er-RÛH

(الروح)

İbn Kayyim el-Cevziyye’nin (ö. 751/1350) ruhun mahiyeti ve ölümden sonraki durumuyla ilgili eseri.

Kaynaklarda çoğunlukla Kitâbü’r-Rûĥ olarak geçer. Bazı baskılarında er-Rûĥ fi’l-kelâm Ǿalâ ervâĥi’l-emvât ve’l-aĥyâǿ bi’d-delâǿili mine’l-kitâb ve’s-sünne ve aķvâli’l-Ǿulemâǿ başlığı yer almaktadır. Bessâm Ali el-Amûş, kitap üzerine yaptığı doktora çalışmasında (aş.bk.) eserin ismini er-Rûĥ fi’l-kelâm Ǿalâ ervâĥi’l-emvât ve’l-aĥyâǿ şeklinde kaydetmiştir. er-Rûĥ’un İbn Kayyim’e ait olmadığı, ona ait olsa bile hocası İbn Teymiyye ile tanışmasından önce yazmış olabileceği yönünde bazı görüşler ileri sürüldüğünü ifade eden Bekir b. Abdullah Ebû Zeyd kendi titiz çalışmaları neticesinde bu görüşlerin araştırmaya dayanmayan, ciddiyetten uzak iddialardan ibaret olduğu sonucuna vardığını belirtmekte; İbn Hacer el-Askalânî, Süyûtî, İbnü’l-İmâd, Şevkânî, Kâtib Çelebi, İsmâil Paşa, Âlûsî, Ahmed Ubeyd gibi âlimlerin bibliyografik eserlerinde er-Rûĥ’un İbn Kayyim’e nisbet edildiğini söylemektedir (İbn Ķayyim el-Cevziyye, s. 158-159). Müellifin er-Rûĥ’ta MaǾrifetü’r-rûĥ ve’n-nefs adlı eserini zikretmesi (s. 38), ayrıca diğer kitaplarındaki gibi er-Rûĥ’un çeşitli yerlerinde hocası İbn Teymiyye’nin ismini vermesi (s. 34, 145) ve ondan “şeyhimiz” (s. 45, 64, 129), “şeyhülislâm” (s. 50, 51, 83, 156) diye söz ederek kendi görüşlerine onun fikirlerinden deliller getirmesi eserin İbn Kayyim’e aidiyetini ve hocasıyla tanışmasından sonra yazdığını göstermektedir. Nitekim müellif, hayatta olanların ruhlarının ölülerin ruhlarıyla görüşmesinin mümkün olduğuna delil getirirken, “Şeyhülislâm İbn Teymiyye’ye yakınlık duymayan birden fazla insan onu ölümünden sonra rüyasında gördüğünü ve miras konusunda çözemediği bazı meseleleri kendisine sorup doğru cevaplar aldığını bana anlattı” demektedir (s. 34).

er-Rûĥ’ta mukaddime yer almayıp mevcut baskılardaki mukaddime, eseri Sırrü’r-rûĥ başlığıyla ihtisar eden İbrâhim b. Ömer el-Bikāî tarafından yazılmıştır. Bu durumu Bikāî açıkça ifade etmektedir (s. 37). Yirmi bir bölüm (mesele) halinde düzenlenen eserin birinci bölümü “Ölüler yaşayanların ziyaretinden ve selâmlarından haberdar olur mu?”, ikinci bölümü, “Ölüler birbirini ziyaret edip sohbet eder mi?” başlığını taşır. “Dirilerin ruhu ölülerin ruhlarıyla buluşur mu?” başlıklı üçüncü bölümde bunun mümkün olduğuna dair âyet ve hadisler zikredilerek açıklamaları yapılır ve yaşayanların ölenleri rüyalarında görmesi delil olarak gösterilir. Bu arada, bazı din büyüklerinin biri öldüğünde diğerini rüyasında ziyaret etmesi konusunda dostlarıyla anlaştıklarına dair rivayetler ve ilginç rüyalardan örnekler verilir. Dördüncü bölümde, “Ruh ölür mü yoksa ölüm sadece bedene mi mahsustur?”; beşinci bölümde, “Ölümden sonra ruhlar birbirinden nasıl ayırt edilir?” sorularına cevap aranır. “Kabir sorgusu sırasında ruh kabirdeki bedene döndürülür mü?” başlıklı altıncı bölümde bu soru yanında ruhun bedenle ilişkisinin safhaları, kabir azabının yalnız bedene veya ruha ya da ikisine birden mi uygulanacağı, uhrevî mükâfat ve cezanın ruhla beden için ortak olup olmadığı meseleleri âyet ve hadislerle sahâbeden yapılan konuya ilişkin rivayetler ışığında tartışılır. Selef’in mükâfat ve cezayı ruhla bedenin birlikte göreceğine inandığı, bu hususta Ehl-i sünnet arasında ittifak bulunduğu belirtilir. Kabir azabı ile Münker ve Nekir hakkındaki hadisler aktarılır. Yedinci bölümde, kabir azabını ve kişinin ameline göre kabrinin rahat veya sıkıntılı olacağı yönündeki inancı reddeden mülhidlere ve zındıklara cevap verilir. Sekizinci bölümde, Kur’an’da kabir azabının yer almamasının hikmeti üzerinde durulur. Dokuzuncu bölümde kabirdekilerin azap görmesinin sebepleri hakkındaki soruya cevap verilir. Onuncu bölüm kabir azabından kurtulmanın yollarına, on birinci bölüm kabir sualinin müslüman, münafık ve kâfir herkesi mi kapsadığı yoksa sadece müslüman ve münafıklara mı yönelik olduğu konusuna dairdir. On ikinci bölüm, “Münker ve Nekir’in sorgusu sadece bu ümmete mi yönelik olacak yoksa diğerlerini de kapsayacak mı?”; on üçüncü bölüm, “Çocuklar kabir sorgusu görecek mi?”; on dördüncü bölüm, “Kabir azabı devamlı mı, süreli mi?” başlığını taşır. Ölümle kıyamet günü arasındaki zamanda ruhların nerede bulunacağı sorusunun ele alındığı on beşinci bölümde konuya ilişkin çeşitli görüşler nakledilir ve bunlardan sahih dinî delillere dayananlar uzlaştırılmaya çalışılır. Ayrıca ruhların hızlı yer değiştirme özelliğine sahip oldukları düşüncesinden hareketle değişik yerlerde bulunabilecekleri belirtilir. “Ölüler yaşayanların yaptıklarından faydalanır mı?” başlıklı on altıncı bölümde önce bu soruya olumsuz cevap


