DERBEND
(دربند)
Osmanlı Devleti’nde yolların ve seyahat emniyetinin sağlanması için küçük bir kale şeklinde kurulmuş karakollara verilen ad.
Derbend isminin Osmanlı vesikalarında XV. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlandığı görülmektedir. Farsça der (geçit) ve bend (tutma) kelimelerinden meydana gelmiş olup engel, geçit, boğaz, set, sınır bölgeleri, dağlar arasında güçlükle geçilen yerlerle istihkâm mevkileri için kullanılmıştır. Türkçe karşılığı ise belen kelimesiyle ifade edilmektedir. Derbend yerine Osmanlı Türkçesi’nde bazan dîdebân kelimesi de geçer. Filistin ve Suriye taraflarında rastlanan derek ve madik tabirleri de derbend ile aynı anlamda kullanılmıştır.
Müstahkem derbend tesisleri dört tarafı duvarla çevrili küçük bir kale şeklinde olup yanında han, cami, mektep ile dükkânlar bulunmakta ve âdeta bir kasaba hüviyetini taşımaktadır. Yol ve ticaret emniyetinin sağlanması için yapılan bu tesisler genellikle yolların kavşak noktasına ve merkezî bir özelliğe sahip yerlerde kurulurdu. Osmanlı resmî vesikalarına göre bir yerin derbend olabilmesi için korkulu, tehlikeli ve sık sık eşkıya baskınlarına mâruz kalan bir bölge olması gerekirdi. Bu niteliğiyle İlhanlılar’ın yol ve geçit emniyeti için kurdukları tutkavulluk müessesesine benzeyen derbend sistemi muhtemelen Osmanlılar’a onlardan geçmiş ve günün şartlarına göre daha da geliştirilmiştir.
Osmanlı devlet teşkilâtı içinde derbendlerin bir müessese olarak ortaya çıkışı II. Murad devrine kadar inmektedir. Bununla beraber bu tesislerin daha önce de mevcut olabileceği göz önüne alınmalıdır. Zira yolların emniyetinin sağlanması yanında derbendlerin önemli bir rolü de ıssız yerlerin şenlendirilmesi, yani iskâna açılmasında vasıta olmasıdır. Bu maksatlarla kullanılan derbendler hukuken iki kısımda ele alınmaktadır. Bunlardan ilki yurtluk ve ocaklık şeklinde timar* yoluyla tasarruf olunanlardır. İkincisi ise bazı vergilerden muaf tutularak tehlikeli yerlerde yerleştirilmiş veya görevlendirilmiş halkın muhafaza etmekle yükümlü bulunduğu mevkilerdir. Bu ikinci gruba girenler genellikle vakıf ve has* toprakları üzerinde veya kimsenin tasarrufunda olmayan yerlerde tesis edilirlerdi. Derbendler bu şekilde dört ana grup altında toplanmaktadır. 1. Fırat nehri dirseğindeki Ca‘ber Kalesi ve Ceyhan nehri üzerindeki Misis kaleleri gibi derbend mahiyetindeki kaleler; 2. Büyük vakıf şeklindeki derbend tesisleri; 3. Derbend olarak kullanılan han ve kervansaraylar; 4. Köprülerin kurulduğu yerlerde bulunan derbendler.
Bir yerin derbend olabilmesi için genellikle o yerin kadısı veya orada oturan başka bir kimse tarafından teklif yapılması gerekirdi. Bundan sonra devletin yaptırdığı araştırma neticesinde o mahallin derbend olması kararı alınırsa yeni kurulan bu derbendin idaresi, teklifi yapan şahsa iltizam* yoluyla verilirdi. Derbendin korunması için çevre köy ve kasaba halkının bir kısmı veya bütünü derbendin önemine göre derbendci olarak görevlendirilirdi. Bu göreve karşılık derbendci tekâlîf-i örfiyye, avârız-ı dîvâniyye ve eğer gayri müslimse acemi oğlanı vermekten muaf tutulurdu.
Derbendciler bulundukları yerin güvenliğini sağlamakla birlikte ihtiyaç halinde yolculara rehber olarak da hizmet verirlerdi. Bölgelerinde yolculardan birinin malı kaybolduğu takdirde bunu kendileri öderlerdi. Bu husus devlet tarafından kendilerine verilen derbendcilik beratında şart olarak yer alırdı.
Derbendci seçiminde çok titiz davranılırdı. Bunun için bölge kadısı ve nâibinden başka oranın ileri gelenlerinin de derbendci olacaklar hakkında iyi şahadette bulunmaları gerekirdi. Çünkü derbendcilik görevini yerine getirmeyip sadece vergi muafiyeti dolayısıyla derbendci olmak isteyen kişiler de vardı.
