ELKĀB

ألقاب

Osmanlı belgelerinde muhatabın sıfatlarının sayıldığı hitap cümlesine verilen ad.

Lakab kelimesinin çoğulu olan elkāb, İslâm devletlerinde çeşitli görevlilere ve dinî zümre mensuplarına verilen unvan veya sıfatları niteleyen özel bir anlam kazanmıştır (bk. LAKAP). Diğer Türk ve İslâm devletlerinde olduğu gibi Osmanlılar’da da bu nevi sıfatları ifade eden hitap cümlesi elkāb umumi adıyla anılmıştır. Nitekim Osmanlı belgelerinden padişahın tuğrasını taşıyan nâme-i hümâyun ve ahidnâme-i hümâyun gibi unvan ihtiva eden, takrir veya mazbata gibi doğrudan doğruya konuya girilen bazı belgeler dışında kalanlarda Allah’ın adının anıldığı “da‘vet/tahmîd/temcîd” rüknünden sonra gelen ve “mürselün ileyh” denilen belgenin muhatabının sıfatlarının sayıldığı, mevkiinin belirtildiği, bazan da isminin yazıldığı rükne elkāb adı verilirdi. Osmanlı diplomatiğinde, gerek Osmanlı devlet erkânına gerekse yabancı hükümdar veya devlet adamlarına yazılacak yazılarda kullanılacak elkāb ayrı ayrı tesbit edilmişti. Hiç kimse hakkında o mevki için belirlenmiş olanın dışında bir elkāb kullanılamazdı. Bu usule verilen önem dolayısıyla Fâtih Sultan Mehmed’in Teşkilât Kanunnâmesi’nde de (Kānunnâme-i Âl-i Osmân) her makam sahibi için kullanılacak elkâb yer almaktadır. Elkāb, yazan ve kendisine yazılan şahısların mevkileriyle sıkı bir şekilde ilgiliydi. Üst makamdan alt makama yazılan bir yazıda kullanılan elkābla alt makamdan üst makama yazılan bir yazıda kullanılan elkāb ve akranlar arasında kullanılan elkāb farklıydı. Hitap edilenin padişah, sadrazam veya başka bir devlet ricâli olmasına göre elkāb değiştiği gibi padişah, sadrazam veya diğer bir devlet ricâlince alt veya üst makamlara gönderilen yazılar da belgenin cinsine göre, hatta aynı cins belgelerde türüne göre farklılık gösterebiliyordu. Yazının muhatabının bir veya birkaç kişi olmasına göre de elkāb değişiyordu.

Padişahın tuğrasını taşıyan belgelerden memleket dahilindeki vazifelilere gönderilen fermanlar çok defa birden fazla mevki sahibine hitaben yazılırdı. Birkaç kadıya, bir beylerbeyi veya bir sancak beyi ile bir kadı ve voyvodaya, yahut bunlarla birlikte yeniçeri serdarları ve iş erlerine bir arada hitap eden fermanlar oldukça fazladır. Meselenin kaza organları ile birlikte mülkî âmiri de ilgilendirmesi halinde her ikisini birden muhatap alması elkābda da iki müessesenin başındakilere birden hitap edilmesini gerektirirdi. Birden fazla şahsı muhatap alan fermanlarda her birine ait elkāb vazifelilerin mertebelerine göre belirli bir sıra dahilinde ayrı ayrı yazılırdı. Bu sıra beylerbeyi - sancak beyi - kadı şeklindeydi. Defterdar ve vakıf mütevellisi kadıdan sonra, müftü ise kadıdan önce gelirdi.

Ferman elkābında görülen bir hususiyet de doğrudan doğruya gönderilen şahısla ilgili olanlar hariç elkābdan sonra isim konmamasıdır. XVIII. yüzyılda ise isim bulunması lâzım gelen yerler boş bırakılmıştır. L. Fekete bunu, fermanların yazılışı sırasında fermanın muhatabı olan makamı işgal eden şahsın isminin kâtiplerce bilinmemesine bağlamakta; Boris Nedkov ise Osmanlı kalemlerinde mükemmel bir teşkilât olduğu, bütün vergi mükellefleriyle ilgili istenilen kayıtların kolaylıkla bulunabildiğini belirterek isim yerlerinin boş bırakılması keyfiyetinin o isimlerin bilinmemesi veya ihmalkârlık sonucu araştırılmamasından değil yazılmasına gerek duyulmamasından kaynaklandığı üzerinde durmaktadır. Ona göre fermanlar hukukî, birer belgedir ve bunun için de belirli şahısların adıyla bağlanamazlar; şahısların değişmesi bunların ihtiva ettikleri emirlerin yerine getirilmesini engellemez. Zira kanun ve nizamlar o mevkii işgal eden kim olursa olsun uygulanacaktır (Osmanoturska Diplomatika, I, 136-137).

