ELİF

أ

Arap alfabesinin birinci harfi.

Bitişik Nabat yazısından geliştirilmiş olan ve Nabatî-Ârâmî halkalarıyla Fenike yazısına bağlanan Arap alfabesinin aynı şekil ve aynı isimle anılan ilk harfidir (bk. ARAP [Yazı]; ELİFBÂ). “Zayıf, hor ve hakir görülen adam; cömert; birçok haslet ve faziletleri kendinde toplamış, eşi az bulunan kimse” gibi anlamlara da gelen (Halîl b. Ahmed, el-Ĥurûf, s. 28, 33) elifin ebced hesabındaki sayı değeri “bir”dir. Arapça’da elif (veya elîf [Halîl b. Ahmed, Kitâbü’l-ǾAyn, VIII, 336]) diğer Sâmî dillerde olaf, alaf, alef, elaf ve Grekçe’de alfa şeklinde telaffuz edilen kelimenin aslı, ilk piktografik (resim-yazı) sistemde stilize edilmiş (cursiv) bir “öküz başı” işaretiyle ( ) gösterilen Akkadca alpu (öküz) kelimesidir. Nabatîler’de zamanla bu işaretin köşe teşkil eden verev çizgilerinin ihmal edilmesiyle hafif meyilli dikine bir çizgiye dönüşmüştür.

Hemze ile yakın ilgisi olan ve yer yer biri diğerinin adıyla anılan elifin mahreci hakkında Arap dilcileri tarafından farklı görüşler ileri sürülmüştür. İbn Cinnî, İbn Yaîş, Mâlekî ayn harfinin mahrecine yakın bir yerde, boğazın en gerisinden patlayıcı bir gırtlak sesi (nebre kaviyye-laryngal plosiv) olarak çıkan hemze gibi elifin de boğaz harfi olduğunu belirtirlerken (Sırru śınâǾati’l-iǾrâb, I, 46; Şerĥu’l-Mufaśśal, X, 123; Raśfü’l-mebânî, s. 103) Mekkî b. Ebû Tâlib, Ebû Amr ed-Dânî, Fîrûzâbâdî gibi âlimler belli bir mahrece dayanmaksızın boğaz ve ağız boşluğundan çıktığını, bu sebeple de hurûf-i hevâiyyeden olduğunu söylemişlerdir.

Elif ve hemze birbirinden farklı fonemlerdir. Meselâ hemze sükûn ve hareke alabildiği halde elif daima sakin ve kendinden önceki hareke fethadır (İbn Cinnî, II, 651). Elifin resmi olduğu halde hemzenin sabit bir resmi olmamıştır (Mekkî, s. 94-95). Elif bir mahrece dayanmaksızın ağız boşluğundan çıkar, hemzenin ise belli bir mahreci vardır. Elif alfabede lâm ile birlikte “lâm-elif” (لا) şeklinde yazılır; alfabenin başında yazılan ise genelde elif denen, fakat esasta elif suretinde hemzedir. Hemze istisnaî olarak idgam edilse bile elif edilmez (Zemahşerî, s. 468). Elif meselâ “lâ” (لا) “mâ” (ما) “nâ’da (نا) olduğu gibi önündeki harfin sesini uzatır (harf-i med). Buna “yumuşak elif” (elif-i leyyine) veya “sakin elif” (elif-i sakine) denir. Harekeli olduğunda yani bir sesli ile (sâit) okunduğunda ise ) أ =إِ =أُ=u gibi (“hemze elif” (el-elifü’l-mehmûze) veya sadece “hemze” diye anılır ve yeni yazı stilinde (ء) işaretiyle birlikte yazılır.

Bir görüşe göre (Emrullah Efendi, I, 3) elifin harekeli şekli kabul edilen hemzenin, mahreç bakımından ayn harfine olan yakınlığı en açık şekilde Temîm ve Esed kabilelerinin telaffuzlarında görülmüştür. Hemzeye hemen hemen ayn kuvvetinde bir tınnet veren bu iki kabile halkı bir bakıma bu fonemi ayn’a dönüştürmüştür. Yalnız bu iki kabilede görülmüş olan bu şive özelliğine “an‘anetü Temîm” denilmiştir (İbn Yaîş, X, 8). Hemze elif, vav, yâ, hâ ve ayn’a; elif de vav, yâ, hemze ve nûna dönüşebilmektedir (Zemahşerî, s. 428, 431 vd).

