ENVERÎ, Evhadüddin

أوحد الدين أنورى

Evhadüddin Muhammed b. Muhammed b. Alî-yi Ebîverdî (ö. 585/1189 [?])

İran edebiyatının en büyük kaside şairi.

Horasan’ın Deşt-i Hâverân vilâyetine bağlı Ebîverd ilçesinin Bedene köyünde doğdu. Bu sebeple Ebîverdî nisbesiyle de tanınır. Hayatı hakkındaki bilgiler, başta şuarâ tezkireleri olmak üzere diğer kaynaklarda rastlanan fıkralardan ibarettir. Adı bazı kaynaklarda Muhammed (Avfî, s. 334; Burhâneddin es-Semerkandî, vr. 246b), bazılarında Ali (Keşfü’ž-žunûn, II, 777 ve muhtemelen ondan naklen Hidâyet, I, 385; EI² [İng.], I, 524) olarak gösterilmiştir. Babasının adının İshak (Keşfü’ž-žunûn, II, 777) veya Mahmûd olduğu da öne sürülmektedir. Ancak bir şiirinde İshak’tan dedesi olarak bahsettiğine göre babasının adının Muhammed olması gerçeğe daha yakındır. Şiirlerinden, Enverî mahlasının sonradan kendisine başkaları tarafından verildiği anlaşılmaktadır (Dîvân [nşr. Müderris Rezevî], s. 155). Enverî’nin, muhtemelen Tûs’taki Medrese-i Mansûriyye’de tahsilini sürdürdüğü yıllarda ölen babasının bıraktığı oldukça yüklü mirası sefahat âlemlerinde tükettiğiyle ilgili rivayet doğru olmamalıdır. Çok iyi bir öğrenim gördüğü, felsefe, kelâm, mantık, riyâziyyât edebiyat, astronomi (hey’et) ve astroloji gibi ilim alanlarında geniş bilgi sahibi olduğu yine şiirlerinden anlaşılmaktadır. Sultan Sencer’e sunduğu kasidelerdeki mükemmeliyet onun daha gençliğinden itibaren şiir yazdığını göstermektedir. Enverînin ünlü bir şair olarak tanınmasına şu hadisenin vesile olduğu rivayet edilir: Bir gün Meşhed civarında Radgân’da medresenin kapısında otururken o sırada bu şehirde konaklamış olan Sultan Sencer’in mensuplarından ihtişamlı birinin maiyetiyle birlikte at üzerinde geçtiğini görür. Kim olduğunu sorunca saray şairi olduğunu söylerler. Enverî, birçok alanda geniş bilgi sahibi olmasına rağmen kendi perişan haliyle şairin durumunu karşılaştırır ve onun gibi olabilmek için şiir söylemeye karar verir. O gece yazdığı bir kasideyi ertesi gün Sultan Sencer’e sunar. Kasidesi beğenilir ve saray şairi olur. Doğruluk derecesi pek tesbit edilemeyen bu rivayete karşılık bir manzumesine dayanılarak babasının Selçuk şehzadeleriyle ilişkisi bulunduğu, Enverî’nin


de bundan faydalanarak Sultan Sencer’e intisap ettiği söylenebilir. Şiirden çok iyi anlayan Sencer ona aylık bağlamış, şair de kendi ifadesine göre Sencer ölünceye kadar (552/1157) yanından ayrılmamıştır.

Enverî, Oğuzlar’ın 548’de (1153) Horasan’ı işgal edip Sencer’i esir almaları üzerine vatan duygularıyla dolu trajik bir kasideyi Semerkant hakanına göndererek Sencer’i kurtarmasını istedi. Öte yandan Sencer’in esir oluşundan faydalanan Gurlular’dan Sultan Alâeddin Cihansüz, Sencer’e esir düştüğü zaman (1152) kendisini hicveden Enverî’nin cezalandırılması için yanına gönderilmesini istemişse de Enverî dostları sayesinde kurtulmuştur.