Fâtih Kanunnâmesi’nde tesbit edilen elkābda zamanla bazı değişiklikler olmuş, XIX. yüzyıla kadar daha külfetli elkâb kullanılmıştır. Meselâ Fâtih Kanunnâmesi’nde sadrazam “Düstûr-i ekrem, müşîr-i efham, nizâmü’l-ümem, enîsü’d-devleti’l-kāhire, celîsü saltanati’z-zâhire, müdebbir-i umûri’l-cumhûr bi’r-re’yi’s-sâib, mütemmim-i mehâmmi’l-enâm bi’l-fikri’s-sâkıb, müessis-i cenâbi’d-devleti ve’l-ikbâl, muhassıs-ı erkâni’s-saltanatı ve’l-iclâl, el-mahfûfü bi-sunûfi’l-avâtıfi’l-meliki’l-a‘lâ vezîr-i a‘zam... Paşa” şeklinde iken daha sonra bunun biraz değişikliğe uğrayarak “Düstûr-ı ekrem, müşîr-i efham, nizâmü’l-ümem, müdebbir-i umûri’l-cumhûr bi’l-fikri’s-sâkıb, mütemmim-i mehâmmi’l-enâm bi’r-re’yi’s-sâib, mümehhid-i bünyâni’d-devleti ve’l-iclâl, müşeyyid-i erkâni’s-saâdeti ve’l-iclâl, el-mahfûfü bi-sunûfı avâtıfı meliki’l-a‘lâ vezîr-i a‘zam... Paşa” (Feridun Bey, I, 9) şeklini aldığı görülmektedir. Sadrazamın aynı zamanda serdâr-ı ekrem olması halinde elkāb “Düstûr-ı ekrem, müşîr-i efham, nizâmü’l-âlem, nâzım-ı menâzımi’l-ümem, müdebbir-i umûri’l-cumhür bi’l-fikri’s-sâkıb, mümehhid-i bünyâni’d-devleti ve’l-ikbâl, müşeyyid-i erkâni’s-saadeti ve’l-iclâl, mükemmil-i nâmûsi’s-saltanati’l-uzmâ, mürettib-i merâtibi’l-hilâfeti’l-kübrâ, el-mahfûfü bi-sünûfı avâtıfı meliki’l-a‘lâ, hâlen vezîr-i a‘zam ve serdâr-ı ekrem ve vekîl-i mutlakım olan... “ şeklinde yazılırdı. Mâzul sadrazamlar, vezir rütbesindeki beylerbeyileriyle vezirliği olmayan beylerbeyileri. sancak beyleri, defterdarlar, özengi ağaları, reîsülküttâb, ilmiye ricâli, Mekke şerifi, Kırım hanı, Eflak ve Boğdan voyvodaları gibi yarı müstakil beylerle yabancı devlet hükümdarlarına yazılacak nâme-i hümâyun ve ahidnâme-i hümâyunlarda kullanılacak elkāb da belliydi. Fâtih Kanunnâmesi’nde defterdara yazılan yazının divan veya maliyeden oluşuna göre elkābın değişik olacağına işaret edilmişti. Divandan yazıldığı takdirde “İftihârü’l-ümerâ ve’l-ekâbir, muhtârü’l-küberâ ve’l-mefâhir, müstecmiu’l-cemîi’l-meâlî ve’l-mefâhir, zü’l-kadri’l-etemm ve’s-sadri’l-ekrem


el-muhtass bi-mezîdi inâyeti’l-meliki’l-bârî Hazîne-i Âmiremin defterdarı”; maliyeden yazıldığında “Kıdvetü erbâbi’l-izzi ve’l-ikbâl, umdetü ashâbi’l-kadri ve’l-iclâl, câmiu vücûhi’l-emvâl, âmirü’l-hazâyin bi-ahseni’l-a‘mâl el-muhtass bi-mezîdi inâyeti’l-meliki’l-a‘lâ Hızâne-i Âmirem defterdarı” elkābı kullanılıyordu (TD, sy. 33 [1980-81], s. 49).

Yine Fâtih Kanunnâmesi’nde müftü, hoca ve şeyhülislâm için “A‘lemü’l-ulemâi’l-mütebahhirîn, efdalü’l-fudalâi’l-müteverriîn, yenbûu’l-fazlı ve’l-yakīn, vâris-i ulûmi’l-enbiyâ ve’l-mürselîn, keşşâf-ı müşkilât-ı dîniyye ve sahhâh-ı müteallikāt-ı yakīniyye, keşşâf-ı rumûzi’d-dekāyiķ, hallâl-i müşkilât-ı hakāyiķ, şeyhü’l-İslâmı ve’l-müslimîn,. müftî-i enâmi’l-mü’minîn el-müstagnî ani’t-tavsîf ve’t-tebyîn hocam mevlânâ.../hizmet-i fetvada olan mevlânâ... “ elkābının kullanılacağı kaydedilmiştir. Bunun gibi kazaskerler, 500 akçelik taht kadıları ile 500’ün altındaki kadıların elkâbı da ayrı ayrı belirtilmiştir. Meselâ 500 akçelik taht kadılarının elkābı “Akdâ-yı kudâti’l-müslimîn, evlâ-yi vülâti’l-muvahhidîn, ma‘denü’l-fazlı ve’l-yakīn, vâris-i ulûmi’l-enbiyâ ve’l-mürselîn, hüccetü’l-hakkı ale’l-halkı ecmaîn el-muhtass bi-mezîdi inâyeti’l-meliki’l-muîn” şeklindedir. Mülkî erkân gibi ilmiyeden olanların da dereceleri indikçe kullanılan elkâb sadeleştirilip basitleştirilmiştir (kanunnâmede yer almayan bazı elkābı ise Fâtih’in fermanlarından tesbit etmek mümkün olmaktadır. Örnekler için bk. İnalcık, XI/44 [1947], s. 698).

