ELBİSTAN

Kahramanmaraş iline bağlı ilçe merkezi.

Denizden 1150 m. yükseklikte, eski yerleşim yeri olan Kara Elbistan’a 5 km. kadar uzaklıkta kurulmuş olup etrafı yüksek dağlarla çevrili geniş bir ovada yer almaktadır. Tarih boyunca çeşitli olaylara sahne olan ve önemli bir yerleşme merkezi özelliği kazanan Elbistan Ermeni, Süryânî ve Arap kaynaklarında birbirine benzer isimlerle zikredilmiştir. Merkezi Arabissos (Arabsus-Efsûs) olan şehrin adı Bizans kaynaklarında Plasta, Ablastha; Ermenice kaynaklarda Ablasta, Ablastayn; Arapça kaynaklarda Ablestin, Abülüsteyn, Ablüsteyn; Farsça kaynaklarda ise Ablistin olarak kaydedilmektedir. XVI. yüzyılda Osmanlı hâkimiyetine girmesinin ardından bugünkü söylenişine uygun şeklini almıştır. Halk arasında adı Albistan biçiminde de söylenmiştir.

Elbistan bölgesinin tarihi eski çağlara kadar uzanır. Burada Hititler ile Kommagenler devirlerine ait Til, Kara Elbistan, Ozan, Kara Öyük, Çavlı Han, Tel Afşin, Mehre, Hunu ve Efsûs gibi yerleşme merkezleriyle tarihî kalıntıların ve höyüklerin bulunması, kaza merkezinin kuzeyindeki İkizin mağarasında Üst Paleolitik ve Neolitik çağlara ait kalıntıların ortaya çıkarılması yerleşmenin çok eski devirlere indiğini gösterir. Persler zamanında Kappadokia Büyük Satraplığı içinde yer alan yöre İslâm-Bizans sınır bölgesini oluşturduğundan Ortaçağ’da sık sık istilâlara ve savaş dolayısıyla tahribata uğradı. Bu dönemlerde Ceyhan adıyla anılan bölge Sugurüşşâm’a dahil olup Bizans ile mücadele eden Abbâsî ordularının merkez üssü haline geldi. Ovanın etrafının yüksek dağlarla çevrilmiş olması stratejik önemini arttırdığı gibi bu özelliği sebebiyle VII. yüzyılın ortalarından X. yüzyılın sonlarına kadar Anadolu’ya yapılan askerî harekât ve akınlardan oldukça etkilendi. Elbistan 951 yılında Hamdânî Emîri Seyfüddevle tarafından tahrip edildi. Efsûs (Afşin), Elbistan bölgesinde Ashâb-ı Kehf kıssasının geçtiği yer olarak kabul edildiği için müslümanlar tarafından bir ziyaretgâh haline getirildi. Meşhur tarihçi İbnü’l-Adîm de Halep Eyyûbî melikinin elçisi sıfatıyla, 1237 ve 1238 yıllarında iki defa Anadolu Selçuklu Sultanı II. Gıyâseddin Keyhusrev’e gönderildiğinde Elbistan’a uğramış ve Efsûs’ta Ashâb-ı Kehf’in bulunduğu yeri ziyaret etmiştir.

