DERİ

Batı Türkçesi’nde deri şeklinde telaffuz edilen kelimenin aslı teri/tiri’dir (Clauson, s. 531). Bütün göçebe toplumların hayatında birtakım kolaylıklar sağlayan derinin tabaklanıp kullanılması, Türkçe’nin deri eşya ve tabaklama ile ilgili kelimeler bakımından zengin bir dil oluşunun da gösterdiği gibi Türkler’de de çok eskiye dayanır. Bugün dahi derinin Yörükler’in hayatında önemli bir yeri vardır. Özellikle kışın giyilen çarık ve gocuklarda, dağarcık olarak bazı eşyanın konulmasında, peynir, tereyağı, bal ve pekmez tulumlarının yapılmasında, su taşınmasında ve yağ elde edilmesinde kullanılmaktadır. Su tuluklarıyla yağ çıkarmada yayık olarak kullanılan ve Toros göçerleri arasında yannık denilen (muhtemelen yağlıktan bozma) deri kaplar, halen palamut kabuğu ile tabaklanmış deriden yapılmaktadır.

Derinin işlenerek kullanılması tekstilden çok öncedir ve tarihçesi ilk insanla başlamıştır denilebilir. Nitekim Eski Ahid’e göre Allah Âdem ve Havvâ’ya deriden gömlek giydirmiştir (Tekvîn, 3/21). Eski ve Yeni Ahid’in birçok yerinde elbise, kemer, ayakkabı, tulum, dağarcık gibi deri eşyadan bahsedilir. Ahid sandığının muhafaza edildiği seyyar mâbedin üzeri deri ile örtülmüş ve mefruşatının çoğu deriden yapılmıştır (Sayılar, 4/6 vd.). Kur’an, insanlara göç ve ikametleri sırasında büyük kolaylık sağlayan deri çadırları şükrü gerektiren nimetler arasında sayar (bk. en-Nahl 16/ 80). Bilhassa göçebe Araplar kaş‘ ve tırâf denilen deriden yapılmış çadırlar kullanırlardı; ham deriden ve küçük olan kaş‘ fakirlere, tabaklanmış deriden ve büyük olan tırâf ise zenginlere mahsustu (Mahmûd Şükrî el-Âlûsî, III, 393-394). Panayırlarda gösteri için ve savaş alanlarında kumanda merkezi olarak kırmızı deriden büyük çadırlar kurulurdu. Ukâz panayırında kurulan bu tür çadırlarda ünlü şairler şiirlerini inşad ederlerdi (Cevâd Ali, V, 7).

Kâğıdın icadına kadar deri çok uzun bir süre yazı malzemesi olarak da kullanılmıştır. Kur’an’da “rakk” (ince deriden yapılmış parşömen) üzerine yazılı kitaba yemin edilir (et-Tûr 52/3). Âyet ve hadislerin ilk kaydedilişlerinde derinin kullanıldığı muhakkaktır ve günümüze ulaşan en eski mushaflarla halen Topkapı Sarayı Emânât-ı Mukaddese Dairesi’nde muhafaza edilen Hz. Peygamber’in Mukavkıs’a gönderdiği mektup bunun açık bir delilidir. Sâsânîler’de vergi memurları kayıtlarını beyaz deriler üzerine tutarlar ve kisrâya arzederlerdi. Deri defterlerin kokusundan rahatsız olan kisrâ, bunların gülsuyu ve za‘feranla sarartılmasını istemişti (Belâzürî, s. 450). İbnü’n-Nedîm İranlılar’ın manda, sığır ve koyun gibi hayvanların derilerini yazı malzemesi olarak kullandıklarını söyler (el-Fihrist, s. 22). Emevîler döneminde divan kayıtları tomar halinde deriler üzerine tutulmuştur. Seffâh’ın veziri Hâlid b. Bermek deri sayfaları kitap şeklinde ciltletmiş ve bu uygulama Hârûnürreşîd’in veziri Ca‘fer b. Yahyâ el-Bermekî’nin kâğıttan defter yaptırmasına kadar devam etmiştir.