Osmanlı tabiiyetinde olan gayri müslimlerle yabancılar için de ayrı elkāb tesbit edilmişti. Erdel kralının elkābı “İftihârü’l-ümerâi’l-izâmi’l-Îseviyye, muhtârü’l-küberâi’l-fihâm fî milleti’l-Mesîhiyye, muslih-i mesâlih-i cemâhîri’t-tâifeti’n-Nasrâniyye, sâhib-i ezyâli’l-haşmeti ve’l-vekār, sâhib-i dâreyni’l-mecdi ve’l-iftihâr Erdel kralı...” iken (Guboğlu, s. 169) Eflak, Boğdan voyvodalarına gönderilen fermanlarda kullanılan elkāb “İftihârü’l-ümerâi’l-milleti’l-Mesîhiyye, muhtârü’l-küberâi’t-tâifeti’n-Nasrâniyye Eflak/Boğdan voyvodası...”; “Kıdvetü’l-ümerâi’l-milleti’l-Mesîhiyye hâlen Boğdan/Eflak voyvodası...” (a.g.e., s. 190, 196, 198, 211, 216-219, 237) şekillerindeydi. Yabancı devlet hükümdarlarının imparator, kral veya kraliçe oluşlarına göre elkâb değiştiği gibi zaman içinde de değişiklikler oluyordu. Meselâ Avusturya imparatorlarına “Kıdvetü ümerâi’l-Îseviyye, üsvetü küberâi’l-fihâm fî milleti’l-Mesîhiyye, muslih-i mesâlih-i cemâhîri’t-tâifeti’n-Nasrâniyye, sâhibü ezyâli’l-haşmeti ve’l-vekār, sâhibü delâili’l-mecdi ve’l-iftihar...”; İngiltere kraliçesine “İftihârü’l-muhadderâti’l-Îseviyye, muhtârü’l-muvakkırâti’l-Mesîhiyye, maslahatü mesâlihi’t-tâifeti’n-Nasrâniyye, sâhibetü ezyâli’l-haşmeti ve’l-vekār, sâhibetü delâili’l-mecdi ve’l-iftihâr vilâyet-i İngiltere kraliçesi...” elkābı kullanılırdı. Özellikle son dönemlerde Avrupa devletlerinin kralları için kısaca “haşmetlü... kralı” tabirine de rastlanmaktadır. İslâm hükümdarları için kullanılan elkāb ise daha uzun ve tamamen farklıydı. İran şahlarına gönderilen nâme-i hümâyunlarda kullanılan bir elkāb şöyledir: “Etnâb-ı hıyâm-ı rif‘at ve esbâb-ı kıyâm-ı haşmet, hazret-i âlî-rütbet, felek-miknet, şemse-i eyvân-ı izzet, neyyir-i âsmân-ı şevket, hidîv-i kâmkâr, şehriyâr-ı mekremet-şiâr, cemşîd-i hurşîd-tal‘at, hâkān-ı keyvân-menzilet, dârâ-yı tâc ü taht, dâver-i fîrûz-baht, hüsrev-i fağfûr-fer, şâh-ı Ferîdûn-siyer, vâsıta-yı ahd-i bahtiyârî, nigîn-i hâtem-i tâc-dârî, hümâyun-devlet ü müşterî-saâdet, Cem-câh-ı nısfet-penâh, vâlâ-sadr u bülend-kadr Tahmasb Şah”.

Sadrazam, beylerbeyileri, defterdar, kaptan paşa vb. vazifelilerin emirleri olan buyrulduların elkābı ferman elkābına nazaran hem daha kısa ve basitti, hem de her makam için ayrı ayrı olmayıp bir elkāb birkaç makam için kullanılırdı. Meselâ kazaskerlere “izzetlü, fazîletlü”; kaptan paşaya “izzetlü, rif‘atlü”; İstanbul kadısına “fazîletlü”; defterdarlar, nişancı, reîsülküttâb, tersane, darphâne, defter ve şehir eminleri, yeniçeri ağası, bostancıbaşı, kapıcılar kethüdasına ise sadece “izzetlü” diye yazılırdı (Buyuruldu Mecmuası, TTK Ktp., Yazmalar, nr. 70, vr. 6a-6b). Tanzimat’tan sonra yeniden teşkilâtlanma dolayısıyla XIX. yüzyıl ortalarında yeni kurulan müesseselerin başında bulunanlara yazılacak buyurulduların elkābı da tesbit edildi. Buna göre serasker ve kaptan paşaya “devletlü, atûfetlü efendim hazretleri; Mısır valisi, Maliye, Evkaf, Ticaret, Darphâne nazırları ve ordu-yı hümâyun müşiri vb.ne “devletlü efendim hazretleri”; müşirler, valiler, Hariciye ve Tersane nâzırları ile Mâbeyn başkâtibine “atûfetlü efendim hazretleri” şeklinde yazılmaya başlandı (BA, Cevdet, D, nr. 7531).