XI. yüzyılda başlayan Türk akınlarından sonra giderek bölgedeki Hunu şehri ön plana çıktı. 1071 Malazgirt Savaşı’nda Bizans İmparatoru Romanos Diogenes’in esir alınmasını fırsat bilen Philaretos, 1073’te Hunu şehrinde Ermeni rahiplerini toplayarak bir katolikos seçtirmiş ve bu şehri katolikosluk merkezi yapmıştı. Birçok defa Türkmen gazilerinin akınlarına hedef olan Ceyhan (Elbistan) bölgesi, 1085’te Anadolu Selçuklu Sultanı Süleyman Şah’ın emirlerinden Buldacı tarafından fethedildi. Bu dönemde Bizans uçlarındaki önemli şehirlerden biri olan Elbistan 1097 yılında Haçlılar’ın eline geçti ve yönetimi Pierre d’Aulps adlı bir şövalyeye verildi. 1103 yılına kadar birkaç defa el değiştiren bölge bu tarihten itibaren tekrar Haçlılar’ın hâkimiyetine girdi. Sultan I. Kılıcarslan 1105’te burayı yeniden fethederek vezir Ziyâeddin Muhammed’e iktâ etti. I. Kılıcarslan’ın ölümünden (1107) sonra meydana gelen karışıklıklardan faydalanan Antakya Prensi Tancred Elbistan’ı zaptettiyse de bölge, Malatya Meliki Tuğrul Arslan’ın atabeği olan İlarslan tarafından 1111’de geri alındı. 1114 yılında büyük bir deprem sonucunda harap olan Elbistan, 1124’te Dânişmendli Emîr Gazi’nin (Melik Gazi) Malatya yöresini zaptetmesiyle onların idaresi altına girdi. Dânişmendli emirlerinin mücadelesine de sahne olan şehir ve yöresi Sultan I. Mesud zamanında Anadolu Selçukluları’nın eline geçti (1144). Mesud buranın idaresini oğlu II. Kılıcarslan’a verdi. I. Mesud’un ölümünden sonra Dânişmendliler’in Sivas meliki Yağıbasan 1156’da Elbistan ve yöresini zaptedince II. Kılıcarslan Yağıbasan’ın üzerine yürüdü. Ancak muharebe olmadı ve yapılan anlaşma sonunda bölgenin yönetimi Yağıbasan’a bırakıldı. Dânişmendliler arasındaki mücadele sonucu yöreye II. Kılıcarslan yeniden hâkim oldu ve buraya oğlu Tuğrul Şah’ı tayin etti. Tuğrul Şah, Anadolu’da birliği yeniden kuran kardeşi II. Süleyman Şah’a tâbi oldu. Süleyman Şah Gürcistan seferi sırasında Erzurum’u Saltuklular’dan alıp maiyetinde bulunan Tuğrul Şah’a verdi ve buna karşılık Elbistan’ı doğrudan merkeze bağlı bir vilâyet haline getirdi (1202). Bu tarihten itibaren Elbistan Konya’dan tayin ve azledilen valiler tarafından idare edildi. Bunların en önemlileri arasında Emîr Yûsuf, Emîr İlyas, Emîr Mübârizüddin Çavlı zikredilebilir. Bu bölgelerde bugün onların adlarıyla anılan mezraa ve köyler bulunmaktadır. Özellikle Çavlı buranın imarında önemli hizmetlerde bulunmuştur. Elbistan Ulucamii’nin onun tarafından yaptırıldığı söylenmektedir. Ancak caminin II. Gıyâseddin Keyhusrev zamanında (1237-1246) onun emriyle inşa ettirildiği ve Kitâbede hem sultanın hem de bu emîrin adının geçtiği bilinmektedir. Çavlı, Hurman yolu üzerinde bir han tesis etmiş, fakat zamanla harap olan hanın yerinde Çavlıhanı adlı bir köy kurulmuştur.

İbn Bîbî, I. Alâeddin Keykubad’ın 1228’de Mengücükler’in Erzincan kolunu ortadan kaldırdığını ve bu hânedandan Şarkîkarahisar Hâkimi Melik Muzafferüddin’e Kırşehir’i iktâ olarak, diğer bazı yerlerle birlikte Efsûs kasabasını da mülk olarak verdiğini kaydeder (Muħtaśaru Selcûķnâme, s. 152). II. İzzeddin Keykâvus’u mağlûp ederek IV. Kılıcarslan’ı Selçuklu tahtına çıkaran İlhanlı kumandanı Baycu Noyan, II. İzzeddin Keykâvus taraftarı olan emîrleri cezalandırıp Elbistan’a girmiş, pek çok kişiyi öldürmüş, kadın ve çocukları esir almıştır (Ebü’l-Ferec, s. 467). 1277 yılına kadar çeşitli valiler tarafından idare edilen Elbistan, XIII-XIV. yüzyıllarda orta büyüklükte meşhur bir şehir olarak tanıtılır (Yâkūt, I, 75; Müstevfî, Nüzhetü’l-ķulûb, s. 94). Gerek Ermeniler gerekse Suriye’deki Haçlılar’a ve diğer unsurlara karşı Anadolu’nun mühim bir müdafaa hattı olması sebebiyle Selçuklular döneminde önemli uç vilâyetleri arasında yer almıştır. Memlük Sultanı


Baybars Anadolu (Kayseri) seferi sırasında İlhanlı Hükümdarı Abaka Han’ın ordusunu Elbistan yakınlarında bozguna uğratmıştır (10 Zilkade 675/15 Nisan 1277). Bazı kaynaklara göre bu savaş Hunu’da cereyan etmiştir.

