DÜKKÂNCIK CAMİİ

Makedonya Cumhuriyeti’nde XVI. yüzyıla ait Osmanlı camii.

Üsküp’ün Tanrıvermiş mahallesinde, bugünkü Halklar Tiyatrosu ile Yane Sandanski İlkokulu’nun yanında olup Muslihuddin Abdülganî ve Müezzin Hoca Camii adlarıyla da anılır. Kaynaklarda 955 (1548) tarihli olduğu kaydedilen inşa kitâbesi halen mevcut değildir; ancak 956 (1549) tarihli Arapça vakfiyesinden Mevlânâ Muslihuddin Abdülganî tarafından yaptırıldığı öğrenilmektedir. Yine bu vakfiyeden, Müezzin Hoca lakabıyla meşhur Muslihuddin Abdülganî’nin, bu camiden başka Yenipazar’da (Novi Pazar) Altun Alem (Cuma) Camii ve bir mektep ile Kosova Mitroviçası’na bağlı Trepça’da yalnız sabah, akşam ve yatsı namazlarının kılındığı bir mescid gibi diğer bazı hayratın da bânisi olduğu ve yapıların giderlerini karşılamak üzere Üsküp’te Bakırcılar Mescidi yakınında Kurşunlu (Taş) Han ve hemen karşısında Şengül Hamamı, İbn Payko mahallesinde biri on dokuz, diğeri yirmi altı odalı iki yahudihâne, caminin yanıbaşında Dükkâncıklar çarşısında dokuz dükkân (Dükkâncık Camii adı buradan gelmektedir), Kantarcılar çarşısı ile Üsküp’ün diğer çarşı, mahalle ve semtlerinde toplam yirmi üç dükkân, Yenipazar’da beş ve yakınındaki Dimitroviçe köyünde bir değirmen ve Trepça’da bir ribât ile etrafındaki dükkânları vakfettiği anlaşılmaktadır. Muslihuddin Abdülganî’nin şahsiyeti hakkında ise fazla bilgi bulunmamakta, sadece Üsküp eşrafından olduğu sanılmaktadır.

Caminin 1869 yılındaki Avusturya işgali sırasında tahribat gördüğü ve sonradan tamir edildiği bilinmektedir (Elezovič, s. 89). Bugün harabe halinde olan duvarların iç yüzlerinde bitkisel motiflerle süslenmiş kırmızı ve mavi renkli iki ayrı sıva tabakasının bulunması bu bilgileri doğrulayacak niteliktedir. 1963 depreminde büyük ölçüde hasar gören camiden, sadece batı ve kuzey duvarlarının bazı bölümleriyle minare geriye kalmış durumdadır. Makedonya Anıtlar Kurumu’nun bilirkişi komisyonu tarafından 1965’te restorasyon programına alınmasına rağmen 1991 yılına kadar bu konuda hiçbir çalışma yapılmamıştır. Fakat İstanbul’da 1991’de düzenlenen IX. Milletlerarası Türk Sanatları Kongresi’nin sonuç bildirisinde bu duruma işaret edilmesi ve buna bağlı olarak adı geçen kurumun UNESCO tarafından bir yazıyla uyarılması üzerine 1992 yılında caminin kalıntıları korumaya alınmış ve restorasyonu yeniden gündeme gelmiştir.