Sadrazamın padişaha, diğer devlet erkânının sadrazama veya üstlerindeki makamlara sunduklan bir meselenin özeti mahiyetindeki telhislerin elkābı yazılan şahsa göre değişir. Padişaha yazılan telhislerin de konularına göre elkābında değişiklik vardır. Kanûnî Sultan Süleyman saltanatında “devletlü padişahım, saadetlü padişahım” gibi sade elkāb kullanılırken zamanla değişikliğe uğrayarak “şevketlü, kerâmetlü, mehâbetlü padişahım”; Nevşehirli İbrâhim Paşa sadâretinden itibaren de “Hudâ-yı müteâl vücûd-ı hümâyûn-ı pâdişâhânelerin hemîşe vikāye-i samedânîsinde masûn-ı müeyyed eyleyip sâye-i hümâpâye-i mülûkânelerin cümle ile bu bende-i nâçizleri üzerinde dâim eyleye” gibi külfetli elkāb kullanılmaya başlanmıştır. XVIII. yüzyıl sonlarında ise telhis elkâbının kısmen basitleştirildiği ve hemen daima “şevketlü, kerâmetlü, mehâbetlü, kudretlü velî-ni‘metim efendim padişahım” şeklinin tercih edildiği görülür. Padişaha yazılan diğer belgelerde olduğu gibi bunlarda da “padişahım” kelimesi elkāb satırının biraz üzerine yerleştirilmiştir.

Mektup elkābı da gönderen ve gönderilen kişilerin mevkilerine göre değişiklik gösterir. Ancak yazan çok yüksek, kendisine yazılan ise çok aşağı bir mevkide değilse saygı ve nezaket kaidelerine riayet edilirdi. Alttan üste yazılan mektuplardaki elkāb “Muttali-i tevâlî-i devlet ve menba-ı menâbi-i saadet ü haşmet olan südde-i seniyye-i sidre-makām ve atebe-i aliyye-i gerdûn-ihtitâmları türabına”; “Mesned-i menba-ı devlet-penâh-ı âsafî, huffü’r-rahmâni’l-lutfi’l-hafî sâha-i mülk-i mesahasına”; “Devletlü, inâyetlü, mürüvvetlü, vâlâ-himem, cezîlü’l-mükerrem efendim sultanım âğâ-yi zîşân hazretlerinin hâk-i pây-i istimallerine” şekillerinde çok hürmetkârane idi. Üst makamdan alt makama yazılan mektup elkābı ise “Saâdetlü, mekremetlü, meveddetlü karındaş-ı eazz ü ekremim düstûr-i celîlü’ş-şân hazretlerinin nâdî-i saadet-mevfûrlarına”; “İzzetlü, saadetlü, meveddetlü karındaş-ı eazzım pâşâ-yi celîlü’l-kadr hazretlerinin huzûr-ı izzet-mevfûrlarına”; “Saadetlü, semâhatlü, rif‘atlü maârif-perverim karındaşım efendi hazretlerinin huzûr-ı saâdet-mevfûrlarına”; “Saadetlü, mekremetlü, mürüvvetlü, atûfetlü oğlum sultanım efendi-i celîlü’ş-şân hazretlerinin nâdî-i saâdet-iştimâllerine” veya daha basit olarak, “Hâlen... ’da mütesellimimiz izzetlü... Ağa” şeklindeydi. Muhatabın yaşça küçük olması halinde elkāba “oğlum”, akran olması


halinde ise “karındaşım” kelimeleri ilâve edilebilirdi (birkaç örnek için bk. BA, A.NŞT, dosya 1251/51, 59; A.RST, dosya 2/9, 36).