veren bazı kelâmcıların iddiaları cevaplandırılır, bu hususta âyet ve hadislerden deliller gösterilir; ardından aksi görüşü savunanlarla sadece vekâletin câiz olduğu ibadetlerden ölülere sevap ulaşabileceğini ileri sürenlerin delilleri sıralanır ve şu sonuca varılır: “Sevap onu işleyenin mülküdür; eğer din kardeşine bağışlarsa Allah da hediye ettiği kimseye ulaştırır” (s. 143). “Ruh kadîm midir yoksa muhdes ve mahlûk mudur?” başlıklı on yedinci bölümde, “Ruh rabbinin emrindendir” meâlindeki âyetle (el-İsrâ 17/85) Allah’ın Âdem’e kendi ruhundan üflediğini bildiren âyetlere (el-Hicr 15/29; es-Secde 32/9; Sâd 38/72) dayanılarak, ruhun kadîm olduğunu ileri sürenlerin iddiası çürütülmeye çalışılır ve konuyla ilgili değişik görüşler sıralanarak bütün insanların ruhlarının yaratılmış olduğu belirtilir. Başta İbn Teymiyye olmak üzere önde gelen âlimlerin bu yöndeki fikirleri aktarılır, âyet ve hadislerden deliller getirilir, karşı görüşler cevaplandırılır. “Ruhların yaratılması bedenlerden önce mi sonra mı?” sorusunun cevaplandırıldığı on sekizinci bölümde müellif bu husustaki görüşleri delilleriyle birlikte aktarıp ruhların bedenlerden sonra yaratıldığı yönündeki kendi görüşünün delillerini sıralar. On dokuzuncu bölüm nefsin mahiyetine dair olup burada nefsin bedenden bir parça veya onun arazlarından biri ya da cisim olup olmadığı sorularıyla bunlara dair âyet ve hadisler üzerinde durulur. Müellif, ruhun mahiyetine dair Fahreddin er-Râzî’nin, “Ruh nûrânî, ulvî, hafif bir cisimdir” şeklindeki görüşünü en doğru görüş olarak değerlendirdikten sonra bunun dışındaki iddiaları çürütmeye çalışır. “Ruh ve nefis aynı mıdır farklı mıdır?” sorusunun incelendiği yirminci bölümde cumhurun birinci görüşü benimsediği belirtilir ve her iki kelimenin anlamları incelenir; bunlar arasında varlık (zat) yönünden değil nitelik yönünden farklılık bulunduğu ifade edilir. “Nefis bir mi üç mü?” başlıklı yirmi birinci bölümde mutmainne, levvâme ve emmâre kavramları incelenir. Allah’ın insanı nefs-i emmâre ve nefs-i levvâme ile imtihan ettiği, imtihanı başaranlara nefs-i mutmainneyi ikram ettiği belirtilerek aslında bunların bir tek nefisten ibaret olduğu sonucuna varılır. Eserin son sayfalarında nefs-i mutmainneden gelen iyi özelliklerle bunların zıtları olup nefs-i emmâreden gelen kötü özellikler sıralanarak bu konularda geniş bilgi verilir.

Nâcî et-Tikrîtî’nin İbn Kayyim’i bedenin ölümlü, ruhun ölümsüz oluşu, ruh-beden ilişkisi gibi konulardaki görüşleri dolayısıyla Eflâtuncu olarak nitelemesi (el-Felsefetü’l-aħlâķıyyetü’l-Eflâŧûniyye, s. 403-411) isabetli değildir. Zira müellif eserin birçok yerinde âhiret hayatının ruh ve beden bütünlüğüyle gerçekleşeceğini ifade etmiş, ruh-beden ilişkisiyle ilgili diğer konularda da hâkim İslâmî anlayışı sürdürmüştür.