Bazı Arap dilcileri elif isminin vav, yâ ve hemze harfleriyle ülfet etmesi, yani onlarla değişip kaynaşması sebebiyle “vahşetin (sertlik ve kabalık) zıddı olan “ülfet” (uyumluluk) masdarından türediği görüşündedirler. Alfabenin ilk harfi kabul edilmesi ise bütün harflerin aslı oluşu, “Allah” (الله) lafzının ilk harfini meydana getirmesi ve bütün kelimelerin bu kaynaktan çıktığının kabul edilişiyle açıklanmıştır (Fîrûzâbâdî, II, 4 vd.).

Elifin Kur’an’da ve Arap gramerinde gördüğü çeşitli görevler için ayrı ayrı adlar (elkâbü’l-elifât) kullanılmıştır. Bu eliflerin üçü asıl, diğerleri onların fürûu ve tabileri durumundadır. Asıl olanlar şunlardır: 1. el-Elifü’l-aslî. أمر - سأل - قرأ vb. fiillerdeki gibi. 2. Elifü’l-kat‘. أب -إبل - أُمّ vb. isimlerle أعلم - أكرم vb. fiillerde görüldüğü gibi. 3. Elifü’l-vasl.ابن - اسم vb. isimlerde ve sülâsî fiillerin emriyle (انصر - اقطع) mâzî, hümâsî, südâsî fiillerdeki gibi (استنكر - انفعل) . Fîrûzâbâdî Kamûsü’l-muhît’inde fürû niteliğindeki eliflerin on altı tanesini zikrederken el-Beśâǿir adlı eserinde elif için kırk ayrı lakap sayarak her birine misaller vermiştir.

Elif Kur’an kıraatinde fethanın uzatılmasında bir ölçü birimi olarak (bir elif, iki elif miktarı) kullanılmıştır. Ayrıca tabiattaki dört ana unsurdan ateşe remiz olmuş, tasavvufta insân-ı kâmili sembolize etmiştir. Hat sanatı açısından tuğra*nın dört kısmından üçüncüsünü ve yukarıya doğru çekilen üç paralel çizginin adını teşkil eder; buna “tuğ” da denilir.

Elifin muhtelif yazı çeşitlerindeki şekilleri şöyledir:


Kalkaşendî, hat itibariyle elifin eninin boyuna nisbetle sekizde bir olabilmesi için aynı kalemle sekiz nokta boyunda çizilmesi gerektiğini İħvânü’ś-Śafâǿ risâlelerinden naklen kaydetmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, IX, 9-12; XV, 427-428; Kamus Tercümesi, IV, 1241; Halîl b. Ahmed, el-Hurûf (nşr Ramazan Abdüttevvâb), Kahire 1969, s. 28, 33; a.mlf., Kitâbü’l-ǾAyn (nşr Mehdî el-Mahzûmî - İbrâhim es-Sâmerrâî). Beyrut 1408/1988, VIII, 336; İbn Cinnî, Sırru sınâ‘ati’l-i‘râb (nşr. Hasan Hindâvî), Dımaşk 1405/1985, I, 41 vd., 69 vd.; II, 651 vd.; Mekkî b. Ebû Tâlib, er-RiǾâye (nşr. Ahmed Hasan Ferhât), Amman 1404/1984, s. 94-95; Ebû Amr ed-Dânî, el-İdğâmü’l-kebîr fi’l-Kur’ân (nşr Züheyr Zâhid), Beyrut 1414/1993, s. 49-50; Zemahşerî, el-Mufassal fî Ǿilmi’l-luğa (nşr. M. İzzeddin es-Saîd), Beyrut 1410/1990, s. 416-418, 425-428 vd., 468; İbn Yaîş, Şerhu’l-Mufassal, Beyrut, ts. (Âlemü’l-kütüb), X, 8-9, 123-124; Radî el-Esterâbâdî, Şerhu’ş-Şâfiye, İstanbul 1290, s. 347; Ahmed b. Abdünnûr el-Mâlekî, Rasfü’l-mebânî (nşr. Ahmed Muhammed el-Harrât) , Dımaşk 1405/1985, s. 103-147; Fîrûzâbâdî, el-Besâǿir (nşr. M Ali en-Neccâr), Beyrut, ts. (el-Mektebetü’l-İlmiyye), II, 4-11; Kalkaşendî, Subhu’l-aǾşâ (Şemseddin), III, 28-29; Emrullah Efendi, Muhîtü’l-maârif, İstanbul 1328-30, I, 3-26; Temmâm Hassân, el-Luğatü’l-ǾArabiyye: maǾnâhâ ve mebnâhâ, Kahire 1979, s. 39-59; Azîze Fevvâl Bâbetî, el-MuǾcemü’l-mufassal fi’n-nahvi’l-ǾArabî, Beyrut 1992, s. 29-45; TA, II, 56-59; Pakalın, I, 518-519; Weil, “Elif”, İA, IV, 237; Nihad M. Çetin, “Arap (Yazı)”, DİA, III, 277.

