirde evlerini yakmakla tehdit etmiş, hatta evlerini basıp kapıyı kırmış, içeri girdiği sırada kapı ile duvar arasına sıkışan Fâtıma’nın kaburgaları kırılmış ve bu sırada çocuğu Muhassin’i düşürmüştür (Meclisî, XLIII, 197-199; İbrâhim Emini, s. 204-210). Seyyid Mukarrib Ali en-Nekavî el-Hüseynî tarafından en-Nârü’l-ĥâŧıma li-kāśıdi iĥrâkı beyti Fâŧıma (Hindistan 1281) adıyla bir kitap yazılmasına sebep olan bu iddia, muhtemelen Hz. Ömer’in hilâfet konusunda Hz. Fâtıma’yı ikaz etme hadisesinin tahrif edilmesinden kaynaklanmıştır. Rivayete göre, Ebû Bekir’in hilâfetine henüz gönülleri yatmamış olan Hz. Ali ve Zübeyr’in Fâtıma ile bu konuyu birkaç defa görüştüklerini haber alan Hz. Ömer, çıkabilecek bir fitneyi önlemek maksadıyla Hz. Fâtıma’yı ziyaret etmiş ve ona dünyada en çok Resûlullah’ı, sonra da onun kızını sevdiğini söylemiş, ancak bu sevginin “hilâfet konusunu karıştırıp duran” kimselerin onun evinde toplanması halinde bu evi onlar içeride iken yakmasına engel olmayacağını belirtmiş, Hz. Fâtıma da onlara Ömer’in bu sözünü naklederek artık bir daha hilâfet meselesini kendisine getirmemelerini istemiştir (İbn Ebû Şeybe, VII, 432).

Bazı Şiî kaynaklarında Hz. Fâtıma’nın faziletleri hakkında pek aşırı ifadelerin kullanıldığı görülmekte, Ehl-i beyte dahil diğer dört kişi gibi onun da nurdan yaratıldığı, kıyamete kadar olmuş ve olacak her şeyi bildiği, soyundan imamlar ve vasîler geleceğini Cenâb-ı Hakk’ın ona bildirdiği, hatta Hz. Ali ile evlenmesini mi‘racda Allah Teâlâ’nın kararlaştırdığı ve onun tarafını tutanların cehennem azabından kurtulacağı ileri sürülmektedir (Muhammed Kâzım el-Kazvînî, s. 179; İbrâhim Emînî, s. 133-135).

Şiîler’in, Hz. Fâtıma ile Ehl-i beyt’in mevkiini ve üstünlüğünü belirtirken üzerinde önemle durdukları hususlardan biri de mübâhele olayıdır. 10 (631-32) yılında Medine’ye gelen Necran hıristiyanlarının Hz. Îsâ’nın ilâhlığı konusunda ısrar etmeleri üzerine nâzil olan Âl-i İmrân sûresindeki âyetlerden birinde ifade edildiği


gibi (âyet 61), her iki tarafın başta kendileri olmak üzere çocuklarını ve kadınlarını çağırarak Allah’tan yalancılara lânet etmesini istemelerinden ibaret olan bu olayda Şiîler, Hz. Peygamber’in arkasına Fâtıma’yı (bazı rivayetlere göre onun arkasına da Ali’yi), yanına Hasan ve Hüseyin’i alarak Necranlılar’ın karşısına çıktığını ve böylece Kur’an’daki “kadınlarımız” ifadesiyle sadece Hz. Fâtıma’nın kastedildiğini ileri sürerek onun mâsumiyeti ve yüceliği etrafındaki iddialarını güçlendirmek istemişlerdir. Mübâhele olayından bahseden bazı Sünnî kaynaklarında Hz. Fâtıma’dan söz edilmezken (İbn Sa‘d, I, 357-358; Hâkim, II, 593-594) bir kısmında Hz. Fâtıma’nın da orada bulunduğu kaydedilmektedir (Belâzürî, s 75; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 293; İbn Kesîr, II, 43-44). Kasım Kufralı İslâm Ansiklopedisi’ne yazdığı Fâtıma maddesinde (IV, 520) mübâhele olayında Hz. Fâtıma’nın da hazır bulunduğu hususunu bütün müslümanlar kabul ediyormuş gibi göstermekte ve iddiasına kaynak olarak Hâzin ve Beyzâvî tefsirlerini vermektedir. Halbuki Hâzin, olayı rivayetin zayıflığını gösteren bir ifade ile nakletmekte, Beyzâvî ise mübâhele konusunda herhangi bir bilgi vermemektedir. Louis Massignon, La Mubāhala de Medine et l’Hyperdulie de Fatıma (Melun 1944; Paris 1955) adıyla yaptığı küçük çaplı çalışmasında ve “La notion du voeu et la dévotion musulman à Fâtıma” (bk. bibl.) adlı makalesinde bu olayı ve bazı dinî grupların Hz. Fâtıma hakkındaki aşırılıklarını ele almaktadır.