Yabancı devlet ricaline gönderilen mektuplarda nâme-i hümâyun elkābına oldukça benzer bir elkāb kullanılır ve bu da hükümdarın müslüman veya hıristiyan oluşuna göre farklılık gösterirdi. Meselâ sadrazam tarafından Özbek hanı ve Fas hâkimine yazılan mektupların elkābı şöyleydi: “Âlî-hazret felek-rif‘at, Cemşîd-azamet, Ferîdun-haşmet, Dârâ-dirâyet, İskender-ferâset, saltanat-meâb, hilâfet-nisâb, saadet-iktisâb, siyâdet-intisâb, zü’d-devleti’r-râsiha ve’l-izzeti’ş-şâmiha, bâsıtü’l-emni ve’l-emân, nâşirü’l-adli ve’l-ihsân, el-müstağnî zâtühû ani’t-tavsîf ve sıfâtühû ani’l-beyân, el-mahfufü bi-sünûfi letâifi’l-mennân hân-ı a‘zâm ve hâkān-ı muazzam Abdullah Han” (Feridun Bey, II, 239, 243) “Câlis-i serîr-i saltanati’l-a’lâ, lâbis-i libâsi’l-adâleti ve’t-takvâ, hâris-i sağri’l-İslâm, fâris-i heycâi’l-i‘isâmi’l-uhuvvi’s-sultâni’l-a‘zam ve’l-hâkāni’l-a‘deli’l-ekrem, müfettihu ebvâbi’l-berr ale’l-halâyiķ, müfeyyizü füyûzâti’l-hükümeti fi’l-megārib ve’l-meşârik, etka’s-selâtîn ilmen ve fazlen, aslah-ı havâkîn kavlen ve amelen, edâme’llāhü mülkehû ve salta-natehû ve eazze ensârehû ve avânehû kemâ a‘lâ şânehü ale’d-devam ilâ en yerise’llāhü’l-arza ve men aleyhâ innehû hamîdün mecîd cenâb-ı hilâfet-meâblarına” (a.e., II, 245). Hıristiyan hükümdarlarına ve devlet ricaline gönderilen mektupların elkābı ise “Mefharü’s-selâtîn fî dîni’l-Mesîhiyye, efharü’l-havâkîn fî mezhebi’l-Îseviyye, sâhibü’d-deyri ve’n-nâküs, muhtârü’l-asl ve’n-nâdüs Venedik padişahı” (Gökbilgin, TTK Belgeler, I/2, s. 172); “Kıdvetü’l-ümerâi’l-izâmi’l-îseviyye, umdetü küberâi’l-fıhâm fî milleti’l-Mesîhiyye, muslih-i mesâlih-i cemâhiri’t-tâifeti’n-Nasrâniyye, sâhib-i ezyâli’l-haşmeti ve’l-vekār, sâhib-i delâili’l-mecdi ve’l-iftihâr... kralı” (Public Record Office, Stade Papers, 102/61) tarzındaydı. Gönderilenin kadın olması halinde “Kıdvetü’n-nisvâni’l-muvakkırât fi’l-milleti’l-Mesîhiyye, üsvetü’n-nisâi’l-muhadderât fî tâifeti’l-Îseviyye, sâhibetü ezyâli’l-haşmeti ve’l-vekār, sâhibetü delâili’l-hamdi ve’l-iftihar... kraliçesi” şeklinde elkābda biraz değişiklik yapılıyordu. Valide sultanlar tarafından da bazı hükümdarlara mektuplar gönderilirdi. Bunların bir kısmındaki elkāb daha külfetli, bir kısmı ise basit olurdu (Skilleter, s. 134-135, 155, 156). Hıristiyan devlet adamlarına, olağan üstü yetki sahibi olan serdar veya Budin beylerbeyilerinin gönderdikleri mektupların elkābı ise “Devletlü dostumuz ve hâkim komşumuz Macar taifesinin palatinoşu Gruf Galantayı Esterházy Mikloş”; “Devletlü dostumuz ve hakikatlü komşumuz...”; “İzzetlü ve devletlü dostumuz...” (L. Fekete, Türkische Schriften aus dem Archive, s. 63, 70, 79) gibi oldukça basit ve Türkçe idi.

Merkezle taşra veya iki taşra şehri arasındaki tahrirat (küçükten büyüğe) ve şukka (büyükten küçüğe) gibi yazışmalardaki elkāb daha basitti. Tahriratta elkāb genellikle “Veliyyü’n-ni‘amâ devletlü, âtıfetlü efendim hazretleri”; “Veliyyü’n-ni‘amâ, bende-i perverâ, kerîmü’ş-şiyemâ efendim”; “Hâk-i pây-i âlî-i mün‘imânelerine ma‘rûz-ı çâker-i kemîneleridir ki”; “Atebe-i ulyâ-yı âsafânelerine ma‘rûz-ı çâker-i kemîneleridir ki”; “devletlü veliyyü’n-ni‘am efendim” veya daha sade ve basit olarak “velîni‘metim efendim”, “ma‘rûz-ı bendeleridir ki”, “ma‘rûz-ı çâkerleridir ki” şekillerinde olurdu. Şukka elkâbı ise çok defa “Devletlü, atûfetlü, mürüvvetlü, meâlî-himem efendim hazretleri”; “Devletlü, âtıfetlü, mürüvvetlü, uluvvü’l-himem, kerîmü’ş-şiyem sultanım hazretleri” gibi hürmetkârane olmakla beraber tahrirata nazaran daha basitti. Kapı kethüdâları, dergâh-ı âlî kapıcıbaşıları, matbah ve gümrük eminleri gibi vazifelilere gönderilen şukkaların elkâbında “Saâdetlü, mekremetlü, meveddetlü birâder-i azîzim efendi-i sütûde-şiyem hazretleri”; “İnâyetlü, atûfetlü, mürüvvetlü cemîlü’ş-şiyem karındaşım sultanım hazretleri”; “Saâdetlü, mekremetlü, meveddetlü birâder-i hulûs-şiârım âğâ-yı celîlü’l-kadr hazretleri”; “Saâdetlü, mekremetlü, mürüvvetlü karındaş-ı eazzım sultanım hazretleri” misâllerinde olduğu gibi çok defa “karındaşım” ve “biraderim” kelimeleri kullanılırdı. Genel olarak gönderen ve gönderilen şahısların mevkileriyle orantılı olarak elkābda da değişiklik görülür. Tanzimat sonrasında “devletlü efendim hazretleri”, “atûfetlü efendim hazretleri”, “saâdetlü efendim”, “hamiyyetlü bey” gibi daha basit elkâb kullanılmıştır.