Sadece bağlı bulundukları derbendin sınırlarından sorumlu olan derbendciler
diğer derbendin sahasına giremezlerdi. Kendi derbendlerinde bir nevi jandarma kuvveti olarak yollarda ve geçitlerde güvenliği sağlamak, yolların tamirinde çalışmak ve ıssız yerleri şenlendirmek gibi görevleri vardı. Derbendciler müslüman ve hıristiyanlardan olabileceği gibi aynı köyde oturan her iki dinden kişiler birlikte derbendci kaydedilebilirdi. Meselâ Sofya’da Deli Dâvud köyü derbendcileri otuz altı müslüman ve üç hıristiyandan teşekkül etmişti (BA, MAD, nr. 8485, s. 142). Köprü üzerlerinde tesis edilmiş derbendlerde de görevliler hem derbendcilik hem de köprücülük yapmakla mükelleftiler. Yine bazı derbendciler aynı zamanda menzilcilik de yapmaktaydı (BA, MAD, nr. 9956, s. 259).
Derbendciler derbendlerde nöbetleşe beklerlerdi. Özellikle müstahkem olmayan tehlikeli yerlerde sürekli nöbetçiler bulunmaktaydı. Bunlar için kulübeler inşa edilmişti. Nöbetçilerin masrafları bazı bölgelerde halk tarafından karşılanırdı. Bir tehlikeyi bir derbendden diğerine haber vermek için “derbend davulu” adı verilen bir davul kullanılırdı. Derbendcilere bu görevleri sırasında ateşli silâh verilmez, ancak çok tehlikeli yerlerde tüfek kullanmalarına müsaade edilirdi. Bu şekilde Manisa civarındaki derbendlere, yolları tüfekli muhafızlarla korumaları izni verilmiştir (Uluçay, s. 66).
Müstahkem mevki şeklindeki askerî nitelikli derbendlerde başbuğ, sağ kol ağası, bölükbaşı, sol kol ağası, zâbitân ve neferlerden oluşan bir hizmetliler grubu bulunmaktaydı. Askerî kuvvetin bulunmadığı derbendlerde ise han ağası veya derbend ağası, derbendcibaşı, derbendci bölükbaşısı unvanlarını taşıyan kişiler görev yapmaktaydı. Bunlardan derbend ağalığı tabirine XVIII. yüzyıldan itibaren belgelerde rastlanmaktadır. Derbendcibaşı derbendin idaresinden doğrudan doğruya sorumlu olup bu makama derbenddeki derbendciler arasından sözü geçen güvenilir biri tayin edilirdi. Derbendcibaşılar bazan serdar olarak da adlandırılmıştır. Bunlardan başka derbend teşkilâtı içinde belli bir ücret veya maaş karşılığı çalışan beldarlar ile hıristiyan ahaliden tayin edilmiş derbend ve geçit bekçiliği yapan martoloslar da bulunmaktaydı. Ayrıca ücretli derbendci olarak yerli ahali arasından seçilen zaptiye neferi hüviyetinde pandorlar vardı.
Derbendci tayin edilen halkın belli nizam ve kanunlar çerçevesinde hareket etme mecburiyeti vardı. Meselâ yerlerini izinsiz terkeden reâyânın eski yerlerine nakli için iskân kanununda yer alan on yıllık süre bunlar için uygulanmayıp zamana bakılmaksızın eski yerlerine dönmelerine müsaade edilmişti (BA, MAD, nr. 10.159, s. 10). Nitekim XVII. yüzyılda ülkede meydana gelen kargaşadan dolayı bir kısım derbend reâyâsının yerlerini terkettiği görülmüş, bu durumun memleketin harap olmasına yol açtığı anlaşılarak derbend ahalisinin tekrar yerlerine dönmeleri için çalışmalar yapılmıştır.
Derbendler XVII. yüzyıldan itibaren eski düzenini kaybetmeye başladı. Bu husus genel olarak üç sebebe dayanmaktadır. Bunlardan ilki muafiyet usulüne aykırı olarak derbend reâyâsından fazla vergi istenmesi, ikincisi derbend idarecilerinin yetersiz ve sorumsuz oluşu, üçüncüsü de eşkıyalık hareketlerinin artması karşısında tesirsiz kalmalarıdır. Böylece askerî mahiyette olanları hariç derbendler, derbendci bulunan köy ahalisinin dağılması ile görevlerini yerine getiremeyecek derecede zayıfladı. Bu durum emniyetin hemen hemen tamamen yok olmasına ve çevre köy ve kasaba halkının eşkıya baskılarından korunmak için yerlerini terketmesine yol açtı. Devlet bunun üzerine 1720 yılından itibaren derbendlere yeniden düzen vermek için birtakım tedbirler aldı (BA, MAD, nr. 8483). Bir taraftan yerlerini terkeden derbend reâyâsının eski yerlerine döndürülmeleri için çalışmalar yapılırken diğer taraftan yollar üzerindeki harap ve boş hanlar tamir ettirilerek müstahkem hale getirildi. Tamir ettirilen bu yerlere derbendci olarak yeni ahali nakledildi ve böylece çevre güvenliğinin sağlanması yoluna gidildi. Harap yerler, içinde oturacakların bütün ihtiyacını karşılamak üzere cami, mektep, mahkeme binası, hamam, su yolları gibi sosyal tesislerin yapılması ile bir iskân merkezi haline getirildi. Nitekim Arkıdhanı, Ulukışla, Kadınhanı gibi yerleşim merkezleri bu şekilde kurulmuştur.
