DEF

(الدفّ)

Çok eski devirlerden beri tanınan ve genelde ritim için kullanılan bir çalgıdır. Kelimenin aslı Sumerce dap olup Akkadca aracılığıyla Arapça’ya ve diğer Sâmî


dillere geçmiştir (Ar. deff/düff, Arm., İbr. dapp/toff). Çivi yazılı Akkadca tabletlerde giş dappu/adappunun “ağaç tepsi” ve urudu adapunun “bakır def” anlamında kullanılması (bk. v. Soden, I, 10-11), defi Sumerler’in daha önce yaptıkları ağaç tepsiye bakarak icat ettiklerini ve önceleri bu çalgının sonraki tepsiler gibi bakırdan yapılmış olduğunu göstermektedir. Ahşap kasnak üzerine ne zaman deri gerildiğini tesbit etmek zordur; çünkü eski Ön Asya tasvirî sanat ürünlerinde def daima bir daire şeklinde yandan resmedildiği için kenar ayrıntıları belirtilmemiştir. Yine en eski örneklerine Sumerler’de rastlanan davulun “çift” anlamına gelen Akkadca bir isim taşıması, tek taraflı olan defin ondan daha önce yapıldığını gösterir (krş. İA, XII/1, s. 114). Her ne kadar Câhiliye devri Araplarına ait düff murabba‘ denilen dört köşeli bir def cinsinin bazan çift taraflı yapıldığı bilinmekteyse de (a.g.e., XII/1, s. 115) bu istisnaî bir durumdur; def her dönemde ve her bölgede daima tek yüzlü yapılmış, hatta tepsi olarak da kullanılmıştır. Özellikle düğünlerde def bütün çalgıcılar adına defçi tarafından bir tepsi gibi tutularak dolaştırılmakta ve bahşiş toplanmaktadır. “Defe koymak” veya “defe koyup çalmak” (bir kişiyi alaya alıp çevreye yaymak) deyimi de buradan gelmektedir. Alınan bahşiş tatminkâr ise def çalınıp para diğer kişilere gösterilirken cömertlik üzerine mâniler veya güzel sözler söylenmekte, ancak hali vakti yerinde olan bir kişinin verdiği bahşiş çok az görülürse çalgıcı tarafından def içinde abartılı biçimde çalınarak alaylı sözlerle ilân edilmektedir.

İslâm kaynaklarında, def ve davulu ilk icat edenin Tubal b. Lamek olduğu yolunda verilen bilgiler Ahd-i Atîk’ten yapılmış hatalı ve eksik nakillere dayanmaktadır (geniş bilgi için bk. DAVUL). Defin ilk defa Hz. Süleyman ile Belkıs’ın düğününde çalındığı (Evliya Çelebi, I, 622) veya Araplar tarafından icat edildiği şeklindeki rivayetler de söylentiden ibarettir. Ancak Ahd-i Atîk’te fazlaca anılması ve bugün de başta Araplar olmak üzere bütün Ortadoğu halkları tarafından çok sevilmesi, defin tarih boyunca en fazla Sâmîler arasında kullanıldığını göstermektedir. Ahd-i Atîk’te çeşitli vesilelerle anlatılan eğlence ve merasimlerdeki çalgılar içinde def geniş bir yer tutmaktadır. Ahid sandığı*nın taşınmasında (II. Samuel, 6/5), bir zaferin kutlanmasında (I. Tarihler, 13/8), Kızıldeniz’i geçtikten sonra (Çıkış, 15/20-21) ve şükrü gerektiren herhangi bir durumda santur, zurna, çenkle beraber veya yalnız olarak def çalındığından söz edilir. Ahd-i Atîk’te def, özellikle dinî törenlerde kullanılan bir alet görünümündedir ve mezmurların da def ve çenk eşliğinde veya yalnız defle raks ederek yahut başka sazları da çalarak birlikte söylendiği anlaşılmaktadır (Mezmurlar, 149-150). Tasvirî sanat eserleri üzerinde tesbit edildiğine göre İsrâiloğulları tarafından kullanılan deflerin biçimleri genellikle dört köşe veya yuvarlaktı.