Literatür. Hz. Fâtıma’nın hayatına dair çoğu Şiîler tarafından olmak üzere pek çok eser kaleme alınmıştır. Delâǿilü’l-imâme (Beyrut 1408/1988) adlı kitabında Hz. Fâtıma ile ilgili pek çok uydurma habere yer veren (s. 12-58) Râfizî müellifi Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr b. Rüstem et-Taberî’nin yaptığı gibi bu eserlerde zayıf veya asılsız rivayetlere geniş bölümler ayrılmıştır. Seyyid Muhammed Murtazâ el-Hüseynî el-Cevnfûrî’nin Küĥlü’n-nažırın fî tafđîli’z-Zehrâǿ Ǿale’l-enbiyâǿ ve’l-mürseîîn (bs. yeri yok, 1302) adlı eserinin aşırılığı isminden bile anlaşılmaktadır. Hz. Fâtıma ile ilgili başlıca kitaplar şunlardır: A) Arapça Eserler. Muhammed el-Bâkır (ö 117/735), Tezvîcü Fâŧıma binti’r-Resûl (nşr. Selâhaddin el-Müneccid, Beyrut 1963); Muhammed b. Hârûn er-Rûyânî, Cüzǿ fîhi tezvîcü Fâŧıma bint Resûlillâh bi-ǾAli b. Ebî Ŧâlib Ǿaleyhime’s-selâm (nşr. Selâhaddin el-Müneccid, Beyrut, ts.); İbn Şâhîn, Fezâǿilü Fâŧımati’z-Zehrâǿ (nşr. Muhammed Saîd et-Turayhî, Beyrut 1405/1985); Süyûtî, eŝ-Ŝüġūrul-bâsime fî feżâǿili’s-seyyide Fâŧıma Ǿaleyhe’s-selâm (nşr. Muhammed Saîd et-Turayhî, Beyrut 1988; nşr. Mecdî Fethi es-Seyyid, Tanta, ts.; eŝ-Ŝüġūrü’l-bâsime fî menâķıbi Fâŧıma); a.mlf., Müsnedü Fâŧımati’z-Zehrâǿ; Muhammed Abdürraûf el-Münâvî, İtĥâfü’s-sâǿil bimâ li-Fâŧımate mine’l-menâkıb: Seyyidetü nisâǿi ehli’l-cenne Fâŧımatü’z-Zehrâǿ (Bulak 1987); Muhammed Bakır el-Meclisî, Târîħu seyyideti nisâǿi’l-Ǿâlemîn ve beđǾatü seyyidi’l-mürselîn (Beyrut 1404/1983; Biĥâru’l-envâr külliyatının XLIII. cildi olan bu eserin baştan 236 sayfası Hz. Fâtıma ile ilgilidir); Abdullah b. İbrâhim el-Mîrganî, ed-Dürretü’l-yetime fî baǾżı feżâǿili’s-seyyideti’l-Ǿažîme (nşr. Muhammed Saîd et-Turayhî, Beyrut 1405/1984-85); Abdülhüseyin b. Şerefüddin el-Mûsevî, el-Kelimetü’l-ġarrâǿ fî tafđîli’z-Zehrâǿ (Sayda 1347; Necef 1967; eserde bazı âyetlere dayanılarak Hz. Fâtıma’nın faziletleri anlatılmaktadır); Ömer Ebü’n-Nasr, Fâtıma bint Muhammed (s.a.) (Beyrut 1353/1935; Kahire 1947); Ma‘rûf b. Muhammed el-Arnâvûd, Fâŧımatü’l-Betûl (Dımaşk 1942); Abbas Mahmûd el-Akkād, Fâŧımatü’z-Zehrâǿ ve’l-Fâŧımiyyûn (Kahire 1953); Muhammed Kâzım el-Kifâî, ez-Zehrâǿ fi’s-sünne ve’t-târîħ ve’l-edeb (I-II, Necef 1369-1371); Tevfîk Ebû Alem, Fâŧımatü’z-Zehrâǿ (Kahire 1972, 1986); Abdüssamed et-Türkî, Fî beyti Fâŧıma (Küveyt 1973); Seyyid Tâlib Horasan, el-Lüǿlüǿü’l-beyżâǿ fî fezâǿili Fâŧımati’z-Zehrâǿ (Kum 1411; Hz. Fâtıma’nın faziletiyle ilgili çoğu zayıf olan kırk hadisi ihtiva etmektedir) Abdürrezzâk Mükerrem, Vefâtü’ś-Śıddîķati’z-Zehrâǿ (Beyrut 1983); Muhammed Kâzım el-Kazvînî, Fâŧımatü’z-Zehrâǿ Ǿaleyhe’s-selâm mine’l-mehd ile’l-laĥd (Beyrut 1404/1984, 5. bs.; daha çok Şiî kaynaklarından alınan asılsız pek çok haberi ihtiva etmektedir); Nezîh Kumeyha, Şerĥu Ħuŧbeti Fâŧımatü’z-Zehrâǿ (Beyrut 1984); Abdülfettâh Abdülmaksûd, Fâŧımatü’z-Zehrâǿ (I-II, Beyrut 1986); Şerîf Seyyid el-Âmilî, Fâŧımatü’z-Zehrâǿ: el-Meŝelü’l-aǾlâ li’l-merǿeti’l-müslime (Beyrut 1409/1988); Muhammed Beyyûmî Mehrân, es-Seyyide Fâŧımatü’z-Zehrâǿ (Beyrut 1990); Ahmed er-Rahmânî el-Hemedânî, Fâŧımatü’z-Zehrâǿ: Behcetü ķalbi’l-Muśŧafâ (Beyrut 1410/1990); Sâdık b. Mehdî el-Hüseynî eş-Şîrâzî, Fâŧımatü’z-Zehrâǿ fi’l-Ķurǿân (Beyrut 1991).

