FÂRÛK
الفاروق
Hz. Ömer’in lakabı.
Fârûk kelimesi Arapça fark (furk, furkān) kökünden türemiş mübalağalı ism-i fâildir. Fark sözlükte “iki nesnenin arasını ayırmak” mânasına gelir. Hak ile bâtılı ayıran bir kitap olduğu için Kur’ân-ı Kerîm’e “furkān” adı verilmiş, yine hak ile bâtılın açıkça ayrıldığı bir savaş olan Bedir’e de Kur’an’da “yevme’l-furkān” denilmiştir (el-Enfâl 8/4).
Câhiliye devrinde Kelb kabilesi ileri gelenlerinden Zübeyd b. Mes‘ûd ile (İbnü’l-Kelbî, II, 580) Cebele b. Îsâf’a (Ebû Ubeyd, s. 364) fârûk denildiği bilinmekteyse de kendilerine bu lakabın niçin verildiğine dair kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır. Bazı hadislerde Hz. Peygamber’in “fark”, “fârık” veya “fârûk” şeklinde tavsif edildiği görülmektedir. “Muhammed insanlar arasında bir farktır” (Buhârî, “İǾtiśâm”, 2) meâlindeki hadiste Resûl-i Ekrem’in müminlerle kâfirleri birbirinden ayırma özelliğine işaret edilmiştir (İbnü’l-Esîr, III, 439). Diğer taraftan Hz. Ali’ye de Hz. Peygamber tarafından fârûk lakabının verildiği rivayet edilmektedir (İbn Abdülber, IV, 170; İbn Hacer, IV, 171). Aynı şekilde Şiîler’in de ona fârûk veya fârûk-ı ekber dedikleri bilinmektedir (Dihhudâ, XXI, 18).
İslâm tarihinde fârûk lakabıyla tanınan yegâne sahâbî Hz. Ömer’dir. Ancak kendisine bu lakabın kimin tarafından niçin verildiği hususunda kaynaklarda farklı rivayetler bulunmaktadır. Taberî Hz. Ömer’in “Fârûk” diye adlandırıldığını belirtmiş, ona bu lakabın kimin tarafından verildiği hususunda selefin ihtilâf ettiğini söylemiş ve konuyla ilgili iki haberi eserine almıştır (Târîħ, I, 2728). Hz. Peygamber, Allah Teâlâ hakla bâtılı Ömer ile ayırdığı için onun fârûk olduğunu söylemiş, Hz. Âişe de bir soru üzerine Ömer’e fârûk lakabını Resûlullah’ın verdiğini ifade etmiştir (İbn Sa‘d, III, 270-271). Bazı kaynaklarda Hz. Ömer’in bu lakapla anılmasının sebebi şu olaya dayandırılmaktadır: Ömer müslüman olduktan sonra Resûl-i Ekrem’e başvurarak, “Eğer davamızda haklıysak dinimizi böyle gizli yaşamamıza gerek yoktur” demiş ve Kâbe’ye gidilmesini istemiş, bunun üzerine müslümanlar Hz. Peygamber’i aralarına alarak birinin başında Hz. Hamza, diğerinin başında Hz. Ömer’in bulunduğu iki saf halinde Kâbe’ye gitmişlerdir. Onların bu hali Kureyş’e çok tesir etmiştir. Resûl-i Ekrem de o gün Hz. Ömer’i hak ile bâtılı birbirinden ayırdığı için fârûk diye isimlendirmiştir (Muhibbuddin et-Taberî, II, 272; Muttakī el-Hindî, XII, 557-558). İbn Kuteybe, insanların müslümanlıklarını gizledikleri bir dönemde onun İslâm’ı ilân etmesinden dolayı bu lakapla anıldığını söylemektedir (el-MaǾârif, s. 180; İbn Asâkir, s. 45).
Hz. Ömer’i ilk defa Ehl-i kitabın fârûk diye adlandırdığı, bu konuda Resûlullah’ın herhangi bir şey söylemediği de ileri sürülmektedir (İbn Sa‘d, III, 270; İbn Şebbe, II, 662, İbn Asâkir, s. 45). Bazı rivayetlerde ise Hz. Ömer’e fârûk lakabının Allah veya Cebrâil tarafından verildiği belirtilmekte ve bununla ilgili olarak şu hadise nakledilmektedir: Medine’de bir yahudi ile bir münafık ihtilâfa düştükleri konuda Hz. Peygamber’e başvurmuşlar, ancak Hz. Peygamber’in yahudi lehine hüküm vermesi üzerine münafık ayrıca Ömer’e gitmekte ısrar etmiştir. Konu hakkında Hz. Peygamber’in verdiği kararı öğrenen Hz. Ömer münafığı öldürmüş, bunun üzerine Nisâ sûresinin 60. âyeti nâzil olmuş ve Cebrâil Hz. Ömer’i “fârûk” diye adlandırmıştır (Zemahşerî, I, 536; Vahidî, s. 162). Hz. Ali’nin de, “Ömer kendisini Allah’ın fârûk diye isimlendirdiği bir kimsedir” dediği belirtilmektedir (İbnü’l-Cevzî, s. 14).
BİBLİYOGRAFYA:
Tâcü’l-Ǿarûs, “frk” md.; Buhârî, “İǾtisâm”, 2; İbnü’l-Kelbî, Nesebü MeǾad ve’l-Yemeni’l-kebîr (nşr. Nâcî Hasan), Beyrut 1408/1988, II, 580; Vâkıdî, Fütûhu’ş-Şâm, Beyrut, ts. (Dârü’l-Cîl), I, 272; Ebû Ubeyd, Kitâbü’n-Neseb (nşr. Meryem Muhammed Hayrüdder), Beyrut 1410/1989, s. 364; İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 270-271; İbn Şebbe, Târîhu’l-Medîneti’l-münevvere, II, 662; İbn Kuteybe, el-MaǾârif (Ukkâşe), s. 180; Taberî, Târih (de Goeje), I, 2728-2729; İbn Düreyd, Cemheretü’l-luğa (nşr. F. Krenkow), Haydarâbâd 1344-51, II, 399; III, 388-389; İbn Abdülber, el-İstîǾâb, IV, 170; Vahidî, Esbâbü’n-nüzûl (nşr. İsâm b. Abdülmuhsin el-Humeydân), Beyrut 1411/1991, s. 160-162; Zemahşerî, el-Keşşâf (Beyrut), I, 536; İbn Asâkir, Târîhu Medîneti Dımaşk: ǾÖmer b. el-Hattâb (nşr. Sekîne eş-Şihâbî), Beyrut 1414/1994, s. 25-27, 44-45; İbnü’l-Cevzî, Târîhu ǾÖmer b. el-Hattâb (nşr. M. Emîn el-Hancî), Kahire 1342/1924, s. 13-14; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, III, 439; Muhibbüddin et-Taberî, er-Riyâzü’n-nazıre fî menâkıbi’l-Ǿaşere, Beyrut 1405/1984, II, 272-273; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 58-59; İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 171; Süyûtî, Târîhu’l-hulefâǿ, s. 114; Müttakı el-Hindî, Kenzü’l-Ǿummâl, XII, 557-558; Suliman Bashear, “The title “Fâruq” and its association with ‘Umar I”, St.I, LXXII (1990), s. 47-70; Dihhudâ, Lugatnâme, XXI, 18.
Mustafa Fayda