Ali b. Abdülazîz b. Ali eş-Şebel, Kitâbü’r-Rûĥ’un yirmi altı nüshasını tesbit etmiş olup bunların içinde ferağ kaydı bulunanların en eskisi 8 Cemâziyelevvel 774 (5 Kasım 1372) tarihini taşımaktadır (el-Eŝbât, s. 264-267). Eser birçok defa basılmış olup bazıları şunlardır: Haydarâbâd 1318, 1963 (nşr. Hâşim Nedvî); Kahire 1369 (nşr. Muhammed Ali Sâbih); Riyad 1386/1966 (3. bs.); Dımaşk 1980; Beyrut 1983 (nşr M. İskender Yeldâ); Amman 1985 (nşr. Abdülfettâh Mahmûd Ömer); Kahire 1410/1989 (nşr. Âdil Abdülmün‘im Ebü’l-Abbas). Eserin yedinci bölümü “er-Risâletü’l-ķabriyye fi’r-reddi Ǿalâ münkirî Ǿaźâbi’l-ķabri mine’z-zenâdiķa ve’l-ķaderiyye” başlığıyla Hediyyetü’s-SaǾdiyye fî-mâ cerâ beyne’l-Vehhâbiyye ve’l-Aĥmediyye isimli derleme içinde basılmıştır (Mısır, ts.). Aynı bölüm MeşrûǾiyyetü ziyâreti’l-ķubûr adıyla da yayımlanmıştır (Kahire 1375/1955). Bessâm Ali el-Amûş, Riyad’daki Câmiatü’l-İmâm Muhammed b. Suûd el-İslâmiyye’nin Akîde Bölümü’nde yaptığı doktora çalışmasında er-Rûĥ’u tahkik ederek iki cilt halinde neşretmiştir (Riyad 1412/1992). Eser Şaban Haklı tarafından Türkçe’ye çevrilmiş (Kitâbu’r-Rûh, İstanbul 1993) ve F. T. Cooke’un bir makalesinde incelenmiştir (“Ibn al-Qaiyyim’s Kitāb al-Rūĥ”, MW, XXV [1935], s. 129-144).

Eser müellifi tarafından ihtisar edilmiştir (Muħtaśarü’r-Rûĥ, nşr. Leylâ Mebrûk, Kahire 1984). er-Rûĥ’u Sırrü’r-rûĥ başlığıyla ihtisar eden İbrâhim b. Ömer el-Bikāî eserin aslındaki yirmi bir bölümü on bir bölümde toplamıştır. Bikāî, kısa mukaddimesinde kitabı yarı yarıya kısaltmakla birlikte asıldaki önemli bilgileri korumaya özen gösterdiğini, ayrıca bazı küçük eklemeler yaptığını belirtmektedir. Abdullah Muhammed el-Habeşî, Kitâbü’r-Rûĥ hakkında biri İsmâil b. Muhammed b. Rekîn’e, diğeri Ezherî diye tanınan Şemseddin Muhammed b. Muhammed b. Ali el-Medenî’ye ait iki muhtasar kaydetmiştir (CâmiǾu’ş-şürûĥ ve’l-ĥavâşî, II, 989). Kitabın, Abdülvehhâb b. Abdullah eş-Şâfiî tarafından Nefĥatü’l-ervâĥ ve tuĥfetü’l-efrâĥ ismiyle yapılmış bir muhtasarının daha bulunduğu bildirilmektedir (Ali b. Abdülazîz b. Ali eş-Şebel, s. 264).

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Kayyim el-Cevziyye, er-Rûĥ, Riyad 1386/1966; Bikāî, Sırrü’r-rûĥ (nşr. Mahmûd M. Nassâr), Kahire 1990, s. 37; M. Müslim el-Ganîmî, İbn Ķayyim el-Cevziyye, Beyrut 1401/1981, s. 276-301; Nâcî et-Tikrîtî, el-Felsefetü’l-aħlâķıyyetü’l-Eflâŧûniyye, Beyrut 1402/1982, s. 403-411; Bekir b. Abdullah Ebû Zeyd, İbn Ķayyim el-Cevziyye, Riyad 1405/1985, s. 158-161; Yûsuf Mahmûd Muhammed, en-Nefs ve’r-rûĥ, Devha 1414/1993, s. 203-212; Ali b. Abdülazîz b. Ali eş-Şebel, el-Eŝbât fî maħŧûŧâti’l-eǿimme şeyħülislâm İbn Teymiyye ve’l-Ǿallâme İbni’l-Ķayyim ve’l-ĥâfıž İbn Receb, Riyad 1423/2002, s. 264-267; Abdullah Muhammed el-Habeşî, CâmiǾu’ş-şürûĥ ve’l-ĥavâşî, Ebûzabî 1425/2004, II, 989.

Mustafa Çağrıcı