B) Farsça Eserler. Bâkır b. İsmâil b. Abdülazîm, el-Ħaśâǿiśü’l-Fâŧımiyye (Tahran 1318); Hüseyin İmadzâde-i İsfahânî, Fâŧımatü’z-Zehrâǿ (Tahran 1336); Abdülhüseyin el-Mü’minî, Zindegânî-yi Ĥażret-i Fâŧıma-i Zehrâǿ Ǿaleyhe’s-selâm (Tahran 1350 hş.); Ali Şerîatî, Fâŧıma Fâŧıma est (Tahran 1350/1971); Seyyid Ca‘fer eş-Şehîdî, Zindegânî-yi Fâŧıma-i Zehrâǿ Ǿaleyhe’s-selâm (1365 hş./1986, 7. bs.; a.mlf., Fâŧıma Duħter-i Muĥammed, Tahran 1341); Seyyid Hüseyin el-Vâizî es-Sebzevârî, Fâŧımiyyât (Meşhed 1351 hş.; Hz. Fâtıma’nın büyüklüğüne dair çeşitli mevzun sözleri ihtiva eder); Celâleddin Riyâsetî, Fâŧıma (Şîraz 1351); Muhammed Rızâ Nusayrî, Fâŧıma (Tahran, ts); Nasîrüddin Mîr Sâdıkī Tahrânî, Fâŧıma (Tahran 1347); Şeyh Muhammed Vâsıf, Fâŧıma-i Zehrâǿ ez-Nažar-ı Rivâyât-ı Ehl-i Sünnet (Kum 1351); Ali Kerbelâî, Fâŧıma, Feżâǿîl ve Muśîbet-i Fâŧıma-i Zehrâǿ (Tahran 1351) (diğer Farsça eserler için bk. Abdülcebbâr er-Rifâî, s. 57-104).

