ed-DÎN ve’d-DEVLE

(الدين والدولة)

Hıristiyan iken ihtidâ eden Ali b. Rabben et-Taberî’nin (ö. 247/861’den sonra) Hz. Muhammed’in peygamberliğini ispat için yazdığı eser.

Ünlü bir hekim ve Nestûrî mezhebine mensup bir hıristiyan iken Abbâsî Halifesi Mütevekkil-Alellah’ın (847-861) teşvikiyle yetmiş yaşında müslüman olan Ali b. Rabben et-Taberî, bundan sonra İslâmiyet’i savunmak ve Hıristiyanlığı tenkit etmek maksadıyla iki eser kaleme almıştır. Bunlardan biri er-Red Ǿale’n-nasârâ, diğeri ise ed-Dîn ve’d-devle fî isbâti’n-nebiyyi Muhammed sallallāhu Ǿaleyhi ve sellem’dir. İkinci eser birincisinden hacim bakımından daha büyük, muhteva açısından daha önemlidir. Eser bir mukaddime, on bab ve kısa bir hâtimeden oluşmaktadır.

Müellif mukaddimede, Tevrat ve İnciller’de Hz. Muhammed’in ismi ve nitelikleri yer aldığı halde yahudi ve hıristiyanların bu gerçeği gizlediklerini ve kutsal metinler üzerinde bazı tahrifatta bulunduklarını, amacının bu durumu açıklığa kavuşturmak olduğunu söylemektedir. Kendisinden önce aynı konuda birçok müslüman müellifin kitap yazdığını, fakat bunlardan bazısının ifadesinin yetersiz ve üslûbunun bozuk olduğunu, bazısının sadece müslümanlara hitap ettiğini, bir kısmının da Tevrat ve İnciller’i lâyıkıyla tanımadan Yahudilik ve Hıristiyanlığa karşı İslâm’ı şiirle savunmaya kalkıştığını belirtir. Kendisinin ise bu üç dinin kutsal kitaplarını çok iyi bildiğini, hasımları tarafından İslâm’a yöneltilen eleştirileri teker teker ele alarak bu konudaki iddiaları çürüttüğünü, terminoloji ve üslûp bakımından okuyucunun anlayacağı bir yöntem uyguladığını, bu özelliklerinden ötürü eserinin emsallerinden daha başarılı olduğunu savunur. Reddiyeler tarihinde bu eserin önemi, Kitâb-ı Mukaddes’i iyi bilen eski bir hıristiyan tarafından yazılmış olmasıdır. Ali b. Rabben, Kitâb-ı Mukaddes’i Hz. Muhammed’in beşâretiyle ilgili İslâmî görüşü savunmak amacıyla kullanmış ve onun birçok pasajını bu açıdan tefsir etmiştir. Kutsal metin olarak mütercim Markos’un Süryânîce tercümesinden


faydalanmış, bazan da onu Grekçe tercüme ve İbrânîce metinle mukayese etmiştir. Ayrıca Süryânîce metni Arapça’ya çevirmiştir.

Ali b. Rabben et-Taberî’nin tesbitine göre İslâm’a karşı olanlar dört grupta toplanmaktadır. a) Hz. Muhammed’in getirdiği mesajın gerçekliği konusunda şüphe ve tereddüdü bulunanlar; b) Mevcut siyasî ve sosyal statülerini kaybetmekten endişe edenler; c) Alışkanlık ve geleneklerinden kopamayanlar; d) Zekâ ve anlayışı kıt olanlar. Taberî daha ziyade bunlardan birinci grup üzerinde durarak icmâa dayanan her bilginin özellikle peygamberlik konusunda geçerli olamayacağını, bunun yanı sıra başka belgelerin bulunmasının da şart olduğunu ve Hz. Muhammed’in nübüvvetle ilgili bütün üstün vasıfları şahsında topladığını ifade eder. Bu konuda özellikle hıristiyanların Hz. Peygamber’e inanmamalarının başlıca sebebi olarak ileri sürdükleri hususlar, önceki peygamberlerin onun geleceğine ilişkin hiçbir haber vermedikleri, Kur’an’da onun peygamberliğini kanıtlayacak herhangi bir mûcizenin yer almadığı ve Hz. Îsâ’nın kendinden sonra peygamber gelmeyeceğini haber verdiği şeklindeki iddialardan ibarettir. Ali b. Rabben, bütün bunları peygamberler tarihinden örnekler vererek çürütmeye çalışır. Gerçekten onun bu hususta gösterdiği örnekler ve yaptığı kıyaslamalar Kitâb-ı Mukaddes kültürüne hakkıyla vâkıf olduğunu ortaya koymaktadır.