Anadolu’daki Moğol hâkimiyeti sırasında Elbistan hakkında fazla bilgiye rastlanmamaktadır. Bu dönemlerde Türkmen boy ve oymaklarının yaylağı olan bölgede Moğollar pek etkili olamadılar. İlhanlı idaresinin sarsılması sonucu 1337 yılında Taraklı oymağının reisi Halil Bey yöreyi ele geçirdi; fakat bir yıl sonra burayı Dulkadıroğlu Karaca Bey’e terketmek zorunda kaldı. Böylece Elbistan, 1338 yılından itibaren yeni kurulan Dulkadıroğlu Beyliği’nin merkezi oldu. Şehir 1381’de Memlükler’in eline geçtiyse de 1384’te yine Dulkadıroğlu Halil Bey tarafından geri alındı. Aynı yıl Memlük ordusunun Elbistan’ı yeniden zaptetme teşebbüsleri başarısızlığa uğratıldı.

Elbistan’a yönelik ilk Osmanlı harekâtı 1399 yılında Yıldırım Bayezid tarafından gerçekleştirildi; ancak bölge Osmanlı topraklarına katılmayarak Dulkadıroğlu Nâsırüddin Mehmed’e bırakıldı. Bundan bir yıl sonra Timur Elbistan ve yöresini tahrip etti. Harap olan Elbistan Nâsırüddin Mehmed tarafından imar edilmeye çalışıldıysa da az sonra yeni bir tahribata daha uğradı. 1435’te Halep Valisi Tanrıbirmiş ordusuyla Elbistan’a yürüdü ve şehri yağmaladı. Bunun ardından 1436’da yine yağma ve tahribe mâruz kaldı.

1465’te Dulkadırlı Hükümdarı Arslan Bey’in, Mısır Sultanı Hoşkadem’in gönderdiği bir fedai tarafından öldürülmesine şahit olan Elbistan, 1471’de Şehsüvar Bey’in Mısır ordusuna mağlûp olmasından sonra da Emîr Yeşbeg ve kuvvetleri tarafından yağmalandı. Bu tarihten itibaren bölge Osmanlılar’la Memlükler arasındaki nüfuz mücadelesine sahne oldu. Dulkadıroğlu Alâüddevle’nin beyliğin başına geçmesinden sonra imar ve inşa faaliyetleri gerçekleştirildi. Alâüddevle Bey Elbistan’da iki cami ve medrese yaptırarak âlim ve şeyhleri himayesi altına aldı. Böylece özellikle 1490-1505 yılları arasında Elbistan’da gözle görülür bir canlanma meydana gelmişse de 1505’te Şah İsmail’in saldırıları sonucu tahrip edilmiş, şehir merkezinde bulunan ve Dulkadırlı sarayını oluşturan kale tamamen yıkılmıştır. Bu tahribat şehrin eski önemini yitirmesiyle sonuçlandı; Dulkadırlılar’ın merkezi Maraş’a taşındı. Alâüddevle Bey’in öldürülmesinden sonra yerine geçen Ali Bey, merkezi tekrar Elbistan’a nakledip birtakım imar faaliyetlerinde bulunduysa da hâkimiyeti kısa sürdü. 1521 yılında Ali Bey’in ortadan kaldırılması ve Dulkadıroğlu Beyliği’ne son verilmesiyle Elbistan doğrudan Osmanlı idaresine bağlandı.

Elbistan, Osmanlı idaresi altında bir kaza merkezi olarak Halep beylerbeyiliğine tâbi bulunuyordu. Daha sonra Dulkadır beylerbeyiliğine bağlandı. 1540 yılındaki sayımda (BA, TD, nr. 419, s. 7-22) kazaya bağlı nahiye sayısı sekizdi (Nergele, Ahsendere, Sarsab, Aynülarûs, Nurhak, Orta Niyabet, Hurman ve Hısnımansur). Hısnımansûr’un Maraş’a bağlanması ile nahiye sayısı yediye indi. Doğrudan Elbistan’a bağlı köy sayısı yirmi dört, mezraa sayısı ise on kadardı. 1563 yılındaki sayımda kazaya bağlı on sekiz köy, on beş mezraa tesbit edilmiştir.

