el-İNTİSÂR

(الانتصار)

Ebü’l-Hüseyin el-Hayyât’ın (ö. 300/913 [?]) İbnü’r-Râvendî’nin Fadîĥatü’l-MuǾtezile adlı eserine yazdığı reddiye.

Tam adı Kitâbü’l-İntiśâr ve’r-red Ǿale’bni’r-Râvendî el-mülĥid’dir. Mu‘tezile âlimlerinden Câhiz i‘tizâl mezhebini savunmak, diğer mezheplere karşı olan üstünlüğünü ortaya koymak amacıyla Fażîletü’l-MuǾtezile adlı bir eser yazmış ve kitabın Şîa ile ilgili bölümlerinde bu mezhebe ağır hücumlarda bulunmuştu. Bunun üzerine, önceleri Mu‘tezilî iken Şiîliği benimseyen ve daha sonra dinsiz olduğu ileri sürülen İbnü’r-Râvendî, Câhiz’in eserindeki eleştirilere cevap vermek ve görüşlerini yakından bildiği Mu‘tezile ekolünün çelişkilerini ortaya koymak için Fađîĥatü’l-MuǾtezile (Feđâǿiĥu’l-MuǾtezile) adıyla bir kitap kaleme almıştır. Yakın zamanlara kadar bilinmeyen bu eser, Hayyât’ın el-İntiśâr’ının neşrinden sonra ilim âleminde geniş yankı uyandırmıştır. Iraklı araştırmacı Abdülemîr el-A‘sem el-İntiśâr’ın orijinal nüshası, 1925 ve 1957 neşirleri ve Fransızca tercümesini dikkate alarak tesbit ettiği İbnü’r-Râvendî’ye ait paragraflara Eş‘arî’nin Maķālâtü’l-İslâmiyyîn ve el-İbâne, Bağdâdî’nin el-Farķ beyne’l-fıraķ, İsferâyînî’nin et-Tebśîr, İbn Kuteybe’nin Teǿvîlü muħtelifi’l-ĥadîŝ, İzzeddin er-Res‘anî’nin Muħtaśaru Kitâbi’l-Farķ beyne’l-fıraķ ve Şehristânî’nin el-Milel ve’n-niĥal adlı eserlerinden çıkardığı alıntıları da ekleyip İbnü’r-Râvendî’nin bilinmeyen kitabını yeniden ortaya koymuş, metnini ve İngilizce çevirisini neşretmiştir (Kitāb Fadihat al-Mu‘tazilah, Beirut-Paris 1975-1977). İbnü’r-Râvendî, eserinin başında Mu‘tezile’den çoğunun Şîa’ya bütünüyle karşı çıktığını, aşırı fırkaların düşüncelerinden dolayı onlara haksızlık ederek halkın gönlünde nefret duyguları uyandırdığını, halbuki Mu‘tezile’nin düşüncelerinde yahudi ve hıristiyanların küfründen hiç de aşağı kalmayan fikirler bulunduğunu belirterek Mu‘tezile ileri gelenlerinin görüşlerini sert bir şekilde eleştirir. Bilhassa Allah’ın ilmi ve kudreti konusunda Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf, Nazzâm, Muammer b. Abbâd, Ali el-Esvârî, Câhiz ve Sümâme b. Eşres’in düşüncelerini reddettikten sonra (Kitāb Fadihat, s. 105-108) tenkitlerini Nazzâm üzerinde yoğunlaştırır. Onun salah ve aslah, Kur’an nazmının Hz. Peygamber’in nübüvveti için delil olamayacağı, iman-küfür, hüsün ve kubuh gibi konulardaki görüşlerine karşı çıkarak bunları Maniheistler’in inançlarına benzetir (a.g.e., s. 110-121). Bu arada Muammer b. Abbâd, Amr el-Fuvatî ve Bişr b. Mu‘temir’i bazı düşüncelerinden dolayı Mu‘tezile’nin de benimsemediğini (a.g.e., s. 121-126), Nazzâm’ın, “Mushaflarda yazılı olan Allah’ın mecazi mânada kelâmıdır” sözünden dolayı mezhep mensuplarınca tekfir edildiğini söyler. Daha sonra Câhiz’in yeryüzünde mevcut nesnelerin hiçbir surette yok olmayacağı, zira var olanın aslında yok olmayan demek olduğu şeklindeki düşüncesini âlemin kıdemine zemin hazırlayacağı için reddeder (a.g.e., s. 134-135). Ayrıca Nazzâm ve mensupları dışındaki Mu‘tezilîler’i, ümmetin mümkün görmemesine rağmen Hz. Peygamber’in hata edebileceğini söylemelerinden dolayı eleştirir (a.g.e., s. 136). Eserin ikinci bölümünde, Câhiz’in hak ve bâtıl ne varsa doldurduğunu ifade ettiği Fażîletü’l-MuǾtezile adlı eserini ele alan İbnü’r-Râvendî burada özellikle Şîa’yı savunmaya devam eder. Cisim ve şey kavramları üzerinde duran, Şîa’daki bedânın Mu‘tezile’deki nesihle aynı olduğunu belirten, rec‘atin hikmete aykırı olmadığını, aklen de muhal sayılamayacağını kanıtlamaya çalışan (a.g.e., s. 149-150) İbnü’r-Râvendî, Câhiz’in Şîa’nın sahâbeyi tekfir ettiği şeklindeki sözlerini cevaplandırarak Şîa’da sahâbenin küfür üzerine ittifak edeceği düşüncesinin bulunmadığını, bunu câiz görenin Nazzâm olduğunu ileri sürer.