Câhiliye şiirine fazlaca yansımamasına rağmen defin Araplar’ın hayatında önemli bir yeri vardı. Dinî törenlerde, savaşa gidiş ve hatta çarpışmalar sırasında, muzaffer bir kumandanın veya önemli bir şairin karşılanmasında, eğlence meclislerinde, düğünlerde ve yas törenlerinde kadınlar def eşliğinde şiirler terennüm eder, teganni yaparlardı. Arap müziğinin üç ana usulünden biri kabul edilen hezec genellikle defle icra edilirdi. Mekke, Medine, Tâif gibi şehirlerde kurulan panayırlardaki eğlencelerde def en gözde çalgı aletiydi. Medine’ye hicretinde Hz. Peygamber’i karşılayanlar arasında def çalan ve şiir okuyan genç kızlarla çocuklar da vardı. Savaş sırasında kadınların def eşliğinde erkekleri teşvik eden şiirler söylemesi âdetti. Uhud Gazvesi’nde Ebû Süfyân’ın karısı Hind başkanlığındaki kadınların def ve “ekbâr ya‘nî tubûl” denilen büyük deflerle Kureyş ordusunu savaşa teşvik ettikleri bilinmektedir (Vâkıdî, I, 225). Savaştan dönen kahramanların def çalarak karşılanması da eskiden beri Araplar’ın bir âdetiydi. Hz. Peygamber’in sağ salim ve muzaffer olarak seferden dönmesi halinde def çalıp şarkı söylemeyi adayan siyahî bir câriyeye izin verilmesi (Müsned, IV, 353; Ebû Dâvûd, “Eymân”, 22; Tirmizî, “Menâkıb”, 71) bu geleneğin devam ettirildiğini göstermektedir.

Evlilik ve sünnet merasimleri sırasında def çalarak eğlenmek Araplar’ın eski âdetlerindendir ve bu gelenek İslâmî dönemde de sürdürülmüştür. Çeşitli hadislerde özellikle nikâhın def çalınarak ilân edilmesinin istendiği görülmektedir. Hatta bazı hadislerden, evliliği gizli olmaktan çıkarması itibariyle def çalmanın meşrû evlilikle gayri meşrû ilişkileri birbirinden ayıran bir alâmet olarak kabul edildiği anlaşılmaktadır (bk. Wensinck, MuǾcem, “nkh” md.). Aynı konudaki bazı hadislerde gırbâl (kalbur) kelimesi kullanılmıştır ki Araplar kalbur veya eleğe benzediği için defi bu şekilde de adlandırmışlardı (İbnü’l-Esîr, III, 352). Hz. Peygamber’in himayesine aldığı kızlardan Fâria bint Ebû Ümâme’nin Nebît b. Câbir’le evlendirilmesi sırasında Resûlullah’ın Hz. Âişe’ye, ensarın eğlenceyi sevdiğini göz önünde tutarak düğüne def çalan ve şiir söyleyen muganniyelerin gönderilip gönderilmediğini sorması (Buhârî, “Nikâh”, 63; krş. Tecrid Tercemesi, XI, 302), Araplar arasında düğün eğlencelerinde def çalmanın yaygınlığı hakkında yeterince fikir vermektedir. Gelin, güveyin evine kız arkadaşları tarafından def eşliğinde götürülür ve eve varıldığında şiirler söylenirdi.

İslâm’ın haramların işlenmesine, kötülük ve haksızlıkların yapılmasına, aslî görevlerin terk ve ihmal edilmesine yol açan “lehv”i (boş ve faydasız şeylerle uğraşma; oyun ve eğlence) yasaklamış veya kınamış olması, bazı âlimlerin mûsikinin dinî hükmü konusunda olumsuz tavır almalarına sebep teşkil etmiştir. Bununla birlikte doğrudan mûsikiyi değil çalındığı ve dinlendiği ortamla doğurduğu sonuçları tartışanlar da vardır. Mûsiki hakkındaki mevcut çekimser tavrın aksine düğün ve diğer merasimlerde def çalmanın câiz olduğu hususunda hemen hemen bütün âlimler görüş birliği içindedir. Bunun sebebi, defin Asr-ı saâdet’te terkedilmeyip belli türdeki eğlence ve kutlamalarda sıkça kullanılmış ve Hz. Peygamber’in de buna ses çıkarmamış olmasıdır. Öte yandan mûsikiyi haram kabul edenler de defin bir istisna teşkil ettiği görüşündedirler. Yasaklamanın sınırlarını tesbit ederken çalgıları zilli-zilsiz veya üflemeli-vurmalı şeklinde gruplara ayırmak da yine defin câiz oluşunu açıklamaya yöneliktir. Ayrıca kaynaklarda defin tanımı üzerinde titizlikle


durulduğu görülmektedir ki bunun sebebi, defe gösterilen müsamahanın diğer çalgıları içine almasını önlemektir (bk. MÛSİKİ).

