DRAĞMAN KÜLLİYESİ

İstanbul Fatih’te günümüzde Draman olarak anılan semtte XVI. yüzyıla ait küçük bir külliye.

Cami, tekke, sıbyan mektebi ve dârülkurrâdan ibaret külliyenin çekirdeğini meydana getiren cami-tekke, 948 (1541-42) yılında “drağman” veya “dragoman” denilen saray tercümanlarından Yûnus Bey tarafından tesis edilmiştir. Bâninin aynı yerde daha önce yaptırdığı sıbyan mektebi ile küçük bir külliye teşkil eden bu kuruluşun cami-tevhidhâne ve derviş hücrelerinden oluştuğu anlaşılmaktadır. Yûnus Bey’in kardeşi Mustafa Ağa’nın, tasarımı Mimar Sinan’a ait olan bu yapı topluluğunun yanına bir dârülkurrâ yaptırması, bu arada bunlara bir de harem binasının eklenmesi ve tekkenin ilk postnişini Bosnalı Şeyh Abdülmü’min Efendi’nin aynı yüzyılın üçüncü çeyreği içinde müstakil bir tevhidhâne inşa ettirmesi sonucunda külliyenin mimari programı biraz daha genişlemiştir. Başlangıçta hem cami hem tevhidhâne olarak faaliyet gösterdiği anlaşılan ilk bina bu tarihten sonra yalnız cami görevi yapmış olmalıdır.

Drağman Külliyesi’nin zaman içinde geçirmiş olduğu onarım, değişiklik ve yenilenmeler arasında şunlar kayda değer: 1729’daki Balat yangınında hasar gören tekke ertesi yıl III. Ahmed tarafından yenilenmiş ve bu tarihten sonra o günlerdeki postnişini Îsâzâde Şeyh Mehmed Sâlih Sahvî’nin lakabından dolayı Îsâzâde Tekkesi adıyla da anılmaya başlamıştır. 1764’te III. Mustafa tekkeyi yeniden inşa ettirirken cami ve haremi onarımdan geçirtmiş, bu arada Îsâzâde’nin kabri üzerine bir ahşap türbe yaptırmıştır. Cami ile sıbyan mektebinin Sultan Abdülaziz tarafından da 1873’te tamir ettirildiği bilinmektedir. 1914’te yıkılacak halde bulunduğu gerekçesiyle caminin çatısıyla son cemaat yeri yıktırılmış ve son cemaat yeri, pencere nisbetleri aslına uygun düşmeyecek bir biçimde yeniden yapılmıştır. 1925’te tekkelerin kapatılmasından sonra cami kullanılmaya devam etmiş, sıbyan mektebi de bir ara spor kulübü binası olmuştur. Külliye arsasının kuzeybatı köşesinde yer aldığı bilinen harem binası, caminin batı yönünde bulunduğu anlaşılan diğer tekke bölümleri, hazîre içindeki ahşap Îsâzâde Türbesi ve kaynaklarda cümle kapısının önündeki merdivenlerden inildiğinde karşıya gelen köşede bulunduğu bildirilen dârülkurrâ ise tamamen ortadan kalkmıştır. 1970’li yıllarda cami ile Kur’an kursu olarak kullanılmaya başlayan sıbyan mektebinin giriş (kuzey) yönlerine mimari hüviyetlerine tamamen yabancı birtakım ilâveler yapılmış, ayrıca cami son yıllarda kurulan bir derneğin ön ayak olmasıyla Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından önemli ölçüde değiştirilerek ihya edilmiş, bu arada harimin ahşap çatısının yerine kâgir bir kubbe yapılırken son cemaat yeri de mermer sütunlara oturtulan sivri kemerlerin taşıdığı kubbelerle donatılmıştır.