Eserin çok kısa olan birinci babında müellif, Hz. Muhammed’in getirdiği dinin esasının tevhid olduğuna, bunun da Hz. Âdem, Nûh ve İbrâhim başta olmak üzere bütün peygamberler silsilesinde temel bir ilke sayıldığına dikkat çekerek konuyla ilgili âyetleri sıralar. İkinci babda İslâm ahlâkının esasını oluşturan Allah sevgisi, anne baba sevgisi, sıkı akrabalık bağları, cömertlik, feragat, fedakârlık, kötülüğü iyilikle karşılama, af, hoşgörü ve ahde vefa gibi yüksek ahlâk ilkeleriyle ilgili âyet ve hadislerden, Hz. Peygamber’in hayatından çarpıcı misaller vererek böylesine mükemmel ilkeleri içeren bir dinin hak din ve onun peygamberinin de hak peygamber olması gerektiğini vurgular. Üçüncü ve dördüncü bablar, başta mi‘rac olmak üzere Hz. Peygamber’in hayatta iken gösterdiği mûcizelere, beşinci bab ise vefatından sonra meydana gelen mûcizelere ayrılmıştır. Altıncı babda müellif, ümmî bir insanın Kur’an gibi üstün belâgat örneği olan bir kitabı ortaya koymasının mûcizeden başka bir şeyle izah edilemeyeceğini söyler. Ona göre Kur’an gibi bir kitabı getiren kimse ümmî değil de büyük bir edip ve hatip olsaydı o takdirde bile Kur’an mûcize sayılırdı. Ali b. Rabben henüz hıristiyan iken önemli bir âlim olan amcasının etkisinde kalarak belâgatın sadece Kur’an’a has bir özellik olmayıp her dil için geçerli olduğuna inandığını, fakat müslüman olup Kur’an’ı yakından inceleme imkânını bulduktan sonra onun hem lafzı hem de mânası bakımından üstün bir belâgat örneği teşkil ettiği şeklindeki görüşün doğruluğuna inandığını samimi bir şekilde itiraf eder. Ayrıca diğer semavî kitaplarla Kur’ân-ı Kerîm arasında muhteva açısından da karşılaştırmalar yapan Taberî, Tevrat’ta birçok ahkâmın yer almasına rağmen onun daha ziyade İsrâiloğulları’nın tarihi durumunda olduğunu belirtir. Ona göre İnciller’de de birtakım ahlâkî öğütler bulunmakla birlikte insanların karşılıklı hukukî ilişkilerini düzenleyen hükümler yoktur. İncil daha çok Hz. Îsâ’nın günlüğü mahiyetindedir. Zebûr ise hoşa giden ilâhiler, niyaz ve tesbihlerden ibarettir, onda da ahkâm mevcut değildir. Eş‘iyâ (İşaya) ve Ermiyâ (Yeremya) gibi nebîlerin kitapları baştan sona İsrâiloğulları’na lânetle doludur. Üstelik bu son iki kitapta akıl ve gerçekle bağdaşmayan ve bir peygambere asla yakışmayan birçok olay mevcuttur; bu yüzden de zındıkların eleştirisine hedef olmuşlardır. Halbuki Kur’an’da buna benzer bir tek harf dahi bulunmamaktadır. Allah’ı en yüce sıfatlarla tanıtan, O’nu şanına lâyık hamd, senâ ve niyazlarla anan bu kitap kanun ve kurallarla va‘d, vaîd, hikmet, tövbe ve gufran ifadeleriyle doludur.

Yedinci babda, İslâmiyet’in çok kısa bir süre içinde yayılarak diğer din ve devletler üzerinde kesin bir üstünlük kurmasının mûcize sayılıp sayılmayacağını tartışan müellif, önceleri kendisinin de diğer hıristiyanlar gibi bunun bir şahsa veya millete has bir durum olmayıp bütün milletler için geçerli sayılabileceğine inandığını, fakat gafletten uyanıp taklit belâsından kurtulduktan sonra bu olayın gerçek bir mûcize teşkil ettiğini savunanlara yürekten katıldığını anlatır. Bedevî ve müşrik bir toplumda bir yetimin tek başına çıkıp bütün insanlığı tevhide, en yüksek ahlâk ve hukuk ilkelerine davet etmesi ve kısa bir zamanda başarıya ulaşması mûcizeden başka bir şeyle izah edilemez. Kral İskender ve Erdeşîr gibi hükümdarların başarısına gelince, onlar insanlığı kurtarmak için Allah adına değil devletlerini güçlendirmek ve şöhret sahibi olmak için hâkimiyet kurmuşlardır; dolayısıyla onları İslâm’ın iman, ahlâk, hukuk, adalet ve eşitliğe dayanan üstünlük anlayışıyla kıyaslamak doğru değildir.