Şîa arasında Ali’nin ilâh olduğunu iddia edenlerin bulunduğu şeklindeki suçlamaya karşılık Mu‘tezile içinde de Mesîh’in kâinatı yarattığını, bütün yaratıkların rabbi olduğunu, kıyamette insanları hesaba çekeceğini ileri süren kimselerin mevcut olduğu şeklinde cevap veren İbnü’r-Râvendî (s. 157-158), Şîa’nın Hz. Peygamber’in evlâdına ilham geldiği gerekçesiyle onları ilim öğrenmekten alıkoyduğu tarzındaki iddiayı da reddeder. Şîa’nın, her asırda yeryüzünde bir mâsumun bulunacağı şeklindeki yaklaşımına karşı ileri sürülen tenkitleri, Mu‘tezile’den Ebü’l-Hüzeyl ve Hişâm el-Fuvatî’nin bir değil yirmi mâsum gelmesi gerektiği şeklindeki düşünceleriyle karşılayan İbnü’r-Râvendî Şîa’nın icmâa muhalefet etmediğini, aksine “menzile beyne’l-menzileteyn” prensibini ortaya koymakla icmâı Mu‘tezile’nin bozduğunu belirtir.

Ebü’l-Hüseyin el-Hayyât, İbnü’r-Râvendî’nin ortaya attığı tenkit ve ithamları tek tek ele alarak cevaplandırmaya çalışmıştır. el-İntiśâr’ın başlangıcında, Mu‘tezile’nin Şîa’yı aşırı fırkaların düşüncelerine göre değil hepsinde ortak olan tevhid, Kur’an, kader, rec‘at, bedâ gibi konulardaki fikirlerinden ve ümmetin icmâı çerçevesi dışına çıkmalarından dolayı tasvip etmediğini belirtir (s. 12-15). Daha sonraki bölümlerde Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf, Nazzâm, Muammer b. Abbâd, Sümâme b. Eşres, Câhiz, Bişr b. Mu‘temir, Hişâm el-Fuvatî, Ca‘fer b. Mübeşşir, İskâfî ve Abbâd b. Süleyman gibi Mu‘tezile âlimlerinin ilâhî sıfatlar, Kur’an, nübüvvet, ismet, âhiret, cennet, cehennem, fenâ, bekā, tevellüd, istitâat, hareket, sükûn ve imâmet gibi konulardaki görüşleri hakkında İbnü’r-Râvendî tarafından nakledilen bilgilerin yanlış ve iftira olduğu kanıtlanmaya çalışılır (s. 16-93). Şîa’nın kabul ettiği bedâ prensibinin Mu‘tezile’ce benimsenen nesihle aynı olmadığını söyleyen Hayyât, neshin ancak emir ve nehiylerde vuku bulmasına karşılık bedânın haberlerde de mümkün olduğunu söyler. Yine rec‘at hakkındaki Şiî düşüncesini de eleştirir (s. 93-97). Ardından İbnü’r-Râvendî’nin naklettiği Şîa’nın sahâbe, tâbiîn hakkındaki düşünceleri, Hz. Ali, evlâtları ve onların