Ahmet Turan Arslan




EDEBİYAT. Elif özellikle klasik Fars ve Türk edebiyatlarında bir remiz, telmih ve teşbih unsuru olarak sevgilinin başta boyu olmak üzere çeşitli vasıflarını ifade etmek için yaygın biçimde kullanılmış ve elif kelimesini ihtiva eden pek çok tabir meydana getirilmiştir. Ayrıca bu harf adı tasavvufta ve tasavvufî edebiyatta farklı mânalar taşıyan bir terim niteliği kazanmıştır.

Türk edebiyatında manzum eserlerde sevgilinin boyu, uzunluğu ve düzgünlüğü sebebiyle elife veya serviye benzetilir. Bundan dolayı sevgili “elif boylu” anlamına gelen “elif-bâlâ, elif-kad, elif-kāmet” diye anılır. Nesîmî’nin, “Kāmetin elif diyen gör ne uzun hayâl eder/Her ki diler visalini ârzû-yı muhal eder” beytinde bu husus görülmektedir. Bazan başka harflerle bir arada zikredilip meydana getirilen kelimeler ve bunların şeklî özellikleri çeşitli çağrışımlara yol açar. Meselâ sevgilinin boyu, zülüfleri ve ağzı Kur’ân-ı Kerîm’deki hurûf-ı mukattaadan elif, lâm ve mim harflerine benzetilerek bu harflerle başlayan âyetlere telmihte bulunulur. Âşık, sevgilisine kavuşmanın bayram sevinci içinde yüzünü “güzellik mushafı”nın başındaki “elif-lâm-mîm”e süren bahtiyar kişi olarak hayal edilir.

Âşığın aşk derdinden beli bükülüp vücudu dal (د) harfinin şekline döndüğü zaman elif (ا) boylu sevgiliyle bir arada anılması “ad” (آد) kelimesini akla getirir. Bu çağrışımla âşığın bu yolda adı çıkmış, dillere düşmüş biri olduğu veya sevdiğinin adlı sanlı yani şöhretli bir güzelliğe sahip bulunduğu ifade edilir. Yine elif boylu sevgilinin başının iki yanından sarkan zülüfleri uçlarının kıvrıklığı itibariyle iki dala benzetilir. Şekil olarak “dâd” (داد) kelimesini düşündüren bu benzetmeden “adalet insaf, merhamet” çağrışımları doğar. Necâtî Bey’in, “Kaddin elif-durur iki yanında dâl-i zülf/Lâyık budur ki âşığa senden erişe dâd” beyti bu mecazi anlamları ortaya koyan bir örnektir.

Sevgilinin zülfü uzunluğu ve ucunun kıvrıklığı sebebiyle lama, boyu da elife teşbih edildiğinde şekil olarak ortaya “lâ” (لا = yok, hayır) kelimesi çıkar. Bağdatlı Rûhî’nin, “Lâm zülfüyle elif kaddi oluptur virdimiz. Her ne derse zâhid-i nâdân anunçün lâ deriz” beytinde bu husus hatırlatılmaktadır. Boy elife, kaş râya (ر) benzetildiğinde ise “râ” (- را ray < re’y = niyet, düşünce) mânası hatıra gelir. Sevgilinin boyu olan elif ile zülfünün remzi olan lâm yan yana gelince “âl” (أل = mekr, hile) kelimesi ortaya çıkar. Kaş nun (ن) harfine benzetildiğinde sevgilinin boyunu ifade eden elif ile birlikte “ân” (آن = güzellik) kelimesini meydana getirir. Ahmed Paşa’nın, “Kaşı nûnuyla kâmeti elifin/Gördük ayruk biz ansuz olımazuz” beytinde “an” kelimesi tevriyeli olarak kullanılmıştır. Neşâtî’nin, “Bîn-i pâkine elif-i ân desem n’ola/Ebrû-yı dilkeşi ona medd-i keşîdedir” beytinde ise bir taraftan aynı kelime üzerinde oynanırken diğer taraftan da “elif-i ân” tabiriyle buruna işaret edilmiş ve elifin üzerindeki med işareti (~) de kaşa benzetilerek yüz güzelliğini tamamlayan unsurlar bir arada zikredilmiştir.