XVI. yüzyılda kasabanın on mahallesi bulunuyordu. Bunlar Zâviye-i Ümmet Baba (Hatip), Cami (Alâüddevle), Bâb-ı Derb, Kaplanlı, Boyacı (Ekmekçizâde), Oğranca Kapı (Tabakhane), Çerçioğlu, Kızılca, Hacı İbrahim (Hacı Hasan) ve Mahalle-i Cedîd’dir (Şehreküstü). Son mahalle yeni kurulmuş olup 1563 yılına ait defterde yer almaktadır. Kasabanın nüfusu 1540 yılında 527 hâne, 318 mücerredden ibaretti (Tahminen 2953 kişi). 1560 yılında ise nüfus 3250’ye ulaştı. Bu nüfus içinde gayri müslimler bulunmamaktaydı.

Osmanlı yönetimine geçmesinden sonra kasaba sosyal ve ekonomik yönden gelişmeye başladı. 1540 yılındaki vergi geliri toplamı 86.500 akçe iken 1560 yılında bu rakam 106.251’e ulaştı. Sanayi işletmeleri arasında dericilik, mum, bez imalâtı, boyahane, yapağı dokumacılığı başta geliyordu. Pazar vergi gelirlerinden kasabada canlı bir alışverişin yapıldığı anlaşılmaktadır. Bunun yanında tahıl ürünlerinin de ticareti yapılıyordu. Nitekim bu sıralarda kasabada bir pazar yeri ve çalışır vaziyette 193 dükkân bulunmaktaydı. Kasabada XVI. yüzyılda üç cami, dokuz mescid, iki medrese, on zâviye, bir hamam, yirmi değirmen mevcuttu. Kırsal kesimdeki ahalinin geçim kaynağını hayvancılık ve tahıl ürünleri oluşturuyordu. Türkmen boy ve aşiretlerinin yoğun bir şekilde görüldüğü Elbistan’da (BA, TD, nr. 408) halkın çoğunluğu konar göçerlerden teşekkül etmekte ve kazada otuz beş yaylak, beş koru ve birçok mera ve çayır alanı bulunmaktaydı.

XVII. yüzyılda Anadolu’da görülen karışıklıklar ve ayaklanmalarda Elbistan bir korunma ve sığınma yeri oldu. 1608’de meydana gelen isyanların elebaşısı Kalenderoğlu Mehmed Paşa ile arkadaşları maiyetleriyle beraber Elbistan’da toplanmıştı. Göksün yaylasında Kuyucu Murad Paşa ile yaptıkları şiddetli çarpışmadan Elbistan da etkilenmişti. Yöre XIX. yüzyılın ortalarına kadar büyük yolların uzağında olması dolayısıyla asayişsizlik içinde kaldı. Bu sebeple sosyal ve ekonomik yönden pek fazla gelişemedi. XIX. yüzyılda ekonomik gücü azaldı, hatta XVI. yüzyıldaki seviyesinin altına indi. Bölgenin tamamına yakın bölümünde Türkmen aşiret ve boylarının bulunması, bunlar arasında meydana gelen mücadeleler bazı köy ve mezraaların tahribine yol açmıştı.

Elbistan, XIX. yüzyılda ya doğrudan Maraş’tan tayin edilen valiler veya onların yerli eşraf arasından seçtikleri mütesellimler tarafından idare edildi. 1847’de mütesellim olarak tayin edilen Kara Bekirzâde Ahmed Ağa Elbistan ve yöresini eşkıyadan temizledi. Daha sonra mütesellimliğin kaldırılmasıyla Elbistan müdürlük haline getirilmiş, ardından da kaymakamlık olmuştur. XIX. yüzyılın sonlarına doğru yöredeki Ermeni isyanları Elbistan’dan gelen gönüllüler tarafından bastırıldı. Millî Mücadele döneminde Maraş’ın kurtarılmasında da Elbistan gönüllülerinin önemli rolleri olmuştur.

XX. yüzyılın başlarına kadar değerli âlimler yetiştiren Elbistan’da bu sıralarda rüşdiye, ibtidâî ve sıbyan mektepleri yanında gayri müslimler için de okullar, ayrıca beş medrese, bir kütüphane yer almaktaydı. Şehirde on bir cami, üç mescid, üç kilise, 335 dükkân, bir hamam, bir bedesten, dokuz fırın ve yedi han bulunmaktaydı. Kasabada boyahane, tabakhane de mevcut olup abâ, bez ve kilim dokumacılığı ön plandaydı, demircilik de önemli yer tutuyordu.