imâmeti tartışılır. Son kısımda İbnü’r-Râvendî’nin, Vâsıl b. Atâ gelinceye kadar İslâm ümmeti arasında büyük günah işleyen kimseler hakkında kâfir, mümin veya münâfık oldukları konusunda icmâ varken Vâsıl ile birlikte iman ve küfür arasında bir konumun (menzile beyne’l-menzileteyn) bulunduğu görüşüyle icmâa muhalefet edildiği iddiası reddedilir ve Mu‘tezile icmâdan çıkmışsa Havâric, Mürcie ve Hasan-ı Basrî’nin de icmâdan uzaklaşmış olması gerektiği ileri sürülür.

Eserin önemli özelliklerinden biri, Mu‘tezile’nin görüşlerini kendilerinden olan yetkili bir kişi tarafından nakletmesidir. Bunun dışında eser, Mu‘tezile düşüncesine yönelik dış tenkidin yanında iç tenkidin de güzel bir örneğini teşkil etmektedir. el-İntiśâr’ın, İbnü’r-Râvendî’nin Fađîĥatü’l-MuǾtezile’sinden pek çok nakilde bulunması söz konusu kitabın da kısmen tanınmasına imkân vermektedir. Bu arada Câhiz’in Fażîletü’l-MuǾtezile adlı kitabının muhtevası yanında IV. (X.) yüzyıldan önce yaşamış, çeşitli mezheplere mensup âlim ve düşünürlerle eserleri hakkında başka kaynaklarda bulunmayan bilgiler de içermektedir.

el-İntiśâr’ın bugün bilinen tek nüshası vardır. Nüshanın istinsahı 311 (923) yılında tamamlanmış ve VII. (XIII.) yüzyılda Eyyûbîler devrinde büyük bir ihtimalle Atabekiyye Medresesi Kütüphanesi’ne vakfedilmiştir. Oradan dışarı çıkarılmaması şart koşulan eser zaman içinde kitap satıcılarının eline düşmüştür. el-İntiśâr, 1910 yılında Tâhir el-Cezâirî tarafından Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye’ye satılmış ve kütüphanenin Tevhid bölümü, 857 numarasına kaydedilmiştir. Bu nüsha, Henrik Samuel Nyberg tarafından titiz bir çalışma sonunda uzun bir mukaddime, dipnotlar, fihrist ve indeksler ilâvesiyle yayımlanmıştır (Kahire 1344/1925). Eseri daha sonra Nyberg’in mukaddime ve notlarıyla birlikte Albert Nasrî Nâdir Fransızca’ya çevirmiş ve orijinal metinle birlikte neşretmiştir (Beyrut 1957).

BİBLİYOGRAFYA:

Hayyât, el-İntiśâr (nşr. H. S. Nyberg); ayrıca bk. neşredenin girişi, s. XXII-XXXV; İbnü’r-Râvendî, Kitāb Fadihat al-Mu‘tazilah (nşr. ve trc. Abdul-Amir al-A‘asam), Beirut-Paris 1975-77; Mes‘ûdî, Mürûcü’ź-źeheb (Abdülhamîd), IV, 105-106; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Teceddüd), s. 216-217; İbnü’l-Cevzî, el-Muntažam, VI, 99-100; İbnü’l-Murtazâ, Ŧabaķātü’l-MuǾtezile, s. 92; Keşfü’ž-žunûn, II, 1274; Halîl Ebû Rahme, “Ebü’l Ĥüseyn el-Ħayyâŧ ve Kitâbühû el-İntiśâr”, Ebĥâŝü’l-Yermûk, I/1, Amman 1405/1985, s. 149-169.

Şerafettin Gölcük