Ali b. Rabben, eserinin sekizinci babında Hz. Peygamber’in havârisi durumunda olan ashabın seçkinlerinden Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Ali ile Emevî halifelerinden Ömer b. Abdülazîz’in zühd ve faziletlerini Yahudilik ve Hıristiyanlık’taki bazı azîzlerin hayatıyla mukayese eder; İslâm’ın böyle seçkin kimselerin öncülüğünde yayılmış olmasının ilâhî bir lutuf olduğunu söyler. Dokuzuncu bab müellifin, “Eğer Hz. Peygamber gelmeseydi önceki peygamberlerin Hz. İsmâil ile Hz. Muhammed hakkında verdiği haberlerin geçersiz ve yalan olması gerekirdi” şeklinde ortaya koyduğu tezin temellendirilmesine ayrılmıştır. Zira Allah Hz. İbrâhim ile Hâcer’e kendi soylarından gelecek peygamberlerle ilgili birçok müjdeli haber vermiş, bu haberler ancak Hz. Muhammed’in zuhuruyla tamamlanarak gerçekleşmiştir.

Eserin en hacimli babı olan onuncu babda müellif, Hz. Dâvûd’dan Îsâ’ya kadar bütün peygamberler tarafından Hz. Muhammed’le ilgili olarak haber verilen beşâretlerin kutsal metinlerde ne şekilde yer aldığını ve nelerden ibaret olduğunu ayrıntılı bir şekilde anlatır. Bu babın sonunda muhacir ve ensardan birçok sahâbenin mûcize görmeden İslâm’a girdiği yolundaki eleştirileri cevaplandırır. Ayrıca İslâm şeriatına yöneltilen haksız bir eleştiri olan, Hz. Peygamber’in Hz. Mûsâ ve Îsâ’nın koyduğu dinî geleneklere aykırı hareket ettiği, Îsâ’dan başka hiçbir peygamberin kıyamet hakkında bilgi vermediği şeklindeki hıristiyanlar tarafından ileri sürülen iddiları tutarlı bir biçimde cevaplandırarak reddeder.

Taberî kitabının hâtimesinde Mecûsîler’in, zındık, yahudi, hıristiyan ve müslümanların temel akîdeleri hakkında özet


bilgi verdikten sonra bu bölgeye sırf gerçeği aramak amacıyla gelen aklıselim sahibi bir Hintli veya Çinli’nin bu din ve kültürler hakkında yeterli bilgi edindikten sonra İslâmiyet’i seçeceğinden asla şüphe edilemeyeceğini söyler. Daha sonra hıristiyanlara içinde bulundukları gafletten uyanmalarını, taklitten kurtularak bütün peygamberlerin mirasına ve insanlığın mânevî değerlerine sahip çıkan İslâm dinini kabul etmelerini öğütler. Kendisinin hidâyetine vesile olduğu için Halife Mütevekkil’e dua ederek eserini bitirir.

ed-Dîn ve’d-devle’nin İslâmî literatürde yer alan en başarılı reddiyelerden biri olduğu, adından söz edilmemekle birlikte sonraki dönemlerde yazılan eserlerde ondan büyük ölçüde faydalanıldığı söylenebilir.