C) Türkçe Eserler. Fâtıma Şâdiye, Kerîme-i Muhtereme-i Hazret-i Fahr-i Âlem Seyyidetü nisâi’l-âlemin Hazret-i Fâtımatü’z-Zehrâ el-Betûl (İstanbul 1321; Hanımlara Mahsus Gazete’nin


müdîresinin yazdığı bu küçük risâle, devrin teknik imkânlarına göre en mükemmel şekilde iki renkli basılmış ve gazete ile birlikte yayımlanmıştır); Hacı Cemal Öğüt, Fâtımatü’z-Zehrâ (İstanbul 1359/1940; Hz. Fâtıma’dan bahseden her nevi eserden derlenen bilgilerin yer aldığı kitap devrin âlimlerinin takrizleriyle beraber yayımlanmıştır); Yakup Kenan Necefzâde, Fâtıma Anamız (İstanbul 1968); Mustafa Necati Bursalı, Hz. Fâtıma-i Zehrâ (İstanbul 1982); İbrâhim Emini, Örnek İslam Kadını Hz. Fâtıma (a.s.) (trc. Fahrettin Altan - Seyyid Seccad Huseyni, Kum 1412/1992; Hz. Fâtıma konusunda hem Ehl-i sünnet’in hem de Şîa’nın ifrat ve tefrite düştüğünü söyleyen müellif Fâtıma hakkındaki Şiî görüşünü yansıtmaktadır).

Abdülcebbâr er-Rifâî, “MuǾcemü mâ kütibe Ǿan Fâŧımati’z-Zehrâǿ” adlı makalesinde (bk. bibl.) Hz. Fâtıma hakkında çoğu Şiîler tarafından yapılan 250’den fazla Arapça, Farsça ve Urduca çalışmayı tesbit etmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Wensinck, el-MuǾcem, VIII, 219-220, 241; a.mlf., Miftâhu künûzi’s-sünne, Beyrut 1403/1983, s. 378-379; Müsned, I, 93, 98, 104, 108, 118, 293; VI, 282-283; Buhârî, “Vudûǿ”, 69, “Ğusül”, 21, “Salât”, 4, “Hibe”, 27, “Fezâǿilü ashâbi’n-nebî”, 9, 12, 16, 29, “Humus”, 1, “Meğâzî”, 14, 38, 83, “Nikâh”, 109, “Nafakât”, 3, 6-7, “Edeb”, 113, “İstiǿzân”, 40, 43, “DaǾavât”, 11, “Ferâǿiz”, 3, “İǾtisâm”, 5; Müslim, “Cihad”, 51-55, 101, 107-110, “Fezâǿilu’s-sahâbe”, 61, 93-99; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 143, 144, “Tereccül”, 21; Tirmizî, “Siyer”, 44, “Menâkıb”, 60; Vâkıdî, el-Meğazî, I, 249-250, ayrıca bk. İndeks; İbn Sa‘d, et-Tabakât, I, 357-358; VIII, 19-30; İbn Şebbe, Târîhu’l-Medineti’l-münevvere, s. 105-110, 196-202; İbn Ebû Şeybe, el-Musannef (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), Beyrut 1409/1989, VII, 432; İbn Kuteybe (Ukkaşe), s. 142-143, 158, 210, 211; Belâzürî, Fütûh (Rıdvan), s. 75; Muhammed b. Cerîr b. Rüstem et-Taberî, Delâǿilü’l-imâme, Beyrut 1408/1988, s. 5-58; Taberî, Târih, II, 410, 486, 533, 537; III, 207-208, 240, ayrıca bk. İndeks; Dûlâbî, ez-Zürriyyetü’t-tâhire (nşr. Seyyid M. Cevâd el-Huseyni el-Celâlî), Beyrut 1408/1988, s. 89-98, 149; Küleynî, el-Usûl mine’l-Kâfî, I, 238-242; Hâkim, el-Müstedrek, II, 593-594; III, 151-163; Şeyh Müfîd, el-İhtisâs, Beyrut 1402/1982, s. 210-212; Ebû Nuaym, Hilye, II, 39-43; İbn Abdülber, el-İstîǾâb, IV, 373-381; İbn Şehrâşûb, Menâkıbü âli Ebî Tâlib, Beyrut 1405/1985, III, 318-366; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, VII, 220-226; a.mlf., el-Kâmil, II, 293; Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl (MecmuǾa mine’t-tefâsîr içinde), Beyrut 1314, I, 510-511; Hâzin, Lübâbü’t-teǿvîl (MecmûǾa mine’t-tefâsîr içinde), Beyrut 1314, I, 510-511; İbn Seyyidünnâs, Minehu’l-midah (nşr. İffet Visâl Hamza), Dımaşk 1407/1987, s. 355-358; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Kurǿân, II, 43-44; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, II, 118-134; a.mlf., Târîhu’l-İslâm: ǾAhdü’l-hulefâǿi’r-râşidîn, s. 21-27, 43-48; Heysemî, MecmeǾu’z-zevâǿid, IX, 201-212; İbn Hacer, el-İsâbe (Bicâvî), VI, 243; VII, 648; VIII, 53-60; a.mlf., Tehzîbü’t-Tehzîb, XII, 440-442; a.mlf., Fethu’l-bârî, VII, 107-108; Semhûdî, Vefâǿu’l-vefâǿ, I, 330-334; Hazrecî, Hulâsatü Tezhîb, s. 494; Muttaki el-Hindî, Kenzü’l-Ǿummâl, XIII, 674-687; Şâmî, Sübülü’l-hüdâǿ ve’r-reşâd fî sîreti hayri’l-Ǿibâd, Kahire 1411/1990, VI, 640-650; Şevkânî, Derru’s-sehâbe, s. 273-279, 603; Mir’atü’l-Haremeyn, II, 466-467, 976-979; Ali Fehmi Câbic, Hüsnü’s-sıhâbe fî şerhi eşǾâri’s-sahâbe, İstanbul 1324, s. 125-128; Hacı [Mehmet] Cemal Öğüt, Fâtımatü’z-Zehrâ, İstanbul 1359/1940; L. Massignon, La Mubâhala de Medine et l’Hyperdulie de Fâtıma, Paris 1955; a.mlf., “La notion du voeu et la dévotion musulman â Fâtıma”, Studi Orientalistici in inore di Giorgio levi Della Vida, Roma 1956, II, 102-126; Abdülhüseyin b. Şerefeddin el-Mûsevî, el-Kelimetü’l-ğarrâǿ fî tafdîli’z-Zehrâǿ, Necef, ts. (Dârü’n-Nu‘mân), Sââtî, el-Fethu’r-rabbânî, XXII, 92-97; Murtazâ el-Hüseynî el-Fîrûzâbâdî, Fezâǿilü’l-hamse mine’s-sıhâhi’s-sitte, Beyrut 1402/1982, s. 150-204; Meclisî, Bihârü’l-envâr, Beyrut 1403/1983, XLIII, 2-236; AǾyânü’ş-ŞîǾa, I, 306-323; M. Kâzım el-Kazvînî, Fâtımatü’z-Zehrâǿ Ǿaleyhe’s-selâm mine’l-mehd ile’l-lahd, Beyrut 1404/1984, s. 60-64, 79-140, 179; Hâirî, Terâcimü aǾlâmi’n-nisâǿ, Beyrut 1407/1987, II, 301-338; M. Yaşar Kandemir, Mevzû Hadisler, Ankara 1991, s. 185-186; M. Tâhir Âl-i Şübbeyr el-Hâkânî, Şerhu Hutbeti’s-Sıddika Fâtımâtü’z-Zehrâǿ, Kum 1412; İbrâhim Emini, Örnek İslam Kadını Hz. Fâtıma (a.s.) (trc. Fahrettin Altan - Seyyid Seccad Hüseyni), Kum 1412/1992; Jane Dammen McAuliffe, “Chosen ol All Women; Mary and Fâtıma in Qur’ânic Exegesis”, Islamochristiana, VII, Roma 1981, s. 19-28; Abdülcebbâr er-Rifâî, “MuǾcemü mâ kütibe Ǿan Fâtımati’z-Zehrâǿ“, Türâsünâ, IV/14, Kum 1409, s. 57-104; Kasım Kufralı, “Fâtıma”, İA, IV, 518-521; L. Veccia Vaglieri, “Fâtıma”, EI² (Fr.), II, 861-870.