Derinin tabaklanmasına dair ilk bilgilere, Mısır’da erken dönem hânedanlarından kalan kayıtlarda rastlanmaktadır. Kitâb-ı Mukaddes’te deri eşyadan çokça söz edilmesine rağmen bu hususta bir açıklama yoktur. Yahudi şeriat kitabı Talmud’da ise bazı hükümler bulunmakta ve bunlardan debbâğların toplumun aşağı seviyesinde kimseler olarak kabul edildikleri, tabakhânelerin pis kokuları sebebiyle eski Yunan ve Roma’da da olduğu gibi yerleşim merkezlerinden uzakta kurulmasının istendiği, burada çalışanların -ne kadar temiz olurlarsa olsunlar- üzerlerine sinen koku sebebiyle toplu ibadet ve festivallere katılmaktan menedildikleri ve kısa bir dönem için de olsa bu işi yapanların daha yüksek görevlere getirilmediği öğrenilmektedir. Talmud, dünyanın ne attarsız ne de debbâğsız olabileceğini söyler ve


birincisi için “ne mutlu”, ikincisi için ise “ne yazık” der. Talmud’a göre tabaklama işinde çalışma veya bunun için hayvan dışkısı satma, evlilikten önce veya sonra başlanmış olması farketmeksizin boşanma sebebidir. Önceden kocasının mesleğine tahammül edeceğine dair söz veren bir kadın dahi sonradan boşanma isteğinde bulunabilir (EJd., X, 1536 vd.).

Derinin tabaklanması (dibâgat) Araplar’ca Câhiliye döneminden beri bilinmekteydi ve Arabistan yarımadasında dericiliğin gelişmiş olduğu, Hz. Peygamber’in sağlığında fethedilen Yemen tarafındaki Cüreş, Havlân’ın küçük bir beldesi olan Sa‘de ve Tâif gibi yerleşim merkezleri bulunuyordu. Bunlardan özellikle Cüreş ünlüydü ve burada işlenen deriler “Cüreş derisi” adıyla anılırdı. Hasan b. Ahmed el-Hemedânî, Śıfatü Cezîreti’l-ǾArab adlı eserinde bu yerleri “beledü’d-debbâğ” olarak zikretmektedir (s. 98, 248, 260). Yâkūt el-Hamevî de Tâif vadilerinin birinden, tabaklama artıklarının atıldığı pis kokan bir yer olarak söz eder (MuǾcemü’l-büldân, VI, 9). Mekke de dericiliğin gelişmiş olduğu yerlerdendi. Akīk vadisinden getirilen karaz (selem ağacının [acacia asak, acacia flava] meyve ve yaprağı veya küstümotu [mimosa nilotica]), burada bulunan ve bazı rivayetlerde çok büyük olduklarından söz edilen taş değirmenlerde ezilerek deri tabaklama işi için kullanıma hazırlanırdı. İbn Hişâm’ın kaydettiğine göre Habeşistan’a hicret eden sahâbîlerin iadesini istemek üzere giden Kureyş heyetinin Habeş Hükümdarı Ashame’ye götürdüğü hediyeler içinde onun en beğendiği şey Mekke’de tabaklanmış derilerdi (es-Sîre, I, 334). Hz. Peygamber, Mekke’de kıtlık olduğu zaman buraya Medine mahsulü hurma göndermiş ve karşılığında da deri talep etmişti (Serahsî, X, 92).