Tezkire cinsi belgelerin sadece bir kısmında elkāb bulunur. İlk defa II. Mahmud devrinde ortaya çıkan, sadrazamın padişah yerine Mâbeyn başkâtibine hitaben yazdığı arz tezkireleri elkābı da başlangıçta “Seniyyü’l-himemâ, kerîmü’ş-şiyemâ devletlü, atûfetlü efendim hazretleri”; “Seniyyü’l-himemâ, behiyyü’ş-şiyemâ devletlü, atûfetlü efendim hazretleri”; “Seniyyü’l-himemâ inâyetlü, atûfetlü efendim hazretleri”; “Seniyyü’l-himemâ, kerîmü’ş-şiyemâ devletlü, inâyetlü, âtıfetlü, übbehetlü efendim hazretleri”, hatta başkâtibin sadrazamdan küçük olması halinde “Seniyyü’l-himemâ, kerîmü’ş-şiyemâ devletlü, atûfetlü oğlum efendim hazretleri” veya “Atûfetlü, mürüvvetlü oğlum efendim hazretleri” gibi şekillerde iken 1847’deki düzenlemeyle daha basitleştirilmiş (BA, Mesâil-i Mühimme, nr. 139), “atûfetlü efendim hazretleri” denmesi kararlaştırılmıştı. Sadâretten resmî dairelere ve ekseriya nezâretlere gönderilen tezkire-i sâmiyyelerdeki elkâb, 1847’den itibaren padişaha damat olan nazırlar için “devletlü, atûfetlü efendim hazretleri”, böyle bir sıfatı olmayanlar içinse sadece “devletlü efendim hazretleri” şeklindeydi.

Diğer belgelerde olduğu gibi arzlarda da padişaha sunulması halinde “padişahım” kelimesi kullanılır. Sadrazam ve daha aşağı mevkidekilere ise elkâbda “Rif‘atlü ve merhametlü sultanım hazretlerinin hâk-i pây-i şeriflerine arz-ı dâî-i hakîr budur ki” misalinde olduğu gibi “sultanım” kelimesi bulunurdu. Özellikle ilmiye ricali tarafından sunulan arzlarda ise “arz” yerine “ma‘rûz” kelimesi kullanılırdı. Arîzalara gelince, padişaha sunulanlarda elkāb “Şevketlü, kudretlü, mehâbetlü, azametlü sultanım/hünkârım hazretleri”; sadrazama sunulanlarda ise “Devletlü, inâyetlü, re’fetlü, atûfetlü ser-tâc-ı mûfâharetim efendim sultanım hazretleri”, daha aşağı seviyedekilere sunulanlarda “Sa‘âdetlü, mürüvvetlü, mekremetlü efendim sultanım hazretleri” gibi şekillerde idi. Arîzanın üstten alta yazılanı olarak tarif edilebilecek kâime elkābı ise bazan sadece “Ma‘rûz-ı abd-i ahkarlarıdır ki” şeklinde iken bazan da “Benim izzetlü, saâdetlü karındaş-ı eazzım hazretleri”; “Benim inâyetkâr efendim”; “Devletlü, atûfetlü, mürüvvetlü, re’fetlü, seniyyü’l-himem, kerîmü’ş-şiyem sultanım hazretleri”; “Devletlü, atûfetlü, mürüvvetlü, veliyyü’l-himem efendim, sultanım hazretleri”; “Devletlü, inâyetlü, atûfetlü, re’fetlü veliyyü’n-ni’am âlî-himem efendim sultanım hazretleri”; “Benim saâdetlü, mekremetlü, meveddetlü, re’fetlü karındaş-ı eazz ü ekremim, sultanım, âğâ-yı celîlü’ş-şân hazretleri” veya benzeri hürmetkârane bir ifade taşırdı.