Cumhuriyet’in ilânından sonra Elbistan Maraş vilâyetine bağlı bir kaza merkezi oldu ve 1970’li yıllara kadar küçük bir kasaba olarak kaldı. Cumhuriyet’in ilk sayımında (1927) 6456 olan ve 1935 sayımında 6365’e düşen nüfusu 1950’de 7547, 1960’ta 10.282 olarak tesbit edildi. 1970’ten sonra tarım ve hayvancılık sektörünün desteklenmesi ve Afşin-Elbistan Termik Santrali’nin yapılmaya başlanmasıyla birlikte şehir sosyal ve ekonomik yönden gelişme gösterdi. 1984’te


santralin faaliyete geçişiyle nüfusta artış meydana geldi. 1985’te 48.756 olan nüfusu 1990’da 54.741’e ulaştı.

Yüzyıllar boyunca uğradığı tahribat sebebiyle Elbistan’da pek fazla tarihî eser bulunmamaktadır. Şehirde Ulucami ile birlikte Himmet Baba Türbesi ve ilçe sınırları içinde harabe halinde altı kalenin kalıntılarıyla Kale köyünde bir tepe üzerinde kurulmuş olan Kız Kalesi yer almaktadır. İlçenin en önemli turistik yöresi Cela içmeleridir.

Elbistan İlçesinin merkez bucağından başka Gücük adlı bir bucağı ve bunlara bağlı yetmiş köyü vardır. İlçenin 1990 sayımına göre nüfusu 112.024 idi.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, TD, nr. 402, s. 296, 599-600, 1180; nr. 408; nr. 419, s. 7-23; İbnü’l-Ezrak el-Fârikî, Târîhu Meyyâfârikîn, s. 273; Yâkut, MuǾcemü’l-büldân, I, 73, 75; İbn Bîbî, Muhtasaru Selcûknâme (nşr. M. Th. Houtsma), Leiden 1902, s. 152; Ebü’l-Ferec, Târîhu muhtasari’d-düvel, Beyrut 1890, s. 467; Müstevfî, Nüzhetü’l-kulûb (Strange), s. 94; a.mlf., Târîh-i Güzîde (Nevâî), s. 476; Celalzâde, Selimnâme (nşr. Ahmet Uğur - Mustafa Çuhadar, Ankara 1990, s. 390-396, 415; Maraş Tahrir Defteri 971/1503 (nşr. Refet Yinanç - Mesut Elibüyük), Ankara 1988, s. 312-431; Solakzâde, Târih, s. 465; Naîmâ, Târih, II, 29-32; Halep Vilâyeti Salnâmesi (1288), s. 163-166; a.e. (1318), s. 350-357; a.e. (1326), s. 479-490; Z. Güner, Elbistan, İstanbul 1936; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II, 191-192; a.mlf., Anadolu Beylikleri, Ankara 1984, s. 169-175; Cl. Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler (trc. Yıldız Moran), İstanbul 1979, s. 122, 126, 212, 237, 281, 284; Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul 1984, s. 70, 108, 575; Hamza Gündoğdu, Dulkadiroğlu Beyliği Mimarisi, Ankara 1986, s. 6; G. Le Strange, Büldânü’l-hilâfeti’ş-şarkıyye (trc. B. Fransis - G. Avvâd), Beyrut 1405/1985, s. 175, 178-179; Ali Sevim, Anadolu’nun Fethi Selçuklular Dönemi, Ankara 1988, s. 83-89; Refet Yinanç, Dulkadiroğlu Beyliği, Ankara 1989, s. 1; a.mlf.. “Eshâb-ı Kehf Vakıfları”, VD, XX (1988). s. 311-319; Gönül Öney, Beylikler Devri Sanatı XIV-XV. Yüzyıl (1300-1453), Ankara 1989, s. 16; Faruk Sümer, Selçuklular Zamanında Doğu Anadolu’da Türk Beylikleri, Ankara 1990, s. 9; Yaşar Yücel, Anadolu Beylikleri Hakkında Araştırmalar, Ankara 1991, I, 7; II, 128; Muharrem K. Özergin, “Anadolu’da Selçuklu Kervanları”, TD, sy. 20 (1965), s. 147; Metin Tuncel, “Türkiye’de Doğal Olaylar Sonucunda Yer Değiştiren Kentler”, İstanbul Yerbilimleri Dergisi, sy. 1-2, İstanbul 1981, s. 117-118; Kâmûsü’l-a‘lâm, II, 1021; Mükrimin Halil Yinanç, “Elbistan”, İA, IV, 223-230; Fr. Taeschner, “Elbistan”, EI² (İng.), II, 693.

Mehmet Taştemir