Ashap içinde mesleği dericilik olanlar vardı (Huzâî, s. 736) ve Mescid-i Nebevî’nin müezzinlerinden Sa‘d el-Karaz’a da muhtemelen karaz alıp sattığı için bu isim verilmişti (İbn Abdülber, II, 54; İbn Hacer, II, 29). Hz. Peygamber’in hanımlarından Sevde bint Zem‘a ve Zeyneb bint Cahş dericilikte mâhirdiler. Sevde Tâif tarzı deri işlemeyi biliyordu (İbn Hacer, IV, 286); Zeyneb de Hz. Âişe’nin rivayetine göre el sanatlarında usta bir hanımdı; deri tabaklar, sonra onu işleyip satarak elde ettiği parayı Allah yolunda harcardı (İbn Sa‘d, VIII, 108; İbn Hacer, IV, 314). Dericilikte sadece karaz kullanılmıyordu; çölde yetişen daha başka ağaç ve otlardan, nar kabuğundan ve şaptan da deri tabaklamada faydalanılıyordu. Kırmızı kökleri olan ve ertâ’ denilen bir kum bitkisiyle tabaklanmış derilere me’rût, ertî veya edîm martî deniliyordu.

Çok geniş bir kullanım alanı olmasından dolayı Câhiliye devrinde kurulan panayırlarda en önemli ticaret mallarından biri deriydi. Çadır yapımında, su ve her tür sıvının muhafazası için gerekli olan tulum ve tuluklarda, ayakkabı, mest ve çizme gibi giyim eşyasında, eyer ve koşum takımlarında, mefruşatta deri çokça kullanılmaktaydı. Hz. Peygamber’in yatağı, içerisine hurma lifi doldurulmuş deridendi (Buhârî, “Riķāķ”, 17; İbn Mâce, “Zühd”, 11; Ebû Dâvûd, “Libâs”, 43; Tirmizî, “Libâs”, 27); ayrıca “içi hurma lifiyle doldurulmuş deri yastık” tabiri hadislerde çokça geçer (bk. Wensinck, MuǾcem, “edm” md.). Demircinin körüğünden şarkı söyleyen “kayne”lerin deflerine ve askerlerin kalkanlarına kadar derinin kullanıldığı daha pek çok alan vardı. Hatta bir ara Hz. Ömer deriden para (dirhem) basmayı dahi düşünmüş, ancak kendisine bunu yaptığı takdirde deve neslinin tükeneceği hatırlatılınca tasavvurundan vazgeçmiştir (Belâzürî, s. 456). Bu sebeple deri ve deri eşya ile ilgili literatür açısından Arapça oldukça zengindir. Birkaçı müstesna kara memelilerinin tamamının, bazı balıkların ve kunduz gibi suda yaşamayı seven kara hayvanlarının derisinden, tilki, leopar gibi hayvanların da kürklerinden faydalanılmıştır. Hz. Ali’nin torunlarından Hasan kunduz derisi eyer kullanırdı (Buhârî, “Źebâǿiĥ”, 12). Büyük tâbiîn âlimi Şa‘bî aslan postunda oturur, samur ve tilki kürkünden kaftan giyerdi (İbn Sa‘d, VI, 253-254).

Dericilik pek fazla bir değişikliğe uğramadan sonraki asırlarda da devam etmiştir. İslâm dünyasının her tarafındaki büyük merkezlerde bu sanatla uğraşanlar mutlaka vardı. Kurtuba ve Fas, bazı tabaklama tekniklerinin geliştiği ve Avrupa’ya intikal edip yayıldığı yerler olmuştur. Batı’da halen bazı deri çeşitleri için kullanılan “cordovan” ve “moroccan, maroquin (maroken)” tabirleri bu şehir isimlerinden türetilmiştir. Kahire ve Halep de deri sanayiinin geliştiği merkezlerdendi; XIII. yüzyılda Halep tabakhânelerinden alınan vergilerin buradaki diğer sınaî kuruluşların vergilerinin toplamından daha fazla olduğu bilinmektedir. İslâm dünyasında dericiliğe dayalı birçok el sanatı gelişmişti ve bunlardan biri de ciltçilikti. Özellikle yiyecek ve içecek maddelerinin muhafaza edildiği kapların büyük bir kısmı deriden yapıldığı için dericiler, muhtesipler tarafından kontrol edilen birtakım kaidelere riayet etmek zorundaydılar. Ziyâeddin Muhammed b. Muhammed el-Kureşî (İbnü’l-Uhuvve), MeǾâlimü’l-ķırbe fî aĥkâmi’l-ĥisbe adlı eserinde bu konuya bir bab ayırmıştır (s. 229-230).