Bir derbendde beş on kişiden başlayıp 100 kişiye kadar derbendci bulunurdu. Bunlar o yerin iktisadî durumuna göre çiftçilik veya hayvancılıkla meşgul olurlardı. Hizmetlerine karşılık tekâlîf-i örfiyyeden veya bütün vergilerden muaf tutulan derbendciler sahip oldukları toprakta yaptıkları ziraata mukabil öşür verirlerdi. Gayri müslim derbendciler ise sadece ispençe* ve cizye vermekle mükelleftiler. Bu sebeple bazı vergilerden muaf olduklarına dair ellerine muafnâme verilirdi. Muafnâmeler her padişah değiştiğinde yenilenirdi. Derbendciler vergiden muaf tutuldukları için vergilerini aynî olarak vermekteydiler ve bundan dolayı raiyyet ile muaf arasında “muaf ve müsellem reâyâ” grubuna girmekteydiler.
Büyük ticaret yollarının bulunduğu tehlikeli yerlerde gelip geçen kervanlardan derbendciler “geçit akçesi” adı verilen belli miktarda bir vergi de alırlardı. Geçen her sürüden koyun başına alınan bu vergi ayrıca tüccar denklerinden de alınmakta olup derbendciler için önemli bir gelir kaynağı teşkil etmekteydi.
Bir derbendci öldüğü zaman yerine varsa oğlu getirilirdi. Bu şekliyle derbendcilik babadan oğula geçen bir meslek statüsü kazanmıştı. Ölen kişinin oğlu yoksa dışarıdan başka bir kişi tayin edilirdi.
Derbendler XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren “derbendât başbuğuluğu” veya “derbendât nâzırlığı” adı verilen bir teşkilât vasıtasıyla idare edilmeye başlandı. Bir yıllık süre ile tayin edilen derbendât başbuğunun yılda bir defa bölgeleri dolaşarak teftiş etmeleri usulü getirildi. Başbuğlar bulundukları bölge valisinin teklifi üzerine tayin edilirlerdi ve tekrar seçilmeleri mümkündü.
Tanzimat devrinde eşitlik esasına dayalı bir vergi sisteminin kabul edilmesiyle derbendler kademeli olarak kaldırılmaya başlanmıştır. Bu sebeple derbendci ahaliye vergi konarak bunların derbendcilik statüleri sona erdirildi ve derbend hizmetleriyle masraflarının devlet tarafından karşılanması cihetine gidildi. Daha sonra ise büyük şehirlerde polisler, taşra bölgelerinde de jandarma birlikleri kurularak asayişi temin görevi bunlara bırakıldı. Bu kolluk kuvvetleri zamanla yerli ahali ile de takviye edilerek zaptiye teşkilâtı adını aldı. Zaptiye teşkilâtının ortaya çıkmasıyla derbendcilik görevi yapan martoloslar ile pandorların işlerine de son verildi. Teşkilât 1876 yıllarında piyade ve süvari olarak 20.000 kişilik bir kuvvete ulaşmıştı. Ancak disiplinden uzak olan zaptiye teşkilâtının düzene konması için 1880’deki jandarma nizamnâmesi hazırlandı; fakat saray ve zaptiye erkânının muhalefeti dolayısıyla kabul edilmedi. Bu nizamnâme daha sonra 2 Şubat 1904’te çıkarılan “Jandarma Nizamnâmesi”nin esasını teşkil etti. Bununla derbendcilerin görevleri zaptiye teşkilâtı ile Nâfia Nezâreti’ne bırakıldı.
BİBLİYOGRAFYA:
BA, TD, nr. 69, s. 518; BA, MAD, nr. 7534, s. 233; nr. 8458, s. 324; nr. 8483; nr. 8485, s. 142; nr. 9956, s. 39, 259; nr. 10.159, s. 10; BA, MD, nr. 36, s. 77, hk. 229; BA, Cevdet-Zabtiye, nr. 4446; Lutfî, Târih, VIII, 87-88; Barkan, Kanunlar, s. 141; Uzunçarşılı, Medhal, s. 276, 277; Hikmet Tongur, Türkiye’de Genel Kolluk Teşkil ve Görevlerinin Gelişimi, Ankara 1946, s. 221; Halim Tevfik Alyot, Türkiye’de Zabıta Tarihi, Ankara 1947, s. 115-116; Uluçay, XVIII. ve XIX. Asırlarda Saruhan, s. 66; Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda Derbend Teşkilâtı, İstanbul 1967; Yusuf Halaçoğlu, XVIII. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, Ankara 1988, s. 94-108; Robert Anhegger, “Martoloslara Dair”, TM, VII-VIII/1 (1940-42), s. 282-320.
Yusuf Halaçoğlu