EBÛ HÂŞİM el-CÜBBÂÎ

أبو هاشم الجبّائي

Ebû Hâşim Abdüsselâm b. Muhammed b. Abdilvehhâb el-Cübbâî (ö. 321/933)

Behşemiyye fırkasının reisi ve Mu‘tezile’nin büyük imamlarından biri.

277’de (890-91) Basra’da doğdu. Mu‘tezile imamlarının önde gelenlerinden Ebû Ali el-Cübbâî’nin oğlu olup onun gibi Cübbâî nisbesiyle anılır. Babasından ve devrinin meşhur âlimlerinden öğrenim gördü. Arap edebiyatını Müberred’den öğrendi. Kısa zamanda büyük bir âlim olarak şöhret kazandı ve özellikle kelâmî konulardaki dirayeti sayesinde Mu‘tezile’nin büyük imamları arasında yer aldı. Mezhebin dokuzuncu tabakasındaki âlimlere göre yaşı küçük olmasına rağmen bu tabakaya girmeyi başardı. Bu sırada ders arkadaşı Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî ile de kelâmî konularda münazaralar yaptığı bilinmektedir. Ebû Hâşim babasının vefatından sonra 926’da Bağdat’a gitti. Burada bir yandan telif çalışmalarıyla uğraşırken bir yandan da ilmî araştırmalara ve talebe yetiştirmeye devam etti. Bağdat’ta vefat etti ve Hîzeran veya Bostan Kabristanı’na defnedildi.

İbn Hallâd el-Basrî, Abdullah b. Hattâb, Ebû Abdullah Hüseyin b. Ali el-Basrî,


Ebû İshak İbrâhim b. Ayyâş, Ebû İmrân es-Sayrafî ve Ahmed b. Yûsuf el-Ezrak gibi ünlü âlimler Ebû Hâşim’in talebelerindendir. Üstün hitabetiyle de şöhret kazanan Ebû Hâşim daha çok kelâm ilmiyle meşgul olmuştur. Onun hadis rivayet ettiğine dair bilgi yoktur (İbn Hacer, IV, 16). Ebû Hâşim’in kelâmî görüşleri kendisinden sonra Büveyhî Veziri Sâhib b. Abbâd sayesinde Şîa arasında da yayılmıştır. Kelâm konularına dair düşünceleri daha çok Kādî Abdülcebbâr’ın eserleriyle, tesirinde kalan veya fikirlerini reddeden muhaliflerinin kitaplarından öğrenilmektedir. Bazı noktalarda babasının görüşlerini kabul eden Ebû Hâşim, özellikle ilâhî sıfatlar konusunda ona muhalefet ederek Sünnî anlayışa yaklaşmıştır. Kādî Abdülcebbâr, baba-oğul arasındaki ihtilâflı meseleleri el-Mesâǿilü’l-vâride Ǿalâ Ebî ǾAlî ve Ebî Hâşim adlı bir kitapta toplamıştır. Ebû Hâşim’in en çok ilgi çeken ve üzerinde önemli tartışmalar yapılan görüşü ahval* nazariyesidir. Bir nevi konseptüalizm (kavramcılık) sayılabilecek olan bu teoriyi Allah’ın zâtı ile sıfatları arasındaki ilişkiyi açıklamak gayesiyle ortaya koymuştur. Ebû Ali el-Cübbâî ve diğer Mu‘tezile ulemâsı, Allah’ın birliği inancına halel getirmemek amacıyla bir nevi ta‘tîl*i benimserken Ebû Hâşim “hal”i ilk defa kelâmî bir terim haline getirmiş ve ilâhî sıfatların gerçekliğini Ehl-i sünnet’ten farklı anlamda da olsa bu kavram yardımıyla ispatlamaya çalışmıştır. Onun düşüncesine göre hali kısaca şöyle ifade etmek mümkündür: Hal varlık (vücûd) ile yokluk (adem) arasında bulunan zihnî bir kavram olup zihinde doğan tasavvurun orada yerleşmesinden ibarettir. Başka bir ifade ile haller kendi başına varlık ve yoklukla nitelenemeyen, fakat başka bir mevcudun zatıyla birlikte ispatlanabilen sıfatlardır. Buna göre Allah zâtındaki hallerden dolayı hay, alîm, kadîrdir. Bu hallerden her biri yoluyla Allah’ın zâtına nisbet edilen sıfatlar zâtî sıfatlardır. Ebû Hâşim, hem metafizik hem de mantıkî kavramlar olan ilâhî sıfatların ancak bu şekilde kavranabileceğini kabul eder.