Dükkâncık Camii, plan itibariyle büyük bir tek kubbenin örttüğü kare mekânla iki kubbeli bir son cemaat yerinden oluşmaktadır. Balkan cami mimarisinde iki kubbeli son cemaat yeri örneklerine ender olarak Niş’teki Bâlî Bey Camii ve Yenipazar’daki yine Muslihuddin Abdülganî’nin yaptırdığı Altun Alem Camii gibi XVI. yüzyıldan kalma sayılı birkaç eserde rastlanmaktadır (Andrejevič, s. 61); bu tip camilerin Anadolu’da da pek yaygın olmadığı söylenebilir. Son cemaat yerindeki kubbelerin aynı çap ve yükseklikte oluşu ve revak yanlarının duvarla örülmesi, bu tür camilerin en önemli özelliğini teşkil etmektedir. Dükkâncık Camii’nin son cemaat yerinde de uygulanan bu düzen taçkapının sola kaydırılmasına sebep olmuş, sağ (batı) tarafta kalan geniş mekânda ise zemin yükseltilerek revakın orta sütunu hizasına, niş kavsarası üç sıra mukarnaslı bir mihrâbiye yerleştirilmiştir.

Harimi örten kubbe, pandantiflerle geçilen sekizgen bir kasnağa oturmaktadır. Köşelerde pandantiflere hafifletici küpler yerleştirilmiş ve mukarnaslı dolgu ile süslemeler yapılmıştır. Mevcut kalıntılardan, mihrap nişinde de beş sıra mukarnaslı bir kavsara kullanıldığı anlaşılmaktadır. Pencerelerin sayısı doğu, batı ve kıble duvarında birinci sırada ikişer, ikinci sırada akslara gelecek şekilde birer, kuzey duvarında ise son cemaat yeri mihrâbiyesiyle minare arasına yerleştirilmiş bir adet olmak üzere toplam ondur. Caminin inşasında kullanılan malzeme duvarlarda bir sıra kesme taş, iki sıra tuğla, minarede yalnız kesme taş, örtü ve geçiş sistemiyle kemerlerde ise yalnız tuğladır.

Minare, harimin batı cephesiyle son cemaat yeri revakını batıya kapatan duvarın birleştiği kısma yerleştirilmiştir. Bir yanı duvara bitişik altıgen bir kaideye oturan minare çokgen bir gövdeye sahiptir. Kaideden gövdeye geçiş, prizmatik üçgenlerden meydana gelen bir pabuçla sağlanmıştır. Şerefe altında dört sıra mukarnasla konsol temin edilmiş, korkuluklar da ajurlarla süslenmiştir. Yine çokgen olan peteğin örtüyü oluşturan sivri külâha yakın üst seviyesinde tek sıra mazgal pencereler yer almaktadır. Minare, genel hatlarıyla Balkanlar’daki cami mimarisine uygun bir yükseklikle ihtişamlı görünmektedir.

Caminin ilk yapıldığı yıllarda avlusunda bir mektep binası ile bir şadırvanın yer aldığı vakfiye kaydından, avlunun duvarlarla çevrili olduğu ve bir hazîrenin bulunduğu da yaşlıların ifadeleriyle eski fotoğraflardan öğrenilmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

VGMA, Vakfiye Defteri, nr. 632, s. 494, kayıt 209; Sâlih Âsım, Üsküp Tarihçesi, TSMK, Mehmed Reşad, nr. 616; G. Elezovič, Turski Spomenici u Skoplju, Glasnik Skopskog Nauçnog Druştva, Skopje 1925, s. 89, 135-175; H. W. Duda, Balkantürkische Studien, Wien 1949, IV, 59; I. Zdravkovič, Izbor Gradze Za Prouçavanje Spomenika Islamske Arhitekture u Jugoslaviji, Beograd 1964, s. 63; Hasan Kaleši, Najstari Vakufski Dokumenti u Jugoslaviji na Arapskom Jeziku, Piriştine 1972, s. 229-234; Ayverdi, Avrupa’da Osmanlı Mi‘mârî Eserleri III, s. 261; A. Andrejevič, Monumentalna Islamska Umjetnost u Jugoslaviju, Beograd 1981, s. 61; Semavi Eyice, “Üsküp’te Türk Devri Eserleri”, TK, sy. 11 (1963), s. 28.

Mehmet İbrahimi





DÜKKĪ

الدقي

Ebû Bekr Muhammed b. Dâvûd ed-Dımaşkī (ö. 360/971)

Zâhid ve sûfî.