Arzuhaller ve toplu imza ihtiva eden arzuhaller olarak tarif edilebilecek mahzarlarda kullanılan elkāb da padişah, sadrazam, divan vb. arzuhalin muhatabı olan şahıs veya makama göre değişiklik gösterirdi. Padişaha sunulan arzuhallerde elkāb yerine “Şevketlü, mehâbetlü, re’fetlü pâdişâh-ı âlem - penâh hazretleri hilâfetinde daim olsun”; “Şevketlü, mehâbetlü, azametlü pâdişâh-ı âlem - penâh hazretlerinin Hak sübhânehû ve teâlâ vücûd-ı hümâyunların elem ü ekdârdan masun ve mahfuz eyleye, âmin”; “Şevketlü. mehâbetlü, şehâmetlü, kudretlü pâdişâh-ı âlem - penâh hazretleri sağ olsun: Hak sübhânehû ve teâlâ vücûd-ı hümâyunların hatalardan masûn ve mahfûz eyleyip serîr-i saltanat-ı aliyyelerinde daim ve müstedâm eyleye, âmin yâ muîn”; “Cenâb-ı rabb-i yezdân pâdişâh-ı âlî-şân ve halife-i ma‘delet - unvân efendimiz hazretlerini bâ-kemâl-i afiyet serîr-ârây-i şevket ü iclâl buyursun, âmin”; “Şevketlü, kerâmetlü, mehâbetlü padişahım hazretlerinin Hak sübhânehû ve teâlâ hazretleri vücûd-ı hümâyunların âfât u belliyyâttan mahfûz eyleyip pertev-i hayâtın fukara vü zu‘afânın üzerinden dûr u mehcûr eylemeye, âmin, bi-hürmeti seyyidi’l-enbiyâ ve’l-mürselîn” gibi bir “duâ-i pâdişâhı” bulunurdu. Sadrazam veya daha aşağı mevkideki bir şahsa sunulan arzuhallerde muhataba “sultanım” şeklinde hitap edilirdi. “Devletlü ve saâdetlü efendim sultanım hazretleri sağ olsun”; “Devletlü, inâyetlü, merhametlü efendim sultanım hazretleri devlet-i ebedî ile sağ olsun”; “Saâdetlü ve devletlü velî - ni‘metim efendim sultanım hazretleri”; “Saâdetlü ve izzetlü ve devletlü pâşâ-yi celîlü’ş-şân” vb. elkāb kullanılırdı. XIX. yüzyılda elkābdaki sadeleştirmeden sonra arzuhallerde de artık daha basit hitap şekillerinin kullanıldığı görülmektedir. Sadrazama “Ma‘rûz-ı çâker-i kemîneleridir”, şeyhülislâma “Ma‘rûz-i dâî-i dirîneleridir”, nezâretler ve daha aşağı kademedekilere “Ma‘rûz-ı âcizânemdir”, “Atûfetlü efendim hazretleri”, “Saâdetlü efendim hazretleri”, “Nazır beyefendi hazretleri” şekilleri kullanılmaya başlanmıştır (çeşitli vazifelilere yazılan arzuhal örnekleri için bk. Mehmed Fuad, s. 219 vd.).

Mahzarlarda da padişaha, divana veya sadrazama sunulmasına göre elkāb formülü farklı olurdu. Padişaha sunulan mahzarlarda elkâb “Saâdetlü, mürüvvetlü, âmme-i nâsa merhametlü pâdişâh-ı âlem-penâh hullidet hilâfetühû el-cesûrü’d-dîn hazretlerinin rikâb-ı hümâyunlarına arzuhal”; “Rikâb-ı hümâyûn-ı devlet-nümâ edâmellāhü teâlâ bi’l-izzi ve’l-alâ niyazgâhına” veya “Saâdetlü ve azametlü ve şevketlü pâdişâh-ı zıllullâh hazretlerinin rikâb-ı hümâyunlarına” gibi şekillerde olabiliyordu. Sadrazama sunulan mahzarlardaki elkāb formülleri “Devletlü ve saâdetlü ve fukara kullarına merhametlü sultanım hazretlerinin hâk-i pây-i izzetlerine”; “Devletlü, inâyetlü ve merhametlü veliyyü’n-niam ve kesîrü’l-kerem efendim sultanım hazretleri sağ olsun”: “Devletlü, inâyetlü, âmme-i âlemiyâna merhametlü veliyyü’n-niam-ı âlem dâme mâ dâme’l-âlem sultanım hazretlerinin hâk-i pây-i ıtır-nâkleri savbına”; “Saâdetlü ve mürüvvetlü ve devletlü sultanım hazretlerinin türâb-ı ikdamlarına” gibi şekillerdeydi. Dîvân-ı Hümâyun’a sunulan mahzarlardaki elkāb ise en çok “atebe-i aliyye” sözüyle başlardı. “Atebe-i aliyye-i inâyet-resân ve südde-i seniyye-i saâdet-nişân, lâzâlet aliyyeten ilâ yevmi’l-mîzân türabına”; “Atebe-i aliyye-i adâlet-unvân ve südde-i seniyye-i ma‘delet-bünyân lâ-zâle müeyyeden ilâ inkırâzi’d-devrân türabına”; “Atebe-i aliyye-i adâlet-unvân ve südde-i seniyye-i saâdet-nişân, lâ-zâlet aliyyeten ilâ yevmi’l-haşri ve’l-mîzân niyazgâhına”; “Dergâh-ı refîü’ş-şân ve bârgâh-ı adâlet-unvân lâ-zâlet aliyyeten ilâ yevmi’l-kıyâm türabına” bunların başlıcalarıdır. Mahzarlarda bunlardan başka “Dergâh-ı refîü’ş-şân-ı hâkānî türâbına”, “Der-i devlet-medâra”, “Pîşgâh-ı devlet-penâhlarına”, “Bâis-i tenmîķ-i hurûf oldur ki” gibi daha kısa, hatta arza benzeyen “Dergâh-ı felek-medâr ve bârgâh-ı gerdûn-iktidâr türabına” veya “Arz-ı bendegî budur ki” şeklinde birtakım hitap formüllerine de rastlanmaktadır.