M. Yaşar Kandemir




Edebiyat. Hz. Peygamber’in neslini devam ettirmesi, onun en sevdiği kızı ve Ehl-i beyt’in beş rüknünden biri olması dolayısıyla Hz. Fâtıma’nın Resûl-i Ekrem’in hayatında önemli bir yeri vardır. Bu sebeple Hz. Peygamber ve Ehl-i beyt’inden bahseden birçok manzum ve mensur eserde Fâtıma’nın adı ve vasıfları sık sık anıldığı gibi az sayıda da olsa onun bazı edebî eserlere konu teşkil ettiği de görülmektedir. Hz. Fâtıma’dan bahseden eserleri Türk edebiyatının klasik metinleriyle tekke ve halk edebiyatına ait parçalar, folklorik ürünler ve Türk halk inançlarında yer alanlar olmak üzere gruplandırmak mümkündür. Bu eserlerde Fâtıma eşine, evine ve çocuklarına bağlı, onlara hizmet eden, becerikli, sabırlı, güzel ahlâklı örnek bir müslüman hanımı olarak tasvir edilir. Bu tür metinlerde isminin Türk halk ağzında aldığı Fatma veya Fadime şekilleri yanında Fatma Ana, ayrıca beyaz tenli olması sebebiyle Zehra (Fâtımatü’z-Zehrâ), iffetli oluşundan dolayı Betûl, bir hadiste cennetteki en faziletli dört kadından biri diye tanıtıldığı için “cennet hatunu”, kıyamette kendisinden şefaat beklendiği için de “kıyamet hatunu” ve “seyyidetü’n-nisâ” unvanlarıyla anılmaktadır.