XX. yüzyılın ilk yarısında ed-Dîn ve’d-devle’nin Ali b. Rabben’e ait otantik bir eser olup olmadığı konusu bazı hıristiyan teologlar tarafından tartışılmıştır. Eseri İngilizce’ye çeviren ve Arapça metnini neşreden A. Mingana, gerek tercümede (The Book of Religion and Empire, Manchester 1922), gerekse ayrıca yazdığı bir makalede (“A Semi-official Defense of Islam”, JRAS [1920], s. 481-488) eserin Ali b. Rabben et-Taberî’ye ait olduğunu belirtmiştir. Diğer taraftan D. S. Margoliouth, E. Fritsh, Fr. Taeschner, G. Graf ve M. Perlmann gibi araştırmacılar tarafından Taberî’ye ait otantik bir eser olarak kabul edilen ed-Dîn ve’d-devle Paul Peeters’a göre otantik değildir (Analecta Bollandiana, s. 202). M. Bouyges’a göre ise XX. yüzyılın başlarında Taberî takma adını kullanan bir müellif tarafından kaleme alınmıştır. M. Bouyges, John Rylands Library’nin müdürüne yazdığı açık mektupta (Le Kitab ad-Din wa’d-Dawlat récemment édité et traduit par Mr. A. Mingana est-il authentique?, Temmuz 1924, 16 sayfa) konuyu tartışma gündemine getirmiş, ikinci mektubunda (Le Kitab ad-Din wa’d-Dawlat récemment édité traduit et défendu par Mr. Mingana n’est pas authentique, Haziren 1925, 4 sayfa) eserin otantik olmadığını ileri sürmüş, konuyla ilgili son makalesinde de (“Nos informations sur Ali at-Tabari”, MUSJ, XXVIII/4 [1949-50], s. 67-114) bunu delillendirmeye çalışmıştır.

ed-Dîn ve’d-devle Kahire’de yayımlanmışsa da (1342/1923) ilmî neşri Âdil Nüveyhiz tarafından yapılmıştır (Beyrut 1393/1973).

BİBLİYOGRAFYA:

Ali b. Rabben et-Taberî, ed-Dîn ve’d-devle: The Book of Religion and Empire (nşr. ve trc. A. Mingana), Manchester 1922; a.e. (nşr. Âdil Nüveyhiz), Beyrut 1373/1973; M. Bouyges, Le Kitab ad-Din wa’d-Dawlat récemment édité ettraduit par Mr. A. Mingana est-il authentique?, Beyrut 1924; a.mlf., Le Kitab ad-Din wa’d-Dawlat récemment édité, traduit et défendu par Mr. Mingana n’est pas authentique, Beyrut 1925; a.mlf., “Aliy Ibn Rabban at-Tabariy”, Isl., XXII (1935), s. 120-121; a.mlf., “Nos informations sur Ali al-Tabari”, MUSJ, XXVII/ 4 (1949-50), s. 67-114; Th. Nöldeke, “Ali Tabarī, The Book of Religion and Empire”, Deutsche Literaturzeitung, Leipzig 1924, s. 22-28; P. Peeters, Analecta Bollandiana, Bruxelles 1924, s. 202; G. Graf, Orientalistische Literaturzeitung, Leipzig 1926, s. 511-512; a.mlf., Geschichte der Christlichen arabischen Literatur, Città del Vaticano 1944; E. Fritsh, Islam und Christentum im Mittelalter, Breslau 1930, s. 6-12; Brockelmann, GAL, I, 414-415; Mehmet Aydın, Müslümanların Hıristiyanlığa Karşı Yazdığı Reddiyeler ve Tartışma Konuları, Konya 1989, s. 45-48; A. Mingana, “A Semi-official Defense of Islam”, JRAS (1920), s. 481-488; a.mlf., “Remark on Tabarī’s-Semi-official Defense on Islam”, Bulletin of John Ryland’s Library, sy. 9, Manchester 1925, s. 236-240; D. B. Macdonald, “Le Kitab ad-din wa’d-dawlat”, MW, XV (1925), s. 210-211; D. S. Margoliouth, “On the Book of Religion and Empire by Ali b. Rabban al-Tabarī”, The Proceeding of the British Academy, XVI, London 1930, s. 165-182; Fr. Taeschner, “Die Alttestamentlichen Bibelzitate, vor allem aus dem Pentateuch, in at-Tabari’s Kitab ad-Din wad-daula und ihre bedeutung für die Frage nach der Echtheit dieser schrift”, Oriens Christianus, IX, Leipzig 1934, s. 23-39; M. Perlmann, “Note on the Authenticity of Ali Tabari’s Book of Religion and Empire”, MW, XXXI/3 (1941), s. 308; G. C. Anawati, “Polémique, apologie et dialogue Islamo-Chrétiens, positions classiques médiévales et positions contemporaines”, Euntes Docete, XXII (1969), s. 392-395; Necip Taylan, “Ali b. Rabben et-Taberî”, DİA, II, 434-436.

Mahmut Kaya