Nücûm ilmindeki geniş bilgisine güvenen Enverî, 29 Cemâziyelâhir 582’de (16 Eylül 1186) beş veya yedi gezegenin Mîzan burcunda bir araya geleceğini (kırân) ve korkunç bir fırtınanın dünyayı altüst edeceğini söyledi. Bu haber üzerine birçok önlem alınıp masrafa girildi; ancak beklenen fırtına gerçekleşmeyince Enverî büyük bir tepkiyle karşılandı ve Belh’e kaçmak zorunda kaldı. Belh’te bulunduğu sırada da Belh halkını hicveden Ħarnâme adlı bir manzumenin kendisine isnat edilmesi yüzünden halk tarafından yakalanarak kadın kılığında sokaklarda dolaştırıldı. Bu durumdan, burada tanıştığı Maķāmât-ı Ĥamîdî adlı eserin müellifi Kādılkudât Ebû Bekir Hamîdî sayesinde kurtulabildi. Yine bu şehirde iken bir şiirini okuyan ve kendisinin Enverî olduğunu söyleyen birine, “Bir şairin şiiri çalınabilir, burada ise şairin çalındığını da gördüm” dediği rivayet edilir.

Enverî’nin ölüm tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Belh’ten kaçtıktan sonra (582/1186) vefat etmiş olacağına göre ölümü için verilen 547 (1152, Devletşah, Tezkire [trc. Necati Lugal], I, 148), 565 (1169, Keşfü’ž-žunûn, II, 777) 575 (1179, Hidâyet, I, 390) ve 580 (1184, Emîn Ahmed-i Râzî, II, 28) tarihleri doğru değildir. Onun yaklaşık 585’te (1189) Belh’te vefat ettiği söylenebilir.

Abdurrahman-ı Câmî’nin (Bahâristân, s. 100) İran şiirinin dört, başka bir rubâîsinde ise (bk. Safa, II, 668) şiirin üç peygamberinden biri olarak kabul ettiği Enverî kaside, Firdevsî tavsif, Sa‘dî gazel türlerinde temayüz etmişlerdir.

Sağlam bir şiir tekniğine sahip olan Enverî hayal gücü geniş, edebî sanatları çok iyi kullanabilen bir şairdir. Edebî sanatları kullanmadaki üstün yeteneği sebebiyle şiirlerinden birçok beyit veya parça belagat kitaplarında ve sözlüklerde edebî sanatlara ve kelimelere şâhid olarak gösterilmiştir. Şiirde kullandığı dil genellikle konuşma diline yakın ve akıcıdır. Ancak çeşitli bilim dallarındaki geniş bilgisi sebebiyle başka şairlere oranla şiirlerinde daha çok Arapça kelime ve cümlelere yer verdiğinden bunları anlamak oldukça güçtür. Kaside, gazel, kıta ve rubâîlerden meydana gelen divanı Tebriz (1266), Bombay (1314/1897), Leknev (1897) ve Tahran’da (1366) taş basması olarak yayımlanmış, bu baskıları Saîd-i Nefîsî (Tahran 1337, 1364 hş.) ve Müderris Rezevî’nin (Tahran 1340, 1347 hş.) neşirleri takip etmiştir. Enverî’nin, anlaşılması yan bilgilere ihtiyaç gösteren şiirleri için Muhammed b. Dâvûd el-Alevî eş-Şâdîâbâdî’nin yazdığı bir eser yanında Ebü’l-Hasan Hüseynî-i Ferâhânî Şerĥ-i Müşkilât-ı Dîvân-ı Enverî (nşr. Müderris Rezevî, Tahran 1340 hş. 1961), Seyyid Ca‘fer-i Şehîdî de Şerĥ-i Luġāt ve Müşkilât-ı Dîvân-ı Enverî-yi Ebîverdî (Tahran 1357 hş./1978) adlarıyla birer eser yazmışlardır (Muhammed b. Abdürrezzâk-ı Dünbülî ve diğerlerinin şerhleri için bk. Münzevî, Fihrist, s. 3459-3463; Seyyid Ca‘fer-i Şehîdî, Şerĥ-i Luġāt, s. 575-601).