Külliyenin cümle kapısı, doğuda Draman caddesi boyunca uzanan cami, tekke, sıbyan mektebi ve hazîrenin bulunduğu platformun istinat duvarı üzerinde yer almaktadır. İki kollu bir merdivenle ulaşılan basık kemerli kapının dış yüzünde cami-tekkenin inşa tarihini (948/1541-42) veren, Farsça manzum metni Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi’ye ait ta‘lik bir kitâbe, iç yüzünde yine ta‘lik hatla yazılmış Osmanlıca manzum metni


Sâhib mahlaslı bir şaire ait olan III. Ahmed’in 1142 (1729-30) tarihli yenileme kitâbesi, avlunun kuzeyindeki Tercüman Yûnus sokağına açılan tâli girişin üzerinde de aynı yenileme sırasında tevhidhâne kapısına konulduğu ve daha sonraki onarımda (1764-1765) buraya nakledildiği bilinen, sülüs hattını bizzat III. Ahmed’in yazdığı diğer bir Osmanlıca manzum kitâbe bulunmaktadır.

Cami, enine gelişen dikdörtgen planlı bir harim ile kuzeyindeki kapalı son cemaat yerinden ve harimin kuzeybatı köşesinde yükselen minareden meydana gelmiştir. Epeyce onarım ve değişim geçirmesine rağmen özgün tasarımını yakın zamana kadar büyük ölçüde koruyabilen yapıda son cemaat yerinin aslında ahşap direkli bir sundurma biçiminde tasarlanmış olduğu tahmin edilebilir. Kuzey cephesinin ekseninde yer alan taçkapı niteliğindeki harim girişinin basık kemeriyle mukarnaslı kavsarası arasına, ilk inşa tarihini veren Kudsî mahlaslı bir şaire ait sülüs hatlı manzum bir kitâbe yerleştirilmiştir. Harimi sınırlayan ve kısmen moloz, kısmen de kesme taşla örülmüş olan duvarlara, düşey konumda ikili gruplar halinde tasarlanmış dörder pencere açılmıştır. Bu pencerelerin sonradan değişime uğradığı, muhtemelen Sultan Abdülaziz onarımında, alt sırada bulunanlarda üst söve başlıklarının iptal edilerek tuğladan örülmüş özgün sivri kemerlerin içine ampir üslûbuna bağlanan sepet kulpu kemerlerin oturtulduğu, aslında sivri kemerli olması gereken tepe pencerelerinin de III. Mustafa onarımı sırasında yuvarlak kemerlerle donatıldığı görülmektedir. Harim duvarlarında muhtelif nişler, son cemaat yerinde de taçkapıya göre simetrik iki mihrabiye bulunmaktadır.

Harimin kuzey duvarı boyunca alttaki erkeklere, üstteki kadınlara ait olmak üzere iki katlı mahfil uzanmakta ve ampir üslûbunda çubuklu kabartmalarla süslenmiş kare kesitli ahşap dikmeler, bu bölümün Sultan Abdülaziz onarımı sırasında yenilendiğini göstermektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü restorasyonuna kadar kiremit kaplı bir ahşap çatı ile örtülü olan harimin ahşap tavanının ortasında bir zamanlar ahşap veya bağdâdî bir kubbenin yer aldığı tahmin edilebilir. İç mekânda, pencere açıklıklarını kuşatan klasik üslûptaki kalem işleri dışında önemli bir süsleme unsuru bulunmamaktadır. III. Mustafa devrinin barok üslûp özelliklerini gösteren basit mihrapla sıradan işçilikli ahşap minber de bezemesizdir. Bütün klasik devir yapılarında olduğu gibi cepheler son derece sade tutulmuş, süsleme olarak yalnız yapının güneybatı köşesindeki pahı taçlandıran mukarnaslarla yetinilmiştir. Minare kare kesitli kaidesi, üçgen yüzeylerden oluşan pabuç kısmı, çokgen gövdesi, mukarnaslı müşebbek korkuluklu şerefesi, çokgen peteği ve kurşun kaplı konik ahşap külâhı ile ilk inşa dönemine ait olduğunu hemen belli etmektedir.