BİBLİYOGRAFYA:

Clauson, Dictionary, s. 531; Wensinck, MuǾcem, “edm” md.; Buhârî, “Riķāķ”, 17, “Źebâǿiĥ”, 12; İbn Mâce, “Zühd”, 11; Ebû Dâvûd, “Libâs”, 43; Tirmizî, “Libâs”, 27; İbn Hişâm, es-Sîre, I, 334; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, VI, 253-254; VIII, 108; Belâzürî, Fütûh (Rıdvân), s. 450, 456; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Teceddüd), Ankara 1985, s. 22-23; İbn Sîde, el-Muħaśśaś, Beyrut 1398/1978, IV, 100 vd.; İbn Abdülber, el-İstî‘âb, II, 54; Serahsî, el-Mebsûŧ, X, 92; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, VI, 9; Huzâî, Taħrîcü’d-delâlâti’s-semǾiyye, s. 715, 736; İbn Hacer, el-İśâbe, II, 29; IV, 286-314; İbnü’l-Uhuvve, MeǾâlimü’l-ķırbe fî aĥkâmi’l-ĥisbe (nşr. R. Levy), London 1938, s. 229-230; Mahmûd Şükrî el-Âlûsî, Bülûġu’l-ereb, III, 393-394; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye, II, 56; Cevâd Ali, el-Mufaśśal, V, 7; VII, 537-540, 587-595; Hasan b. Ahmed el-Hemedânî, Śıfatü Cezîreti’l-ǾArab, Riyad 1977, s. 98, 248-249, 260; C. Zeydan, Medeniyyet-i İslâmiyye (İstanbul 1976), III, 112-113; Ahmad Mohammad Migahid, Flora of Saudi Arabia, Riyad 1978, s. 196, 299; Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, Ankara 1985, V, 162-169; M. Abdülazîz Amr, el-Libâs ve’z-zîne fi’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye, Beyrut 1405/1985, s. 295-301; Abdülazîz b. İbrâhim el-Ömerî, el-Ħıref ve’ś-śınâǾa fi’l-Ĥicâz fî Ǿaśri’r-resûl, [baskı yeri yok] 1985, s. 326-330; Ahmad Y. al-Hassan – D. R. Hill, Islamic Technology, Cambridge 1988, s. 197-200; W. S. McCullough, “Leather”, IDB, III, 104; a.mlf., “Skin”, a.e., IV, 382; M. Lamed, “Leather Industry and Trade”, EJd., X, 1536-1542; W. M. Floor, “Carm”, EIr., IV, 820-822.

Nebi Bozkurt




Deri ile İlgili Fıkhî Hükümler. Çok eski devirlerden beri giyim eşyası olarak ve başka maksatlarla çok yaygın bir kullanım alanına sahip bulunan deri, temizlenmesi ve kendisinden faydalanılması bakımından fıkhın ilgi alanına girmiştir.

İslâm hukukçularının büyük çoğunluğu, Kur’ân-ı Kerîm’de (el-Bakara 2/173; el-Mâide 5/3, 60; el-En‘âm 6/145; en-Nahl 16/115) etinin kullanılması yasaklanan domuzun derisinin de bu yasağa dahil olduğu ve herhangi bir tabaklama işleminden sonra bile kullanılamayacağı görüşünü benimsemiştir. Hanefî fakihlerinden Ebû Yûsuf ile Mâlikîler’den Sahnûn ve Ebû Muhammed İbn Abdülhakem’e göre domuz derisi tabaklanmak suretiyle temizlenir ve kullanılabilir (bk. DOMUZ). Diğer derilerin kullanılması ise


hayvanın necis sayılıp sayılmamasına, etinin yenip yenmemesine, ölüm şekline ve derisinin tabaklanıp tabaklanmamasına bağlı olarak mezhepler tarafından farklı şekillerde değerlendirilmiştir.

