EHL-i İSBÂT

اهل الإثبات

İlâhî sıfatların varlığını kabul eden kelâmcılar için kullanılan bir tabir.

Ehl-i isbât (ehlü’l-isbât) tabiri daha çok ilâhî sıfatları ispat eden, yani zâta nisbetini benimseyen kelâmcılar için kullanılır. İlgili kaynaklarda ehl-i isbât yerine müsbite terimi de yer alır. Allah’ın zâtına sıfat nisbet etmeyi benimsemeyenlere de nüfât ve bir anlamıyla muattıla denilmiştir.

Tesbit edilebildiği kadarıyla ehl-i isbât tabirini ilk defa Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî (ö. 324/935) Makalâtü’l-İslâmiyyîn adlı eserinde kullanmıştır. Eş‘arî, kelâmcıların ilâhî sıfatlar ve fiillerle kulların fiillerine dair görüşlerini aktarırken ehl-i isbât adı altında bir gruptan bahsetmekte ve onlara ait görüşleri anlatmaktadır. Eş‘arî’nin Dırâr b. Amr, Yahyâ b. Ebû Kâmil, Ahmed b. Seleme el-Kûşânî gibi âlimleri, ilâhî sıfatlarla kaderi ispat eden ve kulların fiillerinin Allah tarafından yaratıldığını söyleyen kelâmcılar grubunda göstermesinden, ayrıca kesb* konusunda kendisinin de bu grubun görüşünü benimsediğini ifade etmesinden anlaşıldığına göre ehl-i isbât daha çok Ehl-i sünnet âlimlerini veya onlara yakın görüşleri benimseyen kelâmcıları kapsamaktadır. Gerçi Eş‘arî, Allah’a nisbet edilen idlâl (saptırma) fiilini O’nun kullarına inkâr etme gücü vermesi, tevfiki ise iman etme kuvveti bahşetmesi şeklinde kabul edenler için de ehl-i isbât tabirini kullanmış ve buna Mu‘tezile’nin bir grubunu kapsamına alacak şekilde geniş bir anlam yüklemiştir, fakat yine de Mu‘tezile âlimlerini genellikle ehl-i isbâtın dışında tutmuştur. Bu sebeple Eş‘arî’nin terminolojisinde ehl-i isbât kavramının daha ziyade Ehl-i sünnet âlimleri için kullanıldığını söylemek mümkündür. Ebû Mansûr el-Mâtürîdî de zâtî ve fiilî sıfatlar konusunu tartışırken ehl-i isbât tabirini Ehl-i sünnet âlimleri için kullanmıştır (Kitâbü’t-Tevhîd, s. 55). Onun en önemli takipçisi sayılan Ebü’l-Muîn en-Nesefî, “Ehl-i hak” diye adlandırdığı Ehl-i sünnet âlimlerinin ilâhî sıfatlarla ilgili görüşlerini açıklarken ispat kavramını çokça kullanır (meselâ bk. Tebsıratü’l-edille, I, 264-267). Bu tabir daha sonra da çeşitli âlimler tarafından benimsenmiştir. Seyfeddin el-Âmidî ve İbn Teymiyye ehl-i isbât tabirini “ilâhî sıfatları ispat etmeye çalışan Ehl-i sünnet âlimleri” anlamında eserlerinde tekrarlamışlardır. İbn Teymiyye, sıfatlar konusunda Ehl-i sünnet’e aykırı görüşler benimseyen Cehmiyye, Mu‘tezile ve felâsifeyi “nüfât” diye adlandırırken ehl-i isbât yerine zaman zaman “müsbite” kelimesini de kullanmıştır. İbn Teymiyye, hem Selefiyye hem de Eş‘ariyye kelâmcıları hakkında kullandığı ve naslarla akıl ilkelerine en uygun düşen yolu temsil ettiğini söylediği ehl-i isbâta mensup kişiler arasında Eş‘arî, Bâkıllânî, Fahreddin er-Râzî ve ayrıca Ebû Saîd ed-Dârimî, Ebû Ya‘lâ el-Ferrâ, İbn Hâmid gibi âlimleri sayar ve Eş‘ariyye’yi Selefiyye’den ayırmak için “mütekellimetü ehli’l-isbât” ifadesine yer verir. İlâhî sıfatlar ve fiillerin ispatı, kulların fiillerinin yaratılmışlığı, zihnî ve hâricî varlıkların mevcudiyeti gibi hususlar İbn Teymiyye’nin ehl-i isbâta nisbet ettiği belli başlı kelâmî görüşlerdir. Sonuç olarak ehl-i isbât tabirinin Sıfâtiyye’nin bir başka adı olduğunu söylemek mümkündür.

BİBLİYOGRAFYA:

Eş‘arî, Makālât (Ritter), s. 668; Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 55; Nesefî, Tebsıratü’l-edille (nşr. Hüseyin Atay), Ankara 1993, I, 264-267; İbn Teymiyye, Derǿü teǾâruzi’l-Ǿakl ve’n-nakl (nşr. M. Reşâd Sâlim, [Riyad] ts. (Dârü’l-Künûzi’l-edebiyye), XI, 194-195; a.mlf., Minhâcü’s-sünne (nşr. M. Reşâd Sâlim), [Riyad] 1406 / 1986, II, 153, 222; III, 224, 235; IV, 109, 128, 136, 181; V, 412; W. Montgomery Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. E. Ruhi Fığlalı), Ankara 1981, s. 145.

Yusuf Şevki Yavuz