Elif elifbanın ilk harfi olduğu için “okumak, bilmek” mânasına gelen pek çok deyimde kullanılmış ve bunlardan “elif okumak”, “eliften başlamak” gibi bazı deyimler çeşitli beyitlere girmiştir. İbn Kemal’in, “Tıfl-ı dil kaddin görüp aşka eliften başladı/Rabbi yessir lâ tüassir rabbi temmim bi’l-hayr” beytinde bu mâna ifade edilirken elifbâyı öğrenme sırasında okunan “rabbi yessir” duası da iktibas yoluyla beyte alınmıştır. “Eliften yaya kadar” deyimi baştan sona okumak, sırasıyla bilmek ve öğrenmek, “elifi bilmez”, “elifi görse mertek sanır” deyimleri de okuma yazma bilmeme, cehalet anlamına gelir. “Elifi elifine” aynen, tıpatıp demektir. “Elif demeden fergaba çıkılmaz” deyiminde de İnşirâh sûresinin “ve ilâ rabbike fergab” (yalnız rabbine yönel) meâlindeki son âyetine işaret vardır.

Bazı kelimelerde bulunan elif harfine ayrı mânalar verilir ve bunlara dayalı kelime oyunları yapılır. Meselâ “cân” (جان) kelimesinin ortasında yer alan elif harfi âşığın bağrına saplanmış bir oka benzetilir. Her ikisinde de elif harfi bulunan “can” ve “ân” kelimelerinin birleşmesiyle ortaya sevgili mânasında kullanılan “cânan” (جانان) sözü çıkmaktadır. Nesîb’in, “Nûr-ı Kevser’le edip şûye adın can korlar/Cana da ân verip ismini canan korlar” beytinde elif-cân-canan arasındaki bu münasebet dile getirilmiştir.

Fuzûlî bir beytinde sevgilinin kirpiklerini “kan” (قان) kelimesinin ortasında bulunan elif harfine benzeterek, “Batalı kana okun dîde-i giryân içre. Bir eliftir sanasın kim yazılır kan içre” demek suretiyle elif-kan münasebetine atıfta bulunmuştur. Ahmed Paşa. “Gönlümün levhinde okurdum elif kaddin revan/Ben dahi bir doğru harf öğrenmedim üstâddan” beytinde yine boy-elif münasebetini işleyerek sevgilisini düşünmekten dolayı hocasından başka bir şey öğrenmeye fırsat bulamadığını dile getirmektedir.

Elif başta ve ortada başka harflerle birleşmediği ve aynı zamanda hem şeklen hem de ebcedde bir rakamının karşılığı olduğu için Allah’ın tekliğini ifade eden bir vahdet sembolü sayılmıştır. Taşlıcalı