Hz. Fâtıma, Resûl-i Ekrem’in hayatını anlatan manzum ve mensur siyerlerde onun daima en yakınında bulunan, özellikle kız çocuklarına değer vermeyen Arap toplumunda bu kötü âdetin ortadan kaldırılmasını sağlayan değeri dolayısıyla en sevgili çocuğu olarak anılmıştır.

Başta Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-necât’ı olmak üzere birçok mevlid metninde, bilhassa vefat bahri içinde Hz. Fâtıma’dan bahsedildiği görülmektedir. Bu bölümlerde daha çok Resûlullah’ın hastalanması, vefat edeceğini bildirmesi, Azrâil’in onun ruhunu kabzetmeye geldiğinde Fâtıma’nın onu karşılaması, vefatından sonra üzüntüsünü bir ağıt halinde dile getirmesi söz konusu edilmektedir (Vesîletü’n-necât-Mevlid, s. 136, 138, 190, 194). Ayrıca mevlidlerin genellikle matbû nüshalarında vefat bahrinin sonunda “Vefâtü Fâtımate’z-Zehrâ radiyallāhü anhâ” veya “Ahvâl-i Fâtıma” başlıklı müstakil bir bölüm yer almaktadır (meselâ bk. Hikâye-i Mevlîdü’n-nebî, s. 24-27; Mevlid-i Şerîf, vr. 117a-121b). Burada Hz. Fâtıma’nın babasının hastalığı ardından ağlayıp sızladığı, yemekten ve içmekten kesildiği, sonunda Hz. Peygamber’in Fâtıma’yı yanına çağırtıp kendisine ilk kavuşacak yakınının o olduğu müjdesini vermesi, durumu eşine ve çocuklarına haber veren Fâtıma’nın kısa bir vasiyetten sonra babasına kavuştuğu lirik bir üslûpla anlatılmaktadır. Bazı mevlid metinlerine eklenen “Hikâye-i Cemel”in sonunda ise Hz. Peygamber’in vefatına dayanamayarak başını yerlere çarpıp can veren deveyi Hz. Fâtıma’nın kefenleterek defnettirdiğinden bahseden kısa bir bölüm yer alır (bk. Albayrak, s. 124).

Son devrin tanınmış mutasavvıflarından Muhammed Esad Erbîlî, Süleyman Çelebi mevlidinin vezninde (fâilâtün fâilâtün fâilün) “Mevlid-i Şerîf-i Hazret-i Fâtımatü’z-Zehrâ radıyallāhü anhâ” başlıklı


yetmiş dört beyitlik Farsça bir manzume kaleme almıştır. “Evvelâ nâm-ı Huda yâd âverîm / Şükr gûyân fıkr-i eltâfeş künîm” beytiyle başlayan bu manzumeyi Erbîlî’nin oğlu Mehmed Ali Efendi Türkçe’ye çevirmiş ve ilk beytini, “Evvel Allah adını zikr edelim / Fikr edip eltafına şükr edelim” şeklinde tercüme etmiştir. Her iki manzume Esad Erbîlî divanının yeni baskısında yer almaktadır (s. 250-275). Ancak burada tercümenin Esad Efendi’ye ait olduğu belirtilmektedir ki bu yanlıştır (bk. İbnülemin, IV, 2155).