Aslen Dîneverli olduğu için Dîneverî, Şam’da yaşadığı için Dımaşkī nisbeleriyle de tanınır. Dükkī nisbesi kaynaklarda Zükkī (Hatîb, V, 266) ve Rakkī (İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, VIII, 612; Şa‘rânî, I, 119) şeklinde de verilir. Bağdat’a giderek bir süre orada yaşadıktan sonra Şam’a yerleşen Dükkī, Hatîb el-Bağdâdî’ye göre Bağdat’ta, Münâvî’ye göre ise Mısır’da vefat etmiştir. Yaklaşık 240’ta (854) doğduğu dikkate alınırsa 100 yıldan epey fazla yaşadığı söylenebilir (Sülemî, s. 448). Çağındaki sûfîlerin en büyüklerinden biri olan Dükkī, daha ziyade üstadı İbnü’l-Cellâ’ın tasavvuf anlayışını benimsemekle birlikte Ebû Bekir ez-Zekkāk, Abdullah er-Râzî ve Ebû Bekir el-Mısrî gibi sûfîlerden de faydalandı, Cüneyd-i Bağdâdî ile görüştü. Ebû Bekir İbn Mücâhid’den kıraat, Muhammed b. Ca‘fer el-Harâitî’den hadis okudu. Başta Ebû Nasr es-Serrâc olmak üzere bazı sûfî müellifler onun görüşlerini nakletmişlerdir.

Dükkī’ye göre helâl yiyecekler kişiyi sâlih amellere yöneltir; helâl olup olmadığı şüpheli besinler insanın yolunu şaşırmasına sebep olur; haram yiyecekler ise Allah ile kulu arasında perde olur. Sûfî âfiyet ve huzur aramamalı, zahmet ve meşakkate katlanmayı öğrenmelidir. Hayatta keder ve sevinç birbirini takip eder. Fakat tasavvuf ehli belâyı sevinçle karşılamalı, kurtuluşunu acılarda aramalıdır. Semâa önem veren ve bu hususla ilgili garip hikâyeler anlatan Dükkī tevekkülün tam olmasını, fakirin hem zâhir hem bâtın itibariyle sebeplerden uzak kalmasını ister. Fakrı sûfînin bir hali olarak anlar. Sûfînin fakr haline sahip oluşunun belirtisi, her vakitte o vakit için yapılması en uygun olan şeyle meşgul olması ve kendisini kötülüklerden uzak tutmasıdır. Allah’a yakın olmanın alâmeti de onun dışında kalan her şeyden ilgiyi kesmektir. Allah’ın kelâmı gönüllere ışıklarını yayınca oradaki bencil arzuları yok eder. Ârifler Allah ile yaşadıklarından gerçek hayat onların hayatıdır. Rabbini bilen O’ndan ümit kesmez, nefsini tanıyan yaptığı işle kibirlenmez. Allah’ı bilen O’na sığınır, O’nu unutan ise yaratıklara sığınır.

Dükkī uzun tecrübeler sonunda ulaştığı bu tür kanaatleriyle kendisinden sonraki sûfîler üzerinde tesirli olmuştur.

BİBLİYOGRAFYA:

Serrâc, el-LümaǾ, s. 229-230, 236; Sülemî, Tabakāt, s. 448-450; Hatîb, Târîhu Bagdâd, V, 266 vd.; Kuşeyrî, er-Risâle, I, 207; Herevî, Tabakāt, s. 505; Sem‘ânî, el-Ensâb, V, 327; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, VIII, 612; a.mlf., el-Lübâb, I, 505; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, XVI, 138; Safedî, el-Vâfî, III, 63; Câmî, Nefehât, s. 188-190; Şa‘rânî, et-Tabakāt, I, 119; Münâvî, el-Kevâkib, II, 44.

Erhan Yetik