İran edebiyatında en büyük kaside şairi olarak kabul edilen Enverî’nin Türk şairlerinden Nef‘î’nin üzerinde büyük tesiri vardır. Ancak Nef‘î kendisinin Enverî’den de üstün bir kaside şairi olduğunu söyler.

BİBLİYOGRAFYA:

Enverî, Dîvân (nşr. Saîd-i Nefîsî), Tahran 1337 hş./1958, nâşirin önsözü, s. 3-55; a.e. (nşr. Müderris Rezevî), Tahran 1347 hş./1968, s. 18-158; Avfî, Lübâb (nşr. Saîd Nefîsî), Tahran 1335 hş., s. 334 vd.; Devletşah, Tezkire, I, 83-86; a.e. (trc. Necati Lugal), Ankara 1963, I, 142-148; Câmî, Bahâristân, Viyana 1846, s. 100; Burhâneddin es-Semerkandî, Ağrâzü’s-siyâse, Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 2844, vr. 246b; Keşfü’z-zunûn, II, 777; Emîn Ahmed-i Râzî, Heft İklim, Tahran, ts. (Kitâbfurûşî-yi Ali Ekber İlmî), II, 25-28; Abdülhüseyin Nevâî, Ricâl-i Kitâb-i Habîbü’s-siyer, Tahran 1324 hş., s. 18-19; Hidâyet, MecmaǾu’l-fusahâǿ, I, 385, 390; V. A. Zhukovski, Ali Avhadeddin Enveri. Materialy dlya ego biografii i karekteristiki, S. Petersburg 1883 (Alm. trc. W. Pertsch, Literature Blatt fur orientalische Philologie, Leipzig 1884-85, II, özeti için bk. Browne, LHP, II, 365-391); Gr.IPh., II, 261-263; A. J. Arberry, Classical Persian Literature, London 1967, s. 115 vd.; Ali Hân-ı Hâşimî, Tezkire-i Mahzenü’l-garâǿib, Lahor 1968, I, 88; Şiblî en-Nu‘mânî, ŞiǾrü’l-ǾAcem (trc. Muhammed Takī Fahr-i Dâî-yi Gîlânî), Tahran 1316 hş., s. 194-215; Ethé, Târîh-i Edebiyyât, s. 110 vd.; Rypka, HIL, s. 197 vd.; Bedîüzzaman Fürûzanfer, Sühan ü Sühanverân, Tahran 1308 hş., I, 356-386; Münzevî, Fihrist, s. 3459-3463; Seyyid Ca‘fer-i Şehîdî, Şerh-i Lugat, Tahran 1357, s. 575-601; a.mlf,. “Şerhî ber Çend Beyt-i Müşkil ez Dîvân-ı Enverî”, Ceşnnâme-yi Müderris-i Rezevî, Tahran 1356 hş./1977, s. 345-353; a.mlf., “Muhteviyyât-ı Divân-ı Enverî”, Neşriyye-i Kongre-yi Tahkıkat-ı Îrânî, II, Tahran 1353 hş./1974, s. 38-50; Safâ, Edebiyyât, II, 656 vd.; FME, I, 49 vd.; M. Ferté, “Notice sur Anwari”, JA, 9. seri (1895), s. 235-268; DMF, I, 284; Ahmed Ateş, FME, s. 49-53; a.mlf., “Enverî”, İA, IV, 278-281; R. Levy, “Anwarı”, EI² (İng.), I, 524; J. T. P. de Bruijn, “Anwarı”, EIr., II, 141-143.

Abdülkadir Karahan