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-Arab, “dff” md.; v. Soden, AHW, I, 10-11; Wensinck, MuǾcem, “nkh” md.; Müsned, III, 418; IV, 78, 353; VI, 33, 84, 99, 359, 360; Buhârî, “Nikâh”, 48, 63, “Megazî”, 12; İbn Mâce, “Nikâh”, 20; Ebû Dâvûd, “Eymân” 22, “Eşribe”, 5, 7; Tirmizî, “Nikâh”, 6, “Menâkıb”, 71; Nesâî, “Nikâh”, 72, “Îdeyn”, 33, 36; Vâkıdî, el-Megazî, I, 225; Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Musannef, XI, 4-6; Fâkihî, Ahbâru Mekke (nşr. Abdülmelik b. Abdullah), Mekke 1407/1986, III, 20-32; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-zeheb (Abdülhamîd), IV, 220; Gazzâlî, İhyâf (Beyrut), II, 268-306; Beğavî, Şerhu’s-sünne, Beyrut 1983, IX, 46-49; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, III, 352; İbnü’l-Hâc el-Abderî, el-Medhal, Kahire 1981, III, 117-118; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-kadîr, II, 344; Tecrid Tercemesi, XI, 302; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, I, 622-635; Şevkânî, Neylü’l-evtâr, VI, 210-2123; Cevâd Ali, el-Mufassal, V, 108-111; M. Ebü’l-Fazl İbrâhim – Ali M. el-Bicâvî, Eyyâmü’l-Arab fi’l-İslâm, Kahire 1394/1974, s. 37-38; Süleyman Uludağ, İslâm Açısından Mûsikî ve Semâ, İstanbul 1976, s. 62 vd.; Şevkı Dayf, eş-Şir ve’l-gınâ fi’l-Medîne ve Mekke, Kahire 1979, s. 39-45, 179-183; Abdülganî en-Nablusî, Îzâhu’d-delâlât fî semâi’l-âlât (nşr. Ahmed Râtib al-Hammûş), Dımaşk 1981; Ebû Tâlib el-Mufaddal, Kitâbü’l-Melâhî ve esmâihâ, Kahire 1984, s. 15, 36; Muhammed el-Ahmedî, Menhecü’s-sünne fi’z-zevâc, Kahire 1988, s. 149-152; Kerem el-Bustânî, en-Nisâü’l-Arabiyyât, Beyrut 1988, s. 64; Ahmed b. Muhammed el-Mekkî, Keffü’r-raâ, Beyrut 1986, s. 90-104; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye (Özel), II, 342-350, 3542, 355-357, 360-363, 372; Muhammed Gazzâlî, Fakihlere ve Muhaddislere Göre Nebevi Sünnet (trc. Ali Özek), İstanbul 1992, s. 110-135; James Robson, “Muslim Wedding Feasts”, Glasgow University Oriental Society Trasactions, XVIII, Leiden 1961, s. 8; Muhammed Dayfullah, “el-Hayâtü’l-ictimâiyye fî sadri’l-İslâm ve’l-üsre”‘, ed-Dâre, IV/3, Riyad 1988, s. 14-15; W. Heffening, “Nikâh”, İA, IX, 262; H. G. Farmer – M. Kemal Özergin, “Tef”, a.e., XII/1, s. 114-117; J. Parisot, “Tambour, Tambourin”, DB, V/2, s. 1982-1986; H. G. Farmer, “Duff”, EI² (İng.), II, 620-621.

Nebi Bozkurt




MÛSİKİ. Türk mûsikisinde gerek icra gerekse yapılışındaki değişik özellikler sebebiyle dinî mûsiki, sanat ve halk mûsikisi dallarında kullanılan defler ayrı ayrı ele alınacak mahiyettedir.

1. Dinî Mûsikide Def. Kasnak çapı 40-44, eni 7-8 cm. civarında olup def çeşitlerinin en büyüğüdür; bendir ve mazhar adlarıyla tanınır, bunları çalanlara da bendirzen denir. Zilsiz olan bu defler, cehrî zikir yapan tarikatlarda hem ritmin hem de bu sırada okunan ilâhilerin usulünün bozulmamasını temin için kullanılır. Defle ritim tutulurken dört dörtlükten bir sekizliğe kadar ölçülebilen aralarla darb* vurulur ve buna “darb-ı nutuk” denilir. Ayrıca bir sekizlik darplar, zikir esnasında “hay” ve “hû” gibi tek heceli kelimeler söylenirken vurulmaktadır. Eskiden sokaklarda ilâhi okuyarak dolaşan tarikat mensubu seyyah dervişler de bu defi kullanmışlardır.

2. Sanat Mûsikisinde Def. Türk sanat mûsikisinde usulü en iyi şekilde belirleyen çalgı kabul edildiği için def, özellikle ritim tarafı ağır basan fasıllarda birinci saz olarak önem kazanmıştır. Eskiden fasıl heyetlerinde şef durumunda bulunan serhânende elinde def tutar, sâzende ve hânendelere usul başlarını belirtecek ve esere birlikte girmeyi sağlayacak şekilde usul vurmak suretiyle faslı o idare ederdi. Bu arada nâdiren birden fazla hânendenin def çaldığı heyetler de görülmüştür. Bir dönem bilhassa hânendelerin usul sazı olarak kullandıkları def zamanla unutulmuş, ancak XIX. yüzyılın sonlarına doğru özellikle ince saz takımlarında yeniden görülmeye başlamıştır. Günümüz fasıl heyetlerinde ise eskisi kadar olmamakla beraber bir ritim çalgısı niteliğiyle önemini korumaktadır.