Ariza elkābı da bir dereceye kadar arzuhallere benzer. Padişaha sunulması halinde “Şevketlü, kudretlü, mehâbetlü, azametlü hünkârım hazretleri”; sadrazama sunulduğunda “Devletlü, inâyetlü, re’fetlü, atûfetlü ser-tâc-ı müfâharetim efendim sultanım hazretleri”; “Devletlü, inâyetlü, âtıfetlü, re’fetlü, veliyyü’n-niam, kesîrü’l-himem efendim sultanım hazretleri”; “Devletlü, saâdetlü, mürüvvetlü, mekremetlü efendim sultanım hazretleri” şeklindedir. Daha aşağı seviyedeki vazifelilere verilen arîzalarda “Saâdetlü, semâhatlü, atûfetlü, re’fetlü sultanım efendim hazretleri” gibi elkāb kullanılırdı. Tanzimat sonrasında ise bunun basitleştirilerek “Ma‘rûz-ı çâker-i kemîneleridir ki” şeklini aldığı görülmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, A.BKT, dosya 1/2, 4; A.DVN, dosya 5/60, 66; 21/14; A.DVN, Mühimme, dosya 1/45; 20/23-A; A.DVTH, Şikâyet, dosya 51/85; 150/16; 150/74-2; A.AMD, dosya 12/8, 35; 14/38; 15/62; A.MKT, nr. 1055, s. 22, 28, 29, 41, 43. 46, 51 vd.; A.MKT, umumi, dosya 3/15, 77; 8/96; 9/48, 1036; 11/27. 51, 67, 84; 15/43; 58/12. 31; A.MŞT, dosya 1251/25, 29, 40, 47, 51, 53, 54, 59, 85, dosya 1739/77; A.RST, dosya 2/9, 36; Cevdet, D. nr. 7531, 13487; Cevdet, M, nr. 8755, 16356, 16936, 18993; BA, HH, nr. 6129, 37534-A, 37537, 43099, 43112, 43114, 43117, 43374-C, 48938, 50787, 50926, İrâde-D, nr. 14841/2 vd.; İrâde-Meclis-i Mahsûs, nr. 525/3, 2421/9, 3379/6 vd; İrâde-Sisam, nr. 62/1, 2; Mesâil-i Mühimme, nr. 139/2; TSMA, nr. E 735/104, 111; 148/37; Public Record Office, State Papers (P.R.O, S.P), 102/61; “Fâtih’in Teşkilât Kanunnâmesi ve Nizâm-ı Âlem İçin Kardeş Katli Meselesi” (nşr. Abdülkadir Özcan), TD, sy. 33 (1980-81), s. 48-49; Feridun Bey, Münşeât, I, 1-13; II, 239-243. 245; Münşeât Mecmuası, Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 5867; a.e., Süleymaniye Ktp., Halet Efendi, nr. 760; Buyuruldu Mecmuası, TTK Ktp.. Yazmalar, nr. 70; İnşâ-i Mergub, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, M. Cevdet, Yazmalar, nr. K. 36; Mehmed Fuad, Usûl-i Kitâbeti Resmiyye, İstanbul 1328; L. Fekete, Ein-führung in die osmanische-türkische Diplomatik der türkischen Botmâssigkeit in Ungarn, Budapest 1926, s. XXXIII-XXXVI; a.mlf., Türkische Schriften aus dem Archiue des Paiatins Nikoiaus Esterhâzy (1606-1645), Budapest 1932, tür.yer.; M. Guboğlu, Paleografim şi Diplomatica Turco-Osmana. Stidiuşi Albüm, Bucarest 1958, s. 61-64, 83-88, 169, 190, 196, 198, 211, 216-219, 237; U. Heyd, Ottoman Documents on Palestine (1552-1615), Oxford 1960, bk. Giriş; B. Nedkov, Osmanoturska Diplomatika İ Paleografiya, Sofia 1966, I, 130-137, 145 vd.; M. Tayyib Gökbilgin, Osmanlı Paleografya ve Diplomatik İlmi, İstanbul 1979, s. 59-67, 92-93; a.mlf., “Venedik Devlet Arşivindeki Vesikalar Külliyatında Kanunî Sultan Süleyman Devri Belgeleri”, TTK Belgeler, I/2 (1965), s. 119-220; a.mlf., “Venedik Devlet Arşivindeki Türkçe Belgeler Koleksiyonu ve Bizimle İlgili Diğer Belgeler”, a.e., V-VIII/9-12 (1972), s. 1-151; Schaendlinger, Die Schreiben Süleymans des Prächtigen an Vasallen, Militärbeamte, Beamte und Richter, Wien 1986, II; Mehmet İpşirli, Diplomatik Açıdan Mahzar (Profesörlük takdim tezi, 1988), İÜ Ed. Fak.; Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik), (baskıda); Halil İnalcık, “Bursa Şer’iyye Sicillerinde Fatih Sultan Mehmed’in Fermanları”, TTK Belleten, XI/44 (1947), s. 693-708; Susan Skilleter, “Three Letters from the Ottoman ‘Sultana’ Safiye to Queen Elizabeth I”, Documents from Ottoman Chanceries, Oxford 1965, s. 119-157; Feridun Emecen, “Atûfetlü”, DİA, IV, 99.

Mübahat S. Kütükoğlu