Ahval nazariyesinden Ebü’l-Hasan Eş‘arî, Bâkıllânî, İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî gibi Sünnî âlimler kendi mezheplerinin prensipleri çerçevesinde faydalanarak etkilenmişlerdir. Basra Mu‘tezilesi’ni doğrudan etkileyen önemli simalardan biri olan Ebû Hâşim, cisimlerin hudûsuna arazların mevcudiyeti ve hudûsu yoluyla istidlâl ederek isbât-i vâcib için kullanılan hudûs delilini benimsemiştir (Kādî Abdülcebbâr, s. 67). Ayrıca en-Nakz Ǿalâ Aristâtâlîs fi’l-kevni ve’l-fesâd adlı eseri, onun İslâm dünyasında Aristo’yu tenkit edenlerin başında yer aldığını göstermektedir. Mu‘tezile’nin beş temel esasını kabul eden Ebû Hâşim’in kelâmcılığını yansıtan diğer bazı görüşlerini şöylece özetlemek mümkündür: a) Usul görüşü. Delâlet ve illette ortaklık bulunduğu takdirde gāibe şahitle istidlâl etmek câizdir. Bir başka ifade ile illet benzerliği bulunan hususlarda duyu ötesini duyular âlemine kıyas ederek açıklamak mümkündür. b) Va‘d ve vaîd. Müstahak olmayanı mükâfatlandırmak câiz olduğu gibi cezalandırmak da câizdir. İsyanı terkeden günahlardan kaçındığı için ek bir sevaba, taati yapmayan kimse de emre isyan ettiğinden ilâve bir ikāba müstahaktır. c) Tevbe. Küçük günahlardan tövbe etmek şer‘an vâciptir. Hesap gününde insanların seyyiatının hasenat karşılığında silinmesi câiz değildir. d) Hüsün ve kubuh. İyi bir fayda taşıdığı için değil iyi olduğu için tercih edilir, zira meselâ doğrulukla elde edilecek menfaat yalancılıkla da elde edilebilir. Şu halde bir şey faydalı olduğu için değil iyi olduğu için yapılır. e) Kesb. İnsanın kendi fiilini meydana getirebilmesine kesb adını vermek dil kaideleri bakımından mümkün değildir. Aslında Ehl-i sünnet’in kesbe verdiği mâna ile Cehm’in cebir anlayışı arasında bir fark yoktur. f) İmanın tarifi. İman farz olan taati eda edip günahlardan kaçınmaktan ibarettir (Kādî Abdülcebbâr, s. 40, 167, 261, 409). g) Tafdîl meselesi. Uzun müddet sâlih amel işleyen müminin ameli Hz. Peygamber’in ameline eşit olabilir (İbn Hazm, V, 125).

Ebû Hâşim’i görüşlerinden dolayı tenkit edenlerin başında Muhammed b. Ömer es-Saymerî gelir. Tenkitlerini tekfire kadar götüren Saymerî’nin bu maksat için birçok kitap yazdığı nakledilir (İbnü’l-Murtezâ, s. 94-96). Abdülkāhir el-Bağdâdî’nin kaydettiğine göre bazı Mu‘tezilî âlimler de Ebû Hâşim’i tekfir etmiştir (el-Fark, s. 186). Görüşlerini benimseyenlere, “Ebû Hâşim’e mensup olanlar” mânasında Behşemiyye veya Behâşime denilmiştir. Behşemîler, kulun müstahak olmadığı halde cezalandırılmasını ve işlemediği bir kötülükten dolayı zemme mâruz kalmasını -fiilen vuku bulmayacağını kabul etmekle birlikte- nazarî olarak mümkün gördükleri için muhalifleri tarafından kendilerine Zemmiyye adı verilmiştir.

Düşünce sisteminde varlıkla yokluk arasında üçüncü terimin varlığını kabul ederek farklı bir mantık anlayışını benimseyen Ebû Hâşim’in bu görüşleriyle Aristo mantığından ayrıldığı görülmektedir.

Eserleri. Ebû Hâşim’in kısa süren ömrü içinde 160 eser telif ettiği nakledilir (Malatî, s. 40). Kaynaklarda ona nisbet edilen ve hiçbiri günümüze kadar ulaşmayan eserlerinin bir kısmı şunlardır: CâmiǾu’l-kebîr, el-CâmiǾu’s-sagīr, el-Ebvâbü’l-kebîr, el-Ebvâbü’s-sagīr, el-ǾAskeriyyât, Kitâbü’l-İnsân, Kitâbü’l-ǾIvaz, en-Nakz Ǿalâ Aristâtâlîs fi’l-kevn ve’l-fesâd, Kitâbü’t-TabâǿiǾ ve’n-nakz Ǿale’l-kāǿilîne bihâ, Kitâbü’l-İctihâd, İstihkāku’z-zem, el-Bagdâdiyyât (İbnü’n-Nedîm, s. 222; Kādî Abdülcebbâr, s. 67, 169, 400; Bağdâdî, s. 188; Cüveynî, s. 471-472). Onun Abbâd b. Süleyman es-Saymerî’ye ait el-Ebvâb adlı esere reddiye yazdığı da rivayet edilir.

BİBLİYOGRAFYA:

Malatî, et-Tenbîh ve’r-red, s. 40; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Teceddüd), s. 222; Kādî Abdülcebbâr, el-Muhît, s. 27, 28, 40, 67, 77, 107, 167, 169, 261, 287, 307, 400, 404, 409; a.mlf., Şerhu’l-Usûli’l-hamse, s. 129, ayrıca bk. nâşirin mukaddimesi, s. 23; Bağdâdî, el-Fark, (Abdülhamîd), s. 184-201; İbn Hazm, el-Fasl (Umeyre), V, 125; Hatîb, Târîhu Bagdâd, XI, 55; Cüveynî, eş-Şâmil (nşr. Ali Sâmî en-Neşşâr v.dğr.), İskenderiye 1969, s. 471-472; Sem‘ânî, el-Ensâb, III, 176-177; İbn Hallikân, Vefeyât, III, 183-184; İbn Kesîr, el-Bidâye, XI, 176; İbnü’l-Murtazâ, Tabakātü’l-MuǾtezile, s. 94-96; İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, IV, 16; Brockelmann, GAL Suppl., I, 343; R. M. Frank, Beings and Their Attributes, New York 1978, bk. indeks; Abdurrahman Bedevî, Mezâhibü’l-İslâmiyyîn, Beyrut 1979, I, 330-379; L. Gardet, “al-Djubbāǿī”, EI² (İng.), II, 569-570.

Avni İlhan