Sıbyan mektebi kare planlı, kübik hacimli, içeriden pandantiflerle, dışarıdan sekizgen kasnakla donatılmış bir kubbenin örttüğü tek bir birimden ibarettir. 1970’lerde yapılan restorasyon sırasında gerek iç bünyesi gerekse giriş cephesi büyük ölçüde değişikliğe uğramıştır. Düzgün kesme taş işçiliğine sahip duvarlarında caminin cephelerinde görülen tertipte dörder pencere bulunan binanın, ilk yapıldığı yıllarda giriş cephesinden ahşap bir sundurma ile donatılmış olduğu tahmin edilmektedir. Cami ile sıbyan mektebi arasında yer alan hazîrede bâninin ve tekke şeyhleriyle mensuplarının kabirleri bulunmaktadır.

Drağman Tekkesi, tesis edilmesinden kapatılışına kadar Halvetiyye tarikatına bağlı bir zâviye olarak faaliyet göstermiştir. İlk postnişini Bosnalı Şeyh Abdülmü’min Efendi’nin (ö. 1004/1595-96), Muslihiyye kolunun pîri Nûreddinzâde Şeyh Mustafa Muslihiddin Efendi’nin (ö. 981/1573-74) halifelerinden olması tekkenin başlangıçta bu kola bağlı bulunduğunu ortaya koymaktadır. XVII. yüzyılın ortalarında Nûriyye koluna intikal eden tekke, XIX. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Sünbüliyye koluna bağlanmıştır. Bosnalı Şeyh Abdülmü’min Efendi’nin halefi olan ve Ayasofya’daki vâizliğinin yanı sıra Ordu-yı Hümâyun şeyhi sıfatı ile 1592’de Eğri seferine katılan Tefsîrî Şeyh Hâfız Ömer Fânî Efendi (ö. 1034/1624-25), Türk tasavvuf mûsikisi tarihinde önemli bir yeri olan bestekâr, zâkirbaşı ve şair, beşinci postnişin Şeyh Nefesanbarı Osman Efendi (ö. 1684), Sünbüliyye Âsitânesi’ne (Koca Mustafa Paşa veya Sünbül Efendi Tekkesi) mahsus önemli bir görev olan pîşkademliği de yürüten on beşinci postnişin Şeyh Abdülhalim Efendi ile (ö. 1837) halefi Şeyh Hâfız Hüseyin Efendi (ö. 1851) tekkenin meşihatında bulunan kişilerin başlıcalarıdır.

BİBLİYOGRAFYA:

İstanbul Vakıfları Tahrîr Defteri 953 (1546), s. 417-418, nr. 2438; Sâî, Tezkiretü’l-ebniye, s. 28, 76; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, I, 307, 318, 320; Ayvansarâyî, Mecmûa-i Tevârîh, s. 217, 258, 361; a.mlf., Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 113-115; Âsitâne Tekkeleri, s. 13; Mecmûa-i Cevâmi‘, I, 42-43, nr. 207; 1328 Senesi İstanbul Beldesi İhsâiyyat Mecmuası, İstanbul 1329r., s. 21; Zâkir Şükrü, Mecmûa-i Tekâyâ (Tayşî), s. 47-48; Osmanlı Müellifleri, I, 133; Ergun, Antoloji, I, 40-41; Konyalı, Mimar Koca Sinan’ın Eserleri, s. 70-73; Tahsin Öz, İstanbul Camileri, Ankara 1962-65, I, 49; Metin Sözen, Türk Mimarisinin Gelişimi ve Mimar Sinan, İstanbul 1975, s. 371; Aptullah Kuran, Mimar Sinan, İstanbul 1986, s. 265, 305, 354; M. Baha Tanman, “Sinan’ın Mimârîsi-Tekkeler”, Mimarbaşı Koca Sinan: Yaşadığı Çağ ve Eserleri, İstanbul 1988, I, 322; Günay Kut – Turgut Kut, “İstanbul Tekkelerine Ait Bir Kaynak: Dergeh-nâme”, Türkische Müszellen: Robert Anhegger Armağanı, İstanbul 1987, s. 213-236; Atilla Çetin, “İstanbul’daki Tekke, Zâviye ve Hânkahlar Hakkında 1199 (1784) Tarihli Önemli Bir Vesika”, VD, XIII (1981), s. 583-590.

M. Baha Tanman