DÂRFÛR

دارفور))

Sudan Cumhuriyeti’nin batı tarafında idarî bölge.

8º-20º kuzey enlemleriyle 22º-27º doğu boylamları arasında yer alır; yüzölçümü 508.684 km², nüfusu 3.093.699’dur (1983). Kuzeyden Büyük Sahrâ, doğudan Kordofan ve güneyden Bahrülgazâl idarî bölgeleri, batıdan da Çad Cumhuriyeti ile çevrili olup üzerinde yer yer volkanik dağlar (en yükseği Cebel Merra: 3071 m.) bulunan yüksek bir platodur; bölgede daha çok darı ziraatı ve hayvancılık yapılır. Merkezi Fâşir şehridir.

Adı “Fûrlar’ın ülkesi” anlamına gelen ve eskiden üzerinde bir hayli etkin bir müslüman sultanlığı bulunan Dârfûr’un siyasî tarihinin başlangıcı oldukça kapalı ve karmaşıktır. Çünkü Fûr saltanatından önceki döneme, Dâcû ve Tuncûrlar’ın saldırılarına, Arap kabilelerinin göçlerine ve İslâm kültürüne ait unsurların bölgede yayılmasına dair kaynak ve belgeler azdır. Çoğunlukla bölgeye ilk yerleşenlerin ve ilk devlet kuranların Dâcû kabilesi olduğu kabul edilmektedir. XIII ve XIV. yüzyıllar boyunca buraya hâkim olan Dâcûlar daha sonra ticarî hâkimiyeti Tuncûrlar’a kaptırmışlardır ve XV. yüzyılda özellikle orta bölgedeki durum tamamen Tuncûrlar’ın lehine dönmüştür. Tuncûrlar’ın XV. yüzyılın sonlarında ve XVI. yüzyılda Dârfûr’u ve vadinin diğer kısımlarını nüfuzları altına almayı başarmış oldukları söylenebilir. Tuncûrlar’ın aslı konusunda değişik görüşler ileri sürülmüş, Dongola bölgesindeki Abbâsîler’den veya Benî Hilâl kabilesinden oldukları yahut Tîybû’nun kollarından Bidâyât ile aralarında ilişki bulunduğu söylenmiştir. Bazı araştırmacılar ise Tuncûrlar’la ilgili olarak Dârfûr’da çoğunluğun konuştuğu Arapça’nın yanında on iki ayrı dil kullanan ve Arap olmayan on sekiz sülâlenin yaşamakta olduğunu söylemişlerdir.

VII. yüzyıldan itibaren Dârfûr bölgesine kuzeyden Nil nehri ve Büyük Sahrâ yollarıyla çeşitli kabileler gelmiştir. Bunlardan Meydûb ve Birkid Nil yoluyla Mısır dolaylarından, Bidâyât ve Zegāve ise Sahrâ yoluyla Kuzey Afrika’dan gelmişlerdir. Dârfûr’a doğru gelişen Arap göçleri ise Mısır ve Kuzey Afrika’da Tolunoğulları, İhşîdîler, İdrîsîler, Memlükler, Merînîler ve Hafsîler gibi bağımsız devletlerin kurulmasından sonra da özellikle Nübye ve Çad arasındaki ovalar ve çöller yoluyla yine Mısır’dan ve Kuzey Afrika’dan vuku bulmuştur. Bu duruma göre Dârfûr’un bugünkü halkını Arap olmayanlar ve Araplar diye iki kısma ayırmak mümkündür. Arap olmayan birinci grubun içinde, orta bölgeye yerleşmiş bulunan yerli halktan Fûr ve Tuncûr, batıda Mesâlît, Erincâ, Kumur, kuzeyde Zegāve, Kar‘ân, Bidâyât, doğuda Bertî, Birkid, güneydoğuda Dâcû, güneyde de Galâta kabileleri yer almaktadır. Arap topluluklarından Hebâniye, Rezîkat, Mesîriyye, Teâyişe, Benî Hilye ve Meâliyye güneyde, Humur doğuda, Ziyâdiyye kuzeyde, Mâhîriyye, Mehâmîd ve Benî Hüseyin ise batıda yerleşmişlerdir. Bölgeye Dârfûr denmesinden de anlaşılacağı gibi burada yerleşik halkının teşekkülünde en büyük unsur olarak Fûrlar ortaya çıkmaktadır.

XVI. yüzyılda Sudan’a hâkim olan Func Devleti zamanında Dârfûr önemli ticaret yolları üzerinde bulunuyordu. Dârfûr’un batısında bulunan ülkelerle Doğu Sudan arasındaki ticaretin esasını ise esir ticareti teşkil ediyordu. Yukarı Mısır’da imal edilen kaliteli pamuklu ürünler de Dârfûr kervanlarıyla Orta Afrika’ya ihraç edilirdi. XVIII. yüzyılın ikinci yarısına kadar Dârfûr, kuzeybatıda Trablus’a, kuzeydoğuda Mısır’a olmak üzere her iki istikamette kervanlarla bağlantılı idi. Dârfûr kervanı, XVIII. yüzyıl sonlarında 5000 deve ve 500 esir tüccarı ile gelirdi. Her yıl 5-6000 esir getirilirdi.