Eti yenen hayvanların usulüne göre kesilmesi halinde eti gibi derisinin de dinî bakımdan temiz sayılacağı ve tabaklamaya gerek kalmadan kullanılabileceği hususunda mezhepler görüş birliği içindedirler. Ölmüş veya usulüne göre kesilmediği için bu hükümde olan hayvan derisinin tabaklanmadan kullanılamayacağı konusunda da ittifak vardır.

Hayvan derilerinin kullanılması hususunda en geniş yorumu yapan Hanefî fakihlerine göre eti yensin veya yenmesin domuz dışındaki bütün hayvanların derileri kullanılır. Bir hayvan canlı iken kesilmişse derisini tabaklamaya gerek yoktur. Ölü olarak bulunan hayvanların derileri ise ancak tabaklanarak kullanılır. Bazı hadislerde ölmüş hayvan etinin yenilmesinin haram, derisinden faydalanmanın câiz olduğu ifade edilirken başka hadislerde tabaklamanın deriyi temizlediği bildirilmiştir (Buhârî, “BüyûǾ”, 10; Müslim, “Ĥayz”, 100, 105; Ebû Dâvûd, “Libâs”, 41; Tirmizî, “Libâs”, 7; Nesâî, “FerǾ ve’l-Ǿatîre”, 4). Bu hadisleri birlikte değerlendiren fakihler, ölü hayvan derisinin tabaklanmakla temizleneceği sonucuna varmışlardır.

Şâfiîler, ölmüş hayvanlarda olduğu gibi eti yenmeyen hayvanların derilerinin de kesimle değil ancak tabaklanma ile temiz hale geleceğini ileri sürmekte, bu arada derisinin hiçbir şekilde kullanılmayacağını kabul ettikleri domuza köpeği de eklemektedirler. Hanbelî mezhebi ile Mâlikî âlimlerinin çoğunluğuna göre de eti yenmeyen hayvanların derisi kesimle temiz hale gelmez. Ancak bazı Mâlikî fakihleri bu hükmü yalnız domuza hasrederek haram oluşunda ihtilâf bulunan veya mekruh sayılan hayvanların derilerinin kesimle temiz sayılacağı görüşündedirler. Öte yandan Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine göre eti yenmeyen hayvanları derisinden faydalanmak için kesmek câiz değildir; Ebû Hanîfe ve İmam Mâlik’e göre ise câizdir.

Hanbelî ve Mâlikî mezheplerinde hâkim görüşe göre ölü hayvanların derileri tabaklanma suretiyle temizlenmez; çünkü Hz. Peygamber, vefatından kısa bir süre önce ölü hayvan derilerinin kullanılmasını yasaklamıştır (Müsned, IV, 310; İbn Mâce, “Libâs”, 26; Ebû Dâvûd, “Libâs”, 39; Tirmizî, “Libâs”, 7). Ancak tabaklamanın deriyi temizlediğine dair daha önce zikredilen hadislerin sahih oluşuna karşılık muhaddisler bu hadisin delil olarak kullanılmasına engel teşkil edecek illetler taşıdığını belirtmişlerdir (Tirmizî, “Libâs”, 7; Azîmâbâdî, XI, 185-187). Her iki mezhebe göre de ölü hayvan derisinin temiz sayılmamakla birlikte tabaklandıktan sonra üzerine oturmak veya kap yaparak içine kuru yiyecek koymak gibi maksatlarla kullanılması câizdir. Ölü hayvan derisinin tabaklanma ile temizleneceğine dair Mâlikî mezhebinde başka bir görüşün bulunması yanında Ahmed b. Hanbel’den, diri iken temiz sayılan ölü hayvanların derisinin bu hükme tâbi olacağına dair bir görüş rivayet edilmiştir. Bazı Hanbelî âlimleri ise yalnız eti yenen hayvanların derisinin tabaklanma ile temiz olacağını belirtmişlerdir.