Hz. Fâtıma’nın edebî metinlerde yer almasına vesile olan diğer bir özelliği de Hz. Ali’nin eşi olmasıdır. Dinî-tasavvufî konularda eser yazan pek çok müellifin yanında özellikle Alevî, Bektaşî şairlerin şiirlerinde Hz. Fâtıma’nın bu yönüyle söz konusu edildiği görülmektedir. Kul Himmet’in, “Gül kokusu Muhammed’in teridir / Âh ettikçe karlı dağlar eritir / Hatice Fâtıma Hakk’ın yâridir / Onun katarından ayırma bizi” dörtlüğüyle Edib Harâbî’nin, “Naciye fakîre kemter bacıdır / Muhammed Ali’ye kuldur nâcidir / Cümle erenlerin başı tacıdır / İşte Fâtımatü’z-Zehrâ’mız vardır” dörtlüğü buna örnek teşkil eder. Ayrıca Hasan ile Hüseyin’in anneleri olması dolayısıyla özellikle Kerbelâ vak‘ası üzerine yazılan maktel ve mersiyelerle Ehl-i beyt sevgisini işleyen diğer edebî ürünlerde Hz. Fâtıma ile ilgili fasıllara, beyit, kıta ve mesnevilere daha çok rastlanmaktadır. Meselâ türünün en tanınmış makteli olan Fuzûlî’nin Hadîkatü’s-süadâ adlı eserinin dördüncü bölümü Hz. Fâtıma’ya ayrılmıştır. Burada onun hayat hikâyesi yer yer manzum parçalar eklenerek ana hatlarıyla anlatılır.

Muharrem ayında dergâhlarda okunan mersiye ve ilâhilerde de Hz. Fâtıma çeşitli vasıflarıyla yer almıştır. Yûnus Emre’ye atfedilen, “Kerbelâ’nın yazıları / Şehid düşmüş bâzıları / Fatma Ana kuzuları / Hasan ile Hüseyin’dir // Kerbelâ’da eli bağlı / Âşıkların kalbi dağlı / Fatma Ana ciğer dağlı / Hasan ile Hüseyin’dir” mısralarının yer aldığı hicaz ilâhi (güfte ve notası için bk Yunus Emre Divanı II-III, s. 569-570, 817) bunlardan biridir. Bestekârı meçhul hüzzam makamında, “Kurretü’l-ayn-i habîb-i kibriyâsın yâ Hüseyn / Nûr-i çeşm-i şâh-ı merdan murtazâsın yâ Hüseyn / Hem ciğer-pâre-i Zehrâ Fâtıma hayrü’n-nisâ / Ehl-i beyt-i murtazâ Âl-i abâ’sın yâ Hüseyn” ilâhisi de aynı özellikleri ihtiva eden muharrem ilâhilerindendir (notası için bk Türk Musikisi Klasiklerinden İlâhîler, II, 62).

Bektaşî dergâhlarında mürşidin postunun sağında Hz. Fâtıma’yı temsil eden bir ocak bulunur. Niyazlar önce mürşide, on iki imama ve Hz. Fâtıma’ya, sonra da diğer makamlara yapılır. Bütün nikâh dualarında yer aldığı gibi Bektaşî tekkelerinde yapılan evlenme törenlerinde de gençlere mürşid önünde yapılan duada, “Bu gençlerin evliliği Fatma Ana’mızla Hz. Ali’nin evliliği gibi mutlu olsun” temennisi tekrar edilir. Yine Bektaşî-Alevî edebiyatında çeşitli renk ve kokuların Ehl-i beyt’ten birini sembolize ettiği inancı vardır. Buna göre siyah renk ve nar kokusu Hz. Fâtıma’yı temsil eder.

Dede Korkut hikâyelerinde üstün ahlâklı kadınlardan söz edilirken bunların Hz. Âişe ve Hz. Fâtıma’nın soyundan geldikleri söylenir (Dede Korkut Kitabı, I, 76).

Türk folklorunda Hz. Fâtıma kültünün önemli bir yeri vardır. Anadolu’da kadınlar Fatma (Fadime) Ana dedikleri Hz. Fâtıma’yı uğur ve bereketin timsali saymışlardır. Anadolu’nun birçok yöresinde ocak duvarları sıvanır veya boyanırken is ile el işareti basılır. Uğur ve bereket getirsin diye basılan bu el “Fatma Ana eli”dir.

“Pençe-i Âl-i abâ” adı verilen elin baş parmağı Hz. Peygamber’i, işaret parmağı Ali’yi, orta parmağı Fâtıma’yı, yüzük parmağı Hasan’ı, serçe parmağı Hüseyin’i temsil eder. Bu bakımdan Âl-i abâ’nın zikredildiği birçok manzumede Hz. Fâtıma da söz konusu edilir.