Yahyâ Bey’in, “Harf-i elif gibi yürü var ayn-ı vâhid ol/Halk ortasında kalma hemîşe niteki lâm” beytinde elifin tasavvufî düşüncede kazandığı bu özelliğe, kesretten kaçıp vahdete ulaşma anlayışına örnek verilmiştir. Tasavvufî düşüncede bütün harfler elifte toplanmış kabul edilir. Bir başka deyişle diğer harfler elifin çeşitli biçimlere dönüştürülmüş şekillendir. Bütün harfleri elifte görmek bütün varlıkları “ahad”da (Allah) görmeye benzer; çünkü elif harflerin evveli olduğu gibi Allah da mahlûkattan evveldir; bu sebeple elif Allah’ın ezeliyetini de ifade eder. Yûnus Emre’nin, “Dört kitabın ma‘nâsı bellidir bir elifte/Sen elifi bilmezsin bu nice okumaktır” beyti bu anlayışın tasavvuf edebiyatındaki en tanınmış örneğidir. Tarikatlarda ve özellikle Mevlevîlik’te bazı tarikat eşyaları bu kelimeyle yapılmış adlar taşır. Tennûre üzerine bele sarılan, ucu sivri, dört beş parmak genişliğindeki kucağa “elifi nemed”, ince uzun meşinden yapılmış bir sofraya da “elifî sumât” denir. Tâhir Olgun’un, “Sanmayın kavs-i kuzah takmış felek elfî nemed/Candan olmuş nev-niyâz-ı hankâh-ı Mevlevî” beytinde, dergâhtaki âyin sırasında beline elifî nemed sarmış yeni Mevlevî dervişlerinin görünüşlerini feleklerin gökkuşağı ile süslenmiş haline benzetmektedir. Ayrıca çeşitli tarikat mensuplarının kullandığı bir tür başlığa da “elifî taç” denmektedir. Üsküdarlı Râzî’nin, “Başta elifî tacı/Kendi başların tâcı/Tarîk-i Nakşiyye’den/Güzellerin Hallâc’ı” dörtlüğünden elifî tâcı Nakşîler’in kullandığı anlaşılmaktadır. Bektaşîler ise “Horasânî elifî taç” adını verdikleri yeşil çuhadan yapılmış bir başlık giyerlerdi. Ulemâ ve meşâyihe has kalça kısmı geniş, paça kısmı dar bir tür pantolona da “elifî şalvar” denilmiştir.

Elifin, Allah’ın adının ilk harfi ve birliğinin sembolü olmasından dolayı Türk folklorunda kutsal bir değer taşıdığına inanılır. Çocuk yaşta tahta çıkan padişahların cülûs törenlerinde alınlarına bir elif çizmek âdetti ve buna “elif çekmek” denirdi. Halk tabakasına da geçen bu âdete göre akıllı ve güzel çocukların alınlarına nazar değmesin diye elif çekilirdi. Bu deyim ayrıca âşığın sinesine aşk yarası açmak mânasında da kullanılmıştır. Enderunlu Vâsıf’ın, “Âh bir elif çekti yine sineme canan bu gece” mısraıyla başlayan ve yürük semâi formunda bestelenen şiiri, Türk mûsikisi klasiklerinin hem güfte hem de beste bakımından en değerli örnekleri arasında yer alır.

Elif, divan edebiyatındaki kadar yaygın olmamakla birlikte Türk halk edebiyatında da kullanılmıştır. Ancak halk edebiyatı ürünlerinde daha çok Anadolu’da yaygın bir kadın ismi olması sebebiyle geçer. Meselâ Karacaoğlan’ın, “İncecikten bir kar yağar/Tozar Elif Elif diye/Deli gönül abdal olmuş/Gezer Elif Elif diye” dörtlüğüyle başlayan ünlü semâisinin ana teması Elif adlı sevgilidir. Çoğu taş baskısı ve bazıları halk resmi tarzında görüntülerle süslü çok sayıdaki nüshasından halk arasında rağbet görmüş bir eser olduğu anlaşılan Elif ile Mahmud adlı aşk hikâyesinin de asıl kahramanı Elif’tir. Bazı türkülerde sevgilinin adı olan Elif ile elif harfi arasında doğrudan veya cinaslı bir ilişki kurulduğu görülür. Meselâ, “Elif dedim be dedim/Kız ben sana ne dedim?” mısralarıyla başlayan türküde Elif adlı sevdiğinden ters cevap alan âşığın ona, “Ben senin adını sayıklamıyorum, kendi kendime elifbâ ezberliyorum” demeye çalışması buna bir örnektir.

BİBLİYOGRAFYA:

Mehmed Çavuşoğlu, Necâtî Bey Divanı’nın Tahlili, İstanbul 1971, s. 187; Harun Tolasa, Ahmet Paşa’nın Şiir Dünyası, Ankara 1973, s. 281; Gül Derman, Resimli Taş Baskısı Halk Hikâyeleri, Ankara 1988, s. 49-50, ayrıca bk. İndeks; İskender Pala, Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, Ankara 1989, s. 290; Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1991, s. 156-157; Ahmed Talat Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar, Ankara 1992, s. 143-144; Âmil Çelebioğlu, “Elif Harfiyle İlgili Bazı Hususiyetler”, TDED, XXIV-XXV (1986), s. 45-64; Dihhudâ, Luğatnâme, II, 1-7, 235-241; Mustafa Kutlu, “Elif”, TDEA, III, 24.

Mustafa Uzun