Derinin temizlenmesinde önemli bir işlem olan tabaklama konusu üzerinde fakihlerin titizlikle durdukları görülmektedir. Fıkıh âlimleri, tabaklamanın derinin nemini kurutucu, kirini temizleyici ve kokusunu giderici mahiyette olması gerektiğini ittifakla belirtirler. Bazı fakihler, bu işlem sırasında kullanılan malzemelerin de temiz olması üzerinde durur ve zamanın tabaklama tekniğine uygun olarak kullanılan ancak dinen pis sayılan bazı maddelerle yapılan temizliği geçerli saymazlar. İslâm hukukçularının çoğunluğu ise böyle bir şart aramazlar. Fakihlerin bu konudaki ictihadlarının dönemlerindeki teknik ve kimyevî imkânlardan etkilendiği muhakkaktır. Genel olarak kiri, nemi ve kokuyu gideren her türlü tabaklama işleminin yeterli olduğu kabul edilir.

Dinen temiz sayılan ve kullanılmasına izin verilen deriler hukukî değeri olan (mütekavvim) bir mal sayılır ve İslâm hukukunun genel prensipleri çerçevesinde her türlü hukukî işleme konu olur. Aynı şekilde mütekavvim mal olması dolayısıyla deri gasp, itlâf, hırsızlık gibi haksız fiillere karşı da korunmuştur. Gasbedildiğinde gasıbın mevcutsa deriyi iade, değilse tazmin borcu doğar; çalınması durumunda değeri nisap miktarına ulaşmışsa hırsızlık için öngörülen ceza uygulanır. Derinin temizliği ve kullanımı ile ilgili olarak ortaya koydukları hükümler çerçevesinde mezheplere göre hangi tür derinin mütekavvim sayılacağını ve hangi hükümlerin uygulanacağını tesbit etmek mümkündür.

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, I, 227; II, 234; III, 476; IV, 15, 310; V, 74-75; VI, 155; Dârimî, “Eđâĥî”, 19-20; Buhârî, “BüyûǾ”, 10; Müslim, “Ĥayż”, 100, 105-107; İbn Mâce, “Libâs”, 26; Ebû Dâvûd, “Libâs”, 38-41; Tirmizî, “Libâs”, 7, 31-32; Nesâî, “FerǾ ve’l-Ǿatîre”, 4-5, 7; Serahsî, el-Mebsûŧ, XII, 14, 131; Kâsânî, el-BedâǿiǾ, I, 74, 86; İbn Kudâme, el-Muġnî, I, 66-71, 79-80; IV, 309-310; VIII, 244; Nevevî, el-MecmûǾ, I, 214-230, 239-240; Zeylaî, Tebyînü’l-ĥaķāǿiķ, Bulak 1313 → Beyrut, ts., I, 25-26; İbnü’l-Hümâm, Fetĥu’l-ķadîr, I, 81; IV, 426; VII, 400, 404; VIII, 421; Buhûtî, Keşşâfü’l-ķınâǾ, I, 54-55; el-Fetâva’l-Hindiyye, V, 301, 346; Haraşî, Şerĥu Muħtaśarı Ħalîl, I, 89-90; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr, I, 136, 137; IV, 30, 224; Azîmâbâdî, ǾAvnü’l-maǾbûd, XI, 185-187; Sâlih el-Ezherî, Cevâhirü’l-iklîl, Beyrut, ts. (Dârü’l-Ma‘rife), I, 223; II, 73, 185; Muhammed Abdülazîz Amr, el-Libâs ve’z-zîne fi’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye, Beyrut 1405/1985, s. 294-302; Abdülazîz b. İbrâhim el-Ömerî, el-Ħıref ve’ś-śınâǾât fi’l-Ĥicâz fî Ǿaśri’r-Resûl, [baskı yeri yok] 1985, s. 326-328; Mv.F, XV, 249-260; XX, 34, 226-233.

Mustafa Baktır