Anadolu’da hanımlar yoğurt mayalarken, turşu kurarken, hamur yoğururken, evin geçimi iyi olsun diye ocağa şeker atarken, hasta olan kimsenin sırtını sıvazlarken, “El benim elim değil Fatma Ana’nın eli” diyerek başlar ve bitirirler. Bu motifte bir bakıma Pençe-i Âl-i abâ’dan şifa beklendiği görülmektedir. Diğer bir halk inancına göre de Fatma Ana külde ekmek pişirdiğinden bilhassa yaşlı kadınlar külü yere dökmez ve üzerine basmazlar. Örgü ve dantel gibi el işlerine başlayan hanımlara yanındakiler, “Kolay gelsin, altın taş olsun, elin kuş olsun; Hızır yoldaşın, Fatma Ana komşun olsun” derler. Türk halkı iyi komşuları için, “Allah seni âhirette Fatma Ana’mıza komşu etsin” temennisinde bulunur.

Ebe doğum yapan kadının sırtını sıvazlarken de, “El benim elim değil Fatma Ana’nın eli” diyerek doğumun kolay olacağına inandığını belirtir ve hastaya telkinde bulunur. Ayrıca doğum esnasında kadınlara “Fatma Ana eli” (anastatika hierochuntica) denilen bir bitki kaynatılıp suyu içirilir. Bu sebeple Anadolu’da bulunmayan ve özellikle çölde yetişen bu bitki hacdan dönenler tarafından getirilir, kıymetli bir hediye olarak hamile kadınlara verilirdi. Bazı yörelerde yeni doğan kız çocuklarına göbek adı olarak Fatma adının verildiği de bilinmektedir.

Halk arasında yaygın olan bir rivayete göre Hz. Fâtıma cumartesi günü doğum yapmış, doğum esnasında leğen aranmış, herkes çamaşır yıkadığı için leğen bulunamamış; bunun üzerine Fâtıma, “Cumartesi günü çamaşır yıkayana şefaat etmem” demiş ve bundan dolayı cumartesi günü çamaşır yıkanmaması gerektiği şeklindeki batıl inanç doğmuştur. Nitekim bugün Anadolu’nun birçok yöresinde bilhassa yaşlı hanımlar cumartesi günü çamaşır yıkamazlar.

Hat sanatında Ehl-i beyt mensuplarının adlarını ihtiva eden çeşitli istiflerle bazı tekke ve camilerdeki Hulefâ-yi Râşidîn isimleri yanında Hz. Fâtıma’nın adı, Hasan ve Hüseyin ile birlikte umumiyetle celî-sülüs hattıyla levhalar halinde yazılmıştır.

Fatma adı Anadolu’nun değişik bölgelerinde yaygın olarak kullanılmakta, bu arada Fadime, Fadik, Fadili, Fadiş, Fato, Fatoş, Fattey şekilleri de kız çocuklarına ad olarak verilmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

Dede Korkut Kitabı (nşr. Muharrem Ergin), Ankara 1958, I, 76; Mevlid-i Şerîf, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 4339, vr. 117a-121b; Hikâye-i Mevlidü’n-nebî, İstanbul 1311, s. 24-27, 35-37; Süleyman Çelebi, Vesîletü’n-necât-Mevlid (haz. Ahmed Ateş), Ankara 1954, s. 65-66, 136, 138, 190, 194; Yunus Emre Divanı (haz. Abdülbâki Gölpınarlı), İstanbul 1948, s. 569-570, 817; Muhammed Es’ad Erbîlî, Divân-ı Esad: Farsça-Türkçe (trc Ali Nihad Tarlan, haz. Cemal Bayak), İstanbul 1411/1991, s. 250-275; İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, IV, 2155; Türk Musikisi Klâsiklerinden İlâhîler (İstanbul Konservatuarı neşriyatı), İstanbul 1933, II, 62-63; Nurettin Albayrak, Dînî Türk Halk Hikayelerinden Geyik, Güvercin ve Deve Hikâyeleri (yüksek lisans tezi, 1993), İSAM Ktp., nr. 22705, s. 123-124; Hasibe Mazıoğlu, “Türk Edebiyatında Mevlid Yazan Şairler”, Türkoloji Dergisi, VI/1, Ankara 1974, s. 31-62 (59); Müjgân Üçer, “Anadolu Folklorunda Fadime Ana”, TFAY Belleten, 1975 (1976), s. 147-156; “Fâtıma”, TDEA, III, 162-163.

Mustafa Uzun