Dârfûr Sultanlığı’nın kuruluşu, XVII. yüzyılın sonlarında Bumû el-Kasîr’in bölgeyi istilâ etmesiyle birlikte gelen karışıklıktan sonraya rastlamaktadır. Bu dönemde Fûrlar, başında Süleyman Solonc’un bulunduğu Kîrâ sülâlesinin önderliğinde hâkimiyeti Dâcû ve Tuncûrlar’ın elinden almışlar ve sağlam bir yönetim kurmuşlardır. Bazı kaynaklar, Fûr dilinde Solonca kelimesinin “Arap” anlamını taşımasına dayanarak bu hânedanın Arap asıllı olduğunu ileri sürmektedirler. Sultan Süleyman Solonc’dan (1695-1715) sonra aynı aileden on kişi iktidara gelmiştir ki bunlar sırasıyla Mûsâ b. Süleyman


(1715-1726), Dârfûr Sultanlığı’nın ikinci kurucusu sayılan Ahmed Bekir b. Mûsâ (1726-1746), Muhammed Devre b. Ahmed Bekir (1746-1757), Ömer Leyl b. Muhammed Devre (1757-1764), Ebü’l-Kāsım b. Ahmed Bekir (1764-1768), Muhammed Teyrâb b. Ahmed Bekir (1768-1787), Abdurrahman Reşîd b. Ahmed Bekir (1787-1799), Muhammed Fadl b. Abdurrahman (1799-1839), Muhammed Hüseyin b. Muhammed Fadl (1839-1873) ve İbrâhim b. Muhammed Hüseyin’dir (1873-1874). Bundan sonra Dârfûr’da, önceleri Mısır’daki Osmanlı-hidiv idaresine, daha sonra Mehdîler’e bağlı gölge sultanların hüküm sürdükleri görülmektedir.

Bölgenin Mısır hidivleri tarafından fethine kadar geçen dönemde Dârfûr sultanlarının Bâbıâli ile yazışmalarda bulundukları ve Abdülmecid ile Abdülaziz’in bunlara hükümdarlıklarını tasdik eden fermanlar gönderdikleri bilinmektedir. Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın 1820’de Sudan’ın fethi için gönderdiği oğlu İsmâil Paşa Kuzey Sudan’ı ve Sennâr’ı ele geçirmiş, Defterdar Muhammed Bey de Kordofan’ı Osmanlı-Mısır topraklarına katmıştır. Kavalalı Mehmed Ali Paşa, gücü dahilinde olmasına rağmen Dârfûr’un topraklarına katılmasını istememiştir; çünkü o günlerde hem Mısır’a katılan Sudan toprakları çok genişti, hem de Mora’da çıkan olayların bastırılması için Osmanlı Devleti’ne yardım etmek mecburiyeti ortaya çıkmıştı. Dârfûr’un Mısır tarafından fethi Hidiv İsmâil Paşa döneminde Zübeyir Paşa ordusunca gerçekleştirilmiş ve savaşta yenik düşen son bağımsız Dârfûr sultanı İbrâhim öldürülmüştür (1874). Bölgede Osmanlı-Mısır hâkimiyeti süresince birçok karışıklıklar başgöstermiş ve 1883’te mehdî hareketi başlamıştır. Bu sırada Osmanlı-Mısır idaresine karşı açtığı mücadelede öldürülen Dârfûr Sultanı Hârûn’un amcasının oğlu Dûd Bence taht üzerinde hak iddia etmiş, daha sonra da 1885’te Hartum’u ele geçiren Mehdî Muhammed b. Abdullah Hassan’ın yanına gitmiştir. Mehdî’nin devleti ortadan kalkınca eski sultanlardan Muhammed Fazl’ın torunu Ali Dînâr Dârfûr Sultanlığı’nı yeniden kurma imkânını buldu. Diplomatik bakımdan daha çok İngilizler’e tâbi olan ve onlara yıllık vergi veren Ali Dînâr iç işlerinde serbest olarak hüküm sürdü. I. Dünya Savaşı’na kadar bu şekilde yönetilmeye devam eden Dârfûr, Kızıldeniz kıyısında Port Sudan’dan başlayıp Hartum’dan geçen demiryolunun doğudaki komşusu Kordofan’ın merkezi Ubeyd’e varması ile ticarî bakımdan bir hayli ilerleme kaydetti ve kısa sürede gelişerek Ali Dînâr’ın yönetiminde sınırlarını genişletme hareketine girişti. Ancak I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ne yaklaşan ve Bâbıâli ile samimi ilişkiler içine giren Ali Dînâr, Sudan hükümetinin gönderdiği kuvvetler tarafından 6 Kasım 1916’da öldürüldü; bir süre sonra da Dârfûr toprakları bir eyalet halinde İngiliz Sudanı’na bağlandı. 1956’da Sudan’ın bağımsızlığını kazanması üzerine bir “müdiriyet” haline getirilen Dârfûr, yakın yıllarda Dârfûrü’l-cenûbiyye (merkezi Niyâlâ) ve Dârfûrü’ş-şimâliyye (merkezi Fâşir) olmak üzere iki alt idarî birime ayrılmıştır.

İslâm dini ve kültürü Dârfûr’a Kordofan-Batı Sudan, Mısır ve Büyük Sahrâ yönlerinden girmiş; Mısır, Mağrib ve Hicaz bölgelerinden gelen din ve ilim adamları irşad görevini üstlenmişlerdir. Dârfûr’da İslâmî idare sistemi mevcut siyasî hukuk sistemiyle kaynaşmış, İslâmî atmosfer genel anlamda devlet mekanizmasını kaplayarak İslâm şeriatı mahallî örf ile birlikte meselelerin hallinde başvurulan tek merci olmuştur. Bu medeniyet kaynaşmasının kabile reislerinin düştüğü anlaşmazlıkların hallinde daha mükemmel biçimde ortaya çıktığı görülmektedir. Çünkü bu anlaşmazlıkları halletmekle görevli bulunan ve sultanı temsil eden kadılar iki kaynaktan faydalanmaktaydılar. Birinci kaynağı meselenin dinî yönünü bilen âlimler grubu, ikinci kaynağı ise bölgedeki mahallî örf ve âdetleri iyi bilen ihtiyarlar grubu oluşturuyordu. Ne bölgedeki örfler İslâmî prensiplerin uygulanmasına engel olmuş, ne de İslâm şeriatı bu örfleri ilga etmiştir; her iki uygulama iç içe, Dârfûr’un sosyal şartları çerçevesinde kaynaşarak yaşamıştır.

Dârfûr’da idarî sisteme bakıldığında esas gücün mutlak otorite sahibi olan sultanın elinde toplandığı görülür; zaman zaman değişen yardımcı organlar ise sultanın emirlerini uygulayıcı durumundadır. Bu idarî sistemin teşekkülü, ilk defa bölgedeki reisleri hükümranlığı altına alan Sultan Süleyman Solonc zamanında başlamıştır. Bu sultan diğer bölgelere kendi ailesinden nâibler göndermiş ve her nâib için bir grup “şertây”, her şertây için de çok sayıda “demlec” tayin etmiştir. Her demlecin beraberinde bölgenin ileri gelen şahsiyetlerinden birçok şeyh bulunmaktaydı. Bu sistem Sultan Mûsâ zamanına kadar devam etti. Sultan Mûsâ nâiblerin yolsuzluklara karıştıklarını görünce kendi güvenilir adamlarından “makdum”lar tayin etti; ellerinden yetkileri alınan nâibler yalnızca isim olarak yerlerinde kaldılar. Sistem bu yeni şekliyle saltanatın sonuna kadar uygulandı. Makdumun tayini özel bir fermanla yapılırdı. Bu ferman nâiblere, şertâylara, demleclere, bölgenin ileri gelenlerine ve halka hitaben açıkça okunurdu. Makdumun üzerindeki elbise sultanınki gibi olup ölüm kararı dahil bütün konularda verdiği hüküm ve emirler geçerli idi.

BİBLİYOGRAFYA:

Muhammed b. Ömer et-Tunusî, Teşhîzü’l-ezhân bi-sîreti bilâdi’l-ǾArab ve’s-Sûdân (nşr. M. Halîl Asâkir – Mustafa Muhammed), Kahire 1965, s. 132-166; G. Nachtigal, Sahara und Sudan, Leipzig 1889, III, 355-446; R. C. Slatin, Fire and Sword in the Sudan, London 1896, s. 30-278; Muhammed Mihrî, Sudan Seyahatnâmesi, İstanbul 1326, s. 159, 316-319; Sa‘deddin ez-Zübeyr, ez-Zübeyr Bâşâ: Recülü’s-Sûdân, Kahire 1952, s. 11; Mekkî Şübeyke, es-Sûdân Ǿabre’l-kurûn, Kahire 1964, s. 155-159; Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğunun Güney Siyaseti Habeş Eyaleti, İstanbul 1974, s. 73-75, 100-101, 141; Neûm Şukayr, Târîhu’s-Sûdân (nşr. M. İbrâhim Ebû Selîm), Beyrut 1981, s. 149-190, 258-260, 403-410; Gunnar Haaland, “Fur”, Muslim Peoples, I, 264-269; P. M. Holt – M. W. Daly, A History of the Sudan, Essex 1988, s. 80-82, 128 vd.; Mustafa Muhammed Sa‘d, “Saltanatü Dârfûr”, el-Mecelletü’t-târîhiyyetü’l-Mısriyye, XI, Kahire 1963, s. 215-253; C. H. Becker, “Darfur”, İA, III, 483-485; P. M. Holt, “Dār Fūr”, EI² (İng.), II, 121-125; a.mlf. – R. Capot Rey, “al-Fāshir”, a.e., II, 827-828.

Hamdunallah Mustafa Hasan