Sanat mûsikisinde kullanılan def ortalama 30-40 cm. çapındadır ve kasnağının çevresinde muntazam aralıklarla yerleştirilmiş 8-9 cm. çapında beş çift zil bulunmaktadır. Deriye vurmak suretiyle elde edilen “düm” sesine karşılık ziller “tek” sesini verirler. Kasnak genellikle 3-4 cm. eninde olup beyaz çam, ceviz, kavak, gürgen gibi ağaçlardan yapılır ve değişik tekniklerde çeşitli bezemelerle süslenir. Çok ince olması gereken def derisi için balık derisi veya sığır mesânesi tercih edilir; ancak oğlak derisi de kullanılmaktadır. Ziller pirinç veya daha çok bafondan yapılır. Bazan bu standart tip deften başka küçük zillerin çerçevelediği 20-25 cm. çapında daha küçük deflere de rastlanmaktadır. Def, şeklinden dolayı dâire adıyla da anılmaktadır ve def çalana dâirezen denir. XIX. yüzyılda servi ağacından yapılmış ceviz kaplama, üzeri sedef ve gümüş kakmalı maddî değeri yüksek deflerin İstanbul’da rağbetle karşılandığı bilinmektedir.

3. Halk Mûsikisinde Def. Orta Anadolu başta olmak üzere Anadolu’nun bütün bölgelerinde kullanılır. Genellikle 27-28 cm. çapındaki çam veya gürgen kasnağa toklu derisi gerilerek yapılır ve yapısında sanatlı bir işçilik görülmez. Çeşitli yerlerde defin yanı sıra delbek, germe ve kabran gibi adlarla anılır; def çalana da defçi denir.

Köy düğünlerinde ve özellikle kına gecelerinde daha çok kadınlar arasında çalınan defler büyük boyda ve zilsizdir. Bu tip deflerin bazılarının kasnak içlerinde 2 cm. çapında, sık sıralar halinde dizilmiş “zingirdek” denilen küçük halkacıklar bulunur; bunlar defin sesine kaba ve donuk bir şıkırtı katar. Azerbaycan’da “gaval” (kabal) adı verilen zingirdekli deflere daha doğudaki Türkler’e ait çalgılar arasında da rastlanmaktadır. Bazı bölgesel karakterli defler arasında özellikle “Erzurum defi” dikkat çekmektedir. Çapı 31-32 cm., kasnak genişliği 7 cm. olan bu sazın başlıca özelliği, kasnağının üzerinde derinin gerilmesini sağlayan altı adet kelebek vidanın bulunmasıdır. Bunda da sanat mûsikisinde kullanılan defte olduğu gibi genellikle beş çift zil bulunur; ancak bu ziller pirinçten yapılmıştır.

Sol elde iç yüzü icracıya bakacak şekilde ve göğüs hizasında tutulan def, yukarı aşağı belirli bir ritimde sallanarak parmakların hep birden veya bazan teker teker vurulması suretiyle çalınır. Sağ el, ayası ve parmaklarıyla esas darbları ve ritmi vururken sol elin başparmak dışındaki parmakları deri üzerinde ritmi takip eder. Gerektiğinde her iki elin parmakları bir çift zil üzerinde çalışabilir. Türk folklorunda da Araplar’da olduğu gibi yalnız defle çalınan hava ve oyunlar bulunmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

H. G. Farmer, Turkish Instruments of Music in the Seventeenth Century, Glaskow 1937, s. 12-13; a.mlf. – M. Kemal Özergin, “Tef”, İA, XII/1, s. 114-117; Vural Sözer, Müzik ve Müzisyenler Ansiklopedisi, İstanbul 1964, s. 103-104; Mahmut Ragıp Gazimihal, Türk Vurmalı Çalgıları, Ankara 1975, s. 56-58; Şenel Önaldı, Türk Halk Musikisi Ansiklopedisi, İstanbul 1979, s. 342; Rauf Yekta, Türk Musikisi, s. 95; Sadi Yaver Ataman, “Mey”, TFA, II/18 (1951), II, s. 278; H. Usbeck, “Türklerde Musiki Aletleri”, MM, sy. 246 (Mayıs 1969), s. 27-28; sy. 247 (Haziran 1969), s. 28; “Tef”, TA, XXXI, 23; Pakalın, I, 388-389; R. Ekrem Koçu, “Def”, İst.A, VIII, 4330-4332; Öztuna, BTMA, I, 211-212.

Nuri Özcan