DÂR
الضار))
Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.
“Zarar vermek” anlamındaki darr veya durr masdarından sıfat olup “zarar veren” veya “elem ve zarar verici şeyleri yaratan” mânası ile esmâ-i hüsnâ içinde yer alır. Kur’ân-ı Kerîm’de daha çok menfaat (nef‘), hayır ve rahmet kavramlarıyla birlikte ve bunların karşıtı olarak elliden fazla âyette geçen zarar kavramı bu âyetlerin bir kısmında, Allah’tan başka tapınılan sözde tanrıların kendilerine de başkalarına da herhangi bir fayda veya zararlarının dokunamayacağını ifade eder. Bazı âyetlerde kimsenin Allah’a zarar veremeyeceği vurgulanırken altı âyette de Allah’ın kuluna zarar murad etmesi veya zarar dokundurması şeklinde kullanılır. Bunların hemen hepsinde zararın karşıtı olarak hayır, rahmet ve menfaat kelimeleri de zikredilmiştir. Diğer bazı âyetlerde, herhangi bir şekilde insana dokunan zararın Allah tarafından bertaraf edilmesinden (keşfü’d-durr) söz edilir (bk. M. F. Abdülbâkī, MuǾcem, “drr” md.). Kur’ân-ı Kerîm’de zarar kavramının, her şeye gücü yeten Allah’ı bırakıp da fayda veya zarar vermekten âciz olan putlara tapmanın mantıksızlığını vurgulayan bir üslûp içinde kullanılmış olması, ayrıca karşıtı olan nef‘ vb. kelimelerle birlikte zikredilmesi, bu kavramın mutlak mânada Allah’a nisbet edilmesinin amaçlanmadığını gösterir. Nitekim bu kavram Kur’an’da sıfat sigasıyla (dâr) Allah’a izâfe edilmemiştir. Dâr, doksan dokuz ismi içeren hadiste nâfi‘ ismiyle birlikte (İbn Mâce, “DuǾâǿ”, 10; Tirmizî, “DaǾavât”, 82), diğer bazı hadislerde de fiil şeklinde Allah’a nisbet edilir
(Müsned, I, 176; III, 453; İbn Mâce, “Ahkâm”, 17; Ebû Dâvûd, “Akziye”, 31; Tirmizî, “Birr”, 27).
Bazı İslâm âlimleri insanı olumsuz yönde etkileyen, onun fizyolojik veya psikolojik varlığında, yakınlarında, sevdiklerinde ya da servetinde hoşa gitmeyecek durumlar meydana getiren ve mutluluğunu bozan “zarar verme” fiilinin Allah’a nisbet edilmesinin İslâm’daki ulûhiyyet anlayışıyla bağdaşmayacağını savunurken dâr ismi üzerinde durmuşlardır. İbnü’l-Vezîr meseleye iki açıdan bakmıştır. Bir telakkisine göre, dâr ismi Kur’an’da ve Buhârî ile Müslim gibi en başta gelen hadis kaynaklarında yer almadığına göre bu ismin esmâ-i hüsnâdan kabul edilmesi gerekmez. İkinci bir yorumuna göre ise Allah’a nisbeti açısından dârrın, karşıtı olan nâfi‘den bağımsız olarak düşünülmesi mümkün değildir. Şu halde dâr-nâfi‘ lafızları ikileme (tekrar) durumunda olup esmâ-i hüsnâ içinde ikisi bir arada “maddî-mânevî her şeyin mâliki ve mutasarrıfı” (mâlikü’l-mülk) anlamını taşırlar (Îsârü’l-hak, s. 174). Kur’an’da Allah’a nisbet edilen zarar kavramı, “Allah eğer sana bir zarar verecek olsa onu kendisinden başka kimse bertaraf edemez” (Yûnus 10/107) örneğinde görüldüğü üzere, daima yüce yaratıcının yetkin kudretini ifade eden ve bu kudretin başkalarında bulunmadığını vurgulayan bir üslûpla dile getirilmiş, sürekli olarak şartlı ve alternatifli cümleler halinde kullanılmıştır. Dâr ile nâfi‘ isimleri arasında bulunan sıkı münasebet onların birlikte kullanılması sonucunu doğurur. Dâr ismi nâfi‘ kelimesinin aksine tek başına kullanılmaz. İbnü’l-Vezîr’in birinci yorumundan asıl anlaşılması gereken de bu olmalıdır. Buna göre zarar verme kavramı Kur’an’da ve bazı hadislerde Allah’a nisbet edilmekte, ancak müstakil bir isim veya sıfat niteliği taşımamaktadır. Nitekim Ebû Abdullah el-Halîmî de Allah’ın tek başına nâfi‘ ismiyle anılmasının câiz, tek başına dâr ismiyle anılmasının ise memnû olduğunu kaydeder (el-Minhâc, I, 206).
Allah’ın doksan dokuz ismi içinde “rahmân-rahîm” gibi anlamları birbirine çok yakın olanlar yanında “dâr-nâfi‘”, “kābız-bâsıt” (rızkı daraltan-genişleten), “muhyî-mümît” (yaşatan-öldüren) gibi karşıt anlamlı ikileme şeklinde kullanılanlar da vardır. Bu sonuncular bir çelişkiyi değil, birbirinin zıddı veya alternatifi olan varlık ve olayların düzenli ve âhenkli işleyişinden ibaret bulunan kâinatın Allah ile münasebetini dile getirir. Bu açıdan dâr ismi, “zarar veren” şeklinde değil “zarar verici olanları da dahil olmak üzere her şeyi yaratan, kâinatı karşılıklı etki-tepki münasebeti içinde düzenleyip yöneten” tarzında anlaşılmalıdır. Dâr bu muhtevası ile Allah’ın kevnî isimleri grubuna girer (ayrıca bk. NÂFİ‘).
BİBLİYOGRAFYA:
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “drr” md.; Lisânü’l-ǾArab, “drr” md.; M. F. Abdülbâkī, MuǾcem, “drr” md.; Müsned, I, 176; III, 453; İbn Mâce, “DuǾâǿ”, 10, “Ahkâm”, 17; Ebû Dâvûd, “Akziye”, 31; Tirmizî, “DaǾavât”, 82, “Birr”, 27; Halîmî, el-Minhâc, I, 205-206; Bağdâdî, el-Esmâǿ ve’s-sıfât, vr. 134ª-b; Gazzâlî, el-Maksadü’l-esnâ (Fazluh), s. 156-157; Fahreddin er-Râzî, LevâmiǾu’l-beyyinât, s. 345-346; İbnü’l-Arabî, el-Fütûhât, IX, 157-158; İbnü’l-Vezîr, Îsârü’l-hak Ǿale’l-halk, Beyrut 1403/1983, s. 